YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN
2000 yılına girdiğimizde sürreal bir tarihe geçmişiz gibiydi. Sanki bir bilim-kurgu filminin parçası olmuştuk. Uçan arabalar, ışınlama teknolojisi, Ay’a ve Güneş Sistemi’ndeki birçok gezegene uzay üsleri, akıllı robotların üretim yaptığı bir dünya, birleşmiş ve yaşamını anlamlı kılmış bir insanlık – 2000’lerden beklentiler oldukça iyimserdi, hatta uçuktu. 1991’de Sovyetler Birliği çöktükten sonra dünyanın artık tümüyle liberal demokrasilerle yönetileceği bir Kantiyen sonsuz barış dönemine gireceği konuşuluyordu. Artık bunu konuşan yok. 2000’lerin iyimserliği de hava cıva oldu.
Heyhat, zaten 2000 yılı sadece bir rakamdan ibaretti. Hiçbir özelliği yoktu. 1999’dan 2000’e giren dünyada hiçbir değişiklik olmadı. Milyarlarca insan hala açtı, yeterli temiz suya ulaşamıyordu, hastalıklarla kırılıyordu, dünyanın birçok bölgesinde savaş ve iç savaş milyonlarca insanın ölümüne yol açıyor, onları yersiz yurtsuzlaştırıyordu. İnsanlar sürekli bir milada ihtiyaç duyuyor, sayıların gizemine inanıyor, yaşlandıkça gelecekten umutları artıyordu.
Ne var ki değişen rakamlardı, dünya değil.
Ben Türkiye’de doğdum. Babam ve onun babası da. Nesillerdir aynı sorunlarla boğuşan bir ülkedir Türkiye. Siyasi kültürünün esiri, azgelişmiş, az eğitimli, doğru düzgün üretemeyen, kendisiyle kavgalı, geleceğe yönelik tasavvurları kavga konusu olan, kutuplaşmış, toleranssız, yolsuzluğa batmış bir ülke! Devletin halkına çobanlık yaptığı ve haliyle onun koyun olmasını beklediği bir siyasal ortamda, ülkenin başında bir diktatörün olmasına bazıları hala hayret ediyor. 1923’te resmi olarak başladığında bir diktatörlük olan Türkiye, 2023’te, tam 100 yıl sonra yine bir diktatörlük olarak dalya yapıyor. Çok partili hayata geçmesinden bu yana neredeyse her on senede bir ara dönemlerden geçmiş, evlatlarının bir bölümünü anarşist veya terörist ilan ederek onları toplum dışına itmiş bir ülkede başından sonuna ömrü boyunca rahat ve huzurlu yaşayan bir nesil yok son 100 yılda, inanabiliyor musunuz? Elbette bazılarınız inanmayacaktır – siz de haklısınız! Çünkü bunları ne okullarda okuduk, ne de bu olumsuzluklara kafa yordunuz. Sizden beklenen, devlete inanmaktı. Öyle de yaptınız. Resmi tarihin bilmenizi istediği şeyleri kafanıza doldurdular. Her sabah “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım” diye haykırarak güne başladınız – saçlar ve kıyafetler bir örnek! Ve okullarınızda yemin ettiniz, her sabah: “varlığım varlığına armağan olsun!” diye. Lise edebiyat derslerinin ilk ünitesi olan ya İstiklal Marşı’ydı, ya da Gençliğe Hitabe. Kıtalarca ezberletilen “Kahraman ırkıma bir gül, ne bu şiddet bu celal!” diyen ulusal marşınızda ırk ve etnik köken nasyonalizmi yapıldığını size kimse anlatamazdı. Ya da “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” diyen Gençliğe Hitabe’de neden kanınızın asil olduğunu sorgulamadınız. Muktedirlerin takdirine göre ve onların kafalarındaki ülkeyi kuracak ideolojiye hizmet edecek manipüle edilmiş tarihin endoktrinasyonundan geçerken siz, aslında ülkenin ilk yüz yılının ne olacağı da üç aşağı beş yukarı dizayn edilmiş oluyordu.
Dünyayı Türkler ve diğerleri diye ayırdılar. Türk’ün tek dostu Türkler olabilirdi. Bir Türk dünyaya bedeldi. Türk’üm diyene ne mutluydu. Türk önde, Türk ileriydi.
Türkler dışında bir aidiyet hissiniz olursa bu diskurunun tek önermesi sizin neden Türk olmaktan mutlu olmadığınızı sorgulamak ve varlığınızı reddetmekti. Sonra 1990’larda hasbelkader Kürtlerin gerçekten var olduğunuzu öğrendiğinizde derin bir şok yaşadınız. Çünkü yıllarca size esasında Kürtlerin karda yürürken kart-kurt sesleri çıkartan dağ Türkleri olduğu ve bu nedenle kendilerine Kürt dendiğini anlatan ciddi bir devletiniz vardı. Bu devlet size Kürtler yok derken ve onların anadillerini öğrenmelerini ve konuşmalarını eğitim sistemi üzerinden onları asimile ederek başarmaya çabalarken, utanmadan aynısını Bulgaristan’da etnik Türklere yapan Todor Jivkov komünist rejimini asimilasyoncu olmakla suçladı. Sonra da size Türklüğün esasında etnik bir kimlik olmayıp, kültürel aidiyete vurgu kapan bir üst kimlik olduğunu anlattılar. O sırada Türk Cumhuriyetleri denen Orta Asya Sovyet ardılı Türkî devletleri birleştirmeye yönelik adımlar atılıyordu. Ve yine o sıralarda Kuzey Irak’ta varlıklarını siyasi bir yapıya yönelten Irak Kürtlerinin Peşmergeler olduğu söyleniyordu. Yeter ki Kürt adı kullanılmasın! Tabi o muhteşem eğitim politikaları ve endoktrinasyon sonuçlarını verecekti – öyle de oldu. Büyük çoğunluk bu çelişkileri ve bu manipüle edilmiş tarihi satın aldı. Gerçekler gizlendi ve İttihatçı-Cumhuriyetçi kadroların etnik temizlikçi tek ulus ve tek devlet politikası hayata geçirildi.
2000’le böylece uçan arabaları ve robotları beraberinde getirmedi. Biz bir bilim kurgu filmini yaşamıyorduk. Bir zaman tünelinde, düşük bütçeli ve yalnızca birkaç muktedirin gişe gelirleri için yaratılmış amatör bir tarihi film setinde, üçüncü sınıf figüranlar olmamız tercih edilmişti. Böylece 2000’li yılların sadece rakamsal bir değişiklik anlamına geldiğini, başka azgelişmiş ülke insanları gibi anlayacaktık.
Baştaki insanların isimleri, simaları, dünya görüşleri değişse de, Türkiye denen devletin vatandaşıyla olan ilişkisi hiç değişmedi. 1923’ün sorunlarıyla 2023’ün sorunları arasında büyük benzerlikler olması size de ürkütücü gelmiyor mu? Fakirlikten eğitime, üretimden eşitliğe, hukuktan özgürlüklere ve gücün ve muktedirlerin denetlenmesine – sanki zaman durmuştu, sanki o geçen 100 yılda her nesil bir sonrakine kendi ruhunu aktarmıştı.
2023 senesine girdik!
Şaka gibi, değil mi?
Bana biri 2000 yılına girdiğimizde, 2023’te bu Türkiye’ye uyanacağımı söyleseydi, inanmazdım sanırım. Keşke söyleseydi bu arada! Durum bu kadar kötüdür. Türkiyelilerin Tanzimat Fermanı’ndan beri dönüp dolaşıp aynı meseleleri tartışan (çünkü onları bir türlü çözemeyen) bir toplum olduğunu söylememe gerek var mı? Yoksa bunu buraya yazınca yine birileri rahatsız mı olacak? Öyle ya, her eleştirimden sonra yazılarımın altına gelen yorumların bir kısmı, ısrarla benim bu yazıları yazmamı bir “art niyete” bağlıyorlar. Mesela Gülen Cemaati’ne yakın olan insanların bazılarına göre ben bir “Türk düşmanıyım”, “her fırsatta İslam’a saldırıyorum”, “Batının etkisindeyim”, vs. Kemalist-“sol” cenahtan bazılarına göre de tam bir “kripto FETÖ’CÜ”, “vatan-millet ve Atatürk düşmanı” ve “liboşum” vs. Bunlar muhalifler. Gerisini siz düşünün.
İyi de ne yazayım? Şöyle olsa daha mı iyi olurdu?
Mesela: “Başta Erdoğan denen diktatör olmasa, ortada bir sorun da kalmaz. Durum konjonktürel. Her şey düzelecek. İşte 2023 seçimleri ufukta göründü bile. Sabredin. Bu hukuksuzluklar, bu diktatörlük, bu yolsuzluk falan Erdoğan gidince düzelecek. İçinden geçilen dönem bir anomalidir, Osmanlı-Cumhuriyet düzleminin normali bu değildir. Erdoğan olmasa Türkiye çiçek gibi bir ülke olurdu!”
Ya da: “Türkiye’nin bugün yaşadığı sorunlar Cumhuriyet’in kuruluş rotasından sapmasından kaynaklanıyor. Bunu yapan AKP ve ‘FETÖ’ydü’. Sabredin, yakında nasıl ‘FETÖ’den kurtulduysak, AKP’den de kurtulacağız. Maviliklere yelken açacağız! ”.
Her iki muhalefet grup da olaylara kendi dünya görüşlerinin penceresinden bakıyorlar. Onlara göre 2023 kendi istedikleri aydınlıkları beraberinde getirecek.
Yaşananlara kendi pencerelerinden bakan toplumsal gruplar, ötekilerin yaşadıklarını onların hak ettiği muameleler olarak görüyor, kendi başına gelenlere ise hayıflanıyor. Birbirinden kopmuş ve birbirine yabancılaşmış bu gruplara bazıları mahalle veya kabile diyor. Bu mahalleler veya kabilelerin her biri ayrı bir gerçeklikte yaşamlarını sürdürüyorlar. Tarihe de, Türkiye’nin sorunlarına da, siyasete de salt kendi pencerelerinden bakıyorlar. Ötekilerin sorunları, kaygıları, hayalleri ve istekleriyle ilgili değiller. Tümü, devleti ötekilerden temizlemeyi, sonra da onu (son 100 yılda olduğu gibi) kendi dünya görüşlerinin endoktrinasyon aracı olarak kullanmayı arzuluyorlar. Bundan dolayı, kim iktidarı elde ederse etsin, sonuç değişmiyor. Devlet, iktidarı elde edenlerin devleti oluyor, iktidarda olmayan grupların hayatını altüst ediyor.
Resmi tarih devam ediyor. Sonradan gelip iktidarı elde edenler, o resmi tarihe uygun yeni resmi tarih sayfaları yazıyor, onları resmi tarihe eklemliyor. 17 Aralık 2013 hikâyesi gibi! Ya da 15 Temmuz 2016 hikâyesi gibi!
Cumhuriyet dalya yapacak! 2023 geldi çattı.
Erdoğan ve derin devlet cenahında bir tatlı telaştır gidiyor: Bir marş bestelenir mi? Bir 100’üncü Yıl Marşı? Ya da 100’üncü yıl rozetleri falan üretirler mi? 100’üncü yılın şanına ilk yerli arabayı galerilerde görebilir miyiz? Ya da ne bileyim, bir tür yeni Hatay zaferi gibi, Türkiye Kıbrıs’ın kuzeyini ilhak eder mi? Erdoğan bir Yüzüncü Yıl Nutku yazdırtır ve mecliste onu okur mu? Yoksa benim hayal gücümün almadığı başka sembolik olaylar gerçekleşir mi?
Adına muhalefet dedikleri altılılar da 100’üncü yılı idraka hazırlanıyor: İmamoğlu’nu görevden alırlar mı? Kim cumhurbaşkanı olsun? Kim başbakan? Kime hangi bakanlığı verelim? Suça bulaşmamış hangi KHK’lıları görevine iade etsek? Göreve gelirsek devlete yerleştirilen AKP-MHP’lilere ne olacak? Ya iktidarın köpeği yargı? Acaba bize de sadık olurlar mı? Erdoğan’ın ve çevresinin yolsuzluklarına darbe girişimi demeyi sürdürecek miyiz, yoksa Yüce Divan işine girecek miyiz? 15 Temmuz sonrası kurulan rejimin nimetlerini biraz da biz yiyecek miyiz?
2023’te ne olur bilmem. Zira Türkiye öngörülebilir bir ülke değil uzunca süredir. Fakat 2023 bence 2022’den daha sıkıcı bir yıl olmaz. Hatta esasında Türkiye denen memlekette her yıl siyaseten bir öncekinden daha az sıkıcı olma eğilimindedir. Acaba zaman bu nedenle mi gittikçe hızlanıyormuş gibi geliyor bana? Acaba Türkiye’de doğmanın bir diğer dezavantajı da, zamanın daha hızlı akması mıdır? Yoksa zamanın hızlı akışı, bağışlaması bol yüce Tanrı’nın Türkiye insanına bir lütfu mu? Bu soruların yanıtını da bilmiyorum.
