PROF. DR. M. EFE ÇAMAN | YORUM
Her şey 17 Aralık 2013’te başladı. Erdoğan bugünkü rejimin temellerini o tarihte attı. Dile kolay! Tam on sene oldu!
17 Aralık 2013 yolsuzluk skandalıyla Türkiye’de hesaplaşmadan, görece bir normalleşme dahi düşünülemez. Yargı erkinin yürütme erkine fiilen bağlandığı ve dolayısıyla anayasal rejim mimarisinin çöktüğü bir ülkede hiçbir kurum ayakta kalamazdı; öyle de oldu. Bir grup kifayetsiz ve suça bulaşmış muhteris siyasetcinin sadece kendilerini yargısal süreçten ve hukuki yaptırımlardan kurtarmak için yaptığı bu hamle, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yıllık tarihindeki en büyük ihanettir. Sadece dönemsel değil, muhakkak ki kalıcı etkileri de olan bu ihanetin sonuçları ülkeyi ne hale soktu, gayet açık. Karşımızda devlete dair her şeyin çürüdüğü bir tablo var.
Türkiye’de daha önce bireysel bazda sıkça karşımıza çıkan yolsuzluklarla her şeye rağmen belli bir mücadele söz konusuydu. Çünkü yolsuzluklar bu denli sistemli ve organize değildi. Ancak 17 Aralık 2013 sonrasında yolsuzluklar sistematikleşti ve abrakadabra katelulliler, Ali Baba ve 40 Haramiler rejiminde dolaylı bir şekilde ödüllendirildi.
Açıkça ifade etmek gerekirse, cezai yaptırımın ortadan kalktığı ortamlar suçu teşvik eder, suçluluk oranlarına pik yaptırır. Sanırım tüm Osmanlı ve Türkiye tarihinde suçun ve suçluluğun bu denli yaptırımsız kaldığı bir dönem daha olmamıştır.
Hukukun iktidar için bağlayıcılığının kalmaması salt yolsuzluklarla ilgili bir sorun değildir. Hukuku kontrol etmeye başlayan bir iktidar ister istemez otoriterleşir. İktidarı hukuka tabi kılmak ve iktidarın gücünü sınırlamak, demokrasi teorisinin en merkezi meselelerinden biri olmuştur.
Güçler ayrılığı ilkesi bu nedenle liberal demokrasilerin anayasal devlet mimarilerinin temelini oluşturuyor. İktidarın yargıyı kontrolü altına aldığı bir ortamda, iktidar hukuka tabi değil, hukukun üzerindedir. Başka bir ifadeyle, kendisini “hukuk kapsama alanı” dışına alarak mutlak güce ulaşmış demektir. Artık hiçbir güç iktidarı denetleyemez, onu yaptırıma tabi tutamaz, gücünü sınırlayamaz. Dahası, iktidar bu güçle kendisine muhalif olan her kurumu ve bireyi ezer, yok eder.
Kendi anayasasına uymayan, kendi yasalarının gereğini yerine getirmeyen, tamamen keyfi olarak ülkeyi yöneten bir iktidar, bir ülkenin kolektif anlamda başına gelebilecek en olumsuz durumdur.
Demek ki 17 Aralık 2023’e geldiğimizde gözlemlediğimiz birçok olumsuzluk 17 Aralık 2013 ile ilgilidir.
Garip, sürreal bir ortam var Türkiye’de.
Bir taraftan 17 Aralık yıldönümlerinde yolsuzluklar gündeme getiriliyor, diğer taraftan 17 Aralık 2013 soruşturmalarını yürüten savcılar ve polislerle ilgili rejim diskuru devam ediyor. Bu insanların ömür boyu ağırlaştırılmış hapis cezasına çarptırılmış olmalarının ve 10 yıldır hapishanede tutulmalarının nedenini nedense kimse sorgulamıyor.
Hem yolsuzlukları eleştireceksiniz, hem de yolsuzlukların üzerine giden savcı ve polislerin Erdoğan’a darbe yapmaya kalktıklarını söyleyeceksiniz (veya bu söylemi sessizce ve korkakça kabulleneceksiniz)! Bu işin içinde büyük bir tutarsızlık olduğunu görmeden ya da daha doğrusu görmüyormuş gibi yaparak, nasıl rahat uyku uyuyabiliyorlar acaba?
Bu soruyu muhalefet partilerine sormayalım mı? Bu bir ihanet değil midir? Muhalefetin görevi iktidarin yolsuzluklarının üzerine gitmek değil mi? Madem yolsuzluk yapıldığını söylüyorsunuz, o halde neden yolsuzlukları ortaya çıkarmaya çalışmıyorsunuz? Senede bir defa 17 Aralık yolsuzluklarını hatırlayıp, 364 gün bu konuda hiçbir şey yapmamak dürüst bir tutum mudur? Erdoğan ve güç paydaşlarının kirli işlerini örten söylemi benimsemek ihanete ortak olmak değil midir? Muhalefete “Suç ortağısınız!” demeyelim mi?
Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve Devlet Bahçeli’nin 17 Aralık 2013 tarihinde ve akabinde söyledikleri ortada. Bu söylemlerin hem videolarına hem de gazetelerde çıkan haberlerine ulaşmanız için on saniye yeterli. Google’da basit bir aramayla bu açık kaynaklara ulaşabilirsiniz. 21. yüzyılda hiçbir şey gizli kalmıyor. Bugün Erdoğan’ın yanında saf tutan ve onun yönlendirmesinde hareket eden MHP, eğer kendisine oy veren insanlardan utanmıyorsa çıksın açıklasın; 2013’teki Bahçeli mi yoksa 2023’teki Bahçeli mi yalan söylüyor?
MHP’ye oy veren tüm vatandaşlar kendilerine bu soruyu sorsun ve yanıtını dürüstçe kendi kendilerine versin. Basit çıkarları bir kenara bırakıp ülkenin üst çıkarlarını savunmanın yanlış olduğunu mu düşünüyorlar? Eş, dost ve akrabalarına makam-mevki sağlamak için Türkiye’nin fiilen çökmesine göz yummak bunların anladığı anlamdaki milliyetçilik midir? Bu soruları sormamaktan nasıl imtina ediyorlar, anlamak onanak dışıdır.
Peki ya Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu için ne demeli? Bu “muhalefet liderleri” vakti zamanında AKP’de üst seviyede görevler icra ederken 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk skandalının konusu olan yasa dışı alengirli akçalı işleri bilmiyorlar mıydı?
Bu soruya, “Hayır bilmiyorlardı!” diye naif yanıt verecek biri var mı! Herkes kendisine dürüst olsun ve insanları aptal yerine koymayı bıraksın. Babacan da Davutoğlu da mutlaka bu yolsuzlukları biliyordu. Bugün neden susuyorlar peki? Başkalarının pisliklerini bilip de bunları kamuoyuyla paylaşmamak, bildiklerini anlatmamak, bilakis gizlemek ve örtbas etmek ihanet değil midir? Suç ortaklığı değil midir? Bu tür insanların muhalefet olarak kabul görmesi ve bahsettiğim çelişkili durumla yüzleştirilmemeleri Türkiye toplumunun basireti ve aklı melekeleri hakkında nasıl bir fikir vermektedir? Bu toplumsal intiharin önüne geçebilecek insanlar bildiklerini anlatmamaları iyi niyetle açıklanabilir mi?
17 Aralık’la ilgili her şeyi yabancı devletler biliyor. Reza Zarrab adlı İranlı, nasıl bakanları önüne yatırdı, kimlerin rüşvetini önden verdi? Bakanların evinden nasıl para sayma makineleri ve ayakkabı kutuları içine istiflenmiş dolarlar çıktı? Ses kayıtlarında oğluyla fısıldayıp “Paraları sıfırladın mı?” diye soran dönemin Başbakanı Erdoğan’a oğlu Bilal “Sıfırlayacağım inşallah babacığım!” diye nasıl yanıt verdi? Erdoğan Bayraktar adlı bakan nasıl, “Ne yaptıysam Başbakan Erdoğan’ın bilgisi ve talimatıyla yaptım!” diyerek baskı gördüğünü söyledi ve istifasını verdi?
Bunları unuttunuz mu? Bunları unutanları basitçe YouTube arama fonksiyonuna 17 Aralık tapeleri yazmaya ve bulunan videoları izlemeye/dinlemeye davet ediyorum. Düğümü çözmek için 10 yıl geriye gitmek gerekiyor.
Dedim ya, her şey 17 Aralık 2013’te başladı. Erdoğan, otoriter rejiminin temellerini o tarihte attı. Bu rejimin yapısökümüne de mecburen 17 Aralık 2013’te başlayacaksınız.
Bu üslupla seçtiğiniz Reis’inizin yönettiği ülkede yaşamıyor zaten yazarımız, sayın yorumcu. Belirtmeden geçemeyeceğim; soru cümleleri soru işareti ile biter, Türkçe ile ahkam keserken dikkatli olalım ki rezil olmayalım;)