Yorum | Naci Karadağ
Firavunların güç basamaklarını tırmanmaları ile hissiyatlarındaki gelişim ve değişim arasında ciddi ilişki olduğu bir gerçektir. Merhamet, adalet, nefret, vicdan gibi hissiyatlar Firavun adaylarının her merhale aşımıyla farklı bir eşiği test eder ve bu değişime göre güçlenir ya da tarihin sayfalarında yerini alır.
Ancak…
Tahmin edilenin aksine, Firavunlar güçlendikçe, yani gücü ve etki alanı büyüdükçe daha cesur olmuyorlar. Tersine daha korkak ve paranoyak bir ruh haline bürünüyorlar.
O kadar ki, yeni doğan bebekleri bile katletmelerinde bu korkunun etkisi ve yönlendirmesi vardır. Etrafının ve kendinin şahsına ilahlık atfettiği pek çok tiran geceleri korkudan uyuyamamış, bir vakitlerde an ter içinde uyanmış, büyük korku ve paranoyalarla en yakınlarını bile katletmiştir.
Zalimin elindeki güç ona cesaret değil korku verir bu sebeple.
Cümleyi tersten okumak da mümkündür.
Eğer bir toplumda masumlar, bebekler, kadınlar, kimsesizlere zulüm ediliyor ve yönetenlerin bu zümrelerden ödü kopuyorsa, bilin ki orada iktidar Firavunlaşmış demektir!
Gözaltına alındıktan sonra kaybolan ve 30 yıldır haber alınamayan evladını bulmaktan başka derdi olmayan bir anneden korkuyorsanız ve bu annenin üzerine zaptiyelerinizi salıyorsanız, bilin ki korkunuz büyüktür, hem de epey büyük!
Cumartesi Anneleri tam 700 haftadır aynı yere gidip evlatlarını arayan anne, kardeş ve evlatlardan oluşan tamamen sivil, hiçbir şiddet unsuru barındırmayan, sadece ellerinde kayıpların fotoğrafları, gözlerinde yaşlar ile seslerini duyacak merci arayan Anadolu kadınlarından oluşuyor.
Perşembe Anneleri!
Aslında sadece ülkemize has bir durum da değil bu. Cumartesi Anneleri’nden yaklaşık 40 yıl önce Arjantin’de Savaşın kirli bir şekilde yürütüldüğü 1977 yılında, çocuklarının akıbetini öğrenmek için 13 Arjantinli kadın Buenos Aires şehrinin Plaza de Mayo Meydanı‘nda bir eylem yapar.
Beyaz başörtülerine kayıp çocuklarının adını yazıp cumhurbaşkanlığı sarayının yakınında eylem yapmaya başlarlar. 1977 yılının sonunda eyleme katılan anne sayısı 300’e ulaşır. Mayıs Anneleri’nin kayıp yakınlarıyla ilgili yaptığı bir imza kampanyasına 24 bin imza toplanır. Hükûmet bu mücadelenin önderlerinden olan Azucena Villaflor de Vincenti ve onunla birlikte birkaç kadını kaçırır ve kayıplara onlar da eklenir.
Mücadele devam eder. Anneler her Perşembe günü saat üçte Plaza de Mayo Meydanı’nda sessizce eylem yapar. Gözaltı ve sindirme politikalarına rağmen eylemler devam eder. Buenos Aires’teki bu eylemler, Türkiye’deki annelere de ilham olur. Plaza de Mayo anneleri torun sahibi olmalarına rağmen hâlâ meydanlardalar. 2005 yılında, 1977 yılında kaçırılan Plaza de Mayo annelerinin liderlerinin cesetleri bulunur. Meydanın içinde bulunan bir duvara külleri gömülür. Plaza de Mayo annelerinin mücadeleleri hükümet tarafından onursuzlaştırılmak istenir ve ikiye bölünürler. Haklarında yolsuzluk suçlamaları yapılır. 40. yılında mücadeleleri devam ediyor, kırk yıldır çocuklarını bekliyorlar.
Berfo Ana gözleri arkada gitti!
Türk toplumunun hafızasına “Berfo Ana” olarak kazınan Berfo Kırbayır, 33 yıl boyunca gözaltında kaybedilen oğlunu aradı. Berfo Ana, 33 yıl oğlunun kemikleri için mücadele etti. Oğlunun bir mezarı bile olmaması analık yüreğini yakıyordu. Şu cümleler hala yüreğimizi sızlatır: “Benim evladım gelir diye kapıyı bacayı açık bıraktım. Ay geçti, gün geçti, sene geçti benim çocuğum gelmedi. Benim çocuğum ölmüşse cenazesini bana versinler.”
106 yaşında oğlundan bihaber hayata gözlerini yumdu. Tek isteği, oğlunun bir mezar taşı olmasıydı ancak bu Berfo Ana’ya çok görüldü. Yıllardır süren mücadelesi ile Cumartesi Anneleri’nin simgesi oldu.
Geçtiğimiz cumartesi bu annelerin bir araya gelmesinin 700. haftasıydı. dile kolay tam 700 haftadır aynı gün, aynı yere gelerek evlatlarını istiyorlardı bu anneler. Fakat gücü eline geçirenler bütün zalimlerin yaptığı gibi onları dinlemek yerine onlardan korktular ve emniyet güçlerini üzerlerine saldılar.
Tayyip Erdoğan’a yaranabilmek adına memleketi yakmayı göze almış gibi görünen, siyasetin bir politikacıyı nasıl canavarlaştırdığının yaşayan örneği Süleyman Soylu’nun emriyle Cumartesi Anneleri’nin eylemi Beyoğlu Kaymakamlığı tarafından yasaklandı. Polis yaşlı kadınlara, masum sivillere karşı güç ve şiddet kullandı. Gaz sıktı, yerlerde sürükledi, darp etti, 47 kişiyi gözaltına almaktan çekinmedi.
Şimdi şu görsele biraz dikkatlice bakmanızı rica ediyorum:
Tahmin edeceğiniz gibi eski bir taş bu.
Fotoğraf geçtiğimiz Perşembe günü AP muhabiri Petr David Josek tarafından çekildi.
Çek-Almanya sınırındaki Elbe nehrinin derinlerindeki bu taş, kuraklık nedeniyle sular alçalınca ortaya çıkmış.
Üzerindeki tarihlere bakılırsa daha önce de 1417, 1616, 1707, 1746, 1790, 1800, 1811, 1830, 1842, 1868, 1892 ve 1893 senelerinde insanlar bu taşı görüp, tarih kaydı düşmüşler. Üzerine de “Açlık Taşı” yazmışlar.
Ama esas 1616 yılında yazıldığı düşünülen bir cümle var ki, insan sarsılıyor.
Almanca şöyle yazıyor bu Açlık Taşı’nın üzerinde:
“Wenn du mich siehst, dann weine “
Tercümesi şu:
“Beni görürsen, ağla.”
Uzadı belki ama son bir anekdot ile bitireyim yazıyı.
Bir hapishane… Bırakınız insanı, hayvan bağlasan bile durmayacak, insan onuruna yakışmayan bir hücre. Genç adam saçma sapan sebeplerle atılır buraya. 23 saat ışık bile yoktur. Sadece bir saat tepedeki kafesin kapağı açılır ve içeri gün ışığı girer.
Genç mahkûm bir süre sonra zaman algısını yitirir. İki ya da üç hafta olmuştur buraya gireli. Tepedeki kapak açıldığında hayretle zeminde kazılarak yazılmış minicik yazıyı görür:
“Bu yazıyı fark edecek kadar burada kaldıysan, ya sen bir alçaksın ya da yöneticilerin zalim…”