YORUM | YÜKSEL DURGUT
Filistin halkı, İsrail’in savaş ilanı sonrası vahşice katledildikçe, çoğunluğu Müslüman olan ülkelerin liderleri kendilerini Filistin ulusal hareketinin vazgeçilmez destekçileri olarak göstermeye çabalıyor. Geçtiğimiz haftalarda Suudi Arabistan’ın Cidde kentinde yapılan ve İsrail saldırganlığının sözde güçlü bir şekilde kınanmasıyla sonuçlanan İslam Konferansı Örgütü (İKÖ)’nde gerçekleştirilen olağanüstü toplantısı sonrası yapılan açıklamalar da bu iddiamı doğruluyor.
Savaşın başlaması sonrası acil olarak yapılan toplantılar ve beraberinde kağıtlardan okunan açıklamaların benzerlerini geçmişte de yaşadık. Yıllardır yanan bu ateşin her alevlendiği anda sosyal medyada yayınlanan ürün listelerinin protestosunu, Starbucks’ta Filistin bayraklarını boyunlarına asarak ellerinde kahveleriyle protesto eden AKP gençliğini, lüks araçlarına astıkları Filistin bayraklarıyla yapılan protestoları izledik. Her bir siyasi lider, kameralar karşısında sembolik açıklamaları yapmayı sürdürdüler. Ancak ‘ümmetin liderleri’ bu açıklamaları yaparken, kendi vatandaşları tarafından her zaman hor görüldüler.
Bakınız İslam dünyasının hamilerine…
Taliban’ın asıl hamisi Suudi Arabistan’dır. Her ne kadar veliaht prensin saltanatı Suudi monarşisinin Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar gibi Körfez krallıklarına benzer bir şekilde kurulduğu döneme denk gelse de, tarihsel olarak totaliter bir dünya görüşünü kendi ülkesinde de uyguluyor.
Katar en azından, ana akım Batı medyasını karakterize eden İsrail’in neredeyse sınırsız desteğine nefes aldıran Al Jazeera medya ağını ortaya çıkarmıştır. Ancak genel olarak Körfez monarşileri, tarihi Filistin’e sınırı olan ülkeler, Mısır ve Ürdün gibi, diğer Müslüman ülkelerin çoğu, bırakın sömürgeleştirilmiş Filistinlileri, kendi halklarının demokratik özlemlerini bile umursamadıkları gün gibi ortada. İçlerinde Türkiye bir istisna olmakla övünse de sarayın başındaki zatın Suriye ve komşu ülkeler ile kendi halkına uyguladığı sömürü rolünü yazmaya gerek yok.
Peki bölgede hiç mi demokratik ülke yok?
İsrail’in demokrasi bayrağını dalgalandıran tek ülke olduğunu sadece Batılı ülkeler diline doluyor. Bu söylem maalesef hem gülünç hem de mide bulandırıcı. Batılı devletler bu tür olaylarda hep özgürlük timsali olduklarını iddia ederler. Ancak son yaşanan gelişmeler neticesinde ortaya koydukları tavır, Filistinlilere yönelik soykırım karşısında bir kere daha açığa çıktı.
Çin, Batı’dan bakıldığında bölgede yaşananlara nispeten istikrarlı yaklaşıyor. Küreselleşme çağının tartışmasız en büyük fırsatçısı olan Çin, yüzyıllardır süregelen Batı hegemonyasına karşı en belirgin meydan okuyucu. Ancak Çin’in kendisi de demokratik değil. Yıllar içerisinde eşitsizliği daha da gün yüzüne vurdu.
Rusya gibi karanlık ülkelerin yanı sıra Hamas’a daha yakın başka bir ülke daha var; İran. Batılı güçlerin 7 Ekim’den bu yana İsrail’e verdiği desteğin yanı sıra İran ve Rusya’nın birlikte hareket etmesi daha büyük bir yangının çıkmasına neden olacaktır.
Latin Amerika, orta doğudaki ateşin söndürülmesini istiyor. Brezilya, Venezüella, Kolombiya ve Küba en azından Gazze’deki etnik temizliğe karşılar. Dünyanın her bölgesinde patlak veren protestolarla birlikte, İsrail’in Hamas saldırısına verdiği orantısız tepki ve Gazze’deki sivilleri ayrım gözetmeksizin bombalaması dünyanın vicdanını sarsmış gibi görünse de bu yeterli değil.
İsrail’in aldığı açık destek, Gazze’yi yiyecek, su, yakıt ya da ilaç olmadan haftalarca kuşatma altında tutmak, çocuklar da dahil olmak üzere masum sivilleri öldürmek, hastaneleri bombalamak ve kuşatma altındaki Gazzelilere insani yardımı engellemek savaş suçlarıyla eşdeğerdir.
Bu savaş şimdiden İsrail’in devlet olmasından bu yana verdiği belki de en uzun savaş oldu. Devasa askeri gücüne rağmen Siyonist devletin kırılganlığı da ortaya çıktı. Gazze Şeridi’nin tamamen yok edilmesi bile bu sömürgeci gücü güvende kılmayacaktır.
İsrail’in Gazze’de devam eden savaşı Arap ülkelerinin içinde bulunduğu çıkmazı daha da derinleştirdi. Başlangıçta bu ülkelerin çoğunun tepkisi sıradan ve temkinli oldu ve İsrail saldırganlığını doğrudan kınamaktan kaçındılar. İsrail ile normalleşme adımları göz önüne alındığında bu durum şaşırtıcı değil.
İsrail ile BAE’i arasında 13 Ağustos 2020 resmi adıyla ‘Abraham’ yani normalleşme anlaşmaları da yapılmıştı. BAE, 1979’da Mısır ve 1994’te Ürdün’den sonra İsrail ile ilişkilerini resmen normalleştirmeyi kabul eden üçüncü Arap ülkesi olmuştu. Masaya oturan ilk Basra Körfezi ülkesi oldu. 16 Ağustos 2020’de BAE, İsrail’i tanıyan diğer Arap ülkeleri gibi +972 ülke koduna doğrudan arama engelini kaldırarak ilk kez telefon hattını kurmuş ve karşılıklı ticari uçuşlara da onay verilmişti.
Aralarında Bahreyn, Fas ve Sudan’ın da bulunduğu çok sayıda Arap ülkesi, ABD destekli 2020 Abraham Anlaşmaları kapsamında İsrail’i tanıdı. İbrahim Anlaşmaları’nın adı, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam da dahil olmak üzere İbrahimî inançların, İbrahim’in İsrail’in kurucusu olarak rolüne ilişkin ortak inancını yansıtmaktadır.
Hamas’ın 7 Ekim’deki son eylemi Filistinlilerin ölümüne yol açmakla kalmamış, aynı zamanda barış sürecini de baltalamıştır. İsrail, Filistin’in biri Arap, diğeri Yahudi olmak üzere iki devlete bölünmesine karar veren 1947 tarihli BM Kararı ile güvence altına alınan Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin hakkını bastırmak için 70 yıldır acımasız güç kullanıyor.
Yakın tarihte bu topraklar Osmanlıların, Arapların, Romalıların ve daha sonra da İngilizlerin egemenliği altında kalmıştır. Siyonist hareket yani bağımsız bir vatan için savaşan Yahudiler, Avrupa’dan Yahudileri getirerek Arap topraklarını işgal etmiştir. 1948’de İsrail devletinin kurulmasına yani ‘Nakba’ olarak hatırlanan olayla birlikte 700 bin yerli Filistinli sürülmüştür.
İngiliz hükümetinin 1917’de Filistin’de “Yahudi halkı için yuva” kurma niyetini ortaya koyan ve “Yahudi olmayan toplulukların medeni ve dini haklarına halel getirmeyecektir” şeklinde ifade edilen Balfour Deklarasyonu vardı. Bu taahhüt hiçbir zaman yerine getirilmedi.
Bu topraklar Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar için dini bir öneme sahiptir. Müslümanlar Mescid-i Aksa’ya saygı gösterirken, Yahudiler için bu topraklar İbrani atalarına ev sahipliği yapmıştır.
Filistinliler kendi toprakları için yıllardır yaşama hakkı için mücadele ettiler. Modern dünya tarihi boyunca benzer şekilde karanlık ara dönemler hep yaşandı. Filistin özgürlük için duyulan özlemi temsil etmektedir.
Artık bu özlemin duyulmasına öncülük edenler, +972’nin erişimine onay veren ve dünyayı yöneten liderler değil, yer kürenin sıradan insanlarıdır.
Kabul etmek lazım ki Müslüman ülkelerin hepsi darmadağın durumda. Bir avuç insanın bulunduğu İsrail planlı ve sistemli bir şekilde çalışıp istediğini koparabiliyor. Dünyanın etrafında dağınık haldeki insanların bunu durdurabileceği temennisine katılmayı çok isterdim. Fakat sistemsiz, plansız ve dağınık bu kitleler farkında olmadan sürülüyor, güdülüyor ve ateşi daha da büyütüyor. En basit örneği, Londra’da, Paris’te, Almanya’da gösteri yaparken dolaşan çarşaflı ve sakallı insanlar ellerinde İslam bayrakları sallıyor değil mi? Peki bunları siz görürken, Batı dünyası görmüyor mu? Görüyor, hem de sosyal medya gözlerinin içine sokuyor. Ardından soruyorlar, bu mu Paris, bu mu Berlin, bu mu Londra? Siz belki bu görüntülerden çok mutlu oluyorsunuz ama karşıdaki kitlenin iyice sinirlendiğini, öfkeden kudurduğunu, aşırı sağın hiç olmadığı kadar güçlendiğini, İsrail’i haksız görmeyi bırak “adamlar akıllı, asıl bunları burada tutmakla biz hata ediyoruz. Avrupa’dan bu maymunları göndermeliyiz” dediklerini görmüyorsunuz. Meydanın ortasında kırmızı pelerini salladığında boğanın üstüne geleceğini akıl edemecek kadar bilgisiz, habersiz, gelecek olayları hesaplayamayan müslümanlar, meydanlara çağrılıp yapılmak istenen planlarda birer maşa olarak kullanılıyor. Bu en basit örneği tabii. Eğer at gözlüklerini çıkarıp, karşı tarafın neleri izlediğini, nelerden etkilendiğini anlamaya çalışırsanız o zaman “büyük resim” diye anlatılıp duran hikayeyi çözeceksiniz. Neden Avrupa’ya mülteciler dolduruldu? Neden son zamanlarda okumuş, yetişmiş insanların iltica etmesi zorlaşırken, bir niteliği olmayan insanlar akın akın Avrupa’ya rahatça iltica edebiliyor? Suçlusu haydutu Avrupa’ya doluşup tecavüz, hırsızlık vs yaparken bu kişilerin suçları medyada nasıl paylaşılıyor, toplumda hangi duyguları tetikliyor? Bunların hepsi planlı, programlı işliyor. Mevcut durumuyla Müslüman toplumlar bu kadar detaylı planlanmış olaylarda bir maşa olmaktan başka hiçbir işe yaramaz. Eğer bir zerre aklımız olsaydı “fitne zamanında oturan ayakta durandan hayırlıdır” ilkesine bağlı kalsaydık belki o bile bundan daha zararsız olurdu ama mevcut şartlarda mümkün değil
Yazinizda bir bilgi yanlisi var: Olaganustu IKO tolantisi gectigimiz haftalarda Cidde’de degil; 10-11 Kasim tarihlerinde Riyad’da yapildi.. yani daha dun bitti bu toplanti. Evet beklendigi uzere kinama dan baska hic bir sey çıkmadı