1978 Kahramanmaraş olaylarının faili kim?

YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

19 Aralık 1978’de Kahramanmaraş Çiçek Sineması’nda 20.00 seansında başrollerinde Cüneyt Arkın ve Oya Aydoğan’ın oynadığı “Güneş Ne Zaman Doğacak” filmi gösterilmekteydi. Filmin “Müslüman Türkiye”, “Milliyetçi Türkiye”, “Komünistler Moskova’ya” sloganlarıyla seyredildiği esnada seyirciler, bir anda gürültüyle sarsıldılar. 

Sinemaya tahrip gücü düşük bir el bombası atılmış ve büyük bir panik ortaya çıkmıştı. Filmi seyredenler arasında bulunan bir grubun “bu bombayı solcular attı” diyerek galeyana getirdiği kitleler, PTT ve CHP il binasına saldırarak olayları başlattılar. 

Sonraki günlerde daha da tırmanan ve “Kahramanmaraş Olayları” olarak bilinen facianın bilançosu çok ağır olmuş; resmî açıklamaya göre 111 kişi öldürülmüş, 176 kişi yaralanmış, 210 ev yakılmış ve 70 işyeri tahrip edilmişti. 

YETMİŞLİ YILLAR VE ANARŞİ

Yetmişli yıllar terörün her şehre, kasabaya ve mahalleye girdiği bir dönemdi. Sol-sağ kavgası toplumun bütün kesimlerini etkilemiş, mahalleler, üniversiteler, okullar, lokaller, kahvehaneler iki kesim arasında paylaşılmıştı. 

5 Haziran 1977 seçimlerinden birinci parti olarak çıkan CHP ve lideri Ecevit, TBMM’de yeterli çoğunluğu sağlayamadığından güvenoyu alamamış ve AP-MSP-MHP tarafından 2. Milliyetçi Cephe Hükümeti kurulmuştu. Böylece MHP, ikinci defa koalisyon ortağı olmuş ve ülkücüler, devlet kademelerinde belli bir güce ulaşmışlardı. MHP bu dönemde “3K” olarak ifade edilen “Kızılbaş, Kürt, Komünist” söylemini geliştirmiş ve MSP’den oy alabilmek için İslamcılık vurgusunu öne çıkarmıştı. 

Sol-sağ kavgası, 1978 yılında farklı bir görünüm kazandı ve bu sefer Alevi nüfusun yoğun olduğu şehirlerde Sünni kitle çeşitli gerekçelerle Alevilere karşı galeyana getirildi. Böylece “devlet destekli, Sünni halkın kışkırtıldığı” Alevi katliamlarına zemin hazırlandı.  

1977 yılı sonunda AP’den on bir milletvekilinin istifasıyla 2. MC Hükümeti dağıldı ve yeni hükümet Ecevit başbakanlığında kuruldu. Hükümet değişikliği sol-sağ çatışmasını engelleyemeyince tek çözümün sıkıyönetim ilanı olduğu konuşulmaya başladı. Ecevit ise sıkıyönetime karşı çıkıyor ve askerin sokağa inmesini arzu etmiyordu. Kabinede İçişleri Bakanlığı görevini, kısa bir süre önce emekli olan Orgeneral İrfan Özaydınlı üstlenmişti. 

1978 Nisan’ında “Hamido” lakaplı Malatya belediye başkanı Hamit Fendoğlu, postadan gelen bir paketi açmaya çalışırken paketin patlamasıyla gelini ve iki torunuyla birlikte hayatını kaybetti. Benzer bombalı paketlerin başka yerlere de gönderildiği ortaya çıkınca Ecevit, ülkücülerin terör olaylarıyla ilişkisinin araştırıldığına dair bir açıklama yaptı. Türkeş buna Erzurum, Malatya ve Kahramanmaraş’ta benzer hadiselerin yaşanabileceği açıklamasıyla cevap verdi. 

NEDEN MARAŞ?

Olayların fitilini ateşleyen “Güneş Ne Zaman Doğacak” filmi, tipik bir “sağ propaganda” filmiydi. Filmde Kırım Türklerinden komünist Sovyet rejimin baskılarına maruz kalan iki kişinin Türkiye’ye sığınmaları ve sonrasında yaşadıkları olaylar anlatılmaktaydı. 

Filmin kahramanları Yavuz ve Alpgiray, “iltica amacıyla” Türkiye’ye gelmişlerse de hayallerindeki “mutlu ve müreffeh” ülkeyi bulamadıkları gibi ahlaki ve insani değerlerin yok olmak üzere olduğunu görmüşlerdi. 

Kısa bir soruşturma sonrasında Yavuz’un Sovyetlere iadesine karar verilecek, Yavuz bu kısa sürede bir Kafkas düğününde tanıştığı Cemile’nin “kısa ve öz bir eğitimle!” milli kimliğini bulmasını sağlayacaktır. Filmin sonunda sınır dışı edilen Yavuz, Sovyet askerlerin kurşunlarıyla öldürülecektir. 

Aslında bu film Maraş’tan önce İstanbul Bahçelievler’de gösterildiği sırada da bomba patlamıştı. Kahramanmaraş’ta bir yıl önce de Yılmaz Güney’in “Zavallılar” filmini oynatan sinema bombalı saldırıya uğramıştı. 

Filmin Maraş’taki gösteriminin bir katliama dönüşmesinde şehrin demografik yapısı etkili olmuş ve önceden hazırlanan senaryo tatbik edilmiştir. Kahramanmaraş, Alevi ve Sünnilerin birlikte yaşadığı bir şehir olup ülkücülerin temsil ettiği sağ kesimle TÖB-DER, POL-DER, DİSK, TKPML, Halkın Kurtuluşu, İGD gibi isimlerle örgütlenen sol gruplar arasında büyük bir gerginlik vardı. Bu gerginliğin katliama dönüşmesi de Alevi-Sünni çatışmasıyla mümkün olabilirdi. 

FAİLLER BELLİ

Bu sırada Kahramanmaraş Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) Başkanı olan Ahmet Eyicil’in ifadelerine göre olaylardan on beş gün önce şehrin valisinin başkanlığında Emniyet Müdürü, siyasi partiler, sol ve sağdan legal örgütlerin temsilcilerinin katılımıyla bir toplantı yapılmış ve katılımcılar, çıkması muhtemel olaylara karşı uyarılmıştı. 

Olaylar öncesinin bir başka ilginç gelişmesi, şehirde “o zamana kadar tanınmayan” ellinin üzerinde Milli Piyango bileti satıcısının ortaya çıkmasıydı. Bazı evlerin kapılarına “67” yazılmış ve önceden depolanan silah ve mühimmat, olaylar sırasında sevk edilmişti. 

Yine önceden nüfus sayımı bahanesiyle şehirdeki Alevi ve sol görüşlü kişilerin evleri işaretlenmişti. Bir başka iddia da ayrıca PTT görevlisi olduklarını söyleyen kişilerin Alevi evlerini işaretlemesiydi. Katliamlar, bu işaretlemelere göre yapılacak, “MHP, ÜGD yazan ya da üç hilal işareti olan” evlere dokunulmayacaktır. Bu tespitler, Maraş Olayları Davası’nın gerekçeli kararında yer almaktadır. 

O günlerde ABD’nin Ankara büyükelçiliğinde ikinci kâtip olan Alexander Peck de şehirde görülmüştü (Peck’i deşifre eden İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş, bir şarkıcıyla fotoğraflarının yayınlanmasıyla görevinden istifa edecektir).  

19 Aralık’ta Çiçek Sineması’nda patlayan bomba olayların fitilini ateşlemiş ve ülkücülerin “Kanımız aksa da zafer İslam’ın”, “Vatan haini Komünistler” ve “Müslüman Türkiye” sloganlarıyla tahrik ettiği Sünni halk; CHP il binası, PTT ve TÖB-DER binalarına saldırmıştı. 

Ertesi gün Alevilerin yoğun olarak yaşadığı Yörükselim Mahallesi’nde bir kahvehaneye bomba atılmış ve bir vatandaş hayatını kaybetmişti. Sonrasında başka bir kahvehaneye daha bomba atılıp silahla taranarak “Çiçek Sineması’nın intikamı” alınmıştı. Bu sırada provokasyon amaçlı olarak Yenimahalle Camii yakıldı ve halk, “solcular cami yaktı” denilerek tahrik edildi. 

21 Aralık günü ise TÖB-DER mensubu iki öğretmenin öldürülmesiyle gerilim iyice tırmandı. Sonradan bu öğretmenlerin fraksiyon ayrılığı nedeniyle öldürüldüğü iddia edilse de solcu kesim, olayın faili olarak ülkücüleri görmekteydi. Solcuların tepki olarak büyük bir cenaze merasimi yapmak istemeleri, olayların daha da artacağının işaretiydi. 

Bunun üzerine dönemin valisi, Gaziantep’teki zırhlı birliklerden yardım istediyse de asker, olumlu cevap vermeyerek olayların önünün alınmasını engelledi. Olaylar devam ederken Özaydınlı da şehre gelmiş ve güvenlik güçlerinin yetersiz olduğunu görünce 2. Ordu’dan yardım talebinde bulunmuş ancak yine olumsuz cevap almıştı. 

Solcular cenaze için “kahrolsun faşistler, faşist köpekler” gibi sloganlarla yürümeye başlayınca ülkücüler de Ulu Camii’nin yakıldığı yalanını yayarak Sünni halkın toplanmasını sağladılar. 23 Aralık’tan itibaren olaylar şehre yayıldı ve katliamlar yaşanmaya başladı. Bu sırada Sünni köylerinin Aleviler tarafından yakıldığına dair söylentiler de çıkmıştı. 

İddialara göre il müftüsü ve bazı din adamları da halkı tahrik edenler arasında yer almaktaydı. MHP adına mecliste konuşan Sadi Somuncuoğlu ise olayların nedeni olarak Maocu Aydınlık grubunu ve Aydınlık gazetesinin tahriklerini gösterecektir. 

Kahramanmaraş’ta 23 Aralık’ta sokağa çıkma yasağı ilan edilmesine rağmen birkaç gün içinde büyük bir kargaşa yaşanmış ve olaylar, yaş ve cinsiyet gözetmeksizin bir Alevi katliamına dönüşmüştü. Olayların canlı şahitlerine göre bazı saldırganların ellerinde Amerikan yapımı M1 tüfekleri bulunmaktaydı. 

İstenilen askeri destek 25 Aralık’ta gelmiş ve bu takviye birliklerle olaylar sona ermişti. Ancak bu süre içinde büyük bir facia yaşanmış ve Özaydınlı’nın açıklamasına göre bebek ve çocuklar, doğum yapmak üzere olan kadınlar katledilmiş ve bazı cesetler yakılmıştı.  

12 EYLÜL’ÜN KİLOMETRE TAŞI

12 Eylül Darbesi gecesinde Ecevit’e darbeyi haber vermek için gönderilen kişi olan Bakan Özaydınlı, TBMM’deki konuşmasında olayları “solcuların başlattığını” söylüyordu. 

Buna karşılık Bakanlığın hazırlattığı ve sonradan Gündem dergisinde yayınlanan rapora göre; olaylar ülkücü gruplar ve bazı din adamlarının da yer aldığı kişiler tarafından planlanarak organize edilmişti. Otel kayıtları, daha önce çeşitli suçlardan sabıkalı olan bazı kişilerin çeşitli meslek grupları görünümünde şehre getirildiğini göstermekteydi.   

Maraş olayları, sıkıyönetim ilan edilmesini isteyenlerin ekmeğine yağ sürdü ve Ecevit, sıkıyönetim önerisini TBMM’ye getirmek zorunda kaldı. Yapılan görüşmeler sonunda sadece bir ret, bir de çekimser oyla on üç ilde sıkıyönetim ilan edildi ve askerin şehirlere inmesi sağlanmış oldu. 

Bir sonraki adım 12 Eylül darbesiyle ordunun ülkenin yönetimini doğrudan üstlenmesi olacaktır. Ecevit yıllar sonra Maraş olaylarının, kendisini sıkıyönetim ilanına zorlamak için tertiplendiğini söyleyecektir. 

Yargılamalar ise her zamanki gibi bir “Türkiye klasiği” olmuş, sonunda 29 idam, 7 müebbet cezası ve farklı hapis cezaları verilmişse de askeri mahkemenin verdiği karar, Yargıtay tarafından bozulmuş, 1991’de TMK’de yapılan değişiklikle birçok kişi cezadan da kurtulmuştu.  

Maraş katliamının arkasında “Kontrgerilla” olduğunu açıklayan Milliyet gazetesi başyazarı Abdi İpekçi’nin M. Ali Ağca tarafından katledildiği, Ağca’nın bir süre sonra askeri cezaevinden kaçtığı, katliamda birinci derecede rol aldığı iddia edilen altmış sekiz kişiye hiç ulaşılamadığı ve yargı sürecinin kesintiye uğratıldığı dikkate alındığında “failin belli” olduğu çok açıktır. 

Hamit Fendoğlu’nun eşi yıllar sonra Anadolu Ajansı’na eşinin öldürülmesiyle ilgili olarak “olayın Ergenekon ile ilişkili olduğunu düşünüyorum” diyecek, Özaydınlı’dan sonraki bakan Güneş de “Maraş katliamı MİT planlıydı” ifadesini kullanacaktır.  

Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun 6-7 Eylül Olayları için söylediği “başarılı bir Özel Harp işiydi” ifadesi aynen Maraş için de kullanılabilir. Bu olaylarla “insanların canı pahasına” günümüze kadar çok tehlikeli olaylara neden olan Alevi-Sünni gerginliği tetiklenmiş ve 12 Eylül’e giden sürecin önemli kilometre taşlarından birisi döşenmiştir. 

