Köprü’de darbe mi olur? | 15 Temmuz konuşmaları | Bölüm 3

Bölüm 3 | Boğaz Köprüsü’nü kapatarak darbe mi olur? | 11 Temmuz 2020

-Köprü’deki sniper kurgusundan neden vazgeçildi?
-Mustafa Akaydın’ın sorusu kimleri panikletti?
-Askeri öğrencileri, erleri katledenler, sivillere ateş edenler kim?
-Akıncı Üssü’ndeki hareketlilik Neden Eskişehir değil de Akıncılar!
-‘Gülen’le görüştürme’ iddiasını ifade tutanağına kim ekledi?
-29 generalin düğünde buluşması tevafuk mu?

Altıncı bölümün tam metni

Tarık Toros: Herkese merhaba, 15 Temmuz konuşmalarının üçüncü bölümüne hoş geldiniz. Gazeteci meslektaşlarım Adem Yavuz Arslan, Bülent Korucu ve Levent Kenez ile 15 Temmuz’un 4. yıl dönümünde sorulmayan soruları sormaya devam ediyoruz. Çelişkilere dikkat çekiyoruz. 15 Temmuz’un neden bir türlü aydınlatılmadığı ya da aydınlatılmak istenmediği üzerinde duruyoruz. Öyle ki Türkiye’de bu konuyu konuşan, gündeme getiren, çelişkileri, karanlık noktaları yazanlar derhal gözaltına alınıyor, takibata uğruyor ve tutuklanıyor. Yani, susturuluyor. 

Birinci gün Türkiye’yi 15 Temmuz’a götüren sürece baktık. 15 Temmuz’un öncü şoklarını mercek altına aldık. 15 Temmuz’un işaretçilerine yoğunlaştık. Siyasi, askeri gelişmeleri, kamuoyu algısının hazırlanması yönünü ve elbette medya propaganda araçlarının düzenlenmesi kısmını masaya yatırdık. 

İkinci gün 15 Temmuz’un içinde olduğu haftaya uzandık. Öncü şoklar artmıştı. Özellikle 15 Temmuz haftasında Özel Kuvvetlerdeki hareketlilik, bir takım görüşmeler, bir takım zirveler dikkat çekiciydi. Biliyorsunuz, 15 Temmuz, MİT’e yapılan bir ihbarla ortaya çıkmıştı. O ihbarın esasen resmi söylemin bir parçası, resmi propagandanın ilk işaret fişeği veya onun cüzlerinden biri olduğunu konuştuk. Esasen darbe girişiminin MİT’e ihbar edilmesi, Yurtta Sulh Konseyi adı altında darbe girişimine kalkışan askerlerin darbeyi 03.00’dan Cuma akşam 21.00’a çekmesi için bir gerekçe oluşturacaktı. Sunulacak resmi bir öyküde mühim bir parçaydı. 

İkinci bölümü noktalarken Boğaz Köprüsüne geldik ve belki de ilk işaret fişeği burada atıldı. Kamuoyunun bir şeyler oluyor, kalkışma başladı ya da bir askeri bir hareketlilik var ve darbe başladı algısına yönelik, toplumun buna inanmasına yol açan bir hareket gördük. Orada operasyonun başlama saati 21.52, ki bu mahkemelerdeki iddianamelere yansımayan bir saat. 21.52’de ne oldu? 21.52’de Boğaz Köprüsüne asker çıktı. Asker tek yönlü olarak köprüyü kapattı. Ve bu görüntüler sosyal ağlarda dolaşıma girdi. Televizyonlar son dakika gelişmesi olarak verdi.

15 TEMMUZ’U NASIL İZLEDİM?

“Ne oluyor?” denirken ben kendi tanıklığımı anlatayım. Twitter’da dolaşırken ve gerçekten ne olduğunu anlamaya çalışırken, bir askerin araçla oradan geçenlerden birinin kamerayla çektiği görüntüye yansıyan sözü kulağıma takıldı. Oradan aracıyla geçen vatandaşa o asker, “Darbe yapıyoruz, askerî darbe” diyordu. Belki de o görüntüyü izleyen pek çokları bunun bir kalkışma olduğu fikrine kapıldı. Ondan sonra bu durum resmi olarak saat 23.02’de NTV yayına bağlanan dönemin Başbakanı Binali Yıldırım tarafından kalkışma olarak ifade edildi. Bugün 15 Temmuz gecesini bütün yönleri ile ele alacağı. Boğaz Köprüsü, Akıncı Üssü, Genelkurmay Karargâhı, Eskişehir Hava Üssü ve elbette Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Marmaris’te kaldığı otelde yaşananlar. 

Bir diğer konu da Semih Terzi’nin hava sahası kapalıyken Diyarbakır’dan sır yolculuğu ve Ömer Halisdemir tarafından öldürülmesi. Bu olaydan sonra Ömer Halisdemir 15 Temmuz’un sembol isimlerinden biri hâline geliyor ki daha sonra Halisdemir de öldürülüyor.

Adem Yavuz Arslan ile başlayacağım. TR724’te yayınlanan son yazılarından birinde 15 Temmuz sonrasında değiştirilen bir ifadeye dikkat çekti. İfade, dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın ifadesiydi ve 15 Temmuz’un bütünüyle üzerine bina edildiği bir ifadeydi. Öyle ki yurtdışı yazışmalarda veya yurt dışına gönderilen belge, evrak, bilgi neyse ona da kaynaklık eden, ona da dayanak teşkil eden bir ifadeydi. Neydi Hulusi Akar’ın ifadesi ve sonra nasıl değişti? Bu bölümü Adem Yavuz Bey’den alalım.

GAZETECİLER DURUŞMALARI TAKİP ETMİYOR

Adem Yavuz Arslan: Gazeteciler davaları izlemiyor. Davaları izleseler aslında 15 Temmuz senaryosunun etrafındaki büyük delikleri, karadelikleri net görebilecekler. Ben dünyanın öbür ucundan izlemeye çalışıyorum. Şimdi yazdığım yazıdaki detay aslında 3 yıldır o dosyanın içerisinde duruyor. 445 numaralı delil dosyasında, Akıncı Üssü iddianamesinin delil dosyasında, 445 numaralı delil dosyasında, 10 numaralı delil olarak kaydedilmiş bir bölüm var. Orada delil klasörlerinin içerisinde Hulusi Akar’ın ifadesi var.

Hatırlayalım olayı: Hulusi Akar beraberinde, Fırat Alakuş ve Özel Kuvvetler ekibi ile birlikte helikopterle götürüldü Akıncı’ya. Akıncı’da Üs Komutanı Hakan Evrim’in odasında duruyor. Orada başka askerler de var. Sonra Akın Öztürk getiriliyor, Abidin Ünal getiriliyor…

İfade kısmı en kritik noktalardan bir tanesi. İşte çay, çerez, filtre kahve eşliğinde gelişmeleri değerlendiriyorlar. O ara eşi ile yazışıyor, konuşuyor, telefonlaşıyorlar… Hulusi Akar’ın ilk ifadesinde “Sizi kanaat önderimiz ile görüştürebiliriz” diye bir ifade vardı. Hulusi Akar diyor ya, “Hakan Evrim dedi ki, sizi kanaat önderimiz ile görüştürebiliriz, ben karşı çıktım itiraz ettim.” Şimdi burada bir şey yok, ilk ifade bu. Aynı 10 numaralı delilin içerisinde Hulusi Akar’ın ikinci bir ifadesi var ama aslında ikinci ve yeni bir ifade değil. Aynı ifadenin üzerine eklemeler yapılmış. Şöyle ki, hukuken bir ifade verirsiniz, akabinde yeni bir gelişme olur ve ikinci bir ifade daha verirsiniz. Burada öyle bir şey yok. Tek ifade var ama birinci ifadede olmayan cümle, ikinci ifadenin üzerine eklenmiş ve tekrar orijinal ifade gibi dosyaya girmiş. Orada eklenen ne? “Sizi kanaat önderimiz Fethullah Gülen ile de görüştürebiliriz,” bölümü.

Şimdi orijinal ifadede olmayan Fethullah Gülen ifadesi, bir el tarafından direkt olarak evrakta sahteciliğe giren bir işlem ile oraya ekleniyor. Suç, sonrasında da devam ediyor. Bir el, Fethullah Gülen ismini oraya monte ediyor. Akabinde hemen medyaya servis ediliyor bu ifade. Erdoğan, bütün uluslararası demeçlerinde bu olayı anlattı. France24 ile ilk röportajına şöyle başlıyor mesela: “Delil mi arıyorsunuz? Kendi darbecilerinin lideri Hakan Evrim, Genelkurmay Başkanı’nı Fethullah Gülen ile görüştürelim dedi.” Son Başbakan Binali Yıldırım bunu kürsülerden bağıra çağıra söylüyor. Bütün uluslararası yazışmalarda kullanılıyor, Fethullah Gülen ile görüştürme talebi aslında sonradan eklenmiş ve Akıncı iddianamesinin delil klasörlerindeki belgeye göre Hulusi Akar’ın ilk ifadesinde böyle bir şey yok.

 Şimdi Hulusi Akar neden çıkıp “Benim ifademde böyle bir şey yok, bunu kim ekledi?” demiyor sorusunu bir kenara bırakalım. Hiçbir gazeteci de şu soruyu sormuyor: Hulusi Akar kendi ifadesini değiştirmişse neden değiştirdi? Çünkü ilk verdiği ifadede böyle bir tanım yok. Dünkü bölümde de anlatmıştım, Hulusi Akar helikopterle Çankaya Köşküne gittikten sonra yanında AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli’nin kardeşi Mehmet Dişli varken, gün boyunca kriz merkezinde çalışıyor ve Mehmet Dişli ondan sonra tutuklanıyor.

AKIN ÖZTÜRK AÇIKLAMASI NASIL DEĞİŞTİ?

O zamana kadar mesela Akın Öztürk darbecilerle mücadele eden isim, Genelkurmay’ın ilk açıklamasında da “Darbecilerle mücadele için bizim talebimizle üsse gitti” diye net olarak söyleniyor. Ama sonrasında senaryo değişiyor ve senaryoda Akın Öztürk o Genelkurmay’ın resmî açıklamasında ortadan kayboluyor, darbecilerin bir numarası olarak tutuklanıyor. Akın Öztürk daha ifade vermeden ifadesi yazılmış, Anadolu Ajans’ı yoluyla servis edilmişti. Akın Öztürk, işkenceye rağmen ifadeyi kabul etmeyince ifadesiyle ilgili haber geri çekildi. 

Burada neyi anlatmaya çalışıyorum? Önceden planlanmış bir şey var. Şimdi karşımızda bir darbe girişimi falan yok. Darbe yaptığını sanan az miktarda asker var, bu ayrı bir konu. Önceden planlanmış bir operasyon var. O operasyonun taşları döşeniyor. Ve burada Fethullah Gülen isminin özellikle monte edilmesi gerekiyordu ki, bunu da en mantıklı yer olarak Hulusi Akar’ın ifadesine yerleştiriyorlar. Dikkat edin, 1957 tarihli “Brüksel şartını” 55 yıl boyunca meclisin arşivlerinde tutup, 15 Temmuz’dan 3 gün önce imzalayıp yürürlüğe sokuyorlar. Neden? Orada diyor ki, devlet başkanına suikast hali olursa sanıklar talep edilen ülkeye iade edilir. Aslında Fethullah Gülen’i yurtdışından almaya yönelik bir kumpas hazırlamışlar. Ama ne hikmetse, bu kadar amatörce bir hata yapıp bunu da mahkeme delil klasörlerinde unutmuşlar.

BRÜKSEL ŞARTININ 59 YIL SONRA KABULÜ

Tarık Toros: Bunlar çok mühim. Yani 59 sene sonra Brüksel Şartının imzalanması. Yine 15 Temmuz’dan birkaç gün önce Emasya Planının gündeme getirilip imzalanması, kanunlaşması. Çok enteresan. Hakan Evrim’in ifadesinde, Genelkurmay Başkanının ülkenin düze çıkarılması ile ilgili fikirlerinden bahsediliyor. Genelkurmay Başkanı karargâhtaki bir konuşmada Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu gibi parti içi muhalefet, sivil toplum kuruluşları, sendikalar, hatta kanaat önderlerinin katılımı ile ülkedeki sorunların çözülmesi gerektiği yönünde sözler söylüyor. O dönem Genelkurmay Başkanı. Hakan Evrim de daha sonra odadan çıkmadan evvel Genelkurmay Başkanı’na hitap ederek şunu söylüyor: “Komutanım eğer bu kapsamda söylediğiniz iktidar içi muhalefet, STK veya kanaat önderlerinden görüşmek istediğiniz varsa telefonla sizi görüştürebilirler.” İşte oradaki, “Kanaat önderlerinden görüşmek istediğiniz varsa telefonda sizi görüştürebilirler,” lafını Hulusi Akar alıyor ve “Kanaat önderimiz Fethullah Gülen ile sizi görüştürelim, dediler. Ben de reddettim,” noktasına getiriyor.

Adem Yavuz Arslan: Monte ediliyor, ifade çarpıtılmıyor.

Tarık Toros: Evet, monte ediliyor. Ama esasen ifadenin orijinali bu, Hakan Evrim’in ifadesiyle. Bülent Korucu’yla devam edelim. Buyurun söz sizde.

‘EŞİM BU BİLGİYİ İLGİLİLERLE PAYLAŞTI’

Bülent Korucu: Bu konuya bir ekleme yapmak istiyordum. Akıncı Üssünü konuşurken tekrar oraya döneriz büyük ihtimalle, daha ayrıntılı konuşuruz ama hazır ifade demişken ben Hulusi Akar’ın ifadesi içerisindeki en önemli cümlenin şu olduğunu düşünüyorum: “Telefonla evime ulaştım, eşimle görüştüm. Daha sonradan öğrendim ki eşim bu bilgiyi ilgililere iletmiş. Benim iyi olduğumu, beni merak etmemeleri gerektiğini söyledim.” Bence en can alıcı noktalardan bir tanesi bu. Çünkü İstanbul Havalimanındaki açıklamada, daha önce de Marmaris’teki açıklamasında, Erdoğan’a sorulduğunda, her şeyi bilen Erdoğan, “Hulusi Akar’la ilgili hiçbir bilgi yok elimizde, ne olduğunu bilmiyoruz” gibi geçiştirici ve gerçeğe aykırı şeyler söylemişti.

Adem Yavuz Arslan: Bu da planın bir parçasıydı.

Bülent Korucu: Akar “Eşim bu bilgiyi ilgililerle paylaştı” diyor. Bu ilgililerin başında Cumhurbaşkanı geliyordur herhalde. Adem Bey’in söylediği gibi bu planın bir parçasıydı. Yani emir-komuta zinciri içerisinde bir darbe algısı oluşturmak ve bir kısım askerlerin, “Emir-komuta zinciri içinde yapılıyorsa, katılmazsak sonrasında hesap vermek zorunda kalırız, Divan-ı Harbi Örfi’ye gideriz,” gibi bir panikle sokağa çıksın istiyorlar. Onun için bu belirsizliği Cumhurbaşkanı eliyle oluşturuyorlar. Hulusi Akar daha sonra tanıklarının ifadelerinden de anladığımız kadarıyla, yalnızca eşi ile görüşmüş ama istediği herkesle görüşme imkanına sahipmiş. Çünkü orada tam bir emir-komuta zinciri içerisinde davranılıyormuş kendisine. Şayet isteseydi – ki Hakan Evrim’in ifadesinde de var – herkesle görüşebilirmiş. Hulusi Akar, isteseymiş Cumhurbaşkanına da, Başbakana da ulaşırmış. Ama ulaşmaması, bu müphemiyetin, bu belirsizliğin sürmesi gerektiğini gösteriyor ki böylece emir-komuta zinciri içerisinde bir darbe algısı devam etsin. Bir kısım askerler daha tuzağa düşsün. Demek ki henüz istedikleri oranda tuzağa düşen, oltaya gelen olmamıştı ki biraz daha sürdürmek istediler bu oyunu.

ERDOĞAN İLETİŞİM KANALLARINI KAPATTI

Tarık Toros: Burada bir şey daha ortaya çıkıyor. Esasen Erdoğan, hemen her konuda gelişmeleri takip ediyor. Muhtemelen Cuma günü öğle saatlerine kadar birebir takip ediyordu. Ama Cuma öğle saatlerinden itibaren artık tedbiren ya da deşifre olmaması için belli kanallar üzerinden neler olup bittiğini öğrendi veya kendisine bilgi verildi. Dün konuştuğumuz, MİT üzerinden saat 15’te koruma müdürü üzerinden giden not, biraz evvel Bülent Korucu’nun söylediği Akar’ın eşi üzerinden giden not… Erdoğan belli ki Cuma öğleden itibaren yetkililerle birebir görüşmeyi kesmiş. Hakan Fidan veya Hulusi Akar dolaylı yollardan gelişmeler hakkında bilgi almaya başlamış.

Bülent Korucu: Resmi görüşmeleri kapatmış, gayrı resmi kanallar üzerinden iletişime devam etmişler. 

Tarık Toros: Evet, gayrı resmi kanallar üzerinden iletişim sürmüş ama muhtemelen resmi kanalları üzerinden de Cuma öğlen saatine kadar bir iletişim yürütülmüştür onu bilemiyoruz. Kimse de bir şey söylemiyor. Ama Cuma öğlenden itibaren gayri resmi kanallar üzerinden iletişim devam etmiş.

Adem Yavuz Arslan: Hatırlatma yapayım. Hava Kuvvetleri Komutanı, Cuma günü İstanbul’dan özel uçakla Marmaris’e gidip ayni gün geri dönmüştü.

Tarık Toros: Yüz yüze görüşme de var yani. Ya da belki Hava Kuvvetleri Komutanı, Marmaris’te bir saha kontrolü yapıyor. Son hazırlıklar için yapılıyordur.

Peki Boğaz Köprüsü faslı ile devam edelim mi? Ne dersiniz?

Burada birkaç konu var. Birincisi, darbenin 16 Temmuz Cumartesi sabahı saat 03.00 olarak planlandığı fakat bu MİT’e gelen ihbarla deşifre olması üzerine cuma akşamı saat 9’a çekildiği konuşuluyor. Cuma akşamı saat 9’dan itibaren de ilk olarak Boğaz Köprüsüne askerin sevk edildiğini görüyoruz. Askerlerin orada artık yoldan geçenlerde bile kamera kayıtları var. Darbe başladı… Fakat orada mühim bir konu daha var. İstanbul demek 1. Ordu demek. 1. Ordu’nun darbenin içinde olmadığı 1. Ordu komutanının o sırada bağlandığı kanallarda bir kalkışma içerisinde olmadığı bilgisi geliyor. Bu arada en büyük kayıp da Boğaz Köprüsüne giden sivillerde veriliyor ve aynı şekilde oradaki askeri öğrenciler linç ediliyor. Yine keskin nişancı boyutu Boğaz Köprüsünde ortaya çıkıyor. Hem balistik raporlarda hem de görgü tanıklarının ifadesi olarak pek çok mahkeme kaydında karşımıza çıkan bir iddia bu. Boğaz Köprüsündeki olay öyle sembolik bir olay ki, Cumartesi günü gün doğumuna kadar devam ediyor. Resmi ifade ile 8 saatin üzerinde devam ediyor. Sembol bir olaya dönüşüyor. Ve pek çok hikâye de sonrasında zaten oraya bina ediliyor. Bülent Korucu ile devam edelim mi? Siz bu bağlamda ne söylersiniz?

ARZULANAN PRIMETIME DARBE GÖRÜNTÜSÜ

Levent Kenez: Tarık Bey, ben bir ilave yapmak istiyorum. Bu darbenin başlama saatinin deşifre olduktan sonra erkene çekildiği ile ilgili yaygın ama yanlış bir kanı var. Çünkü Moda’daki düğüne gidip komutanları gözaltına alacak askerler zaten sabahtan beri akşam saatlerinde gözaltı yapacaklarını biliyorlar. Çok üst düzey komutanlar orada, Hava Kuvvetleri Komutanı dahil. Yani herhalde onları gözaltı yaptığınız zaman bu duyulur. Mümkün değil duyulmaması. O yüzden darbenin deşifre olduğu için öne çekilmesi gibi durum yok. İstenen, arzulanan primetime’da bu köprü görüntülerinin verilmesi, her şeyin akşam saatinde başlaması planın bir parçası. Bunu zaten mahkemedeki ifadelerde de, aldıkları görevleri yerine getirme saatlerinde de görüyoruz. 

Tarık Toros: İstihbaratta, ihbar çerçevesinde bu şekilde resmi bir söylem üretildi. 

Adem Yavuz Arslan: O Erdoğan rejiminin söylemi. Realite öyle değil. Levent Kenez’in dediği gibi bunu destekleyen tonla veri var. Yani Genelkurmay Başkanlığını işgale giden time verilen görev saat 19.00’da… Yani bir de şu var, “Kim gece 3.00’daki operasyonu akşam 21.00’a çekti?” sorusunun cevabı yok. Kim bu talimatı verdi, kim bunları harekete geçirdi?. Böyle bir şey ancak ve ancak Genelkurmay 2. Başkanı seviyesinde bir insan tarafından verilebilir. Mesela devamında yayınlanan sıkıyönetim direktifi tam bir komedi. Sıkıyönetim direktifinde darbenin başlama saati 03.00 olarak gösteriliyor, ama akşam 22.00’da sıkıyönetim direktifi çekiliyor. “Siz yatın saat 3’te gelip alacağız,” diye akşamdan faks çekiyorsunuz.

Levent Kenez: Biliyorsunuz, Genelkurmay’ın bütün bilgisayarlarına el konuldu. Bu bilgisayarlar üzerinde araştırma yapıldı. Sıkıyönetim direktiflerinin ilk halinde Hulusi Akar’ın imzası var. Daha sonra Yurtta Sulh Konseyi diye imza geçiyorlar ama ilk hazırlanan draft denen metinlerin içerisinde Hulusi Akar var. Bunu askeriyede uzman insanlarla konuştuğunuzda, Hulusi Akar’ın bilgisi dahilinde olabileceği söyleniyor. “Hadi onu da yazalım,” denince yazılacak bir müsvedde değil bu. Çünkü neticede askerler kendilerine emir geldiği zaman bunu alıp almadıklarını merkezden teyit ediyorlar, böyle bir uygulama var. Şimdi kim var bu darbenin başında? Askerler, darbenin emir-komuta içinde olduğunu bilmeli ki bu darbeye iştirak etsin. Bir cuntanın maceraya girmesi düşünülemez bu ortamda. Adam direktif aldığında, “Ha, evet komutan darbe yapıyor” imajı verilsin diye ilk hazırlanan bütün sıkıyönetim direktiflerinin nüshalarında Hulusi Akar’ın imzası var. Bu da darbecilerin, “Nasıl olsa ikna ederiz,” diye ismini yazdırmasından kaynaklanmıyor. Bu da planın bir parçası.

HULUSİ AKAR VE ABİDİN ÜNAL’IN RAHATLIĞI

Bülent Korucu: Ben şöyle bir düzeltme ile söze gireyim. Her iki arkadaşımız da “Gözaltı yapmak üzere önceden görevlendirildiler ve saat de ona göre ayarlanmıştı” dedi fakat ben tersini söyleyeceğim. Aslında olayın seyrinden de anladığımız, her iki tim de görev yerine 1 numaraları korumak ve kurtarmak için gitmişti. Hulusi Akar’ı ve Abidin Ünal’ı korumakla görevlendirilmişlerdi. Her ikisinin de rahatlığı bunu gösteriyor. Onların görevi, “bir numara”yı korumak. O giderse birlik düşer, o giderse psikoloji dağılır.

Şimdi Hulusi Akar’ın Genelkurmay’da ve Akıncı’ya gittiği zaman gördüğü muamele, kamera kayıtlarından gördüklerimiz bu tezi ispatlıyor. Abidin Ünal’ın uçakta uçuş boyunca bile telefonla konuşmaya devam etmesi, Akıncı’daki rahatlığı, ona herhangi bir şekilde incitici şekilde davranılmıyor olması koruma amacını bariz gösteriyor. Bir numarayı kurtarırken etrafında sizin işinize engel olabilecek diğer unsurları da enterne edebilirsiniz. Mehmet Şanver’e gelip özür dileyerek konuşan bir asker var. Diyor ki: “Komutanım çok özür dileriz ama sizin güvenliğiniz için yapıyoruz bunu.” Şanver kitabında bunu zikrediyor. Asker neredeyse yalvarıyor. Şimdi böyle bir darbe, böyle bir gözaltı süreci yaşanabilir mi? Böyle küçük bir girizgahtan sonra Boğaziçi Köprüsüne başlayayım.

Adem Yavuz Arslan: Ben araya girebilir miyim? Özür dileyerek… Abidin Ünal’ı Moda’daki deniz üssünden alıp Akıncı’ya götüren koruma subayları, daha sonra “Cemaatçi” diye tutuklandı. Yani düşünün darbecisiniz, Cemaat darbe yapıyor ya güya, koruma subayları, görüntülerin hepsinde var, Abidin Ünal’ı alıyorlar, koruyarak götürüyorlar. Abidin Ünal’a karşı gayet saygılılar. Hatta 15 Temmuz’dan sonra bu koruma subayları, görevlerine 1 aydan fazla devam ediyor. Daha sonra birisi ifadesinde “Bunlar da cemaatçiydi” deyince açığa alınıyor, tutuklanıyorlar. Bu nasıl bir “Cemaat darbesi” ki komutanın sağında ve solundaki yakın korumaları Cemaatçiler ama Abidin Ünal’ı koruyorlar.

Bülent Korucu: Abidin Ünal’ın bir şikayeti yok bu konuda.

Adem Yavuz Arslan: Abidin Ünal’ın bir şikayeti yok, kaldı ki Abidin Ünal’ın talimatıyla 15 Temmuz’dan sonra göreve devam ediyor. Daha sonra birinin ifadesi üzerine açığa alınıp, tutuklanıyorlar.

BOĞAZİÇİ KÖPRÜSÜ SEMBOL OLARAK SEÇİLDİ

Bülent Korucu: Konuya dönersek, Boğaziçi Köprüsü çok sembolik bir hadiseye ev sahipliği yapıyor ve bunu neredeyse bütün ifadelerde yapılan vurgularda görüyoruz. Mesela daha önce bahsettiğim Metin Gürak, Genelkurmay Karargahında içeriye girmeye çalışırken onu karşılayan Özel Kuvvetler Komutanlığı personeli ile itiş kakış yaşadığını söylüyor. Ve ona şöyle söylendiğini ifade ediyor: “Darbe başladı, sıkıyönetim ilan edildi, zaten Boğaz Köprüsünü de kapattık artık dönüş yok.” Dünyanın hiçbir yerinde “Boğaz Köprüsünü kapat” ya da herhangi bir köprüyü, mesela “Brooklyn Köprüsünü kapat” diye darbe işareti verilmez. Bu darbenin en önemli aşaması gibi de kimseye söylenmez. Hatta Cuma günü trafiğin en yoğun olduğu saatte Boğaz Köprüsünü kapatarak en aptal darbeciler sınıfına giriyor, 15 Temmuz’u yapanlar… Ama herhalde ezberletilmiş, kararlaştırılmış bir ifade ki Metin Gürak bile böyle söylüyor.

 Darbeci dediğin “Meclisi kapattık, sıkıyönetim ilan ettik, hükümeti lağvettik, anayasayı kaldırdık” filan der. “Boğaziçi Köprüsünü kapattık demek ki darbe oldu.” Ne alaka diyor insan ister istemez. Onun da tek tarafı. Bu o kadar absürt bir şey ki, kılıf uydurma çabalarına şahit olduk ama kılıf uydururken başka gaflar yaptılar. Kılıf uydurmaya çalışanlardan biri Başbakan Binali Yıldırım. Diyor ki: “Beni alabilmek için köprünün bir ayağını kapatmışlar. Öyle anlaşılıyor, yoksa o saatte darbe yapmak için köprüyü niye kapatsınlar?” O çok bahsettiğimiz Abdulkadir Selvi’nin kitabından bu cümle… Adamın ismini o kadar zikrediyoruz ki başına bir iş gelecek diye korkuyorum. Ama gerçekten çok büyük bir kaynak, birebir Binali Yıldırım’ın ağzından verdiği ifade şu: “Bizim oradan geçeceğimiz hesap edilerek köprüye inilmiş yoksa köprünün ilk anda tutulması gereken stratejik bir hedef olması anlamlı değil.” Doğrudan Başbakanın kendisi itiraf ediyor aslında bunu.

Tarık Toros: Boğaziçi Köprüsü büyük bir sembol olarak sonraki yıllar boyunca da anlatıldı. Biraz evvel de söylediğim, sabaha kadar devam eden bir hikaye var orada. 8 saatin üzerinde sürüyor, öyle hemen yarım saatte bir saatte bitmedi. Ayrıca Anadolu-Avrupa yönü kapatılıyor. Anadolu-Avrupa yönünün kapatılması bir anlamda, Anadolu-Avrupa yakasındakiler açısından da önemli.

KEBAPÇIDAN DARBEYE…

Bülent Korucu: O tuhaflığın bir ayağı da şu: Binali Yıldırım’ın ifadesinden yürüyelim gene. Yıldırım karşı şeritten gidiyor, çünkü evi Tuzla’da. Darbeciler ise tam aksi yöndeki ayağı kapatmışlar. Darbeciler bu kadar aptal, Başbakan’ın hangi şeritten eve gideceğini bile bilmiyorlar. Şayet Binali Yıldırım’ın ifadesi doğruysa… Ben esasen oradan geçmediğini düşünüyorum. Başbakanı ele geçirmek için hiçbir plan yapamamış bir darbeci gruptan söz ediyoruz. Yani düşünün bir AKP milletvekili bile yakalanmadı, derdest edilmedi, bırakın başbakanı. Sadece Cumhurbaşkanı’nı yakalamak için bir senaryo hazırlandığı söyleniyor ama o senaryo da tel tel dökülüyor. Başbakanı köprüden geçerken güya almak istemişler, ama ters şeridi kapatmışlar. Talihsizliğe bakın! Evinden almak için hiçbir plan yapmamışlar.

Boğaz Köprüsündeki tuhaflıklar başka şeylerle büyüyor. Boğaz Köprüsünde en aktif birliklerden bir tanesi olan Kuleli Askeri Lisesi’nin komutanları ağırlaştırılmış birkaç müebbet hapis aldılar. Hatta suçlamalardan birisi de Erol Olçok’un öldürülmesi ile ilgili. Yeni Şafak gazetesinin dava dosyasına da giren bir haberi var. Komutanlar o akşam aileleriyle birlikte bir yerde yemekteler. Haber, “kebapçıdan çıkıp darbeye katıldılar” diyor. Düşünebiliyor musunuz, gece 3.00’da darbe yapacaksınız, bırakın darbe yapmayı uluslararası bir seyahate gidiyor olsanız, hatta şehirler arası bir seyahate gidiyor olsanız, o gece gider evinizde dinlenirsiniz. Bu kadar kritik, bu kadar önemli bir işiniz var, gidersiniz son hazırlıkları kontrol edersiniz. 

Hatta evinizde bile değil birliğinizde o anları beklersiniz. Bunlar öyle yapmamış çoluk çocuk, cümbür cemaat bir kebapçıya gitmişler aileleriyle birlikte. Çünkü son gün okul kapanmış, bir kısmının tayini çıkmış başka birliklere gidecekler. Orada bir telefon geliyor. Eşlerini yemek masasında bırakıyorlar ve apar topar birliklerine, Kuleli’ye gidiyorlar. Şimdi bunun bir darbe olmadığını ve büyük ihtimalle terör saldırısı ihbarı olduğunu gösteren delillerden bir tanesi bu. Ama çok akıllı savcılar ve onların servis yaptığı gazeteciler “Darbeyi erkene aldılar, apar topar gittiler” diye bir senaryo uyduruyorlar.

KÖPRÜDE SİVİLLERİ KİM ÖLDÜRDÜ?

Boğaz Köprüsü ile ilgili en önemli konulardan biri, orada öldürülen siviller. Sivilleri kim öldürdü, bu büyük bir muamma. Aslında birçok delil var ortaya çıkan ama bu delilleri dikkate alacak savcı ve mahkeme yok. Bu delilleri dikkate alacak gazeteci yok. Birinci yayında bir ifadeden söz etmiştim: “Darbe olacağını ben biliyordum. Çünkü bir istihbaratçı söylemişti, Nevşehir’den kalktım geldim ve Boğaz Köprüsüne indim. Orada darbeyi engelleyici hareket içerisinde yer aldım.” Bunu diyen kişinin ifadesinde bir başka paragraf var. Orada diyor ki: “Bir polis memuru, sivil halkın üzerine ateş ediyordu. Ben 155’i aradım, bir polis memuru halka, sivil halka ateş ediyor, diye ihbarda bulundum. Sonra polisler beni tartakladı, alıp götürdüler karakola. Sabaha kadar karakolda kaldım.” Yaralanmış, saat 5’te müşteki olarak ifade vermiş birinin cümleleri bunlar. 

Boğaz Köprüsünde öldürülen en sembolik isimlerden biri Erol Olçok. Erdoğan’ın tanıtım medya danışmanı, her türlü kampanyasının altında imzası olan, çocukluktan beri arkadaşı, Kasımpaşa’dan beri tanıdığı… Zaten oğlunun ismi bile Abdullah Tayyip. Erol Olçok’un orada şehit olan, vefat eden genç oğlunun ismi. Erol Olçok’un eski eşi canlı yayında ve daha sonra bir kısım konferanslarda bir şey söyledi. Bunu söylediği için tukaka edilen, artık hiçbir yerde konuşturulmayan hatta soyadı alınmaya çalışılan eski eşi Nihal Olçok diyor ki: “Benim eşim ve oğlum basit rastgele bir ateşle öldürülmedi. Sniper marifetiyle öldürüldü. Keskin nişancı marifetiyle öldürüldü.” Şimdi keskin nişancı marifetiyle öldürüldü dediğinizde askerlerin dışında, sivillerin üzerine ateş eden başkalarının da olduğu ortaya çıkıyor. Boğaz Köprüsünün ayakları üzerinden, yukarıdan ateş eden birisi olduğu daha sonra defalarca haber yapıldı.

Hatta şöyle kahramanlık hikayeleri yazıldı. “Boğaz Köprüsündeki bu hain, halkın üzerine ateşler açtı ve bilerek hedef gözeterek öldürdü. Sonra onu karşı sniper ateşiyle Özel Harekat polisleri indirdi.” Ortada birçok tanıklık var. Hatta olay sırasında çekilmiş görüntülerde bile var. “Sniper ateş ediyor ve bilerek insanları kafasından vurarak öldürüyor” cümleleri kayıtlarda var. Oradaki erler ya da ve askeri öğrenciler o panikle ateş etse insanlar farklı yerlerinden vurabilirler. Ama hayatını kaybeden, şehit olan insanların birçoğu kafa bölgesinden vurulmuş. Sniper ateşini, keskin nişancı ateşini doğrulayan bir sürü tanık var, bir sürü olay var. Peki bunun üzerine gidildi mi? Hayır gidilmedi.

SNIPER’LA CİNAYETLERİN TANIKLARI

Meclis Komisyonunda sorulduğunda İstanbul Emniyet Müdürü şöyle bir cümle ile geçiştirdi. “Bunlar şehir efsanesidir. Sniper mniper yok.” Şimdi bu kadar tanığı olan bir olayı bu cümle ile kapatamazsınız. Bir cümleyle geçiştirdiğiniz başka şeyleri kapatmaya çalıştığınız ortaya çıkar. Sadece o gün, o hafta, o ay içerisinde değil, 2018 yılında bile gazeteleri taradığınızda sniper ile ilgili tanıklıklar var. Sniper ile ilgili keskin nişancı ile ilgili insanların yer bildirerek, kişi bildirerek söylediği şeyler var. Bunları nasıl örtbas edeceksiniz? Bu bence senaryonun açıkta kalan yerlerinden. Ki başka görüntüler ortaya çıktı. Sivillerin arasından ayrılıp, köprünün ayağında durup, oradan sivillere ateş edip, sonra gelip sivillerin arasına karışanların görüntüleri çok net bir biçimde ortaya çıktı. Ama bunların hiçbirisi değerlendirilmiyor. Boğaziçi Köprüsü operasyonu, polisiye bir vaka olarak baktığımızda büyük bir facia, büyük bir skandal.

Operasyonu yöneten Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan, 5 yıl daha görevinde kaldı. Şimdi Emniyet Genel Müdürlüğünde kızak bir göreve kaydırıldı. İstanbul’a başka bir Emniyet Müdürü atandı. Burada önemli bir eleştiriden söz etmek istiyorum. Mustafa Akaydın eski CHP milletvekili ve CHP Antalya Belediye Başkanı seçilen bir akademisyen. Daha önce de üniversitelerarası kurulun başkanıydı. Onun bir açıklaması var. Diyor ki: “Arkadaş banka soygununa mahallenin berberini göndermiyorsunuz. Ya da herhangi bir terör operasyonuna camiden çıkan hacı amcalardan bir tim oluşturup terör baskınına götürmüyorsunuz. O zaman köprüde karşıda silahlı insanlar var iken neden sivil halkı onların üstüne gönderiyorsunuz? Neden sivil halkı kullandınız?”

O gün İstanbul Emniyetinde hem IŞİD’e operasyon hazırlığı var. 1,500 kişi öyle bir kenarda tutuluyor. Aynı zamanda Cuma gecesi, bir huzur operasyonu yapılacak fazladan 10,000’e yakın polis İstanbul Emniyet Müdürünün emrinde hazır bekliyor. Yine tırnak içinde ifade ile söyleyelim, “Allah’ın bir lütfu,” çok hazırlıklı emniyet teşkilatı. Ve köprüdeki bir avuç, çoğu da silahında kurşun olmayan askeri öğrenciyi, ikna ve enterne etmek çok kolayken etmiyorlar. 1. Ordu Komutanı Orgeneral Ümit Dündar ve İstanbul Valisi Vasip Şahin de köprüde. İsteseler çok kolaylıkla ikna da edilebilirler ancak yapmıyorlar ve sivil halkı onların üstüne salıyorlar. O sivil halkın içerisindeki görevlendirilmiş provokatörler, kimisini köprüden aşağı atarak, kimisinin boğazını keserek, kimisini de linç ederek birçok çocuğu öldürdüler. Fotoğraflardan da görünüyor silahlarını çatmışlar, arkalarını dönmüş oturuyorlar. Yani silahlarıyla bir ilişikleri yok. Polis gitse bu linçi yapamaz. Polis nihayetinde kanunlara bağlı davranmak zorunda. Polisi kenara çekiliyor, o provokatörlerin de arasında bulunduğu halkı, askeri öğrencilerin üstüne göndererek linçin fitilini ateşlemiş oluyor. Hangi tarafından tutarsanız tutun, Boğaziçi Köprüsünde yaşananlar, o senaryoyu hazırlayanların, o tuzağı kuranların başını çok ağrıtacak bir fotoğraf. Şayet bu ülkeye hukuk gelirse herhalde hesabı sorulacak ilk olaylardan birisi bu.

NEDEN POLİSİ DEĞİL DE HALKI GÖNDERİYORSUNUZ?

Tarık Toros: Şu günlerde çok gündemde, 15 Temmuz darbe girişiminde Erdoğan’ın yerini bildirmekten yargılanan rütbeli yaverler tahliye edildiler. Yataktan çıkarılıp, tatbikat var denilerek çeşitli mevkilere sevk edilen öğrenci, er, uzman çavuş, hatta kışladan çıkmayan daha küçük rütbeli subaylar dahi müebbet aldılar ve halen de yatıyorlar. Yine o öğrencilerden birinin annesi, Melek Çetinkaya’nın haykırışı, isyanı da her gün sosyal ağlarda yankılanıyor. Sadece de o var. Diğerleri çok fazla gündeme gelmiyor, getirilmiyor. 

Mustafa Akaydın’ın sözleri önemli. Köprüde silahlı birileri var. “Neden polisi değil, silahsız halkı üzerlerine gönderiyorsunuz?” sorusuna dikkat çektiniz siz. AKP milletvekili Ravza Kavakçı’nın İstanbul Valisi Vasip Şahin’e bir sorusu var Meclis Darbe Araştırma Komisyonunda. Diyor ki, insanların hepsi bir yerde yığılmıyor. Herkes farklı farklı yerlere gidiyor, herkesin olması gereken yerde olduğunu görüyoruz. Bir çanak soru adeta. Vali de cevap veriyor. “Genelde refleks olarak vatandaş çok enteresan bir şekilde sanki kendi aralarında daha önceden tatbikatını yapmış gibi biri inisiyatif içinde çeşitli noktalara birden müdahale etme noktasında harekete geçmişler.” 

Yani vatandaş o kadar örgütlü ki çeşitli noktalarda adeta inisiyatif alıyor ve her noktaya eşit sayıda dağılarak, 15 Temmuz’a karşı bir tepki geliştiriyor. Bir ekleyeceğim bu, bir diğer ekleyeceğim de Boğaziçi Köprüsündeki hadiseye dahil. Sadece keskin nişancı boyutu yok, o sırada objektiflere yansıyan çok dehşet verici görüntüler var. Özellikle askeri öğrencilere yönelik olarak, erlere yönelik olarak hem fotoğraf karelerine yansıyan hem de o günlerde sosyal ağlarda çokça paylaşılan görüntüler, kanlı görüntüler bunlar. Şu da biliniyor ki, Suriye’de konuşlandırılan birtakım cihatçı örgütler günler öncesinden İstanbul’a getiriliyorlar. Ve 15 Temmuz’un arifesinde onlar arasında da bir görev dağılımı yapılıyor. Ki bunlardan en çok öne çıkanı Sultan Abdülhamit Han Tugayı mensubu cihatçılar. O cihatçıların da fotoğrafları, Suriye’deki görüntüsüyle ve İstanbul’da 15 Temmuz’da Boğaziçi Köprüsündeki görüntüsü karşılaştırmalı olarak, çokça yayınlanmış idi.

Adem Yavuz Arslan: Otopsi raporlarında çocukların boğazının kesildiği açık. Hani sadece görüntülerde değil, otopsi raporlarında da açık. Boğazlarının kesilerek öldürüldüğü, boğazlarında kesim miktarının ne kadar olduğu falan otopsi raporlarında var.

KÖRPÜDE SURİYELİ CİHATÇILAR

Bülent Korucu: MİT müsteşarı, o gün Genelkurmaydan çıkıp birileriyle yemeğe gidiyor. O kadar önemli bir gün ki, “Yerleşkeye gelecekler, üç helikopterle basacaklar, onu alıp gidecekler” ihbarı yapılmış ve daha büyük şeyler de bekleniyor. Cumhurbaşkanı koruma müdürünü arıyor ve “Havadan karadan gelecek büyük saldırılara karşı hazırlığınız var mı?” diye soruyor. Böyle bir günde bile ertelemediği görüşme, yemek yediği kişi kimdi? Diyanet İşleri Başkanı ile birlikte, Suriye’deki cihatçı Muaz el-Hatip idi. Manidar bir tesadüf! O kadar manidar tesadüflerin içerisinde bunun da altını tekrar çizmek lazım.

Tarık Toros: 15 Temmuz’da hayatını kaybedenler dışında köprüde linç edilenler de oldu. Bu linç edenler, caniler de adeta işte Sultan Abdülhamid Han Tugay’ı gibi Suriye’de görev almış cihatçılardı ve 15 Temmuz’dan önce özel olarak getirildiler. Boğaz Köprüsünde konuşlandırıldılar. Tıpkı çeşitli noktalarda halkın konuşlandırıldığı gibi. Bu mevzuya ekleme yapacak olan var mı içimizde?

Levent Kenez: Suriye’den cihatçılar geldi dediğinizde hatırladım. Yakın zamanda Kudüs TV Genel Yayın Yönetmeni Nurettin Şirin’in söylediği bir şey vardı. Bu kişi Selam Tevhit’ten hapis yatmış. Yani tescilli İran ajanı desem hiç geri almam lafımı. Canlı yayında çıkıp TV5’te bir şey söyledi. Amerika’nın suikastla öldürdüğü İranlı komutan Kasım Süleymanî’nin ölümü üzerine ekranda idi. Şunu söyledi: “Kasım Süleymanî’nin 15 Temmuz’da yaptıklarını en iyi Erdoğan biliyor.” Yani 15 Temmuz’un püskürtülmesi adına neler yaptığını en iyi Erdoğan biliyor, dedi. Ne AKP’den ne iktidar cephesinden, “Ne diyorsun sen?” diyen olmadı. Ne bir savcı “Gel anlat bakalım” dedi ne de kamuoyunda gazetecilerden biri “Ya nasıl olur, İranlı komutan Türkiye’de darbenin engellenmesi adına ne yapmış olabilir?” diye de sormadı. Yine cevapsız kalan sorulardan bir tanesi bu.

15 TEMMUZ’U HABER VEREN TWİTTER HESABI

Adem Yavuz Arslan: Darbe hikâyesinde gözardı edilmemesi gereken şeylerden bir tanesi bu küçük ayrıntılar. Nedir mesela? Rahmetli Erol Olçok’la tanışırdım. Çok sık görüştüğüm isimlerden biriydi Ankara’da. Olçok’un otopsi raporları, kurşunların geliş açıları, vücuduna girişi çıkışı vesaire ortada. Yüksek bir yerden ateş edildiği iddiası var. Yani otopsi raporlarında net gözüküyor. Bir sniper ateşiyle vurulduğu sözü bir duyum ya da bir tahmin değil. Otopside gözüküyor zaten. Mermilerin geliş yönü belli. Tanık ifadeleri var. Askerlere doğru yürüyordu vurulduğunda diyen tanıklar var. Ama mermilerin giriş açısı bunu desteklemiyor. 

15 Temmuz’a giden yol hakkında mutlaka üzerinde durulması gereken şeylerden bir tanesi de şu. “Foto Siyaset” diye bir Twitter hesabı vardı hatırlarsınız. Erol Olçok’a ait olduğu söyleniyordu. Twitter hesabı 10 Temmuz’da bugün yaşadığımız her şeyi aslında anlatmış. 10 Temmuz’da o seri olarak yapılan Twitter paylaşımları aslında kumpasın en sağlam delili. TSK’da yapılacak olan tarihi dönüşümü orada anlatıyor. Ne savcılar, ne meclis, ne de 15 Temmuz’u araştıran kimseler, “Ya bu hesap nasıl bir hesaptı da bütün bunları yazdı?” diye sordu. Ben bu ilk tweet’i gördüğümde takipçileri kim diye baktım. Çünkü müstear bir isim “Foto Siyaset”. Hani Tarık Toros, Adem Yavuz Arslan değil, kim olduğu belli değil. Böyle bir hesaptan bahsediyoruz. Hesabı kim takip ediyor? Takipçileri içerisinde kimler var? Sayalım: İbrahim Kalın, Cumhurbaşkanı Sözcüsü ve Başdanışman, Melih Gökçek, Yiğit Bulut, Şenol Kazancı… Kısacası Erdoğan’ın birinci halkasındaki herkesin izlediği bir hesap. Erdoğan’ın etrafındaki herkesin izlediği bir hesap sıradan bir hesap değildir. 

Hesabın sahibini şahsen tanımaları lazım, yoksa “Eski İstanbul” fotoğraflarına bakmak için İbrahim Kalın’ın, Yiğit Bulut’un, Melih Gökçek’in, Erdoğan’ın birinci halkasındaki danışmanlarının o hesabı takip ettiğini düşünmüyoruz herhalde. 

Hep söylerim: Bir sorunu çözemiyorsanız bakış açınızı değiştirin. Hatırlarsanız Yavuz Turgul’un filmlerinden birinde şöyle bir sahne vardı: Tecrübeli cinayet büro dedektifi çömez polise ders verirken “Olayı çözemiyorsan bakış açını değiştir” diyordu. Bir olayı çözemiyorsan bakışını değiştir. Çok temel bir kural.

MEDYAYA ÖZENLE SERVİS EDİLEN GÖRÜNTÜLER

15 Temmuz’daki hadiseyi darbe olarak ele aldığın zaman patlıyor. Ama “kumpas” olarak ele aldığın zaman dört dörtlük oturan bir tabloyla karşı karşıyayız. Neden? Çünkü halkın askerin önüne yığılması yayılması, kan dökülmesi lazım. Ve bunun da gündüz olması lazım. Bakın oradaki bir avuç askeri, bütün gece orada tutmalarının ve gün ağardıktan sonra kameralar yayındayken gündüz gözüyle linç ettirmelerinin bir anlamı var. Gece karanlığında değil, tam olarak kameraya uygun bir biçimde gündüz gözüyle askerlerin linç edilmesi, gözaltına alınması gerekiyordu. O yüzden köprünün ayağındaki 1. Ordu müdahale etmedi. Köprünün ayağında bekleyen asker polis müdahale etmedi. Ben Amerika’daydım, Washington’daydım, öğleden sonraydı. İlk açtığım kanalda gördüğüm şey Boğaz Köprüsündeki askerlerdi… 

Çok zekice düşünülmüş bir şey. Biz espri yapıyoruz, dalga geçiyoruz “Böyle salakça iş mi olur, Boğaz Köprüsünün bir tarafını kapatarak darbe mi olur?” diyoruz ama tersini düşünün. Çok zekice bir hareket, çok iyi bir görsel dünya medyası için. Boğaz Köprüsüne çıkmış askerler. Amerikan filmlerinde Brooklyn Köprüsünde askerler filan sergileniyor ya bazen. Şimdi bakış açısını değiştirip olayı Erdoğan açısından kumpasa çevirdiğin zaman tam oturan bir tablo ile karşı karşıyayız. Biz mesela normal bir darbe gibi değerlendirmeye çalışınca hiçbir şey yerine oturmuyor ve böyle saçma bir şey mi olur diyoruz. Ama resmi çevirip Erdoğan adına büyük kumpasa çevirdiğin zaman… Süper oturan bir tablo var.

ASKERİ OKULLARI KAPATMANIN BAHANESİ

Bülent Korucu: Burada ben de minik bir ekleme yapmak istiyorum, köprüye çıkan öğrencilerle ilgili. Ben fotoğrafa baktığım zaman şunu görüyorum. 16 Temmuz’da Erdoğan’ın, yeni rejimin, yeni Türkiye’yi kuranların neye ihtiyacı varsa o ihtiyaca göre kurgulanmış bir tuzak. 15 Temmuz’dan sonra 16 Temmuz’da yapılan en acil ve radikal işlerden biri neydi? Harp okullarını ve askeri liseleri kapattılar ve bütün var olan askeri öğrencilere de suçlu muamelesi yaptılar. Ki aralarından çok az bir kısmı o tuzağa çekilebildiği halde. Buna ihtiyaçları vardı, onun için bence Harbiyelileri kullandılar Boğaz Köprüsünde. En sembolik yere onları çıkardılar. Onları bir nefret objesi haline getirdiler. Önce fiilen, fiziken linç ettiler. Sonra da toplumsal linçe imkan hazırladılar. Çünkü harp okullarını ve diğer askeri okulları, askeri liseleri kapatmaları gerekiyordu bu yeni düzeni kuracak insanların.

Tarık Toros: Bu noktada eş zamanlı bir özet geçeyim. 16 Temmuz sabahı, 5-6 sularında o askerlere infaz veya linç görüntülerinde cihatçılar çok gündeme geldi ama o günlerde dört bir yanda SADAT milisleri olduğu da ekranlardan ifade edilmişti. Habertürk yayınında emekli Albay Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Ece Üner’in sorularını cevaplamıştı, 15 Temmuz’dan birkaç gün sonra. Onun videosu da hâlen YouTube’da var, izlenebilir. Şöyle söylüyordu Tarhan o yayında: “Adaleti Savunanlar Derneği var. Biz bu derneği kurduk, o Derneğin üyeleri binin üzerinde.” Binin üzerinde milisten bahsediyor aslında. Bir kısmının subay, astsubay kökenli olduğunu söylüyor. “Bu kişiler ne yaptılar?” diye soruyor Nevzat Tarhan devamında. Cevap veriyor: “Bunlar tankın paletini takozlamayı bilirler, bunlar periskopun üzerine çıkıp köreltmeyi bilirler, bunlar tankın mazot hortumunu kesmeyi bilirler. Bunların hepsi o gece sahaya çıktı. Otomatik, kendiliğinden çıktılar. Niye çıktılar? Çünkü geçmişte acı yaşadıkları için, çünkü güvensizlik olduğu için, çünkü bunun arkasından ne gelecek bildikleri için. Mevcut durumu kaybetmekten korkuyorlardı bu insanlar.” Nevzat Tarhan’ın bu itirafını da ya da o gün sahada olanlara ilişkin bu tespitini de hatırlatmadan geçmek olmazdı.

Adem Yavuz Arslan: Hemen hatırlatma yapayım. (SADAT kurucusu) Adnan Tanrıverdi de 15 Temmuz’dan sonra başdanışman olarak saraya alındı. 

Tarık Toros: Adnan Tanrıverdi de yakın zamanda “Mehdi’ye zemin hazırlıyoruz,” dediği için gündemdeydi. Gene bu Adaleti Savunanlar Derneği’nin genel kuruluydu galiba. O genel kurula Nevzat Tarhan da katılmıştı. Kendisi şu anda bir üniversitenin de rektörü. Tanrıverdi “Mehdi’ye zemin hazırlıyoruz” dediği için Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığı koltuğundan istifa etmek zorunda kaldı.

TELEVİZYONLARIN CANLI YAYINLAYABİLDİĞİ DARBE

Eş zamanlı olarak 2-3 enteresan olay oldu medya tarafına bakan ciheti ile. Eskiden bir askeri darbe yapıyorsanız, bir girişim içindeyseniz mutlaka radyo evi kontrol altına alınırdı. Ama artık sadece bir radyoevi yok, sadece bir radyo da yok. Televizyonlar var, gazeteler var, internet siteleri var. Enteresan bir şey oldu o gece. Bütün televizyonlar açık ve yayındaydı. Askerler dâhil, herkes televizyona bağlanıyordu. Sadece NTV yayınına onlarca kere bağlanan askerler isim isim listelendi mesela. Bu bağlanan askerler darbeci askerler değil elbette. Kamuoyu oluşturmaya veya işte darbeye karşı insanları örgütlemeye dönük bağlantılardı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bunun üstesinden gelebileceği yönünde görüşler bildiriyorlardı. İkincisi, bütün televizyonlar açıktı, sosyal ağlar açıktı, internet açıktı, herhangi bir yavaşlatma, herhangi engelleme vesaire olmadı. Bugün en ufak bir meselede bile sosyal ağların kapatılması gündeme getirilirken, o gün bütün sosyal ağlar açıktı, askeri birlikler televizyonların hepsine gitmedi. Sadece iki televizyona gittiler. Biri TRT idi, darbe bildirisini okutmak için. Öbürü de CNN Türk’ün basılması.

Bir düzine askerle CNN Türk baskın görüntüleri de CNN Türk ekranlarından ve diğer ekranlardan verildi o gece. Diğer bütün kanallar, radyolar, internet siteleri yayınlarına kendi bildikleri gibi devam ettiler. Her şeyi, her biçimde vermek bir anlamda serbestti. Abdullah Gül bağlanıyordu yayınlara, Tayyip Erdoğan bağlanıyordu. Meşhur CNN Türk bağlantısını hatırlayın FaceTime üzerinden yapılan. Bakanlar bağlanıyordu, milletvekilleri bağlanıyordu, askerler bağlanıyordu. Enteresan bir hava oldu. Yurtta Sulh Konseyi bildirisi TRT’de okutuldu ya mesela, onun daha önce A Haber’de okunduğu ortaya çıktı. 

Adem Yavuz Bey ile bu noktadan devam edebiliriz.

ERDOĞAN’IN O GECE YAYINLANMAYAN RÖPORTAJI

Adem Yavuz Arslan: A Haber, TRT’den 45-50 dakika önce bu bildiriyi televizyonda okuyor. Ama hiç kimse A Haber’e sormadı. Bir diğer nokta şu: Şimdi televizyonlar yayında, herkes yayınlar yapıyor, herkes serbest. TRT’ye bir avuç adam gidiyor. Onlar da zaten 5 dakikada gözaltına alınıyor. Çünkü çok az adamla gidiyorsun, saraya giden bir avuç adam gibi. Yani 2,500 tane koruma ordusu olan bir saraya 13 tane asker gönderiyorsun. Onlar da zaten hemen armut gibi avlanıyorlar. Böyle bir tablo ile karşı karşıyasın. 

Burada çok önemli bir detay var. Şimdi Erdoğan, Marmaris’teyken yerel medyayı akşam 9.30 civarında çağırıyorlar. Yerel medyanın ifadelerinde var. Gazeteciler geliyor otelin önüne. Ama tam 2 saat bekletiliyorlar. 2 saat boyunca onlarla kimse görüşmüyor. 2 saat boyunca Erdoğan’ın bulunduğu iddia edilen otelin önünde bekliyorlar. Ki Erdoğan aslında orada değil. Sonra Erdoğan aralarında TRT ve Anadolu Ajansı dahil olmak üzere bir grup medyaya açıklama yapıyor, otelin önünde. Bu meşhur FaceTime’dan önce. O açıklamada gazetecinin “Marmaris’ten ayrılacak mısınız” sorusuna, “Evet, ayrılıyorum” cevabını veriyor. Bu görüntüyü Anadolu Ajansı ve havuz medyası yayınlamadı. 

Yani o kadar sinsice bir plan var ki… Düşünün, damadının kardeşi Serhat Albayrak tüm havuz medyasının ve A Haber’in başında. Tabiri caizse “AKP’nin Medya imamı”, bütün medya ona bağlı. Böyle bir vatandaş söz konusu ve bu görüntüyü yayınlamadı. Anadolu Ajansı’nın başındaki Şenol Kazancı, Erdoğan’ın çocukluğundan beri yanında tuttuğu isimlerden. O da o görüntüyü yayınlamadı. Neden? Çünkü Erdoğan’ın oradan ayrılacağının o anda bilinmemesi gerekiyordu. Ayrıca daha henüz köprüde yeterince kalabalık yok, ülke genelinde kaos büyümemişti. İstenilen sayıda asker henüz kumpasın içine dâhil edilememiş. Ve bu noktada o görüntüyü, Erdoğan’ın görüntüsünü yayınlanmadılar. Düşünün, Türkiye’de hepimiz yıllarca medyada yöneticilik yaptık. Böyle hayati bir konuda Erdoğan açıklama yapacak ve medya o görüntüyü yayınlanmayacak. Böyle bir şey yok! Böyle bir şey eşyanın tabiatına aykırı, böyle bir şey kuantum fiziğinde bile mümkün değil.

Tarık Toros: Biraz önce söyledik, her şey açıktı, internet açıktı, sosyal ağlar açıktı. Orada bir sürü gazeteci vardı. Herhangi birisi cep telefonundan çektiği görüntüyü sosyal ağlarda da paylaşılabilirdi. Kendi kanalına da geçebilirdi ya da işte ne bileyim Skype üzerinden, başka kanallar üzerinden, kendi televizyonunda yayına bile geçebilirdi. İlkel yöntemlerle bile olsa, Erdoğan’ın o açıklaması her şekilde canlı olarak verilebilirdi. Hadi canlı verilemedi diyelim, dakikalar içerisinde o görüntünün merkeze geçilip banttan verilmesi sağlanabilirdi. Mühim bir şey söylüyorsun, özellikle verilmesi istenmedi. 

CUMHURBAŞKANI NEDEN İSTANBUL’A GİTTİ?

Adem Yavuz Arslan: Bir de Boğaz Köprüsü ayağında bir anekdot daha var. Notlarım arasına almıştım onu. 1. Ordu Komutanı Orgeneral Ümit Dündar… Erdoğan neden İstanbul’a gitti? Ankara’da bir tane darbeci yokken ve İstanbul darbenin merkeziyken. Esenboğa’da bir tane asker yokken, neden İstanbul’a gitti? Berat Albayrak, 15 Temmuz’dan sonra verdiği ifadede diyor ki: “Ümit Dündar, Erdoğan’ı aradı, bağlılıklarını iletti. İstanbul’un güvende olduğunu ve gelebileceğini söyledi. Biz de İstanbul’a gittik.” Daha sonra Ümit Dündar, bu ifadeyi bütünüyle reddetti.

Şimdi İstanbul’da 1. Ordu komutanısınız, Boğaz Köprüsünde 3 tane arabayla, 20 tane asker, 25 tane asker var. Beş dakikada onları ortadan kaldırmanız mümkünken, onlarla uğraşmıyorsunuz. Erdoğan’ın atacağı adımları organize diyorsunuz. Bu da o İstanbul’daki Boğaz Köprüsü ayağında unutulmaması gereken şeylerden bir tanesi.

Tarık Toros: Berat Albayrak bir de, Erdoğan’ı 4 noktada hava aracının beklediğini gene televizyonlarda söylemişti, ifadesinde o da var. 

‘ÇANKAYA’YA GİTSELER, 3-5 BAKANI TUTUKLARLARDI’

Bülent Korucu: TRT hakkında ekleme yapmak istiyorum. Şimdi TRT’ye giden askerlerden bahsettiniz. Orada da çok tuhaf bir durum söz konusu. Bu giden askerler Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayına mensup askerler, biliyorsunuz. Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı, hala Çankaya Köşkünde konuşluydu. Çankaya Köşkünde ne vardı? Hükümet vardı, başbakanlık vardı. O olay esnasında en az 7-8 bakan vardı. Başbakan yardımcısı Numan Kurtulmuş’un ifadesi var diyor ki: “Askerler gelseler orada 3-5 tane bakanı kelepçeleseler ve bunun fotoğrafını verseler çok büyük bir psikolojik kayıp olurdu.” Ama ne hikmetse gelmeyi düşünmediler. Allah’ın bir lütfu olarak değerlendiriyor tabi her şeyi. “Aramızda tel örgü var, bir makasla kesip gelseler, 7-8 tane bakanı alıp götürebilecekler.” Bir darbenin en önemli hedeflerden biri nedir? Hükümettir, hükümet üyeleridir. Hükümet orada, 7-8 tane bakan, Çankaya Köşkünde ve darbeciler gidip onları enterne etmiyor, diplerindeki bu önemli hedefi bırakıyorlar. Birileri onları TRT’ye gönderiyor ve TRT’de bir sürprizle karşılaşıyorlar.

Tarık Toros: Şimdi bu noktada iki şey var. Birincisi Akıncı Üssü’nde yaşanan gelişmeler ve Akıncı Üssü neden enterne edilmedi? Ya da neden Akıncı Üssü etkisiz hale getirilmedi? Ya da mesela Akıncı Üssü neden bombalanmadı? Bu konuda başbakan bir talimat verebilirdi. Hava Kuvvetleri neden aksiyon almadı? Eskişehir çok yakın, oradan kalkacak uçaklar çok rahatlıkla Akıncı Üssüne müdahale edebilir… Neden Akıncı diyoruz? Çünkü Akıncı, bu kalkışmanın, dört yıldır savunulan resmi söylemde de belli ki, merkez üssü. Genelkurmay Karargâhı değil. Neticede Genelkurmay Başkanı da Akıncı’ya götürülmüş durumda. Mühim bir merkez üssü. Herkesin gözü kulağı bir anlamda orada. Daha sonra darbenin beyin yapıcısı denilen, 1 numarası denilen sivil ayağı, Cemaat ayağı denilen isimlerin hepsi orada. Genelkurmay Başkanı da oraya götürülmüş. Akın Öztürk de orada, aynı şekilde Adil Öksüz de… Abidin Ünal da orada. Buradan hareket edelim, siz oradaki çelişkilere nasıl bakıyorsunuz? Akıncı Üssüne neden müdahale olmadı sizce?

ÇAYLA ÇORBAYLA GEÇEN 15 TEMMUZ GECESİ

Levent Kenez: Bülent Bey “kebapçıdan darbeye gittiler” deyince aslında genel tabloya da bakmak lazımdı. Şimdi öğle saatlerinde büyük bir hareket olduğunu biliyoruz. Hulusi Akar da biliyor, Hakan Fidan da biliyor, darbeciler de biliyor deşifre olduklarını. 15 Temmuz 19.00’da Hakan Fidan, Erdoğan’ın koruma müdürünü arayarak büyük bir saldırı ihbarı veriyor. Peki, herkes bildiğine göre ne yapıyor? Erdoğan torununa Kur’an öğretiyor. Bunu televizyonda, Kanal 24 programında söylediğinde bir anda sunucular panik yaptılar. “Herhalde efendim gündüz saatini kastediyorsunuz,” dediler. Erdoğan, “Hayır, o gece” dedi. Düşünün gece torununa Kur’an öğretiyor. İstanbul’a indikten sonra o Berat Albayrak’ın sırıtışlarını falan ayrıca konuşuruz. 

Hakan Fidan’ın kaçırılacağı ihbarı var. Çok kan dökülecek diye ihbar geliyor, o da gidiyor çorba içiyor. Hulusi Akar, filtre kahve içiyor, komutanlar düğünde rakı içiyor, darbeciler işte kebapçıda… Bütün plan deşifre olmuş, üstüne bir su içmişler. Yani panik yapan, gerilen hiç kimse göremiyorsunuz. Sokakta insanlar var ama bütün aktörler çok rahat. Sanki her zaman yaşanan, her hafta başlarına gelen bir olayı yaşıyorlarmış gibi. Bu rahatlık dahi sorgulanmalı. Neden? Havaalanına Erdoğan indiğinde konuşuyor, damadı yanında sırıtıyor. Diğer yanında, şu anda Ahmet Davutoğlu ile beraber hareket eden, dönemin İstanbul İl Başkanı var. Onun suratı bembeyaz, kireç gibi. Garibim hiçbir şeyden haberi yok. Ama diğer aktörlerin rahatlığını da mutlaka herkesin göz önünde bulundurması lazım.

İnsan psikolojisi diye bir şey var. Tamam çok teknik, askerî detaylar konuşuyoruz, neticede belgesel de çekmiyoruz ama insanı ıskaladığımız zaman bazı şeyler oturmuyor. Aktörlerin rahatlığını da ayrıca izleyicilerimizin değerlendirmesini rica ederim. 

Tarık Toros: Aktörlerin genel rahatlığı, çok haklısın.

GENERALLERİN DÜĞÜN GECESİ

Adem Yavuz Arslan: İsterseniz rahatlık demişken, buradan düğüne gidelim. Çünkü bana göre 15 Temmuz’un en matrak hadisesi o İstanbul Moda’daki düğün. İzahını yapamayınca mizahını yapıyorum artık kendimce. Çünkü darbe ihbarı alıyorsunuz, o gece TSK’nın 24 generali yani neredeyse ordunun yarısı halay çekiyor. Darbe esnasında Moda Deniz Kulübündeki hadise, yani gerçekten filmini yapsanız komedi filmi dalında herhalde Oscar’a oynar. 

Tarık Toros: Şimdi Bülent Korucu’ya dönelim. Evet, Akıncı- Eskişehir denklemini nasıl okuyorsunuz?

Bülent Korucu: Adem Bey’in bıraktığı yerden de gidebiliriz. Mehmet Şanver’in kitabı gerçekten başucu kitaplarımdan bir tanesi. Hem Akıncı’yı anlamak için hem Eskişehir’i anlamak için hem de Moda’daki düğünü anlamak için. Çünkü düğünün ev sahibi biliyorsunuz Mehmet Şanver. 15 Temmuz hareketlenmesinin saat kaçta öğrenildiği, nasıl tavırlar geliştirildiği, nasıl tedbirler alındığı ya da nasıl tedbirler alınmadığına dair bir silsile çıkardığımızda, Abidin Ünal’ın bu senaryo içerisinde başrol oyuncularından biri olduğu görülüyor. Mehmet Şanver daha sonra biliyorsunuz istifa etmek zorunda kaldı, terfi ettirilmedi. Şimdi Ali Babacan ekibi ile birlikte siyaset yapıyor. Hem verdiği ilk ifadelerde hem gazetelere verdiği mülakatta, hem de kitabında yazdıklarında Abidin Ünal’a yönelik çok ağır suçlamalar var. 

Abidin Ünal’a “Bu kitapta geçen iddialarla ilgili bir cevap verecek misiniz?” sorusunu gazeteciler sorduğunda şu cevabı aldılar: “Bir kitabın satışına malzeme ve de meze olmak istemiyorum. Onun için bunların hiçbirine cevap vermeyeceğim.” Siz Hava Kuvvetleri Komutanısınız, sizin altınızda geleceğin Hava Kuvvetleri Komutanı olmasına kesin gözüyle bakılan bir adam var ve diyor ki: “15 Temmuz önlenebilirdi ve ben önlemek istedim. Ama Abidin Ünal beni engelledi.” Ve siz buna cevap vermiyorsunuz. Çünkü kitabın satışına alet olmak istemiyorsunuz. Peki bunu nereden çıkarıyorum? Kitabın 180. sayfasında olayın başlangıç aşamasını şöyle anlatıyor: Saat 19.30-20.00 civarlarında Muharip Hava Kuvvet Komutanı Yardımcısı – yani Mehmet Şanver’in yardımcısı – Korgeneral Ziya Cemal Kadıoğlu geliyor. Bu isim de çok önemli. Daha sonra defalarca karşımıza çıkacak bir isim.

Tarık Toros: Tekrar hatırlatalım. Abidin Ünal bir dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı, 15 Temmuz akşamı darbe girişimi başladığı sırada İstanbul Deniz Kulübünde, Moda’da Muharip Hava Komutanı Korgeneral Mehmet Şanver’in kızının düğününde.

DARBEYİ ENGELLEMEYE İZİN VERMEDİ

Bülent Korucu: Kendisi ile birlikte neredeyse hava kuvvetlerinin bütün kadrosu da orada. Mehmet Şanver’in yardımcısı, Korgeneral Kadıoğlu geliyor diyor ki: “Telefonda Eskişehir’de nöbetçi bıraktığımız General Recep Ünal var. Bir şeyler oluyor, çok rahatsız ve tedirgin. Neler olduğunu da tam çözemiyor. Ama tuhaf şeyler oluyor bizim üslerimiz arasında, askerlerimiz arasında. Recep Ünal bunu haber vermek için beni aradı.” Recep Ünal daha sonra darbecilikten ve FETÖ üyeliğinden gözaltına alınan ve ihraç edilen generallerden bir tanesi. Şimdi düşünün ki daha saat 7.30’da darbeyi üslerine haber veren bir generalden söz ediyoruz. Tuhaflıklar sıralamakla bitmiyor. 

Ama daha tuhafı şu, Mehmet Şanver normal bir komutanın göstermesi gereken refleksi gösteriyor ve Kadıoğlu’na diyor ki: “Hemen üzerini değiş ve Eskişehir’e git.” Beklenmedik, tuhaf şeyler oluyor. Mehmet Şanver, “Hava trafiği şayet kapatıldıysa, bunu öncelikle benim bilmem gerekirdi. Hava Kuvvetleri Komutanı, Cumhurbaşkanı ya da Genelkurmay Başkanlığı, doğrudan bana haber vermesi, telefonla bildirmesi gerekirdi,” diyor. Neden? Çünkü Hava Kuvvetlerinin bir komutanı var ama muharip gücün komutanı Mehmet Şanver; yani aslında savaşan Hava Kuvvetlerinin Komutanı Mehmet Şanver ve geleceğin Hava Kuvvetleri Komutanı gözüyle bakılıyor. 

“Bana haber verilmedi ve ben hemen refleks olarak yardımcımı, Eskişehir’e göndermek üzere yola çıkardım. Sonra bilgi vermek için, talimatlarını almak için, Hava Kuvvetleri Komutanının yanına gittim. Dedim ki böyle bir bilgi var. Eskişehir’de bıraktığımız general çok tedirgin neler olduğunu anlamakta zorlanıyor, ben de yardımcımı en hızlı bir biçimde olaya müdahale etsin diye Eskişehir’e göndermek istiyorum,” diyor devamında. Hava Kuvvetleri Komutanı Ünal, itiraz edip engelliyor. “Benim gelişmelerden haberim var. Onu Eskişehir’e göndermene gerek yok. Geri çağır, gerekirse kendi uçağımla gönderirim.” 

Düğünden yola çıkmış korgenerali geri çağırıyorlar. Gidip Eskişehir’e muzahir olması gereken generali geri çağırıyorlar. Daha sonra bu general, olaylar iyice çığırından çıktıktan sonra karayoluyla gitmeye çalışıyor. Sabaha karşı ancak Eskişehir’e varıyor. Korgeneral Kadıoğlu’nun ismini bir de şurada görüyoruz. Başbakan Binali Yıldırım telefonla arıyor, “Akıncı Üssünü bombalayın, havadaki uçakları düşürün,” talimatı veriyor. Başbakan Binali Yıldırım’a “Bu emri yazılı vermeniz gerekiyor, sözlü olarak ben emri uygulamam” diyen kişi Cemal Kadıoğlu. Fakat basına bu Hasan Hüseyin Demirarslan olarak servis edildi ve Hasan Hüseyin Demirarslan tutuklandı. Şu anda da ağırlaştırılmış müebbet aldı, yanlış hatırlamıyorsam. 

BAKANIN EMİRLERİNİ UYGULADIĞI HÂLDE…

Demirarslan, Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı yani Ankara’da karargâhta Abidin Ünal’ın sağ kolu izindeyken arıyor ve “Komutanım ben Ankara’ya dönmek, işe müzahir olmak istiyorum,” talebinde bulunuyor. O da İzmir’de çocukları ile birlikte tatilde ve Hava Kuvvetleri Komutanı, “Hayır, sen Ankara’ya gitme. Gitmene gerek yok. Sen orayı bir toparla,” talimatıyla Eskişehir’e yönlendiriyor. Muharip Hava Üssüne ulaşan ilk rütbeli, Korgeneral Hasan Hüseyin Demirarslan. Eskişehir’e ulaşır ulaşmaz siz olsanız ne yaparsınız? Üs komutanını ararsınız. Yani orada nöbetçi bırakılmış Tuğgeneral Recep Ünal’ı ararsınız. O da öyle yapmış ve bu onun suç delilleri arasında gösteriliyor. “Eskişehir’e iner inmez ilk aradığı kişi Recep Ünal oldu.” İddianamelerde böyle geçiyor. Peki adamın kimi araması gerekiyor? Oradaki nöbetçi generali aramayıp, annesini mi arayacak? Babaannesini mi arayacak? Enişteyi mi arayacak? Hasan Hüseyin Demirarslan, başbakan ile defalarca görüşüyor ve her emrini uyguluyor. Milli Savunma Bakanı Fikri Işık ile yaklaşık 40 defa telefon görüşmesi var ve bütün emirlerini uyguluyor. 

O gün hava sahasının güvenliğinin sağlanması için en etkin görev yapan kişi Hasan Hüseyin Demirarslan. Çünkü Cemal Kadıoğlu daha ulaşamamış bile Eskişehir’e. Hava Kuvvetleri Komutanı’nın engellemesinden dolayı karayolu ile gittiği için o ulaşamamış. Hasan Hüseyin Demirarslan, Akıncı’yı bombalatan kişi aynı zamanda, Erzurum’dan ya da Diyarbakır’dan kalkacak uçakları engelleyen de. Akıncı’dan kalkan uçakları inişe zorlamak için başka üslerden uçakları yönlendiren de o. Fakat listelerde adı daha sonra Hava Kuvvetleri Komutanı olacak kişi olarak geçtiği için ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Adamla ilgili aslında suç olarak kaydettikleri hiçbir şey yok. Yani telefonla onun biri ile görüşmesi suçsa, başbakanla da görüşmüş. O zaman başbakan bir darbeci ile görüştü diye, başbakana da darbeci suçlaması yapmanız gerekmez mi?

AKINCI’YI KURTARAN GENERAL HAPİSTE

Akıncı’yı kurtaran Yıldırım Güvenç idi, yanlış hatırlamıyorsam. Korgeneral. Ümit Dündar’ın talimatıyla baskın düzenleyen ve Akıncı’yı etkisiz hale getiren kişi. Yani Hasan Hüseyin Demirarslan havadan vuruyor, Yıldırım Güvenç de karadan baskın yaparak oradaki herkesi etkisiz hale getirip rehineleri kurtarıyor. Bu kişi de tutuklandı ve aylarca hapis yattı. Şu anda son durumunu bilmiyorum. Tahliye edilmişti ama büyük ihtimalle ceza alacak. İnşallah olmaz ama. Yani Ümit Dündar’a Meclis komisyonunda soruldu. “Yıldırım Güvenç sizin talimatlarınızı harfiyen uyguladığını Akıncı Üssünü etkisiz hale getirdiğini söylüyor, ama tutuklu. Ne dersiniz buna?” Ümit Dündar, “Ben bunları bilmiyorum. Bütün emirlerimi uyguladı ve Akıncı’yı bu kişi kurtardı. Ama niye tutuklu ben oraya karışamam,” dedi. Dündar, 1. Ordu Komutanı iken sonra vekaleten Genelkurmay Başkanı olarak tayin edildi. Ordunun bir numarası haline getirildi Genelkurmay Başkanı ortada olmadığı için. Şimdi Genelkurmay Başkanı olarak görevlendirilmiş kişiyle birlikte çalışan ve Akıncı Üssünü kurtaran kişi tutuklandı. 

Tarık Toros: Korgeneral Hasan Hüseyin Demirarslan portresi gerçekten önemli. Kariyeri parlak bir komutan, NATO askeri olarak mühim görevler üstlenmiş. Belki de gidişinin bir nedeni de ya da enterne edilmesinin bir nedeni de bu olabilir. Geleceğin Hava Kuvvetleri Komutanı olarak görülmesi ile beraber. O gece tatilde olaylardan uzakken, görevine dönmeye çalışıyor. Başbakan ile konuşuyor. Başbakanın emirlerini harfiyen yerine getiriyor. Akıncı Meydanı’nın vurulması emrini veriyor. Çok detaylı anlattınız ve şu anda içeride.

Bülent Korucu: Emri uygulamak için yazılı talimat isteyen kişi kahraman oldu. Hala görevine devam ediyor ve hiçbir şekilde tutuklama, gözaltı gibi bir işleme muhatap olmadı. Ama o emri hiç beklemeden uygulayan, Akıncı’yı bombalayan korgeneral ise tutuklandı, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldı.

50 TANE ASKERİ GERİ ÇEKTİREMEYEN KOMUTAN

Levent Kenez: Ümit Dündar ile ilgili birkaç şey aktarmak istiyorum. Verdiği ifadeler çok şey anlatıyor aslında. Neden köprüde askerler vardı? O görüntüyü vermek istediler, diyor. Biliyorsunuz gece yarısı geçici Genelkurmay Başkanı ilan edildi. Köprüdeki 50 tane askeri geri çektiremeyen komutan, Türkiye’de Genelkurmay Başkanı oldu o gece. Yani böyle de bir durumla karşı karşıyayız.

Bülent Korucu: Geri çektirmek istedi mi?

Levent Kenez: Evet, kastettiğim o. 1. Ordu Komutanlığı’nda yaptım ben askerliğimi. Komuta katında, piyade çavuş olarak. 1. Ordu Komutanlığı öyle herhangi bir komutanlık değil. Osmanlı’dan gelen, geleneği olan, köklü bir komutanlık. Çoğu er ve erbaş, hatta öğrenci olan 50 tane askeri çektirmek onun için birkaç dakikalık iş. Köprünün altı da askeri tesis. 1. Ordu Komutanlığının bir sürü yetkisi var ve bu 50 tane askeri çektirmeyen kişi, o gün orduya komuta ediyor. Herkese emir yağdırıyor. İşte Yıldırım Güvenç bunlardan bir tanesi. Bütün emirlerini dinlemiş olmasına rağmen yine yargılanmaktan ve ceza almaktan kurtulamadı. Ümit Dündar da önemli isimlerden bir tanesi. Onu da bütün aktörlerle beraber her zaman zikretmekte fayda var. O dönem basında bir hikâye dolaşıyordu. Erdoğan, Dündar’ı arayıp “Sana nasıl güveneceğim” dediğinde, “Beni Bahçeli’ye sorabilirsiniz” demiş güya. Öyle bir konuşmanın olmadığını kendisi sonra söyledi, “Erdoğan da ben gel demedim,” şeklinde ifade verdi.

AKINCI ÜSSÜNDEN DARBE YÖNETİLEMEZ

Adem Yavuz Arslan: Bülent Bey detaylı anlattı Akıncı ve Eskişehir Üssü meselesini. Şimdi Türk Hava Kuvvetleri’nin yapılanmasını bilenler, Akıncı Üssünden darbe yöneltilemeyeceğini de bilir. Neden? Çünkü Akıncı Üssü operatif bir üs. Oradan operasyona çıkılır. Ama Türk hava sahasını asıl yöneten yer Eskişehir. Düşünün darbeye kalkışıyorsunuz ama Eskişehir sizde değil. Eskişehir sizinle hareket etmiyor. Düşünün Türkiye hava sahasını kontrol eden yapı, oyunun içerisinde değil. Onun yerine Ankara’da sembolik bir yer olarak Akıncı seçiliyor. İstanbul’da nasıl Boğaz Köprüsü seçilmişse Ankara’da da özellikle Akıncı Üssü seçiliyor ki, işte başkentte Genelkurmay Başkanının oraya götürülüp bekletildiği bir yer oluyor. O görüntü veriliyor. 

Hava sahasını kontrol eden yapı sizde değil ama darbeye kalkışıyorsunuz ve Hava Kuvvetleri darbenin 1. gücü haline getiriliyor. Hani komedi filmi yapsanız, derler ki böyle senaryo olmaz. Çünkü bu kadar abuk sabuk bir durum. Akıncı Üssündeki her şey zaten baştan sona absürt gidiyor. O gece Ankara’da görevli 50 civarında general var ki bu generallerin emrinde 200 bin kişilik güç var. Zırhlı birlikler, uçaklar, tanklar, uçaklar şunlar bunlar… Akıncı Üssündeki 250 civarındaki hava aracından sadece 10 kadarı kullanılıyor. Daha detaylara gireceğiz. Hiç uçmayan uçaklar var mesela, kara kutu verilerinde, bilirkişi raporlarında net gözüküyor. Meclisi bombaladı denen uçak o gece hiç uçmamış mesela. 15 Temmuz’da Akıncı Üssünden kalkan ama hiçbir kaydı olmayan 12-13 tane uçak var. İncelemesi yapılmamış. Sanıkların savunmalarında var. “İyi de burada üste bizim tanımadığımız sivil insanlar var,” diyor askerler. Kule ile temas kurmadan kalkıp uçan uçaklar var.

Kumpasın kritik ayaklarından bir tanesi Akıncı ama Akıncı Üssü darbe başarısız olsun diye kurgulanan bir yer. Genelkurmay Başkanı orada. Genelkurmay Başkanı odada çay kahve içerken, Yaşar Güler dönemin 2. Başkanı, şimdiki Genelkurmay Başkanı yan odada elleri bağlı sabaha kadar oturuyor. Abidin Ünal, elleri cebinde geziyor koridorda. Orada görüntüler var. İşte Akıncı’ya getirilirken pilotların sırtını sıvazlıyor. “İyi akşamlar çocuklar,” diyor. Düşünün İstanbul’da Ankara’da alçak uçuş yapan uçakların pilotlarının sırtını sıvazlayan ifadelerde bulunuyor. Elleri cepte geziyor, kolunda Akın Öztürk var. Yani Akıncı’da bir tiyatro çevriliyor. Ve bunlar yapılırken Yaşar Güler, elleri bağlı bir şekilde yan odada duruyor. Fahri Kasırga aynı şekilde yan odada elleri bağlı bekliyorlar.

PİJAMALARINI ÇIKARIP GELDİ, 1 NUMARA OLDU

Tuhaflıklar serisi gırla gidiyor. Akın Öztürk, evinde pijamasıyla otururken bizzat Abidin Ünal tarafından göreve gönderiliyor. “Siz gidin bakın ne oluyor orada, sizi dinler çocuklar,” diyor. Akın Öztürk pijamasını çıkarıp olay yerine varınca bir anda darbenin 1 numarası haline geliyor. O geceye dair bütün o sayfaları çevirdiğiniz zaman karşınızda bir kakofoni hali var. Yani burada bir darbe falan yok, tamamıyla uygulamaya konan bir kaos senaryosu var. 

Yine bir başka alt başlıkta, o anda yerde olan uçağın Ankara’da emniyeti bombaladığı söyleniyor. Ama bakıyorsunuz bilirkişi raporlarına, iddianameye giren uzman raporlarına saatler tutmuyor. Meclisi bombaladığı söylenen bombanın kapasitesi ile mecliste meydana gelen hasar birbirini tutmuyor. Bir de en garip şeylerden bir tanesi şu: İlerleyen yargı aşamalarında anlatacağım, Akıncı Üssünün kamera kayıtlarını bulamıyorlar. Akıncı Üssündeki en kritik yerlerin kamera kayıtlarını savcı incelemiyor bile. 143. filonun öğretmen gazinosu var, darbenin yönetildiği iddia edilen yer. Orada savcı parmak izi incelemesi bile yapmıyor.

Tarık Toros: Peki, dilerseniz burada bu bölümü noktalayalım ilave yapacak yoksa.

HİÇBİR ŞEY OLMAMIŞ GİBİ DÜĞÜNE DEVAM

Adem Yavuz Arslan: Birkaç cümleyle düğünü kapatalım. Çünkü başka konulara girdiğimiz zaman, tekrar düğüne dönemeyiz. Düğündeki absürtlükleri ele alalım. Düşünün Hava Kuvvetleri’nin 2 numarasının, en önemli isminin, muharip güç komutanın kızının düğünü var. 24 tane general orada, Hava Kuvvetleri Komutanı orada. 19.06’da Türk Hava Sahası kapatılmış. Bu bilgiye ulaşıyor. Hava Kuvvetleri Komutanlığı komutanı bu bilgiyi önce saklıyor. Eşim aradı diyor. Bu arada düğüne eşini götürmeyen iki isim var. Bir tanesi Abidin Ünal, bir tanesi de Mehmet Gökmen. Enteresan isimler bunlar. Yani eşini, Fenerbahçe Orduevi’nde bekletiyor, düğüne götürmüyor. Bence çok önemli bir ayrıntı. Çünkü eşini riske atmak istemiyor. 

Saat 19.06’da Hava Kuvvetleri sahasının kapatıldığı, Genelkurmay emri olduğu biliniyor. Hava Kuvvetleri Komutanı, Genelkurmay Başkanı ile görüşmüyor. Genelkurmay Başkanı, Hava Kuvvetlerinin yöneticilerini aramıyor. Hava Kuvvetleri Komutanı ve beraberindeki 24 tane üst düzey general bütün bu riske rağmen, yani 19.06’da hava sahası kapatılmasına rağmen düğüne devam ediyor. Hiçbir şey olmamış gibi. 23.30’da baskın geliyor. Önceki bölümde anlattım. Genelkurmay Başkanı ve 2. Başkan ihbara rağmen tedbir almıyor. “Gelin bizi alın,” der gibi bekliyorlar. Çok rahat bir şekilde. Bir grup asker elini kolunu sallaya sallaya gidip Genelkurmay Başkanını rehin alıyor. Yani resmi söylemde öyle.

Aynı şey, İstanbul’da düğünde de var. 24 tane general var. Ve bu generallerin korumaları daha sonra Cemaat bağlantısından tutuklanmış. Abidin Ünal’ın yakın korumaları tutuklanmış ve bu adamlar da oradalar. Ama sabah Konya’dan çıkan MAK timi geliyor düğünü basmaya. 23.30’da bu adamları bir şey yokmuş gibi pat diye toplayıp götürüyorlar. Daha acayip olanı, ilk geldiklerinde ayakta alkışlandılar, düğün sahipleri tarafından. Düğün böyle bir darbe komedisine dönüşüyor. 19.06’da hava sahasını kapatmışlarsa bir şey oluyor kardeşim bu ülkede. Sen Hava Kuvvetleri Komutanısın, öbürlerinin hepsi general. Cem Yılmaz’ın bir tabiri var ya, “adamın omuzunda galaksi var” diye. Her tarafında yıldız olan insanlar bunlar ve bu adamlar hiçbir şey olmamış gibi 23.30’a kadar bekliyorlar. Sonra bir grup asker geliyor, onları alıyor ve götürüyor. Tabi gözaltında alırken telefonları almıyorlar, yol boyunca telefon ellerinde.

REHİNELERE CEP TELEFONU İZNİ

Düşünün darbeciler Hava Kuvvetleri Komutanını rehin almış, götürüyorlar ama cep telefonunuz elinizde, eliniz de bağlı değil. Eskişehir’de darbecilere karşı mücadeleyi koordine ediyorsunuz. Abidin Ünal ifadelerinde öyle söylüyor. Bunlar nasıl darbeci ki kendilerine karşı mücadeleyi koordine etmene izin veriyorlar. Düğün başlı başına bir komedi yani. Düğüne katılmayan çok kritik bir isim var. O da Korgeneral Yılmaz Özkaya. Düğüne katılmayan en enteresan adam. Normalde katılması gereken, beklenen birisi. Ama o da ne yapıyor biliyor musunuz? O da Marmaris’te kalıyor ve sürpriz bir şekilde düğüne katılmıyor. 15 Temmuz günü Dalaman’a geliyor. O gün boyunca bekliyor. Akşam saatlerinde de Erdoğan’ın yanına gidip, darbeye karşı yapılan süreci koordine ediyor. Mesela Gökhan Sönmezateş’lerin ekibinin helikopterlerine yakıt verdirmiyor, korumaları koordine ediyor ve orada Erdoğan’a yardım ediyor.

Düğüne gitmeyen, askeri teamüller gereğince o düğünde mutlaka olması gereken bir isim Korgeneral Yılmaz Özkaya. Ama gitmiyor ne hikmetse. Marmaris’te darbeye karşı mücadele ediyor. Hemen yanındaki, Türkiye’nin en büyük deniz üslerinden bir tanesinin, Aksaz Deniz Üssünün komutanı da, ertesi sabah darbecilikten gözaltına alınıyor ve tutuklanıyor. 

Tarık Toros: Peki soru şu, düğün işin parçası mı bu anlatılanlara göre? İptal edilemez miydi?

Adem Yavuz Arslan: Düğün işin mizansenlerinden bir tanesi. Yani şöyle mizansen: 24 tane general nasıl bu kadar kolay enterne ediliyor? Düğündeydik, hazırlıksızdık demek için bir mizansen. Geleceklerden haberdarlar onlar. 19.06’da konudan haberdar olmalarına rağmen tedbir almayıp 23.30’a kadar gözaltını bekliyor 24 tane general. İçlerinde Kuvvet Komutanları var. Ve bu mizanseni gerçekleştiriyorlar.

AYNI YERDELER: BİR KISMI DARBECİ, BİR KISMI DEĞİL

Bülent Korucu: Orada düğüne katıldığı halde gözaltına alınan, tutuklanan, darbecilikten yargılanan hatta müebbet hapis cezası alan generaller de var. Böyle bir seçicilik de var. Oradaki generallerin, orada bulunan askerlerin, rütbelilerin hepsini toplayıp götürüyorlar. Bir kısmı darbeci oluyor, bir kısmı darbeci olmuyor. Neye göre karar veriyorlar? Fişleme listelerine göre. Hepsi aynı kaderi yaşamış, hepsi aynı düğündeler, hepsi aynı şekilde elleri bağlanarak helikopterlere biniyorlar, hepsi aynı şekilde Akıncı Üssüne götürülüyor. Belki de aynı odaya konuluyorlar. Ama aynı koşullarda eli bağlı olan adamlardan bir tanesi darbeci oluyor bir anda, öbürü mağdur oluyor, müşteki oluyor. Yani önceden planlanmış ve adrese teslim yapılmış bir senaryo olduğunu gösteren olaylardan bir tanesi bu. Yılmaz Özkaya ile ilgili benim bildiklerim biraz Adem Bey’inkinden farklı.

Onu da paylaşayım, sonra teyit ederiz karşılıklı. Yılmaz Özkaya Dalaman’da o gece ve astsubay evinde kalıyor. Marmaris’e gitmiyor, Erdoğan’ın yanında bulunmuyor. Normal şartlarda Erdoğan’a bir suikast soruşturması olacaksa, kel alaka bir biçimde o gün Dalaman’da olan bir generalin soruşturulması lazım diye kamuoyu oluşturulduğu için, sonradan kerhen hakkında soruşturma başlatıldı. Ve bugün de dönün, hala bakın dosyalara soruşturma devam ediyor. Düşünebiliyor musunuz? Diğer insanlar müebbet ceza aldılar, 4 yıldır hapisteler. Yılmaz Özkaya ile ilgili kamuoyu baskısından dolayı açılan dosya hala devam ediyor. Hakkındaki soruşturma sürüyor. 

İlginçtir Cihat Yaycı ile de kaderi kesişiyor. 2017 Askeri Şurasında o da emekliye sevk edilen isimlerden bir tanesi. Ondan dolayı biraz da tepki gösteren isimlerden bir tanesi. Cihat Yaycı kadar ses çıkarmadı ama onun profiline yakın birisi. Yani bir de mesela tekrar söylemiş olayım, Akın Öztürk’ün Akıncı’ya gönderildiğine, görevlendirildiğine birinci dereceden şahit Mehmet Şanver. Mehmet Şanver’in cep telefonundan aranıyor Öztürk. “Komutanım sizinle, diğer komutanım görüşecek,” diyor Şanver. İkisi de onun komutanı olduğu için. Kendi cep telefonuyla, Akın Öztürk’ü arıyor ve Abidin Ünal’a veriyor. Onun yanında “Akın bir şey oluyor, Akıncı Üssünde bir şeyler oluyor. Sen git oraya bir bak bakalım,” diyor sonradan düzelttiği şekliyle ifadesinde. “Benim rağmıma darbe mi yapıyor bu çocuklar, git onlara sahip çık,” diyor. 

Sonra zaten Akıncı Üssündeki fotoğraflar bu diyaloğun doğru olduğunu gösteriyor. Yani görevlendirip gönderdiği adama, sonradan darbeci diyebilmiş bir insan, Abidin Ünal. 

BAŞKA ŞEHİRLERDE DE ASKER DÜĞÜNLERİ VAR

Levent Kenez: Tarık Bey, hızlıca iki şey ekleyeyim, eksik kalmasın. Yerel gazetecilerin geldiği ve yayınlanmayan Erdoğan açıklaması ile alakalı. Bu sorular, darbe komisyonunda, mahkemede de sorulan sorular. Gazetecilerin verdiği cevaplar da hep teknik aksaklıklar, teknik imkânsızlıklar şeklinde. Ayrıca tek düğün Moda’daki düğün de değil. Ankara’da da birkaç düğün var, yine askerlerin katıldığı. Mesela Galip Mendi ve Zekai Aksakallı düğünde karşı karşıya geliyorlar. Düşünün biri Özel Kuvvetler Komutanı, biri Jandarma Genel Komutanı. Öğle saatinde alınmış bir darbe ihbarı var. Bunlar düğündeler.

Adem Yavuz Arslan: Bir diğer düğün de İstanbul’da Çınar Otel’de. Deniz Kuvvetleri Komutanı da İstanbul’daki düğünde. Yani bütün ordu komutası düğünde. Hani bir kural var. Ordu komutanı şehir dışında ise, kurmay başkanları karargâhı terk edemez. Ama o gün kurmay başkanları da ortada yok.

Tarık Toros: Çok enteresan, herkesin esasen gözü önünde apaçık bilinen gerçekler bunlar fakat gizli tutuluyor. Ne kitabı yazılıyor… İşte yazanların da başına gelenler ortada. Örtbas edilerek yokmuş gibi gösteriliyor. Birisi evinde pijaması ile otururken aldığı bir talimatla karargâha gidiyor. Darbecilikten müebbet yemiş durumda. Tatilde olan aynı şekilde. Bu sırada yan yana düğünde halay çekerken birileri darbeci, birileri darbeyi önlemiş olarak resmediliyor. Çok tuhaf bir süreç. İşte neden konuşulmuyor, konuşturulmuyor, neden mahkeme safhasındaki sanık ya da tanık ifadeleri yayınlanmıyor, ya da yayınlayanın da başına iş geliyor, bunu anlatan bir durum bu esasen. 15 Temmuz resmi söylemi ile kapalı kalmalı. Kimse de konuşmasın, didiklemesin, açmasın. Ama mutlaka konuşacak hayatta kalan insanlar. O gün görevli olan insanlar bir gün hürriyetlerine kavuşacaklar ve kendi ağızlarından o gün olanları anlatacaklar ve her şey ortaya çıkacak. Bir de onların tanıklığı ile altı çizilmiş olacak.

Bir sonraki yayında görüşmek üzere, hoş çakalın.

Diğer bölümler

Bölüm-1 15 Temmuz: Dört dörtlük bir tuzak [9 Temmuz 2020]

Bölüm-2 ”Darbe” Günü [10 Temmuz 2020]

Bölüm-3 Boğaz Köprüsü’nü kapatarak darbe mi olur? [11 Temmuz 2020]

Bölüm-4 Kumpasın üssü: Marmaris [12 Temmuz 2020]

Bölüm-5 Donanma’nın merkezinde neler oldu? [13 Temmuz 2020]

Bölüm-6 15 Temmuz’un aktörleri [14 Temmuz 2020]

Bölüm-7 15 Temmuz kime yaradı? [15 Temmuz 2020]

 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin