Ana Sayfa Manşet 2017 biterken Erdoğan rejiminin anlatılarını sorgulamak

2017 biterken Erdoğan rejiminin anlatılarını sorgulamak

ANALİZ | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Bir koca yıl daha geride kalmak üzere. 2017’nin son günlerinde eskiyen yılın bir muhasebesini yapmak adetten sayılır. Ben bunu iktidarın anlatılarını sorgulayarak yapmak istiyorum. Söylem iktidarın yapıtaşıdır. Her iktidarın bir resmi anlatısı, bir hikâyesi vardır. O hikâyede iktidarların korkuları, hedefleri, algıları, sırları, hataları gizlidir. İktidarlar ve rejimler, bu tür sözel anlatılar üzerine inşa edilir. İktidar ve halk kitlesi arasındaki ilişkinin püf noktası iktidarın anlatısıdır. Anlatı kabul gördüğü ölçüde rejim sürekliliğini sağlar. Uzun soluklu iktidarların rejimlerinde bu anlatı resmi tarih tezine dönüşür. Anlatılan öykü yegâne gerçekliği oluşturur. Bunu başaran iktidarlar, rejimlerini – ve elbette bunun sonucu olarak iktidarlarını – perçinlerler. Dahası, kendilerinden sonra iktidarı devralacak kişi ve kurumların da kendi yollarında gitmelerini garanti altına almak isterler.

Bunun hem pragmatik hem de duygusal nedenleri vardır. Pragmatik neden, iktidarın devir-teslimi sonrası eski iktidarın meşruiyetini devam ettirmesidir. Yani eski iktidarlar, yeni iktidar tarafından suçlanmaması, yaptıklarının sorgulanmaması, politika tercihlerinin ve siyasi kararlarının yeni iktidarca da meşru ve yasal kabul edilmesini isterler. Duygusal nedenlere gelince, her iktidar tarihin akışını belirlemekle övünmek ister. Çığır açan, bir döneme damgasını vuran ve kendisinden sonraki dönemlere iz bırakan bir etkide bulunmak amacını taşır. 15 Temmuz sonrası Türkiye devletinin resmi anlatısı değişim gösterdi. Rejim bakımından bir kırılma yaşandı. 2017, bu kırılmanın akabinde seyreden rejim gelişim sürecinin ana hatlarının ortaya konduğu bir yıl oldu. Erdoğan rejimi 2017 yılında resmi iktidar anlatısını başarıyla topluma benimsetti. Moda terimle, halk bu anlatıyı “satın aldı”. Gelin bu anlatının birkaç önemli köşe taşına yakından bakalım:

“Etrafımız dış düşmanlarla dolu. Herkes bizim karşımızda. Avrupa Birliği, ABD, NATO bize zarar vermeyi, parçalayıp bölmeyi kafaya takmış”. Bu anlatı esasında kökleri Osmanlı (hatta İslam) tarihine kadar uzanan bir tür derin kompleksin (işin sosyal psikolojik boyutu) ve yansıtma mekanizmasının, iktidarı konsolide etmek için kullanılmasından ibarettir. ABD dış düşmansa neden Türkiye’de bir ABD üssü var, neden ABD silahları kullanıyoruz, neden ABD’nin lideri olduğu bir savunma ittifakı üyesiyiz? AB bizim karşımızdaysa neden AB’ye girmek için bu kurumun müktesebatını benimsemek için on yıllarca reformlar yapıldı? Neden AB bize maddi kaynaklar sunuyor? Neden AB’den milyarlarca Avroluk fonlar kullanıyoruz? Neden öğrencilerimizi ERASMUS değişim programı çerçevesinde Avrupa’ya gönderiyoruz? Neden çocuklarımıza Batı dillerini öğretiyoruz? Neden sıkışınca bugünkü iktidar sahipleri bile haklarını aramak adına Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gittiler? NATO bize zarar vermeye ve bizi parçalamaya çalışıyorsa neden üyelikten çekilmiyoruz? Neden başımız her sıkıştığında NATO’dan Patriot sistemleri talep ediyoruz? Etrafımız bu düşmanlarla çevriliyse, bu işbirlikleri nasıl açıklanacak?

“15 Temmuz darbe girişimini ‘FETÖ’ isimli bir terör örgütü yaptı. Devlete sızmış olan örgüt üyeleri iktidarı cebren ele geçirmeye çalıştı. Bunlar orduya sızmışlar. Orduyu ele geçirmişler. Ve darbe yaparak iktidarı ele geçirmeyi planlamışlar”. Gülen Cemaati’ne “FETÖ” demek ne derece hukuksal, bunu bugünkü Türkiye’de hukukun gerilediği nokta itibarıyla tartışmanın dahi anlamsız olduğunu düşünüyorum. Yine de şu soruları sormak gerekiyor: Bu yapı iddia edildiği üzere bir örgüt ise, bu yapıyla bundan birkaç yıl öncesine dek işbirliği yapan bugünkü iktidarın durumu ne olacak? Kamusal alanda çalışma koşulları belli. Kamuda açık olan bir pozisyona başvuran bir vatandaşın herhangi bir objektif olmayan nedenle (mesela Cemaat’e yakın diye, ya da herhangi bir bankada hesabı var diye, ya da herhangi bir okuldan mezun olmuş diye) o pozisyona alınmaması, hukuk devleti kıstasları içerisinde nasıl engellenecek? Cemaat’in bazı sempatizanlarının bulaştıkları bir takım hukuk dışı işler varsa, bu hukuk dışı eylemlerin bireysel suç değil de kurumsal bir suç teşkil ettiğine dair kanıtlar nerede? 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında tutuklanan general ve amiraller (TSK general-amiral kadro toplamının yüzde ellisi civarı) Cemaat üyesidir demenin mantıksal sakatlığı yanında, yine bu absürt iddiayı destekleyen maddi kanıtlar aradan geçen bunca zamana karşın neden hala ortaya konulamadı? Tüm bu kadronun NATO ve Batı yanlısı olması, TSK içerisinde Avrasyacı subayların kilit noktalara atanması gibi gayet belirgin gelişmeleri bu bağlamda nasıl değerlendirmek gerekiyor? Tüm general-amiral kadrosunun yarısının katıldığı bir darbe girişimi iddiası doğru ise, nasıl oluyor da darbeye fiilen katılan unsurlar tüm TSK personelinin minimal bir bölümüne tekabül ediyor? Bunca üst seviye komutan darbeye katıldıysa, neden darbe başarısız oldu?

