MAHMUT AKPINAR | YORUM
Adında ‘halk’ ifadesi olsa da, tek parti döneminin CHP’si halka hiçbir zaman güvenmedi, taleplerine, görüşlerine itibar etmedi. CHP ve Cumhuriyet eliti halkı `dönüştürülmesi gereken kitle` olarak kabul etti. Toplumun kılık kıyafetine, ibadetine, kültürüne, din ve inançlarına müdahale etti. Bunları değiştirmek için zor kullanmaktan çekinmedi. AKP nasıl adaleti yok etti ise CHP de halkı kalıba sokmaya çalıştı.
Çok partili sisteme geçilince CHP toplum ve devlet üzerindeki baskın ağırlığını kaybetti. Seçimle gelen iktidarlar halkın taleplerini dikkate almaya, halkı memnun etmeye yönelirler. Bu durum kendisini “ülkenin efendisi” gören kesimleri rahatsız etti. Halkın taleplerini dikkate almayı “Kemalizden uzaklaşma” olarak gördü ve tehdit olarak algıladılar. Buna yol açan siyasetçileri, aydınları, bürokratları cezalandırma yoluna gittiler. Çok partili sistemde halka rağmen icraatlar yapılamıyor, halk yok sayılamıyordu. Kemalistlere göre bu hal devrimlerden, “Modern Cumhuriyet”ten uzaklaşmayı doğuruyordu. Bu nedenle vesayetçi zihniyet 10-15 yılda bir TSK üzerinden siyasete, topluma, kurumlara balans ayarı verdi.
1960 yılında seçimlere bir yıldan az süre kaldığı halde, meşru iktidara darbe yapıldı. Siyasetçiler tutuklandı, Başbakan Adnan Menderes dahil bazı DP’liler idam edildi. Siyasetçilerin idam edilmesi Türk siyaseti üzerinde derin travma oluşturdu. Sonraki siyasetçiler politikayı kefen giymekle eş değer gördü ve TSK uyarılarından çekinmeye başladılar.
1960 darbesi sonrası başta TSK olmak üzere devletin bütün alanlarında tasfiyeler yapıldı. Kemalist anlayış varlığını tahkim etti, halka yaslanan siyasetçilere, bürokratlara gözdağı verildi. Oysa Demokrat Parti’nin Kemalizme karşı olduğuna dair en küçük emare yoktu. Hatta “Atatürk’ü koruma kanunu” DP döneminde çıkarılmıştı. Ama Kemalist anlayış sosyal değişimleri, demokratik dönüşümleri rejime tehdit görüyordu.
1950’lerden sonra yükselen kentleşme 1960, 1970’lerde iyice arttı. 1980’e kadar olan dönemde Türkiye’de kırsaldan kentlere büyük göç akını oldu ve ülkedeki toplumsal doku, kentlerin yapısı değişti. Statükoculara göre göçler ve toplumsal dönüşüm irticayı, ayrılıkçı akımları besleyen ortamlar sunuyordu. Derin ve kirli faaliyetlerle sağ-sol çatışmaları artırıldı, eline silah verilip gençler çatıştırıldı. “Bu kadar kan döküldü, daha önce neden müdahale etmediniz?” sorusuna Kenan Evren, “Şartların olgunlaşmasını bekledik!” diyerek cevap verecekti. 1980 darbesi ile Kemalist anlayışın toplum ve devlet üzerindeki vesayeti tekrar tahkim edildi. Hak ve özgürlükleri kısıtlayan katı bir anayasa yapıldı.
Herşeye rağmen 1980’den sonra toplumdaki dindarlaşma ve muhafazakarlaşma hızlanarak devam etti. Kırsaldan kentlere göçen aileler hayata tutunuyor, ticaretle uğraşıyor, çocuklarını okutuyorlardı. Turgut Özal iktidarlarında muhafazakârlar daha da güçlendi, dini gruplar yaygınlaştı. Bunların arasında Hizmet Hareketi de vardı. Hizmet, dini faaliyetlere yeni ufuk kazandırdı, yöntemler geliştirdi. Eğitim merkezli bir hizmet felsefesi ortaya koydu, yeni eğitim alanları, kurumları üretti, Anadolu’nun dört bir yanına yayıldı, ülke sınırlarını aştı. Ahlaklı, eğitimli, nitelikli ve dindar nesillerin yetişmesi için çaba sarf etti, alternatifler yollar geliştirdi. Bütün bu gelişmeler vesayet odaklarını rahatsız etmekteydi.
28 Şubat, 1990’ların ikinci yarısında yaşanan bir süreçti. TSK merkezli planlanan, yargının, medyanın, rejim partilerinin, Kemalist derneklerin, Beyaz Türklerin, TUSİAD sermayesinin desteklediği topluma ayar verme, devleti ve kurumları dizayn etme çabasıydı. Statükocu, vesayetçi Kemalistler tehdit gördükleri kişileri, kesimleri devletten tasfiye etmek, toplumda itibarsızlaştırmak için geniş bir kampanya yürüttüler. Medyayı, yargıyı etkin olarak kullandılar. İktidara verilen muhtıra/uyarı ile 28 Şubat ete kemiğe büründü. İllegal Batı Çalışma Grubu talimatlar veriyor, tehditler yağdırıyordu. Halkı ikna etmek için provakatif olaylar tertiplendi, medya marifetiyle bunlar köpürtüldü. Ülkede suni gerilim ve korku iklimi oluşturuldu.
Bu kampanyanın birincil hedefi Doğu Perinçek’in, İlker Başbuğ’un itiraf ettiği üzere, nitelikli, eğitimli, dindar insan yetiştiren Hizmet kurumları ve insanlarıydı. Nitekim 28 Şubat’ın meşhur savcısı Nuh Mete Yüksel, Fethullah Gülen‘e bugünkü rejimin suçlamalarının aynısını içeren, idam isteminde bulunan dava açmıştı. Sekiz yıl süren dava beraatle sonuçlandı.
28 Şubat sürecinde hukuk eğilip bükülüyordu ama mahkemeler en azından cari yasalara uyuyordu. AKP döneminde hukuk katledildiği gibi mevcut anayasa ve yasalar bile dikkate alınmadı. Saçma suçlamalarla 2 milyon 300 bin insana soruşturma açıldı, yüz binlercesi mahkum edildi. Masum insanlara işkence yapıldı, özel mülkler yağmalandı, en temel haklar ihlal edildi.
28 Şubat elbette demokrasiye, hukuka çok zarar verdi. Bir utanç sayfası olarak tarihe geçti. Ama o dönemde çok geniş bir kampanya yürütülmesine, provokatörler işin içine katılmasına, tanklar sokaklara inmesine, medya, yargı, bazı aydınlar kullanılmasına rağmen istenilen başarı elde edilemedi.
Peki, istenilen sonuçları alamamalarının sebebi neydi?
Çünkü o dönemde sivil ve askeri bürokraside, medyada, iş dünyasında, yargıda demokrat, vicdan sahibi insanlar vardı. Bu insanlar 28 Şubatçıların kirli planlarını tespit ve ifşa ediyordu, dönemin bazı medyası ve gazetecileri bu haberleri basıyor ve halkı uyarıyordu.
28 Şubat’ın tamamlayıcısı, ileri versiyonu olan 15 Temmuz projesinde eski hataları işlemediler. Kemalist söylemleri terk etti, halkın tepki verdiği irticayı, başörtüsü karşıtlığını kullanmadılar. Projeyi çok daha pragmatist, ilkesiz bir yönetmene ihale ettiler. Zulmü ve hukuksuzlukları seslendirebilecek medyayı baştan susturdu, el koydular. “İslam, vatan, millet, bayrak” kavramlarını projeye sütre yaptılar. Sistem içinden haber verebilecek, engel olacak herkesi toptan ve bir kaç haftada tasfiye ettiler.
Kemalistler Erdoğan’ı giyotin olarak kullandıktan sonra, muhtemelen bir deliğe süpürmeyi düşünüyorlardı. Ama Erdoğan onların beklediğinden daha uyanık çıktı. Bütün olumsuzluklara rağmen kurduğu ‘tek adam’ rejimiyle Kemalist/ulusalcı ortaklarını da denetim altında tutuyor. Patronun kendisi olduğunu göstermek için gözdağı veriyor, hatta bazılarını cezalandırıyor.
Anlayacağınız İslamcı söylemlere rağmen yüz yıllık proje, tasfiye, balans ayarı devam ediyor.