YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
2023 yılı bir kesim tarafından Lozan Antlaşması’nın hiçbir zaman kaynak gösteremedikleri “gizli maddelerinden” kaynaklanan sınırlamaların kalkacağı, böylece Türkiye’nin “yüz yıldır yararlanmadığı petrol ve diğer yer altı kaynaklarını çıkarabileceği” bir yıl olarak büyük bir propaganda vasıtası yapıldı. Hatta birçok vaatler ve hedefler 2023 baz alınarak açıklandı.
HİÇBİR ŞEYİN ESKİSİ GİBİ OLMAMASI İÇİN
Bu hayallere karşılık Türkiye, 2023’e büyük bir ekonomik kriz ortamı içinde başladı. Ardından 6 Şubat depremiyle, yüz yıllık devletin, kendi insanının can güvenliğini bile sağlamaktan ne kadar uzak olduğunu, en acil durumlarda bile müdahale gücünün olmadığını çok acı bir şekilde gördük.
Yaşanan deprem felaketi, Türkiye’de tepeden tırnağa her şeyin değişmesi gerektiğini çok açık bir şekilde ortaya çıkardı. Zaten tam olarak demokratikleşememiş rejimin bir “tek adam, tek parti” rejimine dönüşmesinin bedeli, son yaşanan depremle milyonlarca kişi tarafından çok acı bir şekilde ödendi ve bundan sonra da ödenecek
En son gelinen nokta, Türkiye rejiminin her yönüyle yeniden sorgulanmasını zorunlu kılıyor. Bu yapılmadığı takdirde rejimin daha da otoriterleşeceği ve göstermelik bir muhalefete bile tahammül edemeyeceği anlaşılıyor.
Sorgulanması gereken konuların başında, Türkiye’de yüzyıllardır topluma lanse edilen “bazen hükümdarın kendi çocuğunu bazen de halkını feda eden” “kutsal devlet” anlayışı yer alıyor. Devleti “baba” olarak gören, “sever de döver de” diyen bir zihniyetin ülkeyi nasıl bir uçuruma sürüklediğinin artık anlaşılması gerekiyor.
Bütün modern demokrasilerde devletin ve devleti oluşturan kurumların “kutsal” değil insana hizmet amaçlı kurumlar olarak düşünüldüğü ve buna göre konumlandırıldığı dikkate alındığında Türkiye’de devletin yeniden tanımlanmasının gerektiği açık bir şekilde ortaya çıkıyor.
En ufak bir eleştiride bile “devleti yıpratmayalım” anlayışı yerine, hataların kritik edilmesiyle doğruları bulan, halka karşı her türlü icraatının hesabını şeffaf bir şekilde veren, halktan alınan vergilerin harcandığı yerleri detaylarıyla açıklayan, neyi, neden ve nasıl yaptığını her zaman kamuoyu ile paylaşan bir anlayışın kabullenilmesi gerekiyor.
LİYAKAT, EHLİYET
Yeni bir milat için toplumumuzun zihniyetinin de değişmesi gerekiyor. Geçen yazımızda ifade ettiğimiz gibi aslında Türkiye’de bir “kaht-ı rical” problemi bulunmuyor. Çok iyi eğitim almış, değişik uzmanlık alanlarında önemli tecrübeler kazanmış ve başarılara imza atmış binlerce insanımız bulunuyor.
Başarılı ve yetenekli insanların önünü açmak ve tepe yönetimlerinde istihdam etmek yerine, en son 15 Temmuz sonrasında gördüğümüz gibi, onları yokluğa mahkûm etmek ve liyakatli insanların yerine “partizan ve yandaş” kişileri yeterliliği ve uzmanlığı olmadığı halde çok kritik görevlere getirme alışkanlığından ve “liyakat yerine sadakat” anlayışından vazgeçmenin şart olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Yüzyıllardır devam eden önemli bir hastalığımız olan ülkeyi sıkıntılardan, milleti dertlerden kurtaracak bir “müncî-kurtarıcı” beklemenin de bir faydası olmadığı çok açık. Toplumun “güçlü, vazgeçilmez ve kerameti kendinden menkul” liderlere değil asıl itibariyle “insanı merkez alan”, “evrensel insan hakları ve değerlerini” kabul eden, kendisini halkın getirdiğini ve yine halkın götüreceğini kabullenmiş yöneticilerin tercih edilmesi gerekiyor.
Deprem ayrıca Türkiye’de yerel yönetimlerin ne kadar güçsüz olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Depremin ilk dakikalarından itibaren “tek adamın” onayını bekleyen, “sarayın” işareti olmadan on binlerce insanın hayatını kurtaracak adımları bile atamayan bir yapının sorgulanmasından daha tabii ne olabilir ki?
İşte bunun çözümü, Ankara’nın elindeki gücü yerel yönetimlerle paylaşmasından hatta bir kısmını doğrudan aktarmasından geçiyor. Bütün alanlarda hızlı adım atılabilmesi ve çözüm bulunabilmesi, Ankara’nın her şeye karar vermek yerine “seçilmiş yerel yönetimlerin” konumlarını teslim etmesi ve “her güzelliği iktidara, her başarısızlığı da topluma ve yerel yönetimlere mâl eden” yaklaşımdan vazgeçmesi icap ediyor.
Depremde devlet, “hantal yapısıyla” Ankara’dan bir türlü çıkıp deprem bölgesine gidemezken sosyal medyada örgütlenen sivil toplum kuruluşları yüzlerce insanın hayatını kurtarmak için harekete geçti. Devlet ve siyasi iktidar destekli kurumlar ortada gözükmezken bu kuruluşlar sadece yurtiçinin değil yurtdışının da desteğini almayı başardı.
Bu durum sivil toplum kuruluşlarının toplum hayatındaki rolünü ortaya koyduğu gibi bu kuruluşları engellemek ve çalışmalarına mâni olmak yerine onlara alan açmanın zorunlu hale geldiğini bizlere bir kez daha gösterdi.
KÖPRÜDEN ÖNCEKİ SON ÇIKIŞ
Türkiye 2011 seçimleri sonrasında giderek otoriterleşen, 15 Temmuz’u “Allah’ın lütfu” olarak görüp bir tek adam yönetimine dönüşen bir iktidar tarafından yönetiliyor.
Önce Korona ile mücadelede sonrasında da ekonomik krizin derinleştiği süreçte bu yönetimin her alanda olduğu gibi kriz yönetiminde de ne kadar kötü olduğunu hepimiz gördük.
En sonunda da 6 Şubat depremi, bu rejimin ülke ve insanımız için ne kadar büyük bir felaket olduğunu gösterdi. Ancak unutulmamalıdır ki, her kriz ve felaket aynı zamanda yeni bir sürecin başlaması için bir fırsat olabilir.
Dolayısıyla, 2023 bir felaketler yılı olarak başlasa da Türkiye için önemli bir fırsat oluşturabilir. Bir taraftan devletin konumunun ve “kurtarıcı lider, tek adam” anlayışının sorgulandığı ve böylece devlet yapısının yeniden kurgulandığı bir süreç başlayabilir.
Diğer taraftan devletin insana hizmet eden bir aygıta dönüşmesi sağlanarak seçimle iktidara gelen hükümetlerin “Deli Dumrul” gibi hareket etmeye hakları olmadığı aksine anayasa ve hukukla belirlenmiş yetkileri olduğunun kabulüyle vatandaşına hesap veren bir sistemin kurulması sağlanabilir.
Bu yönleriyle önce ekonomik kriz sonra da deprem felaketiyle başlayan 2023, belki de ülkenin “makus talihinin” değiştiği yıl olabilir. Ancak bu değişim ve yenilenme öncelikle toplumun son on yılda yaşadıklarından hareketle bir sorgulama yapmasıyla başlayabilir.
Ülkenin bu kadar kötü hale gelmesi, bütün uyarılara ve ülkenin bir deprem bölgesi olduğu gerçeğine rağmen gereken tedbirlerin alınmaması ve erken müdahale edilmediği için binlerce insanın enkazda hayatını kaybetmesi, her taraftan “devlet nerede” feryatlarının yükselmesi, bu sorgulamayı ve sonrasında da devletin yeniden yapılanmasını zorunlu hale getiriyor.
Bu yönüyle 2023 “Lozan’ın yürürlükten kalkacağı”, “Lozan’ın gizli maddelerinden dolayı çıkaramadığımız zengin petrollerin çıkarılacağı” bir yıl olmasa da öncelikle bir zihniyet devrimine sonrasında da devletin yeniden kurgulanması noktasında bir “milada” zemin hazırlayabilir.
Bunlar yapılmadığı takdirde ülke, dönüşü olmayacak şekilde daha da kötüleşecek, rejim daha da otoriterleşecektir. Dolayısıyla 2023, “köprüden önceki son çıkış” olarak görülmeli, yeni bir değişim ve dönüşümün başladığı bir yıl olmalıdır.