“New York’taki Zarrab (Atilla-Halkbank) davası ‘FETÖ’ tarafından sahneleniyor. Bu davanın yargıcı ve savcısı ‘FETÖ’ üyesi”. Bu iddia bir tür şehir efsanesi falan değil. En üst seviyeden, hükümet temsilcisi (ve adalet eski bakanı) Bekir Bozdağ gibi “en resmi ağızlardan” ve defalarca yinelenen bir sav. Bu, bugünkü Türkiye rejiminin New York mahkemesine karşı öne sürdüğü yegâne savunma. Buna göre, “FETÖ” ABD devletini de “ele geçirmiş”. Bu denli etkinler yani. Peki, velev ki öyle, maddi kanıtlar ne olacak? Mesela 17 Aralık sonrasında tapelerin sahte olduğuna dair bir belge ortalıkta dolanıyordu. Bunu ne idüğü belirsiz bir ABD firmasından alıp gazetelerde, sosyal medyada paylaşıyordu iktidar. Neden bu kanıtı ABD mahkemesine sunmadılar? Madem bu belge maddi olarak tüm tapelerin kes-yapıştır şekilde bir yolla elde edildiğini açıklıkla ve bilimsellikle ortaya koyuyor, neden bu “mühim ve etkili kanıtı” ABD mahkemesine ibraz etmediniz? Diğer soruya gelelim. ABD İran’a ambargo uygularken bu ambargoyu delmiş olmak, bu davanın ana konusu. Yani sizin aldığınız rüşvetler değil ABD’nin peşinde olduğu. Esas konu, delinen İran yaptırımları. Türkiye’de Erdoğan da dâhil en yetkili ağızlar, bu yaptırımların Türkiye’yi bağlamadığını, Türkiye’nin istediği ülke ile istediği ticari ilişkiye gireceğini açıkladı. Madem öyle, bu paniğin nedeni ne? Evet, İran’la ticaret yaptık ve İran’ın parasını akladık, ABD yaptırımlarını deldik dersiniz, mahkemenin de sizin için bir kıymet-i harbiyesi kalmaz. Öyle değil mi? Ne bu şiddet, bu celal? Yoksa Türkiye’de iç kamuoyuna anlattığınız öyküye kendiniz mi inanmıyorsunuz?

MANTIK KURGUSUNUN BİR ÖNEMİ YOK

Bu örneklerden o kadar fazla var ki! Hepsinin işleyiş mekanizmaları, mantıkları, kullanılan ana taktik aynı. İç kamuoyunu bir hikâyeye, bir öyküye inandırmak, bir tür kahramanlık manzumesi, direniş hikâyesi, bir tür Pembe İncili Kaftan efsanesi oluşturmak. İçine biraz 15/16. yüzyıl Osmanlı epik destanı, bir tutam Misak-ı Milli, az Sevr sendromu ve biraz da Türkçülük ver! Hah, hazır imdadımıza Trump’ın Kudüs kararı da yetişti, iyi mi! Ruslarla aramız iyi nasıl olsa. Öyle ya, sıcak denizlere inmeyi biz yanlış anlamışız. Aslında Ruslar Antalya’da tatil yapmak istiyorlarmış sıcak denizlere inmek derken! Zaten doğal gazda bir numara Rusya iki numara İran’a bağımlıyız. Suriye’de de aynı sıralama. Neden rahatsız olalım? Ruslara nükleer santral yaptırıyoruz, hem de bir değil iki tane. İran’a da ABD yaptırımlarını delerek nükleer silah yapsın diye destek olduk. Dış politika satrancını Türk kahvehanesinde tavla oynamaya alışmış bir güruha anlatamazsınız. Yani öykünün mantık kurgusunun pek bir önemi yok. İç kamuoyu bu anlatıyı satın almaya hazır. Bir filme gidip iki saat kadar gerçekliğinizin acımasız dünyasından çıkıp o filmin kurgusal realitesine kendinizi kaptırdığınızda hissettiğiniz rahatlamayı bilir misiniz? Çünkü bu öykü, gerçek yaşamdan daha güzeldir. Fakat film sona erdiğinde, gerçek yaşamın gerçek sorunlarının olduğu yerde durduğunu görürsünüz. Türkiye’nin gerçekleri de oldukları yerde duruyor. 2017’de Türkiye’de film kesintisiz devam etti. Filmin anlatısının büyüsü bozulmadı. Umarım 2018’de düşünen, soru soran, mantığını kullanan ve gerçekleri gören insanların sayısı artar. Dilerim ki gerçek vatanseverler, çalınan yarınlara karşı sesini yükseltir. 2018’in hukuk ve özgürlük getirmesi buna bağlı çünkü.

1 YORUM