YORUM | HAKAN YEŞİLOVA
“En güçlü iki savaşçı, sabır ve zamandır” diyor Leo Tolstoy. Ne kadar da haklı! Hadiselere daha şümullü bakabilmek ve tarihteki kırılmaları daha iyi tespit edebilmek sabır ve zaman karşısında mağlup olmamaya ve her ikisinin de hakkını vermeye bağlı. Bu makalede, 2019’u geride bıraktığımız şu günlerde sizleri geçtiğimiz yıl yaşadıklarımıza değil, biraz daha eskiye, kırk yıl kadar eskiye, hayalen götürmek, aradan geçen kırk yılın verdiği perspektifle o dönemde yaşanmış bazı hadiselere dikkatlerinizi çekmek ve bilhassa Hizmet Hareketi gönülleri için nasıl bir anlam ifade edebileceğine dair kanaatlerimizi – kendi dar penceremizden görebildiğimiz kadarıyla –paylaşmak istiyoruz. “Kırk” sayısı nasıl ki şahsi seyr u süluktaki çile ya da erbain pratiğine işaret ediyorsa, belki içtimai hadiselerin kavranması adına da bir kıvama da işaret ediyordur, Allahu alem.
***
2019 Berlin Duvarı’nın yıkılışının 30. Yıl dönümüydü. 9 Kasım 1989’da Doğu Almanya hükümeti vatandaşlarının Batı Berlin’e serbestçe geçebilmelerine izin vermiş ve Berlin Duvarı’nın yıkılış süreci böylelikle başlamıştı. Bu hadise, Soğuk Savaş’ın bitişinin de bir nevi sembolü olacaktı. Sovyetlerin ve sosyalizmin “yoklukta eşitlik” anlayışından bezmiş Doğu Almanlar artık Batı’daki akrabalarından gelecek gıcır gıcır mark’lar ve hediyelerin beklentisiyle yaşamak zorunda kalmayacaklardı [1]. Ama bu yazıda Berlin Duvarı’nı anlatmayacağım, maksadım başka.
Newsweek dergisi Berlin Duvarının yıkılışının 20. Yıldönümünde, yani Kasım 2009’da, yayınladığı Niall Ferguson imzalı bir makalede, bu hadisenin önemini etraflıca anlattıktan sonra, ilginç bir şekilde okurların dikkatlerini bir on sene öncesine, yani 1979’a çekiyordu [2]. 1979’un herhangi bir zaman aralığının değil, adeta bütün bir yıl olarak büyük bir önem taşıdığı anlatılıyordu.
Yazara göre 1979, Latincede annus mirabilis, yani bizcesiyle “kader-denk” bir yıl idi. Peki bunun sebebi ne olabilirdi? Bu neticeye varmak için aslında çok uzun boylu bir araştırma yapmaya da gerek yok. O yılda meydana gelen hadiseleri hızlı bir internet taramasıyla tespit etmek mümkün. O yıl meydana gelen birçok hadiseden öne çıkanlar şunlardı:
- Çin’in önemli yöneticilerinden Deng Xiaoping ABD’yi ziyaret etti. Çin ve Amerika tam diplomatik münasebetlere başladı.
- İran’da devrim gerçekleşti ve Humeyni devlet başkanı oldu.
- Margaret Thatcher İngiltere’de başbakan seçildi.
- Saddam Hüseyin Irak devlet başkanı oldu.
- İsyancılar Ka’be’yi işgal etti.
- Sovyetler Birliği, Afganistan’ı işgal etti.
Peki, bu hadiseleri farklı kılan sebepler nelerdi? İsterseniz birer birer tahlil etmeye çalışalım:
Çin
Çin Halk Cumhuriyeti, ilk kez Deng Xiaoping’in liderliğinde dünyaya açılma teşebbüslerine 1979’da başladı. 1 Ocak 1979’da ABD’nin Çin’i tanıması ve akabinde Modern Çin’in Mimarı olarak kabul edilen Deng’in Vaşington ziyareti, bu dev ülkenin, Mao’nın sınıf mücadelesi eksenli anlayışından piyasa modeline geçişinin ilk adımları olacak ve bugün artık hayatımızın sıradan bir gerçeği haline gelen “Made in China” dönemi başlayacaktı. Günümüzde ulaştığı ekonomik büyüklük, üretim kapasitesi ve bütün dünyadaki yatırımlarıyla dikkat çeken Çin’in bu seviyeye gelmesinde, şimdilerde bir nebze karşılıklı salvolara şahit olduğumuz ticaret savaşlarının arkasında ve ayrı bir kutuplaşmaya giden dünyanın bir anlamda dönüm noktasında 1979’u görmek mümkün.
İran
Humeyni’nin dönüşüyle birlikte İran’daki devrim dünya tarihinin akışına çok büyük tesir etti. Bir taraftan dini esas alan bir yönetim şeklinin modern çağlarda ilk kez örnekleniyor olması bazı dindar kesimleri heyecana getirdiyse de dinin siyasete alet edilmesinin yol açtığı zararlar çok geçmeden meydana çıktı. İran gittikçe dünyadan soyutlandığı gibi güya din adına ortaya attığı söylemler ve sebep olduğu şiddet İslam’ın terörle anılmasına ve İran gibi yalnızlaşmasına yol açan en büyük etkenlerden oldu. Uygulanan baskı rejimi İran halkını bile dinden soğuttu. Büyük bir iddia ile ortaya çıkan devrim rejiminin mevcudiyeti, kırk yıl sonra günümüzde bile Suriye krizinden petrol fiyatlarına, İslam’ın dünyadaki imajından Müslümanların itikat ve ahlakta nifaka kaymalarına kadar birçok alanda ve dünya siyasetinde hala gündem teşkil etmekte. Bütün bunlara yol açan devrimin gerçekleştiği yıl 1979 idi.
Irak
Humeyni’nin ardından aynı yıl içerisinde Irak’ın başına geçen Saddam Hüseyin de çok iddialı bir diktatördü. İran’la giriştiği ve neredeyse bütün 80li yılları meşgul eden savaş yetmemiş gibi, başta Kürtlere ve kendi halkına zulmeden, daha sonra Kuveyt’in işgaliyle birlikte ülkesinin ve halkının perişaniyetine sebep olan Saddam, Orta Doğu’nun hala kurtulamadığı kaosun baş müsebbiplerinden biri olarak 1979 yılında göreve gelmişti.
İngiltere
Margaret Thatcher, İngiltere’nin ilk kadın başbakanıydı ve kararlı yönetim anlayışıyla Demir Leydi lakabını almıştı. Hem ekonomik alandaki hem de iç politikadaki sert uygulamaları İngiltere’nin 80li yıllardaki ekonomik kalkınmasını temin etti ve ciddi bir istikrar sağladı. 1982’de Falkland Adaları için Arjantin’le savaşmaktan çekinmeyen Thatcher’ın, bazı uygulamalarına itiraz eden kamuoyu tepkilerine karşı söylediği “İsteyen U dönüşü yapabilir, ama bu bayan yolundan dönmeyecek” sözü tarihe geçti. Dünya tarihinin akışında ciddi bir iz bırakan bu iddialı ve yolundan dönmeyen lider 1979 yılında başbakan seçilmişti.
Ka’be
1979’un belki de en acı tablolarından birisi Ka’be baskını idi. Asrın en büyük iddialarından biri olarak Necd soyundan liderleri Muhammed Abdullah el-Kahtani’nin Mehdi olduğuna inanan yaklaşık 500 kişilik bir silahlı grup sabah namazı saatlerinde Ka’be’yi işgal etti. Sonrasındaki çatışmalar yaklaşık iki hafta sürdü ve yüzlerce insan öldürüldü. Bu hadisenin dünya tarihinin akışındaki tesirini müşahhas anlatmak belki zor, ancak dünyadaki en emin bir belde olması gereken yerin bu şekilde bir taarruza maruz kalması elbette ki hüşyar gönüllerde bir burukluk hasıl etmiş, belki de ümitsizliğe sevk etmişti.
Afganistan
1979’un bir başka büyük hadisesi de Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgal etmesiydi. Dünyaya kendi ideolojisini ihraç etme iddiasındaki Sovyetler Birliği, bir yıl öncesinde Afganistan’da bir darbeye destek vererek kendi güdümünde komünist bir hükümet kurdurmuş, ancak Afgan halkının buna razı olmayıp direnmesine karşılık Aralık 1979’da ülkeyi işgal etmişti. Kabil’e giren Sovyet 40. Ordusu, başta altı ay ya da bir yıl kalıp dönmeyi planlarken, bitmek bilmeyen bir direnişle karşılaşmış ve savaş yaklaşık dokuz yıl sürmüştü. Sovyetlerin Vietnam’ı olarak da adlandırılan bu işgalin başarısız olması Sovyetlerin dağılmasındaki önemli etkenlerden biri olarak zikredilmektedir. Ayrıca, Afganistan bu süre zarfında daha da fakirleşmiş ve aradan geçen kırk yıla rağmen halen bir yönetim istikrarına kavuşamamıştır. Bu dağınıklıkta ülke bazı terör gruplarının yuvalandığı bir ülke haline de geldi, ki bu grupların değişik türevleri kendilerince ütopik, adeta Hasan Sabbah tarzı iddialarla gençleri kandırıyor ve dünyayı kana buluyorlar.
Walkmen
“Yahu, ne alaka!” dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız; yukarıda zikredilenler gibi konumuzla direkt ilgisi yok. Ama bilhassa benim kuşağım açısından 1979’u farklı kılan bir hadise de ilk walkmen’in bu yılda piyasaya sürülmesiydi. Japonların ürettiği bu walkmenler Türkiye’ye çok daha sonra gelecekti, ama vaaz, soru-cevap ve sohbet kasetleriyle her anımızı bereketlendiren bir cihaz olarak Hizmet nesillerinin o dönemlerde yetişmesine çok önemli katkı sağlayacaktı.
***
Sızıntı
Sızıntı’nın ilk sayısı 1979 yılının Şubat ayında çıktı. Hizmet Hareketinin kamuoyuna umumi anlamda açıldığı ilk teşebbüs bu dergi idi. Art niyetli bazıları herkesi kendileri gibi sandıkları için başka anlamlara çekseler de Sızıntı hem ismiyle hem de muhtevasıyla 1979’un yukarıda bir miktar değinmeye çalıştığımız iddialarla yüklü çekim gücüne kapılmayan bambaşka bir ruhu temsil ediyordu. Büyük iddia sahibi kişiler ve ülkeler dünyaya kendi zaviyelerinden yön verirken, Sızıntı tam tersine “reşha” anlayışını benimsemişti. Reşha, Bediüzzaman yaklaşımıyla, Hak karşısında takınılması gereken iddiasızlığın, tevazunun, haddini bilmenin, acziyetin diğer adıdır aslında. Sızıntı, esas ilim Sahibi’nin karşısında hesaba katılmayacak kadar küçük bir cismi, güneşin doğmasıyla birlikte buharlaşıp yok olacak kadar kısa bir ömrü olan bir şebnem ya da çiy tanesi sembolizmiyle bütün dünyanın rağmına iddiasızlığın bir bayraktarıydı.
Sızıntı, sadece bir mecmua değildi. Bugün dünyanın dört tarafına dağılan Hizmet seferberliğinin aklını ve ruhunu temsil eden bir hayat pınarıydı. Heyhat ki, kaçak saraylarında halife-i ruy’i zemin oldukları iddiasına kendini ve başkalarını inandırmış bir güruh, Curhumluların Zemzem’i gömmesi gibi, bu pınarı da kurutmaya çalışacak ve halkımızı bundan mahrum bırakacaktı. Ancak, Allah’ın lütfu keremiyle, Abdülmuttalip misal gayretlerle Çağlayan olarak yeniden doğdu ve bizlere hayat solukluyor.
Dönemin gereği, çakma Nemrutlara karşı alınması gereken tavır gereği mecmuamızın yeni ismi Çağlayan. Ancak, bütün bir dünya ve insanlar, içinde bulunduğumuz enaniyet çağında egolarının peşinden sürüklenip gitse de, gerçek bir mü’mine ve Hizmet gönüllüsüne yakışan Hakk karşısındaki acziyetinin farkındalığı içinde tevazu yolunu seçerek Sızıntı ruhunu daima yaşatmaktır.
***
Bazı tarihleri ne kutlar ne de hatırlarız, ancak o tarihte zaman ve mekanda öyle kırılmalar (veya inkişaflar) yaşanmıştır ki, hadiselerin nasıl da birer inci gibi art arda dizilmiş olduklarını fark edebilmek için bazen aradan uzun bir sürenin geçmesi gerekir.
Burada yazılanlar elbette ki acizane sübjektif değerlendirmelerdir; çünkü bulunduğumuz noktadan zamanı bütünüyle kuşatıp ona göre değerlendirmelerde bulunmamız imkansız. Ancak, kaynakçada belirttiğimiz Ferguson’un makalesinden ilham alarak, aradan geçen kırk yıl sonrasında, Hizmet’in temsil ettiği misyon açısından ve Sızıntı perspektifinden bakınca 1979’un tarihin ciddi bir kırılma yaşadığı ve üzerinde ciddi çalışılması gereken bir yıl olduğunu düşünüyorum.
Kaynaklar
- Time, 11 Kasım 2019, s. 36
- Ferguson, Niall. Newsweek, 29 Ekim 2009. (https://www.newsweek.com/why-1979-was-year-truly-changed-wrld-81373)
* The Fountain Dergisi Editörü