Zarrab’ın itirafları, AKP’nin kabusu oldu
HABER-YORUM | İLKER DOĞAN
17 Aralık, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin tartışmasız en büyük yolsuzluk soruşturmasıydı. Rüşvet ve yolsuzluk mahkeme kararlarıyla adım adım görüntülenmiş, soruşturmanın her aşaması belgelendirilmişti. Ancak suçüstü yakalanan siyasi iktidar, yargı önünde aklanmak yerine ‘darbe’ çığırtkanlığıyla hukuku yerle bir etti. Türkiye’de ‘aklanma’ fırsatını kaçıran AKP iktidarı, şimdi yolsuzluk ve rüşvetin hesabını bütün dünyaya vermek zorunda. ABD’de yargılanan Zarrab’ın her itirafı, iktidar temsilcilerinin üzerine kabus gibi çöküyor. İktidar temsilcileri, daha dün ‘hayırsever iş adamı’ olarak andıkları Zarrab’ı, bugün yerden yere vuruyor.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük ve kapsamlı yolsuzluk ve rüşvet operasyonu başladığında takvim yaprakları 17 Aralık 2013’ü gösteriyordu. Soruşturma MASAK raporuyla 13 Eylül 2012’de başlamıştı aslında. İddiaya göre İranlı 29 yaşındaki Reza Zarrab’ın liderliğindeki bir çete, sahte evraklarla İran’ın (uygulanan ambargo sebebiyle çıkaramadığı) Türkiye’deki parasını aklıyor ve ülke dışına çıkarıyordu. Örneğin buğday yetişmeyen Dubai’den sahte evraklarla binlerce ton buğday ithal ediliyordu. Sorun şu ki, İran’ın parasını kaçırmak için kurulan sistem, Türkiye’ye milyon dolarlar kaybettiriyordu. Normal şartlarda gerçek belgelerle ve banka üzerinden yapılması halinde alınması gereken komisyon, 3-5 siyasinin cebine giriyordu. Zarrab’ın dönemin bakanları Zafer Çağlayan, Muammer Güler, Egemen Bağış ve dönemin Halk Bankası Müdürü Süleyman Aslan’la irtibatı tespit edildi.
DEŞİFRE KORKUSU OPERASYONU ÖNE ALDIRDI
Aslında operasyon çetenin bütün ayaklarının deşifre edilebilmesi için 2014’de yapılacaktı. Ancak dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler, Zarrab’ın çetesini soruşturan polisleri, başka polisler aracılığıyla takibe almıştı. Soruşturmanın ‘deşifre’ olma riski ortaya çıkınca tarih öne alındı. Ve 17 Aralık sabahı düğmeye basıldı. Aralarında bakan çocukları ve Zarrab ile adamlarının da bulunduğu çok sayıda isim gözaltına alındı. Halk Bankası Müdürü’nün evinde yapılan aramalarda ayakkabı kutularının içinde, banyodaki liflerde yaklaşık 2,5 milyon dolar bulundu. Muammer Güler’in oğlunun evinde çıkan paranın miktarı ise 1,2 milyon dolardı. Zafer Çağlayan’ın oğlunun kaldığı ev babasının üzerine olduğu için arama yapılamadı.
RÜŞVETİN MİKTARI 63,5 MİLYON DOLAR
Emniyetin hazırladığı fezlekede bakanlar ve oğulları, İran’ın parasının hatırı sayılır bir komisyon karşılığında (binde 4-5) aklanmasını sağlıyordu. Bunu da sahte belgelere yol vererek yapıyorlardı. Zarrab ile bakanların tamamının mahkeme kararıyla dinlenen konuşmaları fezlekede yer aldı. Dinlenen kişi Zarrab’dı. Bakanlar ise Zarrab’la konuştukları için dinlemeye takılmıştı. Fezlekeye göre Çağlayan 28 kez ve toplam 52 milyon dolar, Güler ise 10 kez ve toplamda 10 milyon dolar, Bağış ise 3 kez ve toplamda 1,5 milyon dolar rüşvet almıştı. Bağış’ın ayakkabı kutusunda aldığı rüşvet saniye saniye görüntülenmişti. Polisler, rüşveti tespit için adım adım takip etmeyi yeterli görmemiş ve çapraz kontrol için harita baz analizi bile yapılmıştı.
KURYE: ANKARA’YA ÇOK PARA TAŞIDIM
Zaten Zarrab’ın kuryesi de rüşveti resmen itiraf etmişti Meclis Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu’na verdiği ifadesinde. Muhammed Sadık isimli kurye, Ankara’ya defalarca milyon dolarlar götürdüğünü söylemişti. Kuryeler, İstanbul’dan Ankara’ya sırt çantalarıyla 2 milyon dolar ve 2 milyon Euro götürürken havaalanında görüntülenmiş ve bu görüntüler de fezlekeye girmişti. Yapılan teknik ve fiziki takibe göre söz konusu paralar Çağlayan’ın oğlu Kaan’a teslim edilmişti… Baz istasyonu kayıtları da bunu net olarak ispat ediyordu. Egemen Bağış da aldığı kutuları kabul etmiş ve ‘hediye’ olduğunu söylemişti.
SAVCI KARA: BİR NUMARA ERDOĞAN’DI
17 Aralık dosyası operasyondan 40 gün sonra Savcı Celal Kara’dan alındı. Savcı, 25-29 Ocak 2015 tarihleri arasında Cumhuriyet’ten Can Dündar’a verdiği röportajda, şüphelilerin konuşmalarında geçen ‘bir numara’nın Erdoğan olduğunu söyledi. Kara, “Bu işlerin başbakandan habersiz, bilgisiz ve ilgisiz dönmesine imkan yok. Bu dosya kapanmadı, kapanamaz. Kapanmasının tek yolu zanlıların yargı önüne çıkmasıdır.” diyordu.
KARA PARA TRAFİĞİNİ İLK YENİ ŞAFAK YAZDI
İktidarın operasyona tepkisi çok sert olmuştu. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, başlatılan soruşturmayı hükümeti ve ekonomiyi hedef alan siyasi bir operasyon olarak yorumladı. Halbuki İran’ın kara para trafiğini ilk deşifre eden gazete Yeni Şafak’tı. Adı geçen pravda, 17 Aralık’tan iki ay önce 13 Ekim 2013’te söz konusu kara para trafiğini, ‘Türk Leaks’ manşetiyle sayfalarına taşımıştı. Önce operasyonu yürüten polisler, sonra savcılar ve hakimler görevden alındı. Ardından da ihraç edildiler. Yetmedi bir çoğu tutuklandı, bir kısmı ise can güvenliği endişesiyle vatanını terk etmek zorunda kaldı.
VE BEKLENEN SON: TAKİPSİZLİK!
Soruşturma yeni savcıya, Ekrem Aydıner’e teslim edildi. Ve beklenen oldu; Aydıner, 11 ay süren incelemenin ardından, 17 Ekim 2014’te dosyayla ilgili takipsizlik kararı verdi. Kararda, ‘soruşturma kapsamında usulüne uygun delil toplanmadığı, suçun unsurlarının oluşmadığı ve herhangi bir örgüte rastlanmadığı’ kaydedildi. Önce polislerin koyduğu iddia edilen milyon dolarlar ise ‘takipsizlik’ kararının ardından sahiplerine teslim edildi!
EFSANE TAPE: PARALARI SIFIRLAYIN
İlerleyen günlerde 17 Aralık yolsuzluk soruşturmasıyla ilgili çok sayıda tape internete düştü. Bunlardan biri de Erdoğan’la oğlu Bilal arasında geçtiği ileri sürülen konuşmaydı. TÜBİTAK, konuşmanın ‘hece hece’ montaj olduğuna dair ‘bilimsel’ olduğunu iddia ettiği bir rapor hazırladı. Ancak söz konusu rapor kamuoyundan sır gibi saklandı! Söz konusu görüşme sırasında miting için Konya’da bulunan Erdoğan, operasyonu haber alır almaz İstanbul’daki oğlunu arayarak, ‘evdeki paraları sıfırlaması’ talimatını veriyordu. Bilal Erdoğan meleseyi tam anlayamayınca, “Sümeyye’yi yanına gönderiyorum.” diyordu. Ve Sümeyye Erdoğan, TK2123 sefer sayılı THY uçağı ile yanındaki kadın koruma polisi ile birlikte sabah 09.00’da İstanbul’a uçmuştu. Bilal Erdoğan, aynı gün 23.15’de yaptıkları dördüncü görüşmede ise babasına paraları henüz sıfırlayamadıklarını, ellerinde 30 milyon Euro gibi bir miktar kaldığını ve onunla da ‘Şehrizar Konakları’ndan daire alabileceklerini söylüyordu. Ve o daire de alındı! Konuşmadaki her şey bir bir hayata geçirilmişti.
Zarrab: Başbakan onay verdi
17/25 Aralık Türkiye’de ‘talimatla’ kapatıldı ancak Zarrab’ın ABD’ye gitmesi ve orada tutuklanması yolsuzluk soruşturmasını bütün dünyanın öğrenmesine neden oldu. Tatil için gittiği ABD’de 19 Mart 2016’da gözaltına alınan Zarrab, İran’a yönelik yaptırımları ihlal ederek ABD’yi dolandırmak, bankacılık sahtekârlığı ve karapara aklama suçlamalarından Miami’de tutuklandı. Savcıyla anlaşan Zarrab, bütün yasadışı eylemlerini tek tek itiraf etti. Her şeyin Erdoğan’ın onayıyla yapıldığını anlatan Zarrab, “Sayın Başbakan bu ticaretin başlatılması için onay ve talimat verdi. Demek istediğim, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve Babacan bu ticareti yapmaya karar vermişti.” dedi.
Çağlayan’a 50 milyon Euro rüşvet verdim
Zarrab, Halkbank ile çalışmaya başladığı süreci ve bu iş birliğindeki rolü karşılığı Zafer Çağlayan’a verdiği rüşveti ise “Halkbank ile ilişkim 2012 yılında başladı fakat bağlantılarım daha eskiye dayanıyordu. (…) Çağlayan, yüzde 50-50 ortak olmak koşuluyla bu ticarete aracılık edebileceğini söyledi. Çağlayan’a 45 ila 50 milyon avro arasında bir rüşvet ödedim.” sözleriyle anlattı. Türkiye’de ‘aklanma’ fırsatını kaçıran AKP iktidarı, şimdi yolsuzluk ve rüşvetin hesabını bütün dünyaya vermek zorunda.