Kaynaklar: A. Eyicil, “1978 Maraş Olayları”, Uluslararası Cumhuriyet Döneminde Maraş Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Ankara, 2014; Z. Bandeoğlu, “Maraş Olaylarının Bütünsel Yaklaşım Modeli ile Analizi”, SBA Dergisi, Y. Karaca, “TBMM Tutanaklarına Göre 1978 Maraş Olayları”, SOBİDER, 2021 Haziran, S. 58; A. Tunç, Maraş Kıyımı, İstanbul, Belge, 2011; 

https://sinematikyesilcam.com/2013/04/cuneyt-arkin-gunes-ne-zaman-dogacak-1978-2/ (22.12.2021)

 http://www.maraskatliami.net/ (22.12.2021)

 http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse-hur/henuz-agiti-yakilmamis-1978-maras-katliami-1255547/ (20.12.2021)

http://www.radikal.com.tr/turkiye/hamidonun-esi-32-yil-sonra-konustu-fail-ergenekon-992565/ (22.12.2021)

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Ben ülkücülerin ve din adamlarının olayları organizesine takıldım. Hadi halk galeyena geliyor ama din adamları neden tahrik ediyorlar?
    Olayın gelişimini okuyunca direk aklıma 15 Temmuz gecesi geldi. Maşallah devletimiz aynı senaryoyu başarıyla uyguluyor. Olan masumlara oluyor.
    Acaba 15 Temmuz gibi o günlerde de sela okundu mu? Merak ettim doğrusu.
    Hele Abdi İpekçi’nin “kontrgerilla” sebebiyle katlini okumak çok ilginçti. Galiba biz cemaat olarak devlet nezdinde “haddini aşan bir grup” olarak görülüp bu zulümlere layık görülmüşüz. Of ki ne of…
    Çok acı çok…

  2. Hikaye 15 temmuza çok benziyor. Demek ki bu iki senaryoyu aynı kişi yazmış. Yani iki olay birbirinin devamı niteliğindedir. Tesadüfi olaylar değiller. Birbiri ile mantıksal ilişkisi bulunan olaylardır. Maraşta devlet ortadan kaybolur, katliam seyredilir, katliam gerçekleştikten sonra devlet olay yerine gelir ve “ne oluyor bakayım burada” der ve devletliğini gösterir. Eğer devlet gerçek olsaydı senaryo bu şekilde bir kişinin hikayesi şeklinde gerçekleşmezdi. Bu devletin aslında paralel olduğunu göstermektedir. Bu şeye benzer; birisini öldürürsün sonra arkadan onun kolunu sallayarak insanlara sanki canlıymış gibi gösterirsin. Yoksa bu kadar büyük olaylarda devletin olaya müdahale etmemesi düşünülemez. Senaryonun en açık veren kısmı burası. 15 temmuzda devlet yine ortadan kaybolur. İş sivillere düşer. Bu seder katledilecek olanlar aleviler değil siviller. Maraşta olay alevi ve milliyetçiler arasında geçerken, köprüde olay siviller ve askerler arasında geçer. Devlet yine ortadan kaybolur yani ölü taklidi yapar. Katliam kameralardan seyredilir. Katliam gerçekleştikten sonra devlet birden bire ortaya çıkar ve “ne oluyor bakim burada” der varlığını gösterir. Devlet gerçek olsaydı sabaha kadar beklemez müdahale ederdi. Devlet yokmuş gibi davranılması devletin davranış kalıbı olamaz, olsa olsa bir kişinin işim vardı mazereti olabilir. Demek ki o bir kişi işim vardı mazeretini koskoca devlete uygulatabilecek kadar devleti kontrol etmektedir. Ama kimse için bu bir tehdit değil. Hani kocam beni döverde severde var ya, onun gibi devlet beni kurtarmak için gelir de gelmez de size ne? gibi. Dayağı yerken “olsun benim devletim beni kurtarmaya gelecek” beklentisi içindeki insanın devleti ile kurduğu ilişkiyi iki tarafda benimsemiş. İnsanlar devletleri ile kurdukları ilişkiyi benimsemiş. Normal sanıyorlar. O beni döverde sever de ilişkisi kurmuşlar sanki devletle ilişki bir evlilik ilişkisiymiş gibi.

  3. “Kocam döverde severde” yakıştırması yanlış oldu. Doğrusu “kocam çekip giderde çıkar gelirde, o erkek adam” olacaktı. Devlet ile geliştirilen bu ilişki çok rahatsız edici olduğundan kimse bu ilişki tarzıyla yüzleşmek istemez. Sonuç olarak her iki olayda yani kenanın olayında ve köprü olayında sonuç ohal ilanı yani gerçek darbe ile son bulur. Darbe yapılırken insanlar demokrasi bayramını kutlarlar ve o esnada anayasa rafa kalkar, yargı ve ordu tasfiye edilir, meclis feshedilir, özgürlüklerin adı terör olur ve özgürlükler terör faaliyeti diye kaldırılır, basın kaldırılır. Aslında her iki katliam peşinden gelecek darbeye ortam hazırlamak içindi.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin