YORUM | Prof. Dr. OSMAN ŞAHİN
İslam tarihinin her döneminde zuhur eden zalimler karşısında gerçek ulü’l-emr olan hakikat kahramanları dik duruş sergilemiş ve hakkın müdafileri olmuşlardır. Peygamberlerle temsil edilen zalimler ve zulümleri karşısında verilen hak mücadelesi, Efendimiz (sav)’den sonra günümüze kadar bu peygamber varisleri eliyle devam etmiştir.
İslam tarihinde böyle zalimler belirli zamanlarda vucuda gelmiş ve ümmet için ciddi imtihan vesilesi olmuşlardır. Bu olaylara bir adeti ilahi olarak da bakılabilir. Hak yolun yolcuları belirli aralıklarla bu zalimler, tiranlar ve diktatörler eliyle imtihana tabii tutularak bir taraftan samimiyetleri test edilirken bir taraftan da başa gelen bela ve musibetler, bu hak erlerinin safiyetlerinin arttırılması adına birer katalizör görevi görerek, Allah’a (cc) giden yolda hakiki tevhide ulaşmaları adına vesile olmuşlardır. Bu hakikatı ifade eden şu söz ne kadar manidardır: “Tarih boyunca her Musa’nın karşısında bir firavun olmuştur”. Günümüzde de olduğu gibi Allah (cc) her zaman peygamber yolunun temsilcileri olan Musa’ların karşısına dalaleti temsil eden firavunları çıkarmıştır.
Bugün yakalanan her türlü başarıda tarih boyunca gelmiş medeniyetlerin katkısı vardır…
Fakat İslam tarihi sadece bu yaşanan olaylardan ibaret değildir. Bütün bu mücadeleler yaşanırken bir taraftan da müslümanlar eliyle çok parlak medeniyetler inşa edilmiştir. Medeniyet adına bulundukları çağın çok ilerisinde başarılara imza atmışlardır. Dünyanın hiç bir yerinde görülemeyen bir adalet sistemi teessüs etmişlerdir. Günümüz dünyasında ulaşılan medeniyetin temelleri daha o zamanda atılmıştır. Her ne kadar islam medeniyeti söz konusu olduğunda bu yapılan büyük katkı bazıları tarafından inkar edilerek görmezlikten gelinse de, Avrupa’nın gerçekleştirdiği rönesansda o dönemdeki islam dünyasından aldıkları ivmenin etkisi çok büyük olmuştur.
Beşer bugünkü ilmi seviyeye tarih boyunca elde edilen bilgilerin teraküm ede ede günümüze kadar gelmesiyle ulaşmıştır. Bugün insanlığın yakaladığı seviyeyi sadece batıya vermek hakikata karşı işlenen bir zulüm ve insafsızlık olacaktır. Günümüzde, ulaşılan her alandaki başarılarda, tarih boyunca gelmiş medeniyetlerin katkısı vardır. Dolayısıyla bu başarılar insanlığın ortak bir malı olarak kabul edilmelidir. Son asırlarda Batı’da çok büyük ilerlemeler kaydedilmiş olabilir. Fakat Batı dünyası bu inkişaflar için daha önceki doğu merkezli medeniyetler ile bunun uzantısı olarak Batı’da inşa edilen Endulus Emevi devletine çok şey borçludur.
Bu sırra binaen, Bediüzzaman Hazretleri kırda gezerlerken havada uçakları görünce çok sevinmiş ve “Bunlar benim nev’imin medarı iftiharı olan şeylerdir” demişlerdir. Kimin eli ile gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin her türlü muvaffakiyet bütün insanlar için iftihar vesilesi sayılmalıdır.
Maalesef bazı kesimler hep islam tarihindeki -belki realitenin de gereği olan- problemlere yoğunlaşmışlar ve bu inşa edilen parlak medeniyetleri görmezlikten gelmişlerdir. Günümüzde islamı hiç bir şekilde temsil etmeyen (edemeyen) devletlerde ve müslümanlarda görülen yanlışlıkları ve olumsuzlukarı İslam’a mal etmişler ve daha da ileri giderek bu yanlış yaklaşımları maalesef bütün islam tarihine de teşmil etmişlerdir. İslami medeniyetler ele alınırken hep zalimler ve bunların yaptığı zulümler üzerinde durmuşlardır.
Emevi, Abbasi ve Osmanlı’nın bir de fetih ve medeniyet tarihi vardır…
Yukarıda bahsi geçen önemli yanlışa Fethullah Gülen Hocaefendi “Değmez mi?!.” başlıklı Bamteli’nde
dikkat çekmiş ve çok önemli tesbitlerde bulunmuşlardır. Olumsuzlukları ele alırken güzellikleri görmezden gelmemek gerektiğini çok güzel ifade eden ve hadiselere bütüncül bakışın ve insafla yaklaşımın bir örneğini bu satırlarda takip edelim:
“Evet, şimdi vatanın-milletin aleyhinde bulunmak başka bir meseledir; fakat o zulmü revâ görenlerin aleyhinde olmak ayrı bir meseledir. Medine’nin, Şam’ın aleyhinde olma değildir, mesele; birinin aleyhinde olma söz konusu ise, Haccâc-ı Zâlim’in aleyhinde olma, Yezîd’in aleyhinde olma, bir manada Abdülmelik’in aleyhinde olma, Mervan’ın aleyhinde olma söz konusudur. Bunlar, o ülkenin, o beldenin, o muhitin insanının aleyhinde olma demek değildir.
Nasıl olursunuz ki?!. Şam’daki o Emevîler, Endülüs’ü fethettiler, bir yönüyle, Tarık İbn Ziyad ile. Ve sekiz asır orayı Batı Rönesans’ına ekollük yapacak bir ülke haline getirdiler. Nasıl diyebilirsiniz? Nasıl diyebilirsiniz ki, Abbasîler bir yerde, başkalarını yıktı, Bağdat’ta bir saltanat kurdular ama Rafizî yayılmasına karşı surlar-setler oluşturdular. Ve aynı zamanda ilme bir gelişme hızı verdiler ki, dördüncü-beşinci asırda, küre-i arzın çapını ölçecek insanlar yetişti. Beni Musa -hep arz ediyorum- küre-i arzın çapını ölçtüler; kaç metre? Meseleyi oraya kadar götürdüler, Allah’ın izni ve inayetiyle. Uçma denemeleri yaptılar. İbn Sina’lar “yetiştirdiler, Harizmî’ler yetiştirdiler, Râzî’ler yetiştirdiler. Dünya tababetinde İbn Sina’nın kitapları yedi-sekiz asır okundu. Râzî’nin kitapları, yedi-sekiz asır okundu.”
Emevinin kuruluşundan Osmanlının sonuna kadar geçen yaklaşık on üç asırlık uzun bir zaman diliminde yapılan onca harika işler bir kenara konmuş ve sadece olumsuzlukları konuşmak bir entelektüellik olarak algılanmışdır. Geçmişten ders almak için eleştirel bakış muhakkak faydalıdır ama bu aynı zamanda yapılan güzel şeylerle beraber ele alındığında doğru olacaktır. Muhaverelerimizde, geçmişimizde yapılan doğrular konuşulmaya başlandığında, olumsuzluklara düşen payın çok az olacağını söylemek herhalde hakperestlik ifadesi olsa gerektir.
Bu konuda da Fethullah Gülen Hocaefendi “Muhteşem Osmanlı ve Ecdâda Saygı” başlıklı bamtelinde Bediüzzaman hazretlerinin bir sözünü alarak konuyu çok güzel ifade etmektedir: “Hazreti Üstad’ın ifadeleriyle diyecek olursak, “Senin bir sene zarfında attığın tükürük, bir günde senden çıkmış bulunsa, içinde boğulacaksın. Müteferrik zamanda istimal ettiğin sulfato gibi acı ilâçları bir günde birkaç kişi istimal etse, hepsini de öldürebilir.” İşte aynı bunun gibi, Osmanlı’nın bazı fertlerinin hataları herbiri tarafından işlenmiş ve farklı zamanlardaki kusurları toplanıp bir anda yapılmış gibi tasavvur edilirse, karşımıza çok çirkin bir tarih çıkabilir. Oysa, Osmanlı’nın bir de fetih ve medeniyet tarihi vardır. Fakat maalesef, zaaflarının esiri bazı kimseler, o yüce kâmetleri kendi seviyelerine indirirerek kendilerine mazeret uydurma ve kendi cürümlerini hafif gösterme psikolojisinin de tesiriyle yalan yanlış tasvirlerde bulunuyorlar.”
Mevzuya ışık tutması açısından bir de Ali Ünal Hoca’nın 17 Şubat 2016 tarihli “Din, Bilim, Tarih, Hz. Muaviye ve Emevîler” başlıklı yazısından da bir alıntı yapalım: “Sebepler açısından, Kur’ân’ın korunup bugünlere gelmesinde en büyük paylardan biri Hz. Osman’ındır (r.a.). Hz. Muaviye (r.a.), kapılardan bir kapıdır; kırıldığı anda daha nelerin çökeceği kestirilemez. Tarih siyasî hadiselerden, Emevîler, Yezid ve II. Velid gibi “herif”lerden ibaret değildir. Mısır dışında bütün Kuzey Afrika, Türkmenistan, Tacikiskan ve Afganistan havzası Çin’e kadar Emevîlerle İslâm dairesine girdi ve İslâm, Sahabe ve Emevîlerle girdiği yerlerden (İspanya hariç) bir daha çıkarılamadı. Demek, samimîlerdi. Dünyaya 8 asır Endülüs medeniyetini Emevîler hediye etti. Evet, Emevîler, milyonlarca insanın imanına, İslâm’ına sebep olmanın sevabına sahiptir. Sevapları da, inşallah hatalarına galiptir.”
Ufuk açıcı oldu.
Bir eklemem olacak: Bir konuda eleştiride bulunmak art niyet ya da başka kötü bir düşünce olarak algılanmamalı.
Evet, kendi değerlerimize bağlılıkla beraber hakkaniyetin gereği yanlışları ortaya koymak da gayet isabetli olur.
Geçmişimizi eleştirebiliriz, buna bir kayıt koymaya gerek yok.
Yeter ki insaflı, tutarlı olalım.
Bunu da biz yapmalıyız. Sadece savunma güdüsüyle cevap yetiştirme olmamalı işimiz.
Muhtesem bir toparlama yazisi olmus. Tesekkur ederim
GÜNÜMÜZDEKİ PROBLEMLERİN ŞOKUYLA İSLAM MEDENİYETLERİNE BAKIŞ Ali Bulac
Bu yazıyla mukayeseli okumak zihin açıcı olabilir.