Ey Özgürlük

YORUM | MEHMET EFE ÇAMAN

 

“Yıkılmış evlerime, sönmüş fenerlerime, derdimin duvarına yazarım adını.”

Bazı şeylerin fazlası veya azı olmaz. Mesela insan fazla hamile olabilir mi? Veya fazla babalık veya fazla annelik olur mu? Bazı kavramların azı ve fazlası arasında fark yoktur. Az işkence ve çok işkence, ya da az cinayet veya çok cinayet veya az soykırım, çok soykırım ifadelerinde az ve çok kimin tarafından belirlenecek? Daha da önemlisi, bu eylemlerin az ya da çok olması, suçun niteliğini veya öngörülen yaptırımın ağırlığını belirlemeli midir? Tecavüz de böyledir. “Az tecavüz etmiş canım, olur o kadar” denebilir mi? Adam kaçırma mesela: “fazla kaçırmadım yahu, bir-iki saat”! Rüşvet: “çok almadım ki zaten, birkaç milyon, hepsi bu!”. Kavramlar konusuna önem veriyorum, çünkü kavramlar nasıl düşündüğümüzün ipuçlarıdır. Kavramların arkeolojisini yapmadan, toplumdaki patolojiyi (çürümüşlüğü, kokuşmuşluğu, ahlaksızlığı, değerler erozyonunu, vurdumduymazlığı, sorumsuzluğu, şahsiyetsizliği) anlamamız, bu sorunların köklerine inmemiz mümkün değil.

“Kapımın eşiğine, kabıma-kacağıma, içimdeki aleve yazarım adını”.

Yavuz Bingöl, Hülya Koçyiğit’e hak vermiş ve o da Türkiye’nin fazla özgür olduğuna kanaat getirmiş. Her şeyin fazlası zarar derler Türkiye’de. Güvenliğin fazlası zarar mı? Mutluluğun fazlası? Sağlığın fazlası? Ya ahlakın? Özgürlük konusunda ne diyelim? Her şeyin azı karar da derler. İşkencenin azı karar mı? Hırsızlığın, yolsuzluğun, adam kayırmanın? “Azıcık var, o da kadı kızında bile olur!” diyenlerden mi olalım? Makul normali bu mudur artık Türkiye’nin? “Fazla özgürlük başa bela” zaten, değil mi ya! Oysa özgürlüğün fazlası-azı olmaz! Ya özgürsündür, ya özgür değilsindir. “Özgürüz tabi, mesela patlıcan oturtma sevmem, imambayıldı tek gelir” deme özgürlüğü var. İyi ki özgürlük var, değil mi? Yani bu konuda bir yazı yazmak, ya da tweet atmak sorunsuz. Veya dünkü futbol maçının hakemini eleştirmek de serbest. Otobüse binmekle taksiyi tercih etmek arasında bir karar vermeniz gerektiğinde tadına varırsınız özgürlüğün. Veya özel arabanızı tercih edebilirsiniz, tabi varsa. Yani bunlar “makul özgürlük” tanımına girer. Öyle mi Hülya Koçyiğit? Bu mudur, Yavuz Bingöl? Yoksa bu işte bir sıkıntı mı var?

“Canların oyununa, uyanık dudaklara yazarım adını”

Özgürlük konusu çetrefillidir. Kim “normal olan özgürlüğün” ne olduğunu belirleyecek? Bunun bir otoritesi var mıdır? Canım lafın gelişi soruyorum. Türkiye’de özgürlüğün sınırlarının nerede başladığını ve nerede bittiğini, hepsinden önemlisi de, kimin bu konuda kıstas veya barem belirlediğini sağır sultan bile duymuştur. Mesele şu ki, özgürlüğün sınırları normal koşullarda başkalarının özgürlük sınırlarının ihlal edildiği noktadır. Yani özgürlük var diye toplu taşıma aracında sigara içemezsiniz. Ya da özgürlüğün tadına varmak için otobanda emniyet şeridini kullanamazsınız. Özgürlüklerini tek sınırı, başkalarının özgürlüğünü kısıtlamamaktır.

“ Uyanmış patikaya, serilip giden yola, hıca hınç meydanlara yazarım adını”

Tabi yolsuzluk yapma özgürlüğü yok demek bu. Ya da anayasayı rafa kaldırma özgürlüğü. İçeri istediğin adamı (lafın gelişi adam diyorum çünkü içeride mebzul miktarda kadın ve bebek de var) atma özgürlüğü olabilir mi peki? En azından benim böyle bir özgürlüğüm yok. Sizin var mı? Zaten böyle bir özgürlük peşinde de değilim, çünkü mental olarak normal bir insan olduğumu düşünüyorum. İhaleye fesat karıştırma özgürlüğü? Veya orman alanlarını ranta açma özgürlüğü? Acaba Hülya Hanım ve Yavuz Bey “engin sanatçı duyarlılıkları” ve “entelektüel önsezileri” ile bunu mu kast etmişlerdir fazla özgürlük derken? Dedim ya, özgürlükler meselesi çetrefilli.

“Okulda defterime, sırama, ağaçlara yazarım adını”

Özgür olmak! Yarından korkmamak. Gece yarısı kapınızı yumruklayacak birilerinin olmaması. İstediğini giymek ya da giymemek. İstediğini yapmak, veya daha da önemlisi, istemediğini yapmamak. Bunları defterime yazsam, ya da sırama, ağaçlara, ne olur Türkiye’de? Mesela “savaşa hayır” desem? Fazla özgürlük başa beladır. Nerede? Türkiye’de! Özgür olmayan bir ülke çünkü bugün Türkiye. En önemlisi, insanların artık ne olduğunu unutmaya yüz tuttuğu bir mevhum bu özgürlük denen şey. Hür olmak! Kuşlara, kelebeklere imrenmek, zincirleri kırmak, zindanların ağır ve paslı kapılarını açmak isteyebiliyor muyuz? Yok, bitmedi! Bu isteğimizi ifade edebiliyor muyuz? Başkalarının ihlal ettiği özgürlük alanlarımıza sahip çıkıp, “hop birader, dur bakalım, senin özgürlüğün benim özgürlüğümün başladığı yerde biter” diyebiliyor muyuz?

“Arzu duymaz yokluğa, çırçıplak yalnızlığa yazarım adını”

Özgürlüğün sınırlarıymış! Fazla özgürlükmüş! On yıllardır “sanatçı” olduğunu ileri süren, filmler çeviren, müzikler besteleyen, güfteler yazan insanlar, özgürlüğün sınır bekçiliğini yapıyorlar. Ama tersinden. Dünyada sanatçılar, yazarlar, bilim insanları, şairler, edebiyatçılar, aktörler, tiyatrocular özgürlükleri genişletmek, daha fazla insana daha çok özgürlük üretmek için özgürlüklerin sınır bekçiliğini yapar, özgürlüklerin geriye değil ileriye girmesini sağlamak için çalışır. Türkiye’de ise fazla özgürlükleri tırmıklamak, bunu yapan iktidara – düzeltiyorum, rejime! – yalakalık kapmak için çabalarlar. Ne de olsa bizim kültürel kodlarımızda büyüklerimiz en doğrusunu bilirler, öyle mi! Özgürlüklerin sınırıymış! Fazla özgürlükmüş!

“Tarlalara ve ufka, kuşların kanadına, gölgede değirmene yazarım adını”

Özgürlük tektir. Ya vardır o, ya da yoktur. Ya özgürsündür kardeşim, ya değil! Arası yok. “Okunmuş yapraklara, günün ak ekmeğine yazarım adını!”. Özgür doğmak, hayır özgür olmak! Özgürlüğünüz bu dünyadaki en değerli varlığınızdır, zamandan ve sağlıktan sonraki. Sahip olduğunuz en değerli şeyleriniz, kaybedene dek değeri hakkında düşünmediklerinizdir. Sağlık böyledir. Zaman böyledir. Özgürlük böyledir. Hava gibi. Solurken farkına varmadan, beyninizin otonom işlevleri kontrol eden bölgesi ritmik nefes alış verişlerinizi kontrol eder durur. Soluyacak havanız olduğu sürece, düşünmezsiniz bile nefes aldığınızı. Farkına varmazsınız. Ama hele bir suyun altına daldırın başınızı, tutun nefesinizi, tutabildiğiniz kadar. O nefes vermenin özlemini hissedin iliklerinizde. Sonra da hemen akabinde soluk almanın, almak zorunda olmanın ayırtına varın, ciğerlerinizden gelen derin ve karşı konulmaz arzuyla. İşte nefes budur. İşte değeri budur! Ya özgürlük?

