ANALİZ | BÜLENT KORUCU
Darbeler bildiğimiz kadarıyla siyasilere karşı yapılıyor. Cuntalar ilk adımı atarken, yönetimi elinde tutanlardan başlamak üzere siyasileri toplamanın planlarını yapar. Her şeyin bir raconu varsa darbenin ki de bu diyebiliriz. Ama 15 Temmuz, darbelerle ilgili bütün ezberlerimizi bozdu. Siyasileri ele geçirmek için ya hiç plan yapmamışlar ya da komik duruma düşecek kadar aptalca davranmışlar. Bildiğimiz tek plan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı almaya Marmaris’e gidişleri. Oteli bulmak için turistlere ve taksicilere yol sormalarından tutun, otele Erdoğan ayrıldıktan iki saat sonra gelmelerine kadar birçok tuhaflık vardı.
Bugün ise Başbakan Binali Yıldırım ve bakanlarla ilgili kısımlara değineceğim. Yararlanacağım kaynak ise AKP’ye yakınlığı tescilli Abdülkadir Selvi’nin ‘Darbeye geçit yok’ kitabı. Okurken zorlanabilirsiniz ama hararetle tavsiye ediyorum. 15 Temmuz senaryosundaki boşlukları görmek için kaçırılmaması gereken bir imkan.
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
ÇAYLAK DARBECİLERİN ACEMİ PLANI
Kitabın 87. sayfasında Başbakan Yıldırım bir taşla iki kuş vurmak istiyor, fakat senaryonun kalbine ateş ediyor. Başbakan: “Bizim oradan geçeceğimiz hesap edilerek köprüye inilmiş. Yoksa köprünün ilk anda tutulması gereken stratejik bir hedef olması anlamlı değil” diyor. Yıldırım böylece haftanın en yoğun günü en yoğun saatte köprüyü tutarak darbeye başlamanın saçmalığını kabul ediyor. Bunu izaha çalışırken çam deviriyor; çünkü 15 Temmuz’da köprünün diğer ayağı tutulmuştu. Başbakan Tuzla’daki evine giderken doğal olarak köprünün çıkış ayağını kullanıyor. Askerler ise giriş istikametini tutuyor. Şaşkın darbeciler ters istikamette tedbir almış anlayacağınız. Yine Selvi’nin kitabına göre saat 23’e kadar evinde kalıyor, televizyonlarla bağlantıyı buradan gerçekleştiriyor. Tesadüfe bakın ki, darbeciler onu evinden almayı akıl edememiş. Halbuki askerlik görevini yapan erlere bile sorsalar köprüyü kapatmak yerine evden almayı önerirdi.
Çaylak darbeciler Başbakana dair bir hazırlık yapmadıkları gibi makamıyla ilgili de planları yokmuş. Çankaya Köşküne taşınan Başbakanlık’ın darbecilerin eline geçmesi psikolojik kırılmaya yol açardı. Aynı şekilde orayı kriz merkezine dönüştüren kabine üyelerinin derdest edilmesi de baştan düşünülmesi gereken adımlardan olmalıydı. Çankaya Köşkü’nde muhafız alayı vardı. İddiaya göre Komutanı Muhammet Tanju Posfor, darbeciydi ve TRT baskınına katılmıştı. İnsan böylesine kritik bir yeri bırakıp gider mi?
“Darbeciler tanklarla nizamiye kapısından girmek yerine, hemen yanı başında bakanların karargâh gibi kullandığı Başbakanlık’ı ele geçirmeyi neden düşünmemişlerdi?” İnanmazsınız ama bu soruyu Selvi soruyor. Cevabı ise dönemin Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş veriyor: “Sadece Cenab-ı Allah’ın korumasıdır, takdiridir demekten başka hiçbir şekilde izah edemeyeceğimiz çok sayıda şey var. Birincisi de bu.”
HER ŞEYİYLE ‘LÜTUF’ OLMUŞ BU DARBE!
Kurtulmuş şöyle devam ediyor, “Biz de sonradan kamera kayıtlarından gördük. Tank bir numaralı kapıdan içeri doğru giriyor, karşısında üç beş tane polis var, ellerinde de ufak silahlar var. Buraya gelse, en azından üç beş tane bakan var. Bizleri alsa, ellerimize kelepçe vursa, kameraların önüne çıkarsa çok büyük psikolojik üstünlük olur. Giriyor ve çıkıyor, dönüyor, kapıdan dönüyor, îzahı yok, Allah’ın koruması. Helikopterler geliyor, ağaçlık olduğu için ancak belli bir mesafeye kadar alçalıyor. Şurada helikopter pisti var, yani helikopter pistine inse iş bitecek. Aynı şekilde Muhafız Alayı’yla arada sadece bir tel örgü var, tel örgüden buraya elli tane Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’ndaki hainler gelse, Başbakanlık binasını bassalar, belki işin seyri değişecek.”
Her şeyi ile ‘lütuf’ olan darbenin ayrıntılarında da izah edilemeyen birçok lütuf(!) var. Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na 13 askerin baskına gitmesi tuhaflığını da unutmadan hatırlatalım. İki bin polisin koruduğu Saraya 13 asker, koskoca Taksim Meydanı’nı kontrol etmek için 38 asker… liste böyle uzayıp gidiyor.
KİM NE ZAMAN ÖĞRENDİ BELİRSİZ
Selvi’nin kitabından notlar aktarmaya devam edeyim. Sayfa 71’de Cumhurbaşkanı Koruma Müdürü Muhsin Köse 21:40’ta darbeyi öğreniyor. Ama Erdoğan MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile 22:27’de görüşüyor. Böyle bir durumda 47 dakika çok uzun bir süre.
Sayfa 72’de AKP Muğla Milletvekili Nihat Çiçek, 21:45’te Erdoğan’ın kendisine “Teşkilatları organize edin, milletin alanlarda olmasını istiyorum” talimatı verdiğini anlatıyor. Yani Erdoğan daha MİT Müsteşarı ile görüşüp konuyu anlamadan eniştesinin verdiği bilgiye dayanarak halkın organize edilip sokağa çağırılmasını istemiş.
Kitapta askerlerle ilgili bilgiler de kamuoyundaki kafa karışıklığından nasibini almış. Mesela Eskişehir Hava Harekat Merkezi Komutanı Tuğgeneral Recep Ünal 56 ve 58. sayfada darbeye direnen, darbecileri vurmak için uçak kaldıran komutan iken 77. sayfada birden darbeci oluveriyor. Selvi, bazı absürt bilgiler de veriyor. Kitabın 100 ve 101. sayfasında darbeyi General Sönmezateş’in iki, Albay Ümit Gencer’in üç gün önce iki astsubayın ise bir buçuk ay önce öğrendiğini öne sürüyor. 121. sayfada orgeneral Akın Öztürk’ün telefon trafiğinde aynı gün Kuzey Kore ile iki görüşmesi de yer alıyor. Çılgın Lider Kim’den destek mi istedi acaba?
Bir çok arkadaşım okuyamadan bırakmış ama siz de benim gibi sabrınızı zorlayın. Selvi’nin kitabında çok iş var!
Sayın Selvi, Sayın Erdoğan’ın darbeyi ne zaman öğrendiği meselesini çözebilmiş mi bari?
Zaman gazetesine polis baskını yapıldığında Selvi kınamış, basın özgürlüğünden bahsetmişti. Sanırım kayyım atandığı baskın değil de Ekrem Dumanlı’nın gözaltına alındığı ilk baskındı… Selvi bir tv kanalında bu olayı kınadığını belirtmişti. Sanırım o zamanlar belki rüzgar ters eser de “ben de kınamıştım” derim diye düşünüyordu! Bazen düşünüyorum da, hala birileri belki rüzgar dönerse “ben de şunu eleştirmiştim, şu gerçeği şöyle de olsa yazmıştım” diyebilmek için yazıyor!
Selvi de bazen öyle, Ahmet Hakan da..