Dünyada 1990’dan sonra liberal demokrasilere doğru bir gidiş oldu denemez. Benim perspektifimden bunun çok da önemi yok. Sonuçta kendisinin, karısının ve iki reşit olmayan çocuğunun pasaportları ceberut bir devlet tarafından yasalara aykırı olarak (işkembeden üretilen saçma sapan gerekçelerle) iptal edilmiş bir akademisyen olarak, sadece nasıl oldu da 2006’da Almanya’dan Türkiye’ye dönmeye karar verecek kadar kötü okuyabildim Türkiye siyasetini diye hayıflanıyorum. Hepsi bu. Eğitimi abartmayın yani! Uçan arabalar, 2000 yılı geldiğinde Ay’a ve gezegenlere kurulacak uzay üsleri konusunda da gereksiz bir umuda kapılmışım. Gülmeyin! Ayrıca ben yalnız değilim. Kant bile sonsuz barış falan diye kalem oynatmıştı vakti zamanında. Benim hayaller hayret ettiyseniz etmeyin diye söylüyorum! Ayrıca, bu da bırakın benim tesellim olsun. Fakat yaşı benden küçükler; aman 2023’e herhangi bir rakamsal değer atfetmeyin. Dalya, aynı 10’uncu yıl, 50’nci yıl ya da 75’inci yıl gibi, bizim rakam fetişizmimizden kaynaklanan bir takıntıdır, hepsi bu. Olayları okumaya çalışalım, gerçekçi olalım, ayaklarımız yere bassın. Mevzunun Türkiye denen devlet ve Türkiyeliler denen necip insanlar topluluğu olduğunu daima göz önüne alın – pişman olmazsınız. Bunu ne kadar vurgulasam azdır!
Umut edelim elbette. Ama zinhar aşırıya kaçmadan! Umut aklın ve mantığın, hepsinden de önemlisi gözlerin yerini almasın sakın. Kızın bana isterseniz şimdi, umut tacirliği yapmıyorum diye. Çünkü ben biliyorum ki, bugün kızsanız da yarın bana hak vereceksiniz.
Yine de ekleyeyim ki haksız çıkmayı hepinizden çok ben isterim.
İyi seneler.
Muhterem Mehmet Efe bey. Ben bir hizmet gönüllüsü olarak yazılarınızı ilgiyle izliyor beğeni ile okuyorum. Size hizmet gönüllüsü olduğunu söyleyip yazdıklarınızı İslam’a ve Türk’luge hakaret olarak gördüğünü söyleyenler hizmetin temel mantığını hala anlayamamış, önemli olanın HAK kın yanında dimdik ayakta durup tüm Haksızlıklara karşı aynı samimiyetle ve gayretle mücadele etmek olduğunu henüz anlayamamış kişiler. Lütfen yazılarınızı özgürce hiçbir klik ya da grubun etkisinde kalmayarak yazmaya devam edin. Şunu iyi bilin hizmet hareketine gönül vermiş insanların ekserisi özellikle 50 yaş ve altı artık olaylara daha özgür bakıyor, o eskiden doğru bildikleri yanlışların farkındalar ve siz ve sizin gibi kalemini özgürce kullananları destekliyor. Kolay gelsin.
Kaleminize sağlık, maalesef bize öğretilmiş olan düşünmeme sorunu oldukça mahalle fark etmeksizin gelişmeden sakınıp birbirimizi yemeye devam edeceğiz.
“Çünkü ben biliyorum ki, bugün kızsanız da yarın bana hak vereceksiniz.”
Iyi seneler Muhterem Hocam, saglik ve afiyetle. Sagolun, varolun.
Mehmet Bey her zamanki gibi harika, gerçekçi bir yazı yazmışsınız. Sizin gibi bir bakış açısına ihtiyacımız var. Eleştirilere aldırmayın.
Yukarda ki ilk yoruma bende tamamyla katılıyorum ve aynı temennilerde bulunuyorum,lütfen özgür ve gerçekçi ,saygın ve isabetli güncel ,sosyal,tarih ve bu doğrultuda ki olması büyük olasılıkla muhtemel gelecek okumalarınızı yazmaya ,anlatmaya devam edin ki bizlerde bazı gerçekleri anlamakta,yorumlamakta mesafe katedebilelim.Ayrıca yazılarınızı ve katıldığınz prog.ları sadece bir makale ya da kısa bir konuşma olarak değil şahsen gerçek bir üniversite hocasndan ders alma şansıyla takip ediyorum,gayretlerinz için çok teşekkürler ,ailenize ve size sağlıklı,mutlu yıllar…
Normally I wouldn’t write but I like to thank you for writing all of these details. I lived in turkey for more than 2 decades and all I can say you must write more because all I saw turks discriminated Kurds and did not respect their existence even though in their mosque they insisted that they ate brothers but only in the sentences not in their hearts or agenda. Even the most respected people,hizmet discriminated Kurds, “indirectly”. I have never seen a proud Kurd in hizmet because they were either silenced or ignored. All I saw was they went to east and open reading centers schools as if they need turkish which was kinda forcing them to make them turkish. You never see they help them to learn 1 single Kurdish work but they somehow taught them their religious which was a plus but removing their identity and making them turks! No turks will accept in hizmet my thoughts. I sometimes see some turks talking about how great the European counties or western countries are, how they like diversity etc but when it comes to Kurds, most of them still ignoring and changing the topic or at least you see how….Thank you for writing this amazing articles. 👏