“Bir sözün coşkusuyla, dönüyorum hayata, senin için doğmuşum haykırmaya, ey özgürlük”

Özgürlük nefestir arkadaş! Özgür olduğunda değerini bir süre sonra unutursun. Normalleşir hemen. Sıradanlaşır. Ama tıpkı nefes gibi, olmadığında hissettirir kendini hemen. Çırpınırsın suyun dışındaki çaresiz minik bir balık gibi panik içinde, elinden uçup gittiğinde özgürlüğün. Özgürlüğün fazlası-azı olmaz. Ya vardır, ya yoktur. Düşündüğünü söylemek, inancını yaşamak, bazen koşmak, bazen okumak, bazen yazmaktır özgürlük. Bazen yalan söylemek zorunda kalmamak, bazense bir polis gördüğünde ürkmemektir. Kendini güvende hissetmek, başını yastığa huzurla koyabilmek, tedirgin olmadan sokaklarda yürümek, adını bile bilmediğin nehirlerde çocuklarını plastik bir bota koymak zorunda olmamaktır bazen. Özgürlük bazen Türkçe konuşur, bazen başka diller. Ama hep aynı şeyleri söyleyendir, dili farklı da olsa. Özgürlüklerin sınırıymış! Fazla özgürlükmüş! Özgürlüğün fazlası-azı olmaz.

“Yaldızlı imgelere, toplara tüfeklere, kralların tacına, yazarım adını”

Özgürlük bin yılların kavgasıdır dostum. Mısırdan köleleri kurtaran Musa’dır bazen. Ya da hakları için düşen Martin Luther King’tir. Kimi zaman masum mazlumların Gandi’sidir, kimi zamansa umutsuz toplama kampı mağdurlarının Schindler’i. Münih Üniversitesi’nde Scholl kardeşler, Bolu Dağı’nda Köroğlu olur. Dedim ya, dili farklıdır, rengi de öyle! Özgürlük bin yılların kavgasıdır. Bu kavga yenilgilerle doludur, tamam. Ama öylesine de büyük zaferler vardır ki, karanlıklardan gemilere ışık tutan deniz fenerleri gibi, zalimler, hainler, köle ruhlular, masallardaki kötü yürekli krallar ve acı gerçekliğimizdeki diktatörler onun sihirli, büyüleyici, vakur ve moral üstünlükle dolu gücünden çekinirler. Buharı hapsedemeyen metal bir kap gibi, en sağlam çelik gibi de görünse özgürlükleri yıkan güç, dizginleyemez onu. Bu nedenle bazıları özgürlüklerin fazlalığından şikâyet edebilir. Özgürlüğü elinden alınanlar veya alınmak istenenler hiç yakınmaz özgürlükten. Ama zulmedenler ve zulme alkış tutanlar başkadır. Eğer birileri rahatsızlığını ifade ediyorsa özgürlük taleplerinden, bilin ki onlar aslında bilmeden zulme tanıklık ediyorlardır. Özgürlüğü elinden alınan herkes özgürlüğü ister de, özgürlük derdi olmayan zulüm şakşakçıları özgürlük taleplerini hor görür, sahiplerine yaranmak için. O zaman “fazla özgürlük var” diyenler, bir turnusol kâğıdıdır kardeşim. Senin tarafını belli eden bir turnusol kâğıdı. Ne mutlu özgürlük talep eden, sadece kendine değil hem de, başkalarına ve başkalarının çocuklarına da özgürlük dileyenlere. Ne mutlu, diline, milletine, rengine, meşrebine, dinine, mezhebine, yargılamadan, ayırmadan, bölmeden, topyekûn özgürlük diyebilenlere.  Ne mutlu ki “sizi buraya tıkan güç öyle istiyor” diyenlerin tarafında olmayanlara.

“Ey özgürlük!”.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin