HABER-ANALİZ | ADEM YAVUZ ARSLAN
Türkiye gündemi ‘Fetö’nün siyasi ayağı’ ve ‘yeni darbe’ tartışmalarına endekslenmiş iken nereden çıktı bu ’15 Temmuz’un asker ayağı’ diye soranlardansanız fazlasıyla A Haber ya da CNNTürk izliyorsunuz demektir.
Çünkü aradan geçen 3,5 yıla rağmen ‘15 Temmuz’un asker ayağı’ hala meçhul. Ne demek istediğimi uzun bir yazıyla madde madde anlatacağım. Ama önce bu günlerin popüler tartışma konusuna dair not düşmeliyim.
Öncelikle ‘yeni darbe’ tartışması.
Keşke ‘kötü bir şaka’ olsaydı ama Erdoğan ve Havuz medyası tekmili birden yeni darbe tartışması açtı. İddialarına göre, TSK içindeki laik-Kemalist-Ulusalcı kadrolar darbe hazırlığında.
Bu söylemlerini ise ABD merkezli RAND’ın son raporuna dayandırıyorlar.
17 Aralık 2013 büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sonrası başlayan Erdoğan-Ergenekon ittifakı bir gün çatışmaya dönecek ama henüz değil. Ergenekoncular’ın ‘Erdoğana olan ihtiyaçları bittiğinde’ darbeye ihtiyaç duymadan hedefe ulaşabileceğini tahmin etmek zor değil. Sonuçta en iyi bildikleri konu psikolojik harp ve Erdoğan’a karşı ellerinde yeterince malzeme var.
Sadece ‘diploma’dan bile giderek Erdoğan’ın sonunu getirebilirler. Sözün özü Ergenekoncular Erdoğan’dan nefret etse de bir darbeye yeltenmezler. Kaldı ki başarılı bile olsalar Erdoğan’ı kahramanlaştırmak istemeyeceklerdir.
Peki nerden çıktı bu darbe söylemi?
Tahmin edebileceğiniz gibi bu söylemin ardında da Erdoğan ve AKP var. Erdoğan’ın siyasi söylemi bitti, yeni bir şey ortaya koyamıyor, gündemi domine edemiyor. Partisindeki erime yavaş da olsa istikrarlı bir şekilde sürüyor. Bünyesinden bir parti çıktı, ikincisi yolda. Ekonominin hali tüm makyajlı rakamlara rağmen perişan. Dış politika da durum giderek kötüleşiyor. Anketlere yansıyan tablolar da Erdoğan için hiç parlak değil. MHP ile ittifak bile yetmiyor Erdoğan’a. Özetle Erdoğan’ın seçimle iktidarda kalabilmesi mümkün değil. 15 Temmuz’da olduğu gibi yeni bir sahte darbeye ya da en azından söylemine ihtiyacı var ve bu sayede hem Ergenekonculardan kurtulacak hem de toplumsal muhalefeti bastıracak.
Tüm siyasi hayatı çatışma üzerine kurulu Erdoğan, bu planın parçası olarak İlker Başbuğ’a sert daldı ki tabanı ‘askeri vesayet korkusu’ ile domine etsin. Böylece “ey ahali; tamam ben yolsuzum, işler kötü gidiyor ama asker gelirse hepinizin canına okur, başörtüsünü yasaklar, size yine ikinci sınıf adam muamelesi yapar. Arkamda durun, kökünü kazıyayım şu askeri vesayet artıklarının” diyebilecek.
Özetle Erdoğan’ın yeni bir ‘darbe oyunu’ ile karşı karşıyayız.
Gelelim ‘Fetö’nün siyasi ayağı’ tartışmasına. Bence ‘Fetö’ diye bir örgüt yok. Dolayısıyla olmayan bir örgütün siyasi ayağı da olmaz. Ancak ‘Fetö’ diye bir örgüt var diyorsanız bunun siyasi ayağının AKP etrafından tartışılması hayatın akışına uygun.
Sonuçta AKP ve Cemaat birbirine yakın sosyolojik tabandan besleniyor.
Aralarında doku uyuşması var. Üstelik başta Erdoğan olmak üzere -MİT müsteşarı Hakan Fidan dahil- tüm AKP yöneticileri Cemaat ile yakın ilişki içindeydi. Aslında siyasilerin sivil toplum örgütleri ile sıkı ilişki içinde olması demokrasinin gereği ama Türkiye bu konuyu tartışmaktan fersah fersah uzakta şimdi.
Sonuç itibariyle Erdoğan ve AKP cehanı ‘Fetö’nün siyasi ayağı CHP’dir’ diyerek kendi ayaklarına sıkıyor. Çünkü bu tartışma açılırsa, konu yargıya intikal ederse başta Erdoğan olmak üzere -Havuz medyası yazar çizer ve yöneticileri dahil- hiç birinin kaçacak yeri yok.
Nitekim bir takım güç odaklarının “FETÖ’nün finalini Erdoğan’la yapacağız” dediğini duymayan kalmadı.
15 TEMMUZ’UN ‘ASKER AYAĞI’ NEREDE?
Oysa ki asıl tartışılması gereken ’15 Temmuz’un asker ayağı’ydı.
Aradan geçen bunca zamana rağmen 15 Temmuz’da ne olduğunu hala bilmiyoruz. Sözde bir askeri darbe girişimi var ama olay üç günlük er ve askeri öğrencilerin üzerine kaldı.
En temel soru; ‘askeri birlikleri kimin nasıl harekete geçirdiği’ sorusu sorulmadı.
Gerçi iktidar söylemine göre ‘Cemaat’in asker imamı Adil Öksüz’ imamı TSK’yı harekete geçirdi. Ancak buna dair ne bir belge, ne de -bütün işkencelere rağmen- ifade var.
Yani Adil Öksüz ve diğer sivillerin Akıncı Üssü’nde bulunarak 15 Temmuz’da ne yaptığı, kimi yönlendirdiği hala bilinmiyor.
15 Temmuz’un ‘asker ayağı’nı anlamak için iz sürmemiz gerekiyor. Burada bakılacak isimler ise sırasıyla dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Güler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Bostanoğlu, Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal, Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı ve 1. Ordu Komutanı Ümit Dündar.
Oysa ki askeri harekete geçirebilecek bu 5 ana kaynaktan hiçbiri tutuklanmadı, suçlamaya muhatap olmadı hatta mahkemelerde ifade dahi vermediler. Üstelik bir kısmı ‘kahraman’ ilan edilip ödüllendirildi.
Şimdi sırasıyla bu isimlerin ‘15 Temmuz karnesi’ ne bir daha bakalım.
HULUSİ AKAR
Bugünün Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın ‘öncesi ve sonrası’yla 15 Temmuz karnesi kırıklarla dolu. Fakat Erdoğan rejimi tarafından kahraman ilan edilip ödüllendirildi. Ne TBMM tarafından ne de savcı tarafından sorgulandı.
‘Müşteki’ olduğu davalara bile katılmadı.
Oysa ki Hulusi Akar 15 Temmuz’da yaşanan olayların birinci derecede sorumlusu. Çünkü istihbaratı alınmış bir darbeyi önlemek çok kolaydı. Akar’a rağmen darbe yapılamazdı. Yani bir darbe girişimi varsa, istihbaratı dahi alınmışsa yapılacak şeyler bellidir. Bir cümlelik emirle olayları başlamadan bitirirdiniz. Hava sahasını kapatırsınız, kışlalardan çıkışı durdurursunuz, en önemlisi kameraların karşına geçer ‘ben bu işte yokum, darbeye karşıyım’ dersiniz.
Yapılacak başka şeyler de var fakat Hulusi Akar hiç birini yapmıyor.
Kuvvet komutanları ile görüşmüyor. Cumhurbaşkanını, Başbakanı ve İçişleri Bakanını bilgilendirmiyor. Bir gün önce 3,5 saat görüştüğü MİT müsteşarı Hakan Fidan’ı kabul ettikten sonra odasında oturmaya devam ediyor. Fidan ayrılıyor ve darbe başlıyor. Akar hala odasında ‘evrak okumaya’ devam ediyor. Mehmet Dişli odaya gelip darbeyi haber verdiğinde önce ‘şaka mı bu’ mealli şeyler söylüyor ardından da ‘merak etme gereği yapıldı’ diyor.
Oysa ki ilk yapması gereken kendi güvenliğini sağlamak olmalıydı.
Kendi başına bir şey gelmeyeceğinden nasıl bu kadar emin olabildiği hala sır. NATO’nun en büyük ikinci ordusunun komutanı odasında otururken ‘tereyağından kıl çeker gibi’ göz altına alınıyor! Mahkeme ifadelerine göre rehin alındığında makamında bulunan panik butonuna bile basmıyor. Gerçi kamera görüntülerine göre ortada bir rehin alma olayı yok. Mesela Akar’ı Genelkurmay Karargahı’ndan ayrılırken gösteren video kaydında gayet rahat hatta unuttuğu şapkasını talep ediyor. Akıncı’da da durum farklı değil. Telefonu elinde, önünde çerezleri ve filtre kahvesi ile gelişmeleri izledi.
Akar’ın darbe gecesine dair en kritik hamlesi ‘kaybolması’. Çünkü tüm sanıkların ifadesinde darbe girişiminin ’emir komuta zinciri içinde olduğu’ yönünde bilgiler var. Farklı şehirlerde ki farklı birliklerdeki askerlerin aynı yönde ifadeleri şu sonucu doğuruyor; darbenin emir komuta içinde olduğuna dair bir algı özellikle yayılmış.
O gece Akar’dan uzun süre haber alınamaması da bu planın devamı olarak görülebilir. Akar baştan çıkıp ‘ben bu işte yokum’ dese durum farklı olacaktı. Fakat Akar’ın ‘kaybolması’ bilinçli bir şekilde darbenin emir komuta içinde devam ettiği algısına katkı yapmak içindi.
Genelkurmay bilgisayarlarında yapılan incelemede çıkan bir belge bu taktiği teyit etti.
15 Temmuz akşamı 22:15’te birliklere yollanan Yurtta Sulh Konseyi imzalı ilk mesajda Genelkurmay Başkanlığı ve kuvvet komutanlıklarında bir değişiklik yapılmadığı görülüyor. (Yazının ilerleyen bölümlerinde diğer kuvvet komutanlarının da tam da bu plana uygun şekilde hareket ettiğini göreceksiniz.)
Hulusi Akar 15 Temmuz günü AKP milletvekili olan Şirin Ünal ile Genelkurmay Karargahı’nda özel bir görüşme yapıyor ancak bu ziyaretin kaydını bizzat takip edip sildiriyor. Akar daha sora dan darbenin 1 numarası olarak gösterilen Akın Öztürk’e dair kritik bir hamle yapıyor. Akın Öztürk’ten Akıncı Üssü’ne gidip ‘duruma göz kulak olması’ isteniyor.
Nitekim 19 Temmuz 2016’da yapılan ilk Genelkurmay açıklamasında Akın Öztürk’ten Akıncı Üssü’ne gitmesi istendiği yazıyordu. 5 gün sonra yapılan bir açıklamada Akın Öztürk ‘rehine’ olarak gösterilmişti. Ancak bu açıklama daha sonra buharlaştı. Kimse de Hulusi Akar’a bu açıklama neden Genelkurmay’ın sayfasından kaldırıldı diye sormadı. Darbe girişiminden önce Erdoğan ile birlikte Abdullah Gül’e yaptığı gizli ziyaret hala muamma.
Akar’a dair sorulacak çok soru var. Ancak bugüne kadar ne TBMM Araştırma Komisyonu’na gitti ne de mahkemelere. Müşteki olduğu davaya bile gitmedi, ona gizli-özel celse yapıldı. Kendi emrindeki askerleri ile mahkemede bile olsa yüzleştirilmedi.
Erdoğan’ın seyahatlerinde yanından ayrılmayan, AKPlilerin düğünlerinde şahitlik yapan, sık sık medyaya demeçler veren Akar mahkemeye gitmedi, savcının sorularına cevaplamadı. Emrindeki askerler işkence görüp müebbet hapis alırken o terfi etti ve Savunma Bakanı oldu. Bu arada Kayseri’ye dev bir cami yaptırdı.
YAŞAR GÜLER
Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Güler o akşamın en kritik isimlerinden birisiydi. Çünkü Genelkurmay İkinci Başkanı aynı zamanda Karargah’ın ‘patronu’dur. Nitekim 15 Temmuz akşamı donanma gemileri dahil olmak üzere sokağa çıkan askeri birlikler harekat emrini Yaşar Güler’in komutanlığından aldı.
İddiaya göre harekat emri Güler’in yaveri Binbaşı Mehmet Akkurt tarafından verilmişti. Akkurt o gece Karargah’ta öldürüldü. Güler’de emrin bilgisi dışında yayınlandığını iddia etti. Ancak binbaşı rütbesindeki bir askerin Orgeneral adına sahte emir yayınlaması akla mantığa uygun değil.
Dahası Güler ‘yapması gerekenleri’ yapmayarak darbecilere kapıyı açıyor.
Şöyle ki; Güler Genelkurmay Başkanı ve MİT müsteşarı ile ‘potansiyel darbeye karşı tedbirleri’ konuştuktan sonra kendi odasına dönüp ‘rutin işlerine’ bakıyor. Kendi söylediğine ‘birikmiş evraklarını imzalıyor’. Diğer komutanlar düğüne gitmişken Güler’in evrak imzalaması normal gelebilir ancak unutmamak lazım ki Güler demek karargah demek. Dahası Güler’in o gece yaptığı görüşme trafiği saklanıyor. En önemlisi ise Genelkurmay Karargahı az sayıdaki özel kuvvet personeli tarafından teslim alınıyor ve tam teşhizatlı askerler hiç bir engelleme olmadan Genelkurmay 2.Başkanını rehin alıyorlar.
Tıpkı Hulusi Akar gibi Yaşar Güler’de ne savcılara ne TBMM’ye ne de müşteki olduğu mahkemeye gitti. Silah arkadaşları ile yüzleşmedi. Akar gibi o da ödüllendirildi.
SALİH ZEKİ ÇOLAK
Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak diğer kuvvet komutanlarına göre ön plana çıkmadı. Ancak yaptığı kritik bir hamle var ki hala şüpheleri üzerine çekiyor.
Malum olduğu üzere ‘resmi söyleme’ göre MİT ‘Akşam, Kara Havacılık Okulu’ndan kalkacak helikopterlerle MİT Müsteşarı’nın kaçırılacağı’ istihbaratını veriyor. Tüm ülkede hava sahası kapatılmış ve Org. Çolak, Kara Havacılık Okulu’na ‘denetime’ gidiyor.
Karargaha vardığında 10-12 Sikorsky helikopteri hangardan çıkarılmış ve uçuşa hazır vaziyette apronda görüyor ama ‘anormalliği’ fark edemeyip (!) ‘burada her şey normal’ diye rapor ediyor. Brifing aldığı kişi ise ihbarda ‘darbeci’ diye söylenen subay.
Çolak ifadesinde ‘bir anormallik göremedim’ diyor ve konu kapanıyor. Çolak emekli oldu.
BÜLENT BOSTANOĞLU
Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Bostanoğlu’nun ’15 Temmuz hikayesi’ tam film gibi.
Çünkü NATO’nun en büyük ikinci ordusunun deniz kuvvetlerini yöneten isim o akşam telefonunu kapatıp İstanbul’da otoparkta saklanıyor. Kendi anlatımlarına göre Bülent Bostanoğlu ve dönemin Donanma Komutanı Veysel Kösele Heybeliada’daki Deniz Lisesi’nde sürpriz bir toplantı yapıyorlar. Faaliyet programında olmayan bu toplantı öncesi böcek taraması yaptırıyorlar ve görüşmeleri 1.5 saat sürüyor.
Bu toplantının içeriği hala bilinmiyor. İfade için savcılığa dahi gitmeyen, savcının makamına gelerek ifade aldığı Bostanoğlu o güne dair annesine yaptığı ziyareti dahi anlattı ama bu toplantıdan hiç bahsetmedi.
Bostanoğlu yemin töreninin ardından emir subayı ile birlikte 19.30’da Yeşilköy Çınar Otel’deki bir düğüne geçiyor. Emir subayını ise civardaki alışveriş merkezine gönderip ‘orada bekle’ diyor. Daha sonra bu hareketini ‘darbecileri yanıltmak için’ diye açıklıyor ancak o saatte darbeden nasıl haberdar olduğunu izah etmedi.
Dahası bu tedbiri alacak kadar düşünebilen Bostanoğlu karargaha dönüp tedbir almak yerine düğüne katılıyor.
Ardında Florya’daki bir İspark otoparkında saklanıyor. Cep telefonunu kapatıyor ve kimsenin kendisine ulaşmasına izin vermiyor. Gün içerisinde gizli toplantı yaptığı Donanma Komutanı Veysel Kösele ise Fenerbahçe Orduevi’nde. O da Kösele gibi saklanmayı tercih ediyor. Birbirinden habersiz aynı refleksi göstermeleri tamamen tesadüf olabilir tabi ki. Ancak bu tesadüfler ilerleyen saatlerde de devam etti. Mesela gemilerin Marmara denizine ulaşması ile birlikte Bostanoğlu’nun telefonunu açması ve Kösele’nin orduevini terk etmesi bu eş zamanlı reaksiyonlardan biri.
Bostanoğlu, o gece, emir komuta hiyerarşisindeki tüm isimleri yanlızca seçtiği kişilerle iletişime geçmiş ve kendisine bir şekilde ulaşıp direktif isteyen personeline cevap dahi vermemişti. O gece, Donanma muharip gücünün yaklaşık %70’i seyirdeydi ve Bostanoğlu bu donanmayı bir binbaşı üzerinden verdiği direktiflerle yönlendirmeye çalışıyordu. Ancak gelen direktifleri teyit etmeye çalışan gemi komutanları dahil birçok personelin açıklama taleplerini cevapsız bırakıyordu. Bostanoğlu ve Kösele’nin emir komuta hiyerarşisini hiçe sayarak oluşmasına neden olduğu bu kaos hali geride bir çok soru işareti bırakarak sabah saatlerine kadar devam etmişti.
Bostanoğlu tıpkı Hulusi Akar ve ikinci başkan Yaşar Güler ve Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal gibi ‘arada’ mesajı vermek için ‘kayboluyor’. Bu sessizlik ‘komutanlarda işin içinde’ algısını sağlamak içindi ve gerçekten de bir çok askerin ‘emir komuta’ içinde olduğunu sanmasına neden oldu.
O gece 150 adet telefon görüşmesi yapan Bostanoğlu ne Org.Hulusi Akar ne de ikinci başkan Org. Yaşar Güler ile görüşmüyor. Düşünün darbe girişimi var ama Genelkurmay Başkanı ile Deniz Kuvvetleri Komutanı görüşmüyor!
Bostanoğlu’nun o akşam koordineli olduğu tüm isimlerin ortak özelliği ise Ergenekon ve Askeri Casusluk davası sanığı olmaları. Veysel Kösele, Tuğamiral İskenden Yıldırım ve Tuğamiral Yalçın Payal Askeri Casusluk davası sanığıydı. O gecenin en kritik isimlerinden Tuğamiral Aykar Tekin de Balyoz Davası sanıklarındandı ve 3,5 yıl hapis yatmıştı. Tuğamiral Levent Kerim Uça’da Balyoz Davası kapsamında 3,5 hapis yatmış bir isimdi.
Bostanoğlu yargılanmadı, suçlanmadı ve 2017’de emekli oldu.
ZEKAİ AKSAKALLI
15 Temmuz akşamının en gizemli, en karanlık isimlerinden birisi de dönemin Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı’ydı. Sokağa çıkan askerlerin bir çoğu emri bizzat Aksakallı’dan aldıklarını söylediler. Gerçekten de Aksakallı tarafından 11 Temmuz’da verilen ‘alışılmışın dışında tatbikat’ emri 15 Temmuz’a giden yolda önemli bir kilometre taşı oldu.
Aksakallı’nın en kritik hamlelerinden birisi normal şartlarda 15 Temmuz’da yapılacak olan özel kuvvetler eğitim programı diploma töreninin birgün önceye alınması oldu. 14 Temmuz tarihinde de, törenin ardından, özel kuvvetler karargâhında Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, MİT müsteşarı Hakan Fidan ve Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Aksakallı’nın katıldığı gizli bir toplantı yapılmıştı. Bu toplantının sonunda, Korgeneral Aksakallı ve İstihbarat başkanı Fidan ayrı bir toplantı daha yaptı.
Bu toplantıların içerikleri hiçbir zaman ortaya çıkarılmadı. Ne Aksakallı ne de Fidan açık bir mahkemede herhangi bir sorguya tabi tutulmadı. Aksakallı bir tanık olarak ifade vermeyi dahi reddetti. Aksakallı kendisine karşı yapılan iddiaları reddetti ve hiç bir zaman bunlardan dolayı herhangi şeyle suçlanmadı. Hatta, bunun yerine, Fırat Kalkan Harekat’ında Türk askeri birliklerini komuta etme göreviyle görevlendirildi.
Aksakallı uçuş yasağı olmasına rağmen kendisine bağlı ÖKK 1. Tugay Komutanı Tuğgeneral Semih Terzi’nin Silopi’den Diyarbakır’a oradan Ankara’ya oradan da Özel Kuvvetler Karargahı’na gidişine yol verdi. Bir yandan Terzi’nin önünü açarken bir yandan da Ömer Halisdemir’i 9 kez arayıp ‘Semih Terzi hain, vur’ talimatı veriyordu.
Aksakallı tıpkı Bülent Bostanoğlu gibi saklanmayı tercih etti.
‘Bir arkadaşının evi’nde olduğunu söyleyen Aksakallı telefonla televizyonlara bağlandı ama Genelkurmay Başkanı’nı arama ihtiyacı hissetmedi. MİT’le koordinasyon yürüttü. Semih Terzi daha Ankara’ya gelmeden televizyonlara konuştu ama Terzi’den hiç bahsetmedi. Oysa ki daha Diyarbakır’da iken durdurabilirdi.
Semih Terzi hiçbir engelleme olmadan ÖKK