YORUM | Prof. Dr. OSMAN ŞAHİN
Kader risalesinde ele alındığı gibi, geçmişe kader, geleceğe ise cüz’i irade perspektifinden bakmak gerekmektedir. Hadiseler meydana gelmeden önce, öncelikle, cüz’i iradenin hakkı verilerek, sebepler açısından yapılması gereken her şey yerine getirilmeli ve ondan sonra neticenin elde edilmesi Allah’tan beklenmelidir. Hadiseler vuku bulduktan sonra ise, ortaya çıkan sonuçların nedenleri üzerinde çalışarak gerekli dersler alınmalıdır. Fakat bu gerçekleşmiş hadiselere öncelikli bakış, kader noktai nazarında olmalıdır. Bu şekilde olayların arkasındaki açık ya da gizli, zahiri ya da batini, mülk ya da melekut cihetleri doğru olarak anlaşılabilecektir. Bu sayede, Allah’ın (cc) icraatındaki hikmetler, güzellikler daha iyi anlaşılacak ve insanlar haksız isyanlara girmeyecekler, ümitsizliğe kapılmayacaklar ve hak bildikleri yolda sabit kadem olmasını bilebileceklerdir.
Bu hakikati, Üstad’ımızın 13. Şua’da geçen şu sözlerinde de görmek mümkündür: “Kardeşlerim, Gerçi yeriniz çok dardır; fakat kalbinizin genişliği o sıkıntıya aldırmaz. Hem yerlerimize nispeten daha serbesttir. Biliniz, en esaslı kuvvetimiz ve nokta-i istinadımız tesanüddür. Sakın, sakın bu musibetlerin verdiği asabîlik cihetiyle birbirinizin kusuruna bakmayınız. Kısmet ve kadere itiraz hükmünde olan şekvâlar ve “Böyle olmasaydı şöyle olmazdı” diye birbirinizden gücenmeyiniz. Ben anladım ki, bunların hücumundan kurtulmak çaremiz yoktu. Ne yapsaydık onlar hücumu yapacaklardı. Biz sabır ve şükür ve kazâya rıza ve kadere teslimle mukabele ederek tâ inayet-i İlâhiye imdadımıza gelinceye kadar, az zamanda ve az amelde pek çok sevap ve hayrat kazanmaya çalışmalıyız.”
Bu bakış açısıyla hizmetin yaşadığı süreci değerlendirmeye çalışalım.
Fethullah Gülen Hocaefendi ile temsil edilen hizmet hareketinde, bireyler ve toplumlar arasında diyalog köprülerinin kurulması, karşılıklı tolerans ve herkesi konumunda kabul etme çok önemli hususlardır. Bunlar Efendimiz’in (sav) “Benim adım, üzerine güneşin doğup battığı her yere ulaşacaktır.” müjdesinin tahakkuku adına hayati öneme haizdirler. Bugün için eğer İslam, devlet eliyle temsil edilseydi, bu mümkün olamayacaktı. Günümüzde devlet eliyle temsil edilen düşüncelere karşı bireyler soğuk bakmaktadırlar. Hele bir de bu düşünceler şaibeli, güven duyulmayan, gelişmemiş devletler eliyle temsil ediliyorsa, bu önyargı daha güçlü olmaktadır. Allah Resülü’nün ümmetine gösterdiği bu hedefe, İslam’ın bireylerce doğru temsil edilmesi ve bu temsil kahramanlarının dünyanın her tarafına ulaşmaları ile varılabilecektir.
Dünyanın bir çok yerine İslam, dinini güzelce yaşayıp temsil eden tüccarlar eliyle ulaşmıştır. Süreç, bu noktada, Hizmet Hareketi mensuplarının bütün dünyaya yayılmasını, onlar hakkında o güne kadar devam edegelen şüphelerin ortadan kalkmasını , onların gittikleri yerlere entegre olmalarını ve toplum tarafından kabullerini kolaylaştırmıştır.
Haber ağlarında İslam, yanlış temsiller ve Hizmet Hareketi…
Kur’ani hakikatlerin insanlara ulaşmasının temini için, insanlar arasındaki ister bireysel, isterse de toplumsal anlamdaki iletişim engellerinin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Halbuki dünya çapında İslam’la uzaktan yakından ilgisi olmayan terör örgütlerinin, kötülük hesabına yapageldikleri çirkinlikleri, İslam adına yaptıklarını iddia etmelerinden dolayı, İslam hakkında insanlar yanlış fikirlere sahiptirler. İslam adına ortaya çıkan hükümetlerin yaptıkları haksızlıklar, zulümler ve bu ülkelerdeki fakirlik, cehalet ve geri kalmışlık da bunlara eklenince, İslam hakkında tamamen negatif düşünceler oluşmuş ve bu da Kur’an’ın parlak hakikatlerinin, o insanlara ulaşmasını ve İslam’ın gerçek mahiyetinin görülebilmesini engellemiştir.
Süreç başlamadan önce, devlet ve hizmet arasındaki yakınlaşma çok ileri bir seviyeye ulaşmıştı. Ülkenin askeri vesayetten kurtulması, sivil anayasanın hayata geçirilerek demokrasi ve insan hakları adına önemli mesafeler alabilmesi adına hizmet hareketi bu yakınlığa evet demişti. Bu yakınlık, ülke içinden ve dışından bazı kesimlerin, hükümet ile hizmeti özdeşleştirmelerine yol açtı. Bu durum hükümet ile ilgili endişeleri olan bireylerin, partilerin ve devletlerin, hizmet hareketinin mahiyet ve hedefleri hakkında da endişe duymalarına yol açmıştır. Evet hizmet dünyanın bir çok ülkesinde bireysel ve kurumsal olarak temsil ediliyordu ama bu şüphelerden dolayı tam bir temsile ve kabule de ulaşılamamıştı. Özellikle hükümetin yapmakta olduğu kabul edilemeyecek ilişkilerden haberdar olan batı devletlerinde bu tereddütler çok daha fazla olmuştur.
Siyasal İslamcılardan farklılıkların anlaşılmasına olan ihtiyaç…
Hizmetin ülke sınırlarından çıkıp evrenseleşebilmesi için, hizmetin gerçek mahiyetinin ve amaçlarının bütün dünyaya gösterilmesi gerekmekteydi. Hizmetin, süreç başlayacağı ana kadar, Türkiye merkezli bir hareket olarak görülmesi bu açıdan bir engel oluşturuyordu. Hükümeti temsil edenlerin karıştıkları yanlış iş ve ilişkiler iyice ortaya çıkınca, hizmet hareketi, o güne kadar devam edegelen yakın ilişkiyi sonlandırmak gerektiğini bir lütfi İlahi olarak gördü ve bu ilişkiye son verildi. Böylece bu yakınlığın amacının, insan haklarının ve adil bir hukuk düzeninin sağlanması adına olduğu, bunun aslında mümkün olmadığı anlaşılınca da bu ilişkiyi sonlandırdığını herkese göstermiş oldu. Bu ilk adım çok önemliydi. İdaredeki parti ile aynı düzlemde ele alınmamalarının gerektiği, duygu ve düşüncede onlardan tamamen farklı olduklarının ispatıydı. Bütün dünya gördü ki, hizmet hareketi ile siyasal İslamcılar aynı maksat peşinde koşmuyorlar ve aynı hedefleri taşımıyorlar.
İktidarı ellerinde bulunduranlar, hizmet hareketinin onlara olan destekten vazgeçmelerini kabullenemediler. Zaten başından beri devam edegelen hizmet hareketinin dünya çapında muvaffak olduğu başarılara karşı bir hased mevcuttu. Bu hased onlarda hizmet hareketini bitirme düşüncesini her zaman canlı tutmuştu. Şartlar ve hizmetin desteğine duyulan ihtiyaçtan dolayı açıktan dillendirilemiyordu. Sonuçta onlar için, hizmet hareketi tamamen ortadan kaldırılması gereken bir muhalefet konumundaydı ve Yezid’in, Hz. Hüseyin’e (r.a) ve diğer ehl-i beyte uyguladığı zulümden daha aşağı olmayacak bir şekilde bitirilmesine karar vermişlerdi. İslam’da ve diğer hukuk sistemlerinde olan her türlü hak ve hukuk ihlal edilerek, tarihte benzerine nadir rastlanacak bir zulüm süreci başlattılar.
Doğal olarak, hizmet hareketi kendini bu yapılanlara karşı korumaya çalıştı. Aksi de düşünülemezdi. Eğer bu yapılmasa, bir taraftan zalime yardımcı olarak zulmüne iştirak edilmiş olacak ve diğer taraftan haksızlıklar karşısında susan dilsiz Şeytan olmayı netice verecekti. Fethulllah Gülen Hocaefendi yapılan her türlü baskılara rağmen, zalimler karşısındaki duruşundan geriye adım atmayacak ve peygamber varislerinin hiç bir zaman zalimlere itaat etmeyeceği hakikatini, bir kez daha bütün dünyaya ilan edecekti.
İnşaAllah bir sonraki yazıda “İktidarla olan mücadelesinde Hizmet başarılı olsaydı, ne olurdu?!..” sorusuna cevap aramaya devam edelim…
Yazar ve site yi yönetenlere tek sorum var.
Devlet aşkı bitti mi hizmetin?
Bu soruya samimi ve tek kelimelik cevap istiyorum.