Yorum | Bülent Keneş
Dün sabah oturmuş bugün hangi konudaki ali düşüncelerimi (!) mahdut ama çok kıymetli okuyucuyla paylaşsam diye kara kara düşünürken yine imdadıma Erdoğan’ın haram havuzundan ziftlenen ekiplerinden birinin “stratejik düşünce” diye piyasaya sürdüğü saçmalıklar yetişti.
Kabul etmeliyiz ki, pek saygın olmasa da, sağlıklı dimağlar pek tenezzül etmese de komplo teorisi de bir düşünce biçimidir. Malum olduğu üzere, beceriksizlikleriyle işleri sarpa sardırmış ezik ve edilgen zihniyettekiler, öncelikle yarattıkları sorunu gözlerden kaçırmaya, bu sorunlar bütün ağırlığıyla ortaya çıkarsa inkar etmeye yeltenirler. Bünyedeki sorun bu yöntemlerin işe yaramayacağı bir cesamete ulaştığında ise, elleriyle sebep oldukları rahatsızlıkları teşhis için aynanın karşısına geçip kendilerini şöyle bir çek etmek yerine genelde bir teleskopla rahatsızlık veren sorunun kaynağını uzaklarda ararlar. Daha doğrusu karakterleri haline getirdikleri şark kurnazlığıyla sorunun kaynağını uzaklarda arar gibi yaparak kendi sorumluluklarından sıyrılmayı marifet sayarlar.
ERDOĞAN REJİMİ’NİN TL CİNSİNDEN 1 KURUŞ ETMEYEN ÇABASI
Çarşamba günü 4,5 TL’yi görerek tarihi bir rekor kıran Dolar-TL kuru, bu yazının kaleme alındığı sıralarda 4,49 TL civarlarında seyretmekteydi. Göründüğü kadarıyla, zirve üzerine zirve yapan, sözlü ya da fiili her türlü müdahaleyle TL’nin erimesine çareler arayan Erdoğan rejiminin bu çabalarının dolar üzerinde 1 kuruşluk bir etkisi olmuş. Az şey mi?
TUİK’in tüm ayak oyunlarına ve rakamları keyfince maniple etmesine rağmen, işsizlik, kur, enflasyon, faiz, cari açık ve benzeri göstergelerin ele verdiği gibi, ekonomideki çöküş artık ne yapılırsa yapılsın saklanamıyor. Bu yüzden Erdoğan rejimi, bu mukadder çöküşün vebalini başkalarına fatura etmesini sağlayacak çok daha büyük yalanlara ihtiyaç duyuyor. Bu yalanları nispeten şık ve kolay yutulabilir bir şekilde üretme vazifesi ise, muazzam imkanlara boğduğu SETA gibi, tüm çalışmalarının ana fikri “Erdoğan rejimi neylemişse güzel eylemiş” şeklinde özetlenebilecek güdümlü düşünce kuruluşlarına düşüyor.
İslamofaşist Erdoğan rejiminin, her derdine deva gördüğü efsunkar argümanlar işte bu tür yapılar tarafından üretiliyor. Sonra da üretilen bu argümanlar, ne kadar saçma olduklarına hiç aldırılmaksızın, neredeyse tamamını kontrol ettikleri medya üzerinden her haneye, her zihne sokuluyor. Böylece halkın dişinden, canınan, cebinden, sofrasından, gırtlağından çalınanların vebalinin, tüm bu haramilikleri irat edenlerin ürettiği sanal düşmanlara yüklemesi temin ediliyor.
Oysa, ne hukuk güvencesinin, ne de ırz, can ve mal güvenliğinin kaldığı, demokrasinin yerinde yellerin estiği, ülkenin en köklü şirketlerinin bile türlü yöntemlerle kendisini garantiye almaya ya da doğrudan yurtdışına kaçmaya çabaladığı bir ülkeye gelmiş ya da gelmesi umulan yabancı sermayenin ürkmesinden, milli paranın pula dönmesinden daha doğal ne olabilir ki? Erdoğan’ın sağdan soldan, ondan bundan, kamudan çaldıklarıyla beslediği sözümona düşünce kuruluşları ve kendilerini satılığa çıkarmış medya lejyonerleri yaşanan sorunun asıl sebeplerini yazamayacağına göre, geriye sadece tüm yaşanan sorunların vebalini uydurdukları düşmanlara yükelemek kalıyor. Onlar da aldıkları haram paranın gereğini yapıyorlar ve akla ziyan komplo teorilerini bir bir sıraya diziyorlar.
LAYÜSEL KÜLHANBEYİLİK PİYASALARA SÖKMEZ
Ama unuttukları bir şey var. Bu sefer durum biraz farklı. Belki her yapıp ettiklerinizde kendinizi layüsel görebilirsiniz ama, şayet dünya ile bağlarınızı hala koparmamış şöyle böyle bir serbest piyasa ekonomisiyseniz, menfaatinin peşinde giderken kaplan, riskin kokusunu aldığında ürkek bir güvercine dönen piyasa dinamiklerine karşı layüsel olamazsınız.
Hukukun üstünlüğü, erkler arası denge ve kontrol, şeffaflık, hesap verebilirlik, can ve mal güvenliği, temel insan hak ve özgürlükleri gibi sermayenin ilk bakacağı kriterleri taammüden hiçe sayarsanız, piyasanın terbiye edici gazabından da yakanızı kurtaramazsınız. Serbest piyasa oyununun olağan kurallarını şeytanlaştıran ahmak işi alayişli komplo teorileriyle de bu işin üstesinden gelemezsiniz.
İslamofaşit Erdoğan rejimi ayakta kalmayı başarırsa bu gidişin eninde sonunda varacağı yer şimdiden belli. Diğer pek çok alanda çoktan yaptığı gibi Türkiye’yi ekonomik açıdan da içe kapamak ve dişini geçirmekte zorlandığı piyasa dinamiklerini devre dışı bırakmaktan başka yolu yok… Binlerce şirkete, kuruma ve özel mülke keyfi bir şekilde el koya koya ülkeyi nihayet işte böyle bir noktaya getirdi. Erdoğan, tıpkı demokrasi ve hukuk devleti konusunda olduğu şekilde, bir yarı gebelikmiş gibi zaten taşımakta güçlük çektiği serbest piyasa ekonomisinden tamamen kurutulmadan despotizminizin ekonomik ayağını tamamlayamaz. Türkiye’yi ekonomik düzeni bakımından da tamamen çağ gerisine taşımaktan başka şansı yok. Türkiye, hak, hukuk, özgürlük tanımayan bu ahlaksız despotizmde ısrar ettiği müddetçe varacağı yer diktatörlüklerin hem kaderi hem de en mümeyyiz vasıflarından olan merkezi, kontrollü/komuta ekonomisinden başkası olmayacak.
JÖLELİ YİĞİT BULUT, KOMPLOCU CEMİL ERTEM MEĞER BİR EKOL OLMUŞ
Bir ülkenin rejiminin şerrinden korunmak için, Ülker ve Doğuş’un yaptığı gibi, şirketler ekonomik varlıklarını yurtdışına kaçırıyorsa, kaçıramadıklarını emniyete almak için astronomik borçlanmalarla üzerlerindeki talan riskini bankalar arasında dağıtıyorsa o ülkenin ekonomisinin çökmesi, parasının pula dönmesi kaçınılmazdır. Lamı cimi yok bu eser Erdoğan rejiminin. Bu çöküşün sorumluluğunu başkalarına yıkma çabası ise nafile.
Hal böyleyken üniversitelere doluşturup akademik ünvanlarla donattıkları lejyonerleri üzerinden amansız bir çabaya girişmelerini, battıkça artan çırpınışlarını izlemek yine de heyecan verici. Umudum odur ki, müstahakları olan bu çırpınışlar ülkeyi tamamen batırmadan yok olmalarına vesile olur.
İşte bu nafile çırpınışlardan birini de SETA’nın Nisan ayında yayınladığı “Siyasileşen Finans ve Finansallaşan Siyaset Ekseninde Finansal Spekülasyonlar” başlıklı 100 sayfalık rapor oluşturuyor. Kabul etmeliyiz ki başlık acayip afili… Afili olan sadece başlık da değil. Üfül üfül Yiğit Bulut, Cemil Ertem saçmalıkları kokan kıymeti kendinden menkul mebzul miktardaki kavram ve esere(!) bilimsel bir hava katan sayısız kısaltmaların bini Türk Lirası cinsinden bir para. Ne yalan söyleyeyim Erdoğan rejiminin propaganda borazanına dönüştürülen Anadolu Ajansı’nın yaptığı bir haberi görmeseydim, bu evlere şenlik rapordan da haberim olmayacaktı.
Serbest piyasa ekonomisinin olağan dinamiklerinden devasa ve korkunç bir komplo odağı üretmeyi başaran rapor, belki evlere şenlik olmaya evlere şenlik ama ürettiği saçmalıklara dokunulmazlık sağlamayı garantiye alacak kadar da uyanık. Raporun dahi yazarı, ürettiği zavallı komplo teorilerine “komplo teorisi” diyecek olanları peşinen Türk ekonomisine karşı girişilen komplonun bir parçası olarak ilan ediyor. Ben bu yazıyı yazarak sizse okuyarak o komplonun çoktan bir parçası oldunuz bile. Keşke işi biraz daha garantiye alsaymış da bu çok değerli SETAcı akademisyen duruma nezaketine uygun KHK çıkarılmasını sağlasaymış. İşte o zaman tam olacakmış.
2013’TEN BERİ GÖRMEZDEN GELDİKLERİ KRİZİ BAŞKALARINA MAL ETMEK
2013 Mayıs ayından beri, ABD’nin para musluklarını kısacağı ve ucuz kredi imkanının daralacağı yaygın olarak konuşulmasına rağmen, bu gerçekle yüzleşmek ve ona göre hazırlıklar yapmak yerine durumu yalanlarla, manüplasyonlarla idare etme yolunu seçen Erdoğan rejimi, küçük sarsıntılar için tercih ettiği bu yolu şimdi büyük çöküş içinde de tekrarlama niyetinde. ABD’nin para musluklarını kısmasının en fazla etkileyeceği 5 ülke arasında Türkiye’nin de yer aldığını sağır sultan bile duyduğu halde 4 ülke pozisyon değiştirip gerekli önlemleri alırken, Erdoğan rejimi kılını kıpırdatmadı. Artan maliyetine rağmen hala ucuz döviz varmış gibi hareket eden ve 2010-2017 arasında reel sektörü en fazla borçlanan tek ülke Türkiye oldu. Günü kurtarma peşinde deniz tükendi, klişe ifadesiyle pompada su kalmadı.
Uğur Gürses’in bir yazısında bahsettiği gibi, 2017’nin ilk üç ayında Türkiye’nin cari açığı 8,3 milyar dolarken 2018’in ilk üç ayında bu rakam iki katına, yani 16,3 milyar dolara çıktı. Sağladığı finansman 2017’de 11,9 milyar dolarken 2018’de bulabildiği finansman ancak 12,6 milyar dolar oldu. Artan cari açık yüzünden ciddi rezerv kaybına uğradı. Bunun doğal sonucu olarak döviz kuru yükseldi.
Mevcut duruma uygun bir para ve ekonomi politikası izlemek yerine, Erdoğan rejimi kur üzerinden Türkiye’nin ekonomik istikrarına saldırıldığı palavrasına sarıldı. Bunu yaparken de 2009 sonrasındaki bol ve ucuz sermaye akışı devam ediyormuş gibi davranmayı sürdürdü. Zamanında önlem almayınca pahalı kısa vadeli sermayeye bağımlı hale geldi. Kur yükseldikçe enflasyon beklentisi ve faizler yükseldi. Merkez Bankası belki yüzde 13,5 olan faize dokunmadı ama piyasada 1 yıllık faizler yüzde 16,85’e, tahvil faizi yüzde 16’nın üzerine çıktı.
Kavram enflasyonuyla ve AFUTO, AFUTO-DM, AUTO, AUTO-DM, EZKO, FUTO, FUTO-DM, FZKO, ZİKO gibi kısaltmalarla bezenen SETA’nın raporu gibi çabalar, işte bu aşamada devreye sokuldu. Tuhaf olan ise raporun, Türk ekonomisine müdahale girişimi yapıldığını iddia ettiği tarihlerle ABD’nin yıllar öncesinden kamuoyuna duyurduğu önlemlerin gerçekleştiği tarihlerin uyuşuyor olması. Ama varsın olsun. Küresel ekonomi aktörlerinin tamamının hazırlık yaptığı bu önlemler karşısında kulağının üzerine yatan Erdoğan rejimi nasıl olsa kolayını bulmuş. SETA’nın bu sözde raporu gibi uğraşlar Erdoğan’ın ihtiyacına bugüne kadar fazlasıyla cevap verdi neticede. Belli ki, umutları bundan sonra da cevap vermesi.
Raporda, “Türkiye’nin, tam bağımsız bir ülke ve yerel güç olma yolunda önemli adımlar attıkça, ABD ve AB eksenli ‘asimetrik finansal ultra tüzel organizmanın’ askeri, siyasi, ekonomik ve kültürel hamleleriyle karşılaştığı” iddia ediliyor. 2011’e kadar her alanda gelişme kaydeden Türkiye’ye operasyon çekme ihtiyacı duymayan bu “asimetrik finansal ultra tüzel organizma”nın ülkeye neden tutup da her açıdan büyük bir çöküş yaşadığı bir dönemde operasyon çektiğinin cevabı raporda bulunmuyor.
ERDOĞAN’IN ‘TEHDİT GEÇİRMEZ BÜYÜK DEVLETİ’Nİ ZİYAN ETMİŞLER
Reel politik üzerine çalışanların yüzyıllardır üzerinde fikir imal ettiği gerçekleri Türkiye gibi ekonomilere saldırının dinamikleri gibi sunan rapor, kastının tamamen tersine zımni olarak Erdoğan’ın “tehdit geçirmez büyük devlet” zırvasını tuzla buz ediyor. Mesela, hem yerel hem de küresel ölçekte finansal kesimin genel ekonomideki ağırlığının ciddi biçimde arttığı belirtilerek, bu gücün hem finansal kesim hem de bu kesimle ilişkili devletler ve diğer kurumlar tarafından kendi lehlerine ve diğer ülkelerin aleyhine kullanılmaya çalışıldığı savunuluyor ve Erdoğan’ın yere göğe sığdıramadığı şanlı büyük devletini bu güçler karşısında edilgen bir zavallı gibi gösteriyor.
Küresel veya bölgesel ölçekte nüfuz sahibi finansal kesimlerin, güçlerini kullanarak hedef ülkeler tarafından izlenen iktisat politikasını etkilemeye ve yönlendirmeye çalıştıklarını keşfeden(!) rapor, Erdoğan’ın efsunladığı kitlelerin ağzına layık hazırladığı menüye Gezi Parkı protestoları, 17/25 Aralık 2013 yolsuzluk skandalına yönelik operasyonları, 15 Temmuz darbe kumpasını ve Reza Zarrab’ın ABD’de yargılanmasını da ekleyerek mükellef bir sofra donatıyor.
Ülkedeki rejimin demokrasi ve hukuktan uzaklaşarak dört başı mamur bir diktatörlük olmasından, Erdoğan’ın diğer ülke liderlerinin tiksindikleri için yan yana gelmekten kaçınılan bir figür haline gelmesinden hiç bahsetmeyen rapor, Türkiye’ye doğrudan yabancı yatırımın artık gelmiyor olmasından, ülkeden kaçan yabancı ve yerli sermayeden, ülkenin artan risk priminden de adet olduğu üzere Gezi protestocularını ve Hizmet Hareketi’ni sorumlu tutuyor.
Sıradan bir Ortadoğu ülkesi gibi Türkiye’yi kasıp kavuran aşağılık kompleksinin bir tezahürü olarak raporda, ülkede yaşanan tüm olayların yanısıra Fitch, Moody’s ve Standard & Poor’s gibi kredi derecelendirme kuruluşları ile on milyonlarca müşterisi, trilyonlarca dolar varlığı olan büyük yatırım fonlarının tamamının tek merkezden yönetildiği iddia ediliyor. Hırsızlıkta, yolsuzlukta, rüşvette suçüstü yakalanmış bir haydutlar çetesinin elinde ülkenin düşürüldüğü kepaze duruma ayna tutmak yerine, bunun yol açtığı doğal sonuçların sebeplerini bulma kisvesi altında teleskopla binlerce mil uzaklara bakma şarlatanlığı bu raporda da tekrarlanıyor.
MEĞER YÜZMİLYONLARCA YATIRIMCI TEK ELDEN YÖNETİLİYORMUŞ(!)
Dünyanın dev ekonomilerinin en büyük gelir kaynağı olan yatırım fonlarından üçüncü ülkelere yönelik yatırım ve kredilendirme tercihlerini bile komploya bağlayan rapor, “kedi ulaşamadığı ciğere mundar dermiş” sözünü haklı çıkarıyor. Bankacılık ve finansa dair bilinenlerin tümünün çöpe atılmasına(!) yol açacak bulgulara yer veren rapora göre, sorunun ana kaynağı ABD’nin ve Avrupa’nın küresel finans içindeki ağırlığının küresel ekonomi içindeki ağırlığından çok daha fazla olmasıymış.
Rapora göre, dünyada yatırım fonlarının toplam değeri 2016 itibarıyla 40,4 trilyon dolar iken ABD menşeli yatırım fonlarının değeri 18,9 trilyon dolar düzeyindeymiş. Şu halde ABD’nin küresel GSYH içindeki payı yüzde 15 civarında iken küresel yatırım fonu sektöründeki payı yüzde 47 imiş. Benzer bir durum Avrupa için de geçerliymiş. Örneğin Almanya ve Fransa küresel yatırım fonu sektöründe yüzde 4,7’şer paya sahip iken bu ülkelerin küresel GSYH içindeki payları sırasıyla yüzde 3,2 ve 2,2’ymiş.
Kıran kırana rekabetin olduğu finans sektörüne dair rapor şöyle bir saptamada da bulunuyor: “Bahsedilmesi gereken bir diğer nokta ise finansal piyasaların çok sayıda birbirinden bağımsız irili ufaklı finansal yatırımcıdan oluştuğu ve bu yatırımcıların birbirinden bağımsız hareket ettiği şeklindeki anlayışın büyük oranda bir yanılsama olduğudur. Örneğin ABD’de 94 milyon kişi bir tür yatırım fonuna sahipken bu birikimler toplamda sadece 8 bin 66 yatırım fonu şirketi bünyesindedir. …Sadece yirmi beş yatırım fonu bu piyasanın yüzde 76’sına tekabül etmektedir. Yani sadece yirmi beş yatırım fonu şirketi on milyonlarca kişinin finansal birikimlerini yönetmektedir.”
SES VERİYORUM: YERLİ MALI TÜRK’ÜN MALI, HERKES ONU KULLANMALI
Bu raporla neyi mi görüyoruz? Batmakta olan bir gemiye, çökmekte olan bir ekonomiye aklı başında olan hiç kimsenin yatırım yapmayacağı basit gerçeğini görmezden gelmeyi ve bu acı/açık gerçeği halktan gizlemek için kırk dereden su getirme çabasını… Küresel piyasa dinamiklerinin karlarını maksimize, risklerini minimize etme güdüsüyle hareket ederek Erdoğan rejiminin her şeyi çığırından çıkararak nihayet çökme noktasına getirdiği bir ekonomiden elini ayağını çekmesinin yol açtığı krize, krizin baş sorumlusundan uzak sebepler ve aktörler icat etmek bakalım daha ne kadar işe yarayacak?
Erdoğan’ın yalan, iftira ve karalamalarla dolu bu aşağılık yönteme gittiği yere kadar devam edeceği öngörülebilir. Vaziyet bu iğrenç yöntemle yürütülemez ve sürdürülemez hale geldiğinde ise, siyasi ve diplomatik açıdan büyük ölçüde başardığı içe kapanmayı ekonomik ve mali açıdan da gerçekleştireceği söylenebilir. Bu yüzden insanlar, yeni model ithal ikamesi kanunlarına, korumacı yasalara, kaçak sigaralara, kaçak mallara, döviz bulundurmanın yeniden suç sayılacağı günlere, yerli malı haftalarına ve Özal öncesinin tüm tuhaflıklarına şimdiden hazırlıklı olsa iyi olur. Çünkü, 24 Haziran ve sonrasında çok büyük bir sürpriz yaşanmaz ve despot Erdoğan alaşağı edilemezse gidişat o yönde. Bizden uyarması.
Karikatur gibi bir tip ve durum.
Artik olayin nizami bir izahi yok.
Varoslarin tum cehaletiyle cemkirmesi…
Itilip, kakilmislarin bonzai icip uyusmasi.
Sosyal bir travma hali.
Sorun, etrafa zarar vermeleri, zulum etmeleri.
Bu akut hal gecene kadar bir suru magduriyet.
Semptom giderici tedbirler yarayi hepten azginlastirdi.
Tek care iltihabin kendiliginden patlayip akmasi.
Pisligin ve cerahatin etrafa en az bulasmasi temennidir.
Engellenemeyen döviz yükselişi islamofaşist rejimin makyajını döktü. Herkes geleceğe endişeyle bakıyor, bankalardaki paralara el konulacak fısıltısı, korkuları körüklüyor. Hayrettin Karaman’ın bu konudaki fetvası da üzerine tuz biber ekiyor.
Seçmen meseleye pragmatik yaklaşır ve öncelikle kendini ve cebindeki parayı düşünür. İnsanlarda, bu islamofaşistler yönetimde kalırsa daha da fakirleşeceği ve büyük krizlerin kapıda olduğu inancı gittikçe yaygınlaşıyor.
Ayrıca ilk defa oy kullanacak olan 1,5 milyon yeni seçmen ve 30 yaş altı milyonlarca seçmen, rejimin soğuk savaş tarzı propagandalarına çok da prim vermiyor.
Siz iktidarın değişmesi sürpriz olur demişsiniz ama bence değişmemesi sürpriz olur.
Size ulaşamıyorum. Severek okumaya gayret gösteriyoruz fakat bu kadar uzun yazmanın manası nedir ? Kısa içerikler sunun artık. Bir bülteni bitirmek saat sürüyor ?! Her içeriğiniz de aynı iğneleme ve uzun metinler. Haberi ve perspektifinizi paylaşın yeter tahammül edemiyorum artık.