YORUM | FAİK CAN
Dr. Ahmet Kuru’nun birkaç gün önce yayınladığı “Liderler, Prensipler ve Peygamber Örneği” başlıklı makalesini okudum. Daha önce de pek çok makalesini okuduğum Kuru’nun bu yazısında maalesef ilmîlikten, hakkaniyetten ve ahlakîlikten olabildiğince uzak, tamamen Hocaefendi önyargısına bulanmış tuhaf bir tavırla karşılaştım. Yazıyı okuyunca iki ihtimal aklıma geldi: Ya Ahmet Kuru, Hocaefendi’nin kitaplarını, röportajlarını ciddi bir nazarla hiç okumamış ya da Hocaefendi’yi doğru anlayıp analiz etmesine engel olacak derecede ciddi bir iç problemin ve önyargının esiri olmuş!
Batı düşüncesi en çok “maddeci boyutu” yönüyle eleştirilir. Aşk, sevgi ve muhabbet gibi kavramlar batıda öteden beri bilimsel araştırmaların alanı dışında bırakılmıştır. Bilim alabildiğine maddenin içine dalarak, etik, dinî ve metafizik kaygılara ve ilişkilere karşı körelmiş ve tek boyutlu hale gelmiştir. Ahmet Kuru ve benzerlerinin içine düştükleri durum tam da budur! Hiçbir etik, dinî ve metafizik kaygı taşımadan, sanki ahiret yokmuş, yazılanları, konuşulanları Allah görmüyormuş gibi davranıyorlar. Bu durum onları bazen keşfî bilgiyi bir kalemde sıfırlamaya, bazen “gecekondu peygamberlik” gibi cahil cesareti ürünü kavramları kullanmaya kadar götürüyor.
Sayın Kuru yazısına ırkçı siyahi lider Elijah Muhammed’in kendi şehevanî hisleri için Efendimiz’i nasıl istismar ettiği ile başlıyor. Devamında, “bu tipler İslam dünyasında tek örnek değil, pek çok dini lider bunun gibidir” mealindeki ifadelerle sözü Hocaefendi’ye getiriyor.
Hocaefendi’nin Kur’an’daki peygamber kıssalarını bağlamından kopararak anlattığı ve böylece takipçilerini yanılttığı savını ileri sürüyor ama bunu herhangi bir somut veriye dayandırmıyor. Hocaefendi’nin hangi kıssayı, hangi olayla ilintili olarak bağlamından kopuk şekilde anlattığını detaylandırmıyor.
Makaledeki tutarsızlıkları, bilgi fukaralığını, ön yargıları, İslami ilimler noktasındaki yetersizliği ve peşin hükümlü yaklaşımları sağ olsun Fatih Kumaş Bey Yenihamle’de detaylarıyla yazdı. Burada tekrar aynı şeylere girmek zaid olur. Üzerinde durmak istediğim husus, yazarın “Gülen eskiden beri konuşmalarında Hz. Muhammed’in hayatının güncel olayları hatta geleceği anlamada bir çerçeve olduğunu savunmuştur. Hz. Muhammed’in hayatından alınacak çok dersler vardır ama 1400 yıllık bir tarihi 25 yılın içine sığdırmaya çalışmak anlamlı değildir.” ifadeleridir. Yazar, devamında “Müslümanlar neyin iyi neyin kötü olduğuna dini kaynakların yanı sıra hayattan öğrendikleri tecrübeleri de katarak karar vermelidirler!” diyor. Tam bu cümleler yazarın Hocaefendi’yi hiç tanımadığının itirafıdır.
Geleneği yorumlamak ne demektir?
Bu arada şunu da belirtmekte fayda var, bu yazının amacı Ahmet Kuru’nun yazısında iddia ettiği gibi “lideri eleştirilemez bir konumda tutmak” değildir. Amaç, Dr. Kuru tarafından “takipçilerini aldatmakla, peygamber kıssalarını bağlamından kopararak anlatmakla, lider sultası kurmakla ve başarısızlıkla” itham edilen Hocaefendi’nin düşünce dünyasına bir nebze ışık tutmak ve hakikate olan borcumuzu ödemektir. İnsafla bakanların görüp ifade ettikleri gibi hizmet hareketi, İslam düşünce tarihinin sağlam ve tutarlı prensiplere sahip hareketlerinden biridir ve bu yönüyle günümüzde tektir. Bu prensiplerin sağlamlığı birazdan ifade edileceği üzere istinbat edildikleri kaynakların sıhhatinden ve Hocaefendi’nin ilim, takva ve aksiyonla harmanlanmış şahsiyetinden kaynaklanmaktadır. Bu da o prensipler kadar, prensipleri ortaya koyan şahsa da itibar edip saygı göstermemizi gerektirir.
Hepimizin bildiği gibi Hocaefendi kimlik olarak muhafazakâr bir muhitte neş’et etmiştir. Doğal olarak bu muhitlerde üretilmiş belli kalıplardan ve geleneksel çizgilerden beslenmiştir. Klasik muhafazakâr tavır yeni durumlar karşısında “geleneği izlemenin” her zaman daha güven verici olduğunu düşünür. Bu düşünceye göre yeni yorumlar, tarih içinde oluşmuş resmi söylem ve kalıplarla uyuştuğu ölçüde muteberdir. Ona kişisel yorumlar ve deneyimler katılmasından çekinilir. Hocaefendi işte bu noktada Ahmet Kuru’nun görmek istemediği farklı ve yeni bir çizgi üretmiştir. Bir taraftan geleneğin verdiği güven duygusuna, diğer taraftan da yeni toplumsal değerlere tutunmuştur ki bu, büyük ölçüde sentezci bir tavırdır.
Hocaefendi’nin etrafında şekillenen hareket, bütün geleneğini, görünme, teşkilat, yayılma ve tebliğ misyonunu, toplumsal ve ahlakî değerlerini, eğitim ve hazırlık kurumlarını… -Kur’an ve Sünnet ile İslam düşünce tarihinin zengin varidatına dayanarak- Hocaefendi’nin engin vicdanî tecrübesi ve ilmî karîhası ışığında kendisi üretmiştir. Hareket, hızını ve dinamizmini şifahî ve günübirlik değişen bir kültürden değil, ortaya konan sağlam prensiplerden alır. Elbette bu prensipler birer “nass” değildir. Hepsi tamamen isabetli de olmayabilir ve eleştiriye açıktır. Aynı şey hizmet içinde alınan kararlar ve uygulamalar için de geçerlidir. Esas olan, bunu yaparken ithamlara, iftiralara, saplantılara girmeden harekete müspet katkı sağlamak ve yapıcı olmaktır.
Asr-ı saadet Hocaefendi’nin en önemli referansıdır
Şu da bilinmelidir ki, bu prensipler İslamî nasslardan, tarihsel geleneklerden ve Müslümanların geçmiş tecrübe ve birikimlerinden beslenmektedir. Bu tecrübe ve birikimler, bir kenarda kullanılmaya hazır bir şekilde bekliyor değildir. Değerli mütefekkir Enes Ergene’nin, kitabında belirttiği gibi “Farklı tarihsel deneyimleri, tecrübe, birikim ve nassların ifade ettiği değerleri oralardan bulup çıkarmak, çağdaş birikim ve deneyimlerle yüzleştirmek ve onlara yeni bir yüz, yeni bir yorum ve aktivite kazandırmak geniş bir bilimsel karîha, yorum yeteneği ve çağdaş pratiklere vukûfiyet gerektirmektedir. Hiçbir kitap, tarihsel miras ve geçmiş beşerî ve toplumsal deneyim tek başına insana bunu vermez. İşte Hocaefendi’nin şahsî birikim, deneyim ve karîhasının önemi burada ortaya çıkmaktadır.” O, geçmişle geleceği, dinî ve sosyal pratiklerle yoğurarak çağdaş insana ve Müslümana önemli ve örgütlü bir dünya görüşü sunabilmiştir. Bu dünya görüşü Ahmet Kuru’nun iddia ettiği gibi bağlamından koparılmış peygamber kıssalarına değil, eserlerde ortaya konmuş yüzlerce prensibe dayanmaktadır.
Asr-ı saadet, Hocaefendi’nin elbette en önemli referansıdır. Zira orada en mükemmel insan, yanıltmayan rehber Allah Resûlü vardır. Duru ve saf bir inanmışlık hâkimdir. Siyasî, ideolojik ve köktenci addedilecek hiçbir katılık yoktur. Asr-ı saadet nesli orta derecede bir sosyal yaşam süren, genelde fakir, ama hepsi uyumlu ve saygın bir kuşaktan oluşur. Bu asır, fedakâr, diğergâm ve sade insanların inci gibi yan yana dizildiği bir asırdır. Bu sade, basit ama fedâkâr yaşam, zahidlik derecesinde katı şartlarda gerçekleşen bu ihtişamsız fakat zevkli hayat ve dine gönülden bağlı insanlar Hocaefendi’nin düşüncesinin ideal köklerini oluşturur. Hocaefendi’nin ortaya koyduğu prensipler ve hizmetin bütün idealleri doğrudan ya da dolaylı, mutlaka bu asrın pratikleriyle uyumlu bir görünüm arz eder.
Keşke Ahmet Kuru…
Sayın Ahmet Kuru bu noktayı neden görmek istemedi veya gözden kaçırdı bilinmez ama keşke, Hocaefendi’yi takipçilerini yanıltmakla suçlamak yerine ortaya koyduğu bu prensiplere odaklanabilseydi. Eğer bunu gerçekten yapabilseydi makalesinde dile getirdiği “lider değil prensipler önemlidir” savını doğrulayacak pek çok argümana ulaşabilirdi. Hocaefendi’nin yayınlanmış eserlerine, Eyüp Can’dan Nevval Sevindi’ye kadar muhtelif röportajlarda ortaya koyduğu perspektife insafla atf-ı nazar etseydi hizmet hareketini bugünlere taşıyan yüzlerce prensip bulabilirdi.
“Adanmışlık” veya “beklentisizlik”i irdeleseydi mesela, üç kuruşa ahiretini satan mücahidlerin (!) olduğu bir Müslüman âleminde, dünyasını bir valize sığdırıp yeryüzüne dağılan yüzbinlerin varlığına bir anlam verebilirdi. Uğradıkları bunca zulme rağmen karşı tarafa bir sapan taşı bile atmayan yüzbinlerin temsil kalitesini kavramaya çalışsaydı, radikalizmin, şiddetin, terörün girdabında boğulup giden Müslümanların “Müslüman terörist olamaz, terörist de Müslüman olamaz” prensibinden mahrumiyetlerine derin bir âh çekerdi. Zahirîliğin, selefîliğin ve neo-haricîliğin hüküm sürdüğü İslam dünyasında “farklı olana tahammül” ve “herkesi kendi konumunda kabul etmek” nasıl bir seviyedir, anlardı. Dr. Kuru, “aktif sabır” kavramı üzerine biraz düşünseydi, sohbetlerde anlatılan peygamber kıssalarının bağlamını da çözerdi.
Cehalet sarmalında kıvranan dünyaya “önce insan” deyip binlerce eğitim kurumuyla çare arayan bir ideali az da olsa tanımaya gayret etseydi, dünyanın eğitim seviyesi en yüksek sosyal hareketinin nasıl oluştuğunun da farkına varırdı. Keşke Ahmet Kuru, insanlar yaşamak için birbirlerini öldürürken “yaşatmak için yaşamak”ın nasıl bir ideal olduğuna kafa yorsaydı. Keşke, “medeniyetler çatışması” tezlerinin yüksek sesle dile getirildiği bir zamanda o çatışmanın potansiyel taraflarından biri olarak görülen Müslümanların içinden bir liderin neden “medeniyetler ve kültürler arası diyalog”a bu kadar önem verdiği üzerine odaklansaydı.
“Meşveret ve şûra” ya Hocaefendi’nin verdiği ehemmiyeti görebilseydi, Hocaefendi’nin hizmet adına hiçbir başarıyı sahiplenmediğini, hizmete dair hiçbir güzelliği şahsına mâl etmediğini de idrak ederdi. Çocuğu yaşındaki insanların makul önerileri karşısında kendi düşüncelerinden nasıl vazgeçtiğini görseydi, Hocaefendi’nin meşverete verdiği önemin satırlarda kalmadığını da bilirdi. Ve en önemlisi Ahmet Kuru “Gerçek hürriyetin Allah’a kul olmaktan geçtiğini” idrak edebilseydi, ilminden kaynaklanan egosuna, akademik kibrine ve sebebini anlayamadığım Hocaefendi takıntısına esir olmazdı.
Ama o böyle yapmadı. İçlerinden birkaç tanesi örnek olarak yukarıda zikredilen yüzlerce prensibi değerlendirip eleştirmek ve onlara daha iyi alternatifler üretmeyi, onları geliştirmeyi denemek yerine, Hocaefendi’nin şahsını sorguladı. Uhud’un hesabını -hâşa- Efendimiz’den sorar gibi, prensiplere riayetsizlikten, ihanetlerden ve düşmanın zulüm ve insafsızlığından kaynaklanan muvakkat küsûfun faturasını Hocaefendi’ye kesmek gibi bir talihsizliğin içine düştü. Keşke Ahmet Kuru, hem batı dünyasından hem Arap dünyasından yüzlerce meslektaşının yarısı kadar objektif, insaflı, kadirşinas ve hakperest olabilseydi!
Hocaefendi’yi ve düşüncesini daha ciddi, dikkatli ve özenli bir biçimde okuyup anlamaya hepimizin ihtiyacı var.
Ahmet Kuru yu tebrik ediyorum. İçimizdeki PUTPERESLİĞİ yıpratacak bir taşıda o atmış Allah ondan razı olsun. LAYÜSEL (tartışılmaz sorgulanamaz) tek şey ALLAH tır. Gerisi tartışılabilir kritik edilebilir H.E. de olsa.
yazinizi okuduktan sonra acaba Ahmet Kuru ne kadar cok sacmalamis diye merak edip, onun yazisini okudum. Acikcasi sok gecirdim. Yazisinda tenkit edilebilecek taraflar var ama sizin bu yazinin olcuyu cok fazla kacirmis ve malesef o yaziyi tenkit degil dogrulayan bir yazi olmus.
Neden bu kadar olcuyu kaciriyorsunuz? Neden bu kadar sivri dilli ve fanatiksiniz anlayamiyorum?
Acikcasi sizin adiniza uzuldum ve insallah sizin jenerasyonunuzdan cok fazla kalmamistir artik diye dua ediyorum…
Faik bey Allah razı olsun
1-) Yazınız subjektif bir yazı. Hocaefendi değil Fetullah Gülen diyeceksiniz eğer yazınızın ağırlığı olsun istiyorsanız
2-) Gökhan Bacık’ın yazısının başlığına hakaret varan üslup ile eleştireceksiniz bile Gökhan Bacık’ın “Gecekondu Peygamberlik” yazısı diyerek yazacaksınız
3-) Yazınız İslami değil Gülen ve Gülen hareketini anlatıyor. Evrensel değil yöresel
4-) Ahmet Kuru’nun dini bilgisini ölçmüş gibi hükümleriniz var. Bu yanlış
5-) Fetullah Gülen’i bilmek ayrıcalık, bilmemek cehalet gibi zihniyet kokan bir yazı. Bunun doğru olmadığını düşünüyorum
6-) Bu Fetullah Gülen’i anlamak başlıklı bir sohbet yazısı. Bunca şeyden sonra bu tür yazıları yazmaya kaleminiz nasıl gidiyor? Gülen’i tartışmıyorum sadece eski usulü seçmek için ne gibi bir inat girdabı içindesiniz?
7-) Ahmet Kuru sizin itham ettiğiniz şeyleri Gülen’e ithaf etmiyor. Yanlışlarını nazikçe kaleme dökmüş
😎 Siz bir yazı yazabilir misiniz Gülen’i eleştirecek?
9-) Yazınız mantıktan uzak, dar bir mahalleye sokulmuş, temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp önümüze sürülmüş şeyler
tr724 sitesindeki bir cok yaziyi cok begenerek okuyorum. Usluplari, ufuklarinin genisligi, icerikleri..vb cok iyi. Bazı yazarların yazılarını iple çekiyorum. Ama malesef sizin yazılarınıza bir türlü ısınamadım. Mesele sadece siz olsanız problem değil ama malesef sanırım sizin tarzınızda insanlar var ve bunlar iyi birşey yaptıklarını sanıyorlar. Güya Ahmet Kurunun yazısını eleştireceksiniz, adama demediğinizi bırakmamışsınız. Neden fikir ile değil de şahıslar ile uğraşıyorsunuz. Neden haksız yere ithamlarda bulunuyorsunuz. Haksızlığın karşılığının ZULUM olduğunu benden iyi bilirsiniz. Peki zalimleri bunca eleştirirken neden zulum yapmaktan imtina etmiyorsunuz. Acizane tavsiyem: ya kendiniz ile yuzleserek icinizi ve uslubunuzu guncelleyin ya da ne olur nesli cedidin onunde durmayın. İyi niyetinizden suphem yok ama kanımca siz ve sizin tarzınızdakiler iyilik yapayım derken zarar veriyor olabilirler. NOT: Bu yazdıklarım benim bakış açımı gösteriyor. Belki de ben yanılıyorumdur. Yanılıyorsam gerçekten memnun olurum. Ayrıca üslubu eleştirirken kendi üslubumun da birçok problemleri olduğunun farkındayım. Tek mazeretim: ben sadece yorum yapıyorum, yazar değilim. Haksızlık yapmışsam hakkınızı helal edin.
Yaziniz gerçekten aydinlatici olmuş. Ne olur Allah rizasi için Hakk’ı anlamamakta direnen cahil, muk’ab cahil yorumcuların yazisina aldirmayin.
Vallahi Allah sizinle bizimle beraber.
Magdur isimli kisinin yorumunu begeniyorsaniz bu usluba devam ediniz.
Masallah, bize demedigini birakmamis ve kendisinin dogru yolda olduguna dair Allahi sahit tutmus.
Sert ve dengesiz uslup ile yazilan yazanlar bu tur yorumculardan sikayetci olma haklari yok.
Fikri elestirilere verecek fikri cevaplari olmayanlar insanlara hakeret etmeyi ve Allaha kasem etmeyi marifet bilirler.
Ahmet Kuru ve Gokhan Bacik’in yazilarini okudum. Her konuda onlarla ayni dusuncede degilim, ama en azindan fikir ve dusunce yonuyle icerikleri zengin yazilar. Bu yazi malesef o seviyede degil, ancak onlara isaret etmesi yonuyle indirek de olsa istifadeli oldu. Unutmayin ki bir fikri elestirmeniz icin sizin de fikir uretmeniz gerekli. Son olarak: Sahsilestirmek cozum degildir. Elestiri her zaman degerlidir.