Rövanş

Analiz | Prof. Dr. Mehmet Efe Çaman

Erdoğan rejimine destek verenlerin psikolojisini çözümlemek önemli kanısındayım. Erdoğan rejimine destek olanların motivasyonlarını, beklentilerini, kafalarındaki meşrulaştırma mekanizmalarını, dünya görüşlerinden kaynaklı onaylarını, tolerans paylarını, olası bakış açısı değişimi dinamiklerini anlamalıyız, bu konularda analizlerde bulunmalı, akıl yürütmeliyiz. Çünkü rejimin ayakta kalmasının “milli irade” olarak lanse edilen desteğe bağlı olduğunu biliyoruz. Yani rejim despotlukla ayakta değil. Önce, eğer böyle düşünenler varsa, çok geç olmadan uyanmalarını dilerim. Daha önce rejimin sosyal dinamiklerini mercek altına alan yazılarımda değindiğim üzere, Erdoğan’ın kendi ve rejimi, bugün yaşanan trajinin nedeni değil, bilakis bugünkü rejimin sebebi sosyolojik durum. Şaşan beşeri anlamadan derinlemesine ve ayrıntılı bir politik analizin bile yararı yok bu ortamda. O halde bir deneme olsun bu yazı; neden insanlar destek oluyor Erdoğan’a ve rejime, bunu yorumlamaya çalışalım.

Rövanşizm: Her kesimin muzdarip olduğu bir psikolojik ruh hali, bir sosyal anlamlandırma, dünya görüşlerine temel oluşturan “biz ve öteki” ayrımının dayanak noktası. Erdoğan’ın tabanı olan Milli Görüşçü İslamcı sosyolojik yapı, kendisini cumhuriyet rejimi ile özdeşleştiremeyen ve bu nedenle 1923 sonrası rejime karşı duran, kendisini bu rejime ait hissetmeyen bir neslin ürünü, bir zihniyetin devamı. Bu bakış esasında Türkiye’de birçok İslami siyasi felsefenin belki de en belirgin ortak noktası. Buna göre, modern Türkiye’de devlet kurucu iradenin en önemli yansıması olarak gördüğü laiklik ilkesi ve buna dayalı politik pratik, İslam’a ve İslam’la ilintili her şeye karşı olan bir zihniyetin ürünüydü. Bu zihniyet ibadeti yasakladı ya da sınırlandırdı, İslami sosyal örgütlenmenin karşısında oldu, “inançlı insanları” devlet kademelerinden uzak tuttu, Batı yönelimi ile “taklitçi” bir yaklaşım sergiledi. Bu yaklaşımın sonucunda “kendi değerlerine yabancılaşmış” nesiller var edildi. Türkiye’nin dünya üzerindeki konumundan ve etkisinden memnun olmayan bu kesim, ülkedeki geri kalmışlık da dâhil tüm sorunların bu yabancılaşma sonucunda oluştuğuna inandı. Çözümü ise, terk edilen değerlere geri dönüşte gördü. İslamcılık Türkiye’de bu temellere dayanıyor. Eskinin yeniden belirleyici töz, belirleyici orijin olması tezini işliyor. Tüm cemaatler, tarikatlar, İslami siyasi yansımalar, bu İslamcı tarih okuyuşuna sahip çıkıyor. Oranlar değişebilir, yoğunluk farklı olabilir. Ama bu “biz-öteki” ayrımı, diğer sosyal ve politik gruplarla aradaki temel farkı oluşturuyor. Ve İslamcıların iktidar özlemi taam da bu noktaya dayanıyor. Çünkü bu ülkede iktidara gelmeden bir şeylerin evrimsel tempoda (yavaş-yavaş) değişmesi konusunda kimsenin umudu yok, hiç olmadı. Böylece, İslamcılar iktidara yöneliyor, devleti içeriden ele geçirmeye çalışıyor. Bu hep böyle oldu. Milli Görüş, Türkiye’nin Müslüman Kardeşleri olarak bu stratejiyi izledi. AKP ve Erdoğan, bu akımın geç temsilcileri veya yeni nesli olarak bu taktiği benimsedi. Uygulanan takıyye tutumu da dâhil, bu strateji Ortadoğu’daki İslamcı tüm akımların ortak noktasıdır. Vakitsiz ötmeyen horoz olmak, Ortadoğu’da tek çıkar yol olarak algılandı – Türkiye İslamcılığı bu konuda diğerlerinden bağımsız bir duruşa sahip olmadı, olmuyor da.

İslamcı elitler, Erdoğan’ı velinimet olarak görüyor

Bu rövanşizmin temel dayanak noktası, kendilerinin karşısında olan önceki iktidarın kurumlarını ele geçirmek, sonra da onlarla aynı enstrüman ve taktikleri kullanarak onları bertaraf etmek. Erdoğan’ın yaptığının bu olduğuna inanan taban, bu nedenle de onun “belirli zaaflarına” tolerans gösteriyor. Yaşanan süreci 100 yılda bir çıkmış bir fırsat olarak görüyor ve bu nedenle de “cilalı Erdoğan imajı” yaklaşımını terk etmiyor, daha doğrusu edemiyor. Bu nedenle de “minareyi kılıfına uydurmak” yaklaşımı hâkim oluyor. İslamcı elitler, Erdoğan’ı velinimet olarak görüyor. O, bu kesimin Atatürk gibi kültleştirilmek istenen lideridir. Okul kitaplarına girecek, devleti dönüştüren ve “öze dönüşü” sağlayan “büyük lider”, “reis”, “başkan”, hatta “halife” Erdoğan imajı, çağlar ötesi bir tarih anlaşışı ile, devletin yeni tarih yazımında yerini baş sıralarda alacak. Bundan şüpheniz olmasın. Bu nedenle, Erdoğan’ın başarısız olma şansı yok. Daha doğrusu, Erdoğan’ın başarısızlıklarını itiraf etme olasılıkları bulunmuyor. Tabiatıyla Erdoğan o cepheden bu cepheye kahramanlık ve cesaret örnekleriyle kariyerini tamamlamış ve sonuçta da Kurtuluş Savaşını kazanarak yeni bir devlet kurabilmiş bir lider kapasitesine sahip değil. Bunun derin kompleksi her ne kadar Erdoğancıları ezse de, 21. yüzyılın tüm teknolojik manipülasyon olanaklarını kullanarak, Erdoğan’ı olmadığı niteliklerle “donatıyor” ve bunu Goebels’vari bir “tekrar edilen ve gerçek haline getirilen yalan” stratejisi ile “yaratıyorlar”.

17/25 Aralık’a darbe teşebbüsü demeleri, Gezi Olayları’nı dış güçlerin Türkiye’ye müdahalesi olarak lanse etmeleri, 15 Temmuz darbe kalkışmasını “ikinci Kurtuluş Savaşı” gibi allayıp pullayarak halka arz etmeleri, hatta son yaşanan TL’nin çöküşünü “ABD menşeli bir ekonomik saldırı” olarak propaganda etmeleri bundan kaynaklanıyor. Çaresizler, bir efsane oluşturmak, kurgu bir kahraman tasarımlamak, olmayanı varmış gibi addetmek durumundalar. Hiçbir yolu yok, bunu yapmazlarsa iktidardan “üçkağıtçı, hırsız, onursuz, yalancı, haysiyetsiz, iftiracı, istibdatçı, kısacası ‘kötü’ olarak” gideceklerini biliyorlar!

Tabanları da bunun farkında. İnternette ve medyada bir yıl boyunca her gün yolsuzluklar ifşa da edilse, sadece işlerine öyle geldiği için gerçekleri inkâr edecekler, çünkü rövanşizmin bir lidere ihtiyacı var. Ve bu halk, kendine yaraşan liderin Erdoğan olduğunu düşünüyor, buna inanıyor. Onlar için gerçekler değil, dombra eşliğinde “bir rock yıldızı gibi” idolleştirilen bir lider olması önemli. O lider Erdoğan, buna şüphe yok. Ölmüş olmasına karşın hayranlarının “Elvis’in yaşadığına” inanması gibi, onlar da Erdoğan’ın “ümmetin lideri” olduğuna, “ABD ve Trump’a haddini bildirdiğine”, “ABD’li Pastör’ün CIA ajanı, ‘FETÖ’ ve PKK destekçisi bir provokatör terörist olduğuna”, Türkiye’yi tüm dünyanın “kıskandığına” inanıyorlar. İnanmasalar da bu konuları berberde ve kahvehanede konuşmak koltuklarını kabartıyor. Bir yalana inanmalarının inanıyor oldukları sürece önemi yok, çünkü hipnoz devam ediyor.

Rövanş alınıyor

Her türlü sorununa karşın iyi-kötü bir “idealler dünyası” ile bağlantısı olan bir Cumhuriyet yıkılarak, yerine Kuveyt-Rusya arası Avrasya sahasına uygun hale getirilen, tarihiyle gerçekçi bağlarını tümüyle koparmış, adeta “kayışı kopmuş” bir ülke var ettiler. Bu rövanşın en önemli faydası, eskiyi devlet dışına iterken açılan sahalara “istihdam edilen” kitleler. Ya da kapalı kapılar ardında abrakadabra ihale süreçlerinde yandaşlara peşkeş çekilen “cukka yapıcı” projeler. Cumhuriyeti kuran kadrolar vatanseverdi. Belki hatalı bir ton şey yapmış olabilirler. Ama kendilerince doğru oldukları bir “idea” peşinden gidiyorlardı. Kendilerinden öncekilerle – Osmanlı batılılaşması veya Jöntürkler’le – bağlantıları vardı. Bir “mefkûreleri” bulunuyordu. Hepsinden de önemlisi, ülke kaynaklarını şahsi çıkarları için hortumlamadılar. Milli sermaye sınıfı oluşturmak için Ermeni soykırımından ganimet olarak talan ettikleri mülkleri bile, ülke yararına diye düşünerek “yerli sermayeye” devrettiler. Yani günahlarını işlerken dahi, kendilerince bir değerler manzumesine sahiptiler. İlkeleri vardı, katılır-katılmazsınız, başka! Oysa bugünün İslamcı Erdoğancı muktedirleri, derin devletteki Kemalist Avrasyacı “kardeşleriyle beraber” Türkiye’yi talan ederlerken, zerre kadar ilke-prensip tanımıyorlar. Ülkeyi Rusya’nın kucağına iterken ve Avrasyacı süper gücün inisiyatifine terk ederken, akıllarında salt kendi bekaları var. Evet, rövanş alınıyor. Ama rövanş alanlar, saçma sapan rövanşist tutumlarına bile sadık olmaksızın, rövanşı kendi kişisel faydaları doğrultusunda kullanıyor!

Türkiye’de basiretli kesimler azınlıkta. Bu durumu yazan-çizen bir avuç insan, vatan haini, “FETÖ’cü”, solcu, liberal falan diye sistem dışına itiliyor, susturuluyor. Ahmet Altan gibi iki yıl boşu boşuna hapiste tutuluyor, ya da kardeşi gibi çıkarılıp, “konuşursan aynı deliğe tıkarım!” denilen bir ortamda suskunluğa mahkûm ediliyor. Konuşan ve eleştiren istemiyorlar. Esasında güçlerinden değil, gerçeklerin ifşasından, gidecekleri cehennemden korktuklarından daha fazla korktukları için! Bu nedenle sonları manevi kaygılardan veya iç hesaplaşmalardan değil, maddi boyutta yaşanacak süreçten olacak. Türkiye tarihinin en büyük ekonomik krizi, ekmeği öğretmen kılınca hipnoz bozulacak. Aç ayı oynamaz çünkü!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Son 10 yıldır okuduğum en güzel yazılar Mehmet Efe Bey’den geldi. Akademik, fikir ve düşünce dolu.
    Düşünen ve klişe olmayan fikirlere ihtiyacın olduğu bu zamanda, kitleleri harekete geçiren duygu ve motivasyonların üzerinde olunması lazım. Korku, vatan, bağımsızlık, inanç gibi
    Korku, bu motivasyonlardan birisi ise Rusya ve İran ile tarihsel bağlamda karşı karşıya geldiğimiz durumlar gözden geçirilmeli. Iran Rusya ve Çin 3 lüsü ile birlikte olmamızın bize getireceği zararlar konuşulmalı yazılmalı.
    Biz bu oyuncağı olduğumuz batı ve doğu güçlerinin bir tarafı olamayız. Tarih bizim ülkemize ve coğrafya insanımıza farklı bir misyon yüklemiş, çünkü biz tarafsızlık bölgesindeyiz.
    Elini yöneticilik ve siyaset ile kirletmiş olan Ilahiyatçılar, Teolojik olarak “Rum süresi” ışığında meseleleri bir kez daha gözden geçirilmeli ve temizlenmeli.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin