Merhum Çetin Altan, “Gölgelerin Gölgesi” isimli kitabında ortaokul yıllarında tarih dersine giren İttihat ve Terraki hükümetinde iaşe nazırlığı yapmış Raşit Bey diye birinden bahseder. Bugünkü AKP iktidarında olduğu gibi diktaya yöneldikçe yolsuzlukların, hırsızlıkların, rüşvetin zirve yaptığı İttihat ve Terraki döneminin meşhur İaşe Nazırı Kara Kemal iyi bilinir de hikâyemizin kahramanı, dürüstlüğü ile tanınan Raşit Bey pek bilinmez.
Çetin Altan, devir değiştiğinde geçimini sağlamak için tarih öğretmenliği yapmak zorunda kalan İslam aşığı bu eski nazırın hikâyesini, sorduğu bir münasebetsiz (!) soruyla arasının bozulması üzerine, yeniden gözüne girmek için yaptıkları üzerinden şöyle anlatır:
40 BİN ALTINA KADAR NAMUSLU
“Hz. Muhammed’in hayatıyla ilgili talihsiz sorudan sonra Raşit Bey’le barışmanın yollarını aramaya koyuldum. Raşit Bey’in her türlü yeniliğe karşı çocuksu bir ilgisi vardı. Aynı zamanda cep lambası da olan bir kalem geçirdim elime. Düğmesine basınca çevresine ışık dağıtarak karanlıkta da yazmayı sağlıyordu. Tarih dersinde kalemle oynuyordum. Raşit Bey geldi.
– Bu ne, diye sordu.
Anlattım kalemin özelliğini.
– Tam bana göre kalem, dedi. Her türlü fikir gece geliyor aklıma. Kalkıp lambayı yakarak not almaya üşendiğim için unutuyorum aklıma gelen şeyleri.
Kendisine vermek istedim kalemi. Kesinlikle ama kibarca reddetti. İlk kez bir anı anlattı:
– Ben vaktiyle nazırken kırk bin altına kadar rüşvet teklif ettiler. Reddettim. Kırk bin altına kadar namuslu olduğumu biliyorum. Ama kırk bin altından daha çoğunu teklif etselerdi ne olurdu bilemiyorum. Kırk bin altına kadar namuslu olduğuma göre senden rüşvet alamam.”
Raşit Bey belli ki kendisini bilen bir adammış. İşi alım satımla, parayla olduğu halde ve yolsuzlukların vakayı adiyeden olduğu bir dönemde bile teklif edilen 40 bin altınlık rüşveti almayacak kadar da “namuslu”ymuş.
BU DA 300 BİN TL’YE KADAR NAMUSLU
Raşit Bey’i rahmetle yâd ederek dönüp bir de bugün iş icabı topluma din, iman, ahlak vesaireden bahsedenlerin durumuna bakalım isterseniz. Malumunuz olduğu üzere 300 bin TL’lik lüks makam arabasına yönelik kamuoyu tepkisi karşısında ne yapacağına şaşıran Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Allah’tan korkmayıp kuldan utandığından olsa gerek, önce arabayı iade etmeye kalkışmıştı. Sonrasında ise, lüks ve şatafatla itibar kazanıldığına iman etmiş Erdoğan’ın “çivi çiviyi söker” pervasızlığıyla 1 milyon TL’lik makam aracı teklifine ram olmuştu. Görmez’in “din adamı” itibarını yerle bir eden “ibret-i alem”lik bu hazin durumu çok tartışılmıştı.
Raşit Bey’in mantığıyla değil 40 bin altın, 300 bin TL’ye kadar bile “namuslu” kalmakta zorlanan, 1 milyon TL’lik makam arabası karşısında ise yelkenlerini tümden suya indiren Görmez’in durumu hakikaten ibretlikti. Terazinin bir kefesine dinini, imanını, haysiyetini, diğer kefesine ise 1 milyon TL’lik lüks makam aracını koymuştu. Makam aracı ağır basınca hırsızlığı, yolsuzluğu, yozluğu, despotluğu tescilli iktidara asker yazılmaktan imtina etmemişti. Görmez’in bu içler acısı hali sadece şahsi zaaflarının bir göstergesi olsa belki üzerinde fazla durmak gerekmezdi. Ama onun bu zavallı ve bu esef verici pespaye hali başında bulunduğu Diyanet İşleri Teşkilatı’nın içler acısı durumunu da fazlasıyla temsil ediyordu.
DİYANET’İN EN PESPAYE DÖNEMİ
3 Mart 1924’te kurulduğundan bu yana devleti hangi zihniyet yönetiyorsa ona göre pozisyon alan, türlü iktidarların elinde kullanışlı bir araca dönüşen Diyanet, tartışmaların da hep odağında oldu. 2015 rakamlarına göre, 117 bin 337 kişilik kadrosuyla Diyanet, ruhban sınıfının olmadığı İslam’ın ruhuna aykırı şekilde resmi bir “ruhban sınıfı” haline geldi. (Belki aralarındaki çok az istisnaları tenzih ederek) kurulduğu dönemde devrim yasalarının, İnönü döneminde Milli Şef’in, 12 Eylül’de askeri rejimin, 28 Şubat’ta cuntacıların hizmetinde olan omurgası oynak bu ruhban sınıfı, yine de hiçbir zaman yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet, hukuksuzluk, keyfilik, zulüm, , yalan, iftira, israf ve şatafatla yozlaşmış AKP iktidarı dönemindeki kadar pespaye bir duruma düşürülmemişti.
Yoz ve ahlaksız iktidarın apaçık yalan ve iftiralarla dolu en pespaye söylemlerini bile dini bir kılıfa sokarak adi bir propaganda aygıtına dönüşen Diyanet, özellikle Kürtlere, Alevilere, gayr-i Müslim vatandaşlara, farklı yaşam tarzlarına ve Hizmet’e yakın kesimlere yönelik işlenen sistematik zulümleri meşrulaştırmak suretiyle bu zulümlerin en işlevsel parçası haline geldi. 17-25 Aralık 2013’te suçsüstü yakalanmış ahlaksız bir haramiler güruhuyla kendisini özdeşleştiren Diyanet, en fazla zararı ise bizzat dine ve İslam’ın kendisine verdi.
CAMİ KÜRSÜLERİNDE CÜBBELİ PARTİZANLAR…
Hırsızlığı sorun etmeyen, rüşveti doğal karşılayan, yolsuzluğa fetva veren, en ahlaksız yalan ve iftiralara dini kılıf giydirerek meşrulaştıran, yoz iktidar eliyle işlenen haksızlıklar ve zulümler karşısında “dilsiz şeytan” olmak şöyle dursun bu haksızlık ve zulümlerin en faal aktörü haline gelen Diyanet, insanları şeytanca bir maharetle adaletten, insanilikten ve ahlakilikten ayrıştırdığı dinden gün be gün daha da soğutuyor. Karşılığında ise harami Erdoğan rejimi ve yoz AKP iktidarı, cami kürsülerinde cübbeli partizan şarlatanlara çevirdikleri Diyanet memurlarına kesenin ağzını açtıkça açıyor.
Öyle ki, 2017 bütçesinde Diyanet’e ayrılan pay Başbakanlık bütçesini (1 milyar 584 milyon lira) tam 4’e katladı. 6 milyar 867 milyon lirayla 11 bakanlığın bütçesinden yüksek olan Diyanet bütçesinin 5 milyar 474 milyon lirası personel giderleri için harcanacak. Yani içkiye, kumara, zinaya ve benzeri kötü alışkanlıklara dair dini, ahlaki telkinlerde bulunacakları varsayılan imamların doğrudan cebine girecek. Aslına başka söze gerek yok, sadece bu paranın kaynakları gözden geçirilse Diyanet’in nasıl bir gayr-i meşruluk ve çelişkiler batağı içerisinde debelendiği net bir şekilde görülebilir. Diyanet’in din memurları cami kürsülerinde dini anlatmak için maaş alıyor. Peki devlet Diyanet imamlarına maaş olarak dağıttığı bu paraları nerede, nasıl topluyor?
‘… HELAL ETMİYORUZ! SİZLER NASIL MÜSLÜMANSINIZ?’
Birkaçını söyleyelim: Diyanet, sadece Sünnilere “hizmet” vermesine rağmen Alevilerden, ateistleden, gayr-i Müslimlerden alınan vergilerle finanse ediliyor… Bu insanlardan son zamanlarda daha sık duymaya başladığımız şu soruyu ne yapacağız: “Aleviler, ateistler, gayr-ı Müslimler olarak ödediğimiz vergileri Diyanet’e helal etmiyoruz. Sizler nasıl Müslümansınız! Bu sizi rahatsız etmiyor mu?”
Sahi dini anlatma ve İslam ahlakına göre dindar nesiller yetiştirme amacıyla faaliyet gösteren devletin din memurları, Alevilerin maaşlarındaki payını helal etmemelerinden hiç mi rahatsızlık duymuyorlar? Farklı inanç sahiplerinden rızaları dışında alınan vergilerle finanse edilen din hizmetlerinde hiç mi sorun görmüyorlar? Adaletsizlikle, toplumun bir kesiminin hak ve hukukunun ihlaliyle ve kul hakkına girmekle mukaddes İslam dinini nasıl bağdaştırıyorlar?
DİYANET Mİ, ENGİZİSYON MAHKEMESİ Mİ?
Toplumun tüm kesimlerinden alınan vergilerle finanse edilen Diyanet’in, inanç grupları arasında adalet yerine adaletsizliğe hizmet ettiği yıllardır zaten tartışılıyordu. Din adına adaletsizlik üretmek başlı başına bir fecaatken, bugün Diyanet bu kepazeliği temsil ettiğini savunduğu inanç kesimleri arasında partizan ayrımcılıklara kadar vardırdı. Yetmedi, Ortaçağ’ın adi Engisizyon mahkemeleri rolüne soyundu ve yozlaşmış iktidara eleştiri yönelten inançlı kesimleri aforoz etme cüretinde bulunarak “fırak-ı dalle” ilan edecek kadar kendisini kaybetti, yoldan çıktı.
Bununla da kalmayıp, yılın son günü verilen Cuma hutbesinde ve farklı vesilelerle 100 bine yakın camide toplumun farklı kesimlerinin yaşam tarzlarına tehdit oluşturacak tuhaf bir pozisyon aldı. Yılbaşı kutlamalarını vesile ederek topluma barış ve huzur yerine nefret tohumları serpmeyi tercih etti. Rüzgâr ekti, fırtına biçti. Yılbaşı gecesi bir eğlence merkezinde yapılan vahşice katliama sosyo-psikolojik zemini hazırladı. Milyonlarca insanın gözünde bu alçakça katliamı meşrulaştırma vazifesi gördü.
AKP adına sadece siyasi propaganda yapmakla kalmayıp seçimlerde oy bile çaldıkları belgelenen Diyanet imamları, yurtdışındaki camilerde suçüstü yakalandıkları casusluk, istihbaratçılık, hafiyelik, muhbirlik vazifelerini yurtiçinde de devam ettiriyor. Cami cemaatini fişliyor, yaftalıyor, ihbar ediyorlar. Sadece bu çirkin faaliyetlerle değil Erdoğan ve adamlarının hırsızlık ve yolsuzluklarını gözden kaçırmak üzere bu ahlaksızlıklara dair kavramları hutbelerinden vaazlarından ayıklayan Diyanet, tuzun nasıl kokabileceğinin somut bir örneği haline geldi.
PARTİZAN DİYANET, AKP TEŞKİLATINA BAĞLANSIN…
Bu yüzden net teklifimdir: Bunca kokuşmuşluktan sonra ıslah ve iflah olma şansı kalmayan; toplumsal kesimler arasında sebep olduğu adaletsizlik yerine bundan böyle yeniden adalet üretir hale gelme imkânı bulunmayan Diyanet İşleri Teşkilatı, oluşacak ilk fırsatta mutlaka kapatılmalıdır. Şartlar değişmez de Türkiye Erdoğan dikta rejimine mahkûm kalmaya devam ederse şayet, olmaz ama fiili duruma resmiyet kazandırmak suretiyle 100 binden fazla camide gece gündüz yoz iktidarın borazanlığı yapan Diyanet, hemen AKP teşkilatına bağlanmalıdır. Çünkü, böylesi din kılıflı bunca ahlaksızlık arasında daha ahlaki ve dürüst olur. En azından Diyanet’in partizan din memurları kendilerini zoraki finanse etmek zorunda kalan on milyonların hak ettikleri şekilde sabah akşam lanetlemelerinden ve küfürlerinden yakalarını kurtarmış olur.
İttihatçıların İaşe Nazırı Raşit Bey, yaşlılık günlerinde iaşesini çıkarmak için ortaokulda öğretmenlik yaparken en azından “40 bin altına kadar namuslu” olduğunu bilmenin huzuru içerisindeydi. Cami kürsülerinde uğruna sattıklar, yoz iktidarın kirli ayakları altında adi birer paspasa çevirdikleri tüm değer ve inançlarının karşılığında aldıkları maaş miktarı kadar bile namuslu olamayan Diyanet imamları aynı huzuru hissedebiliyor mudur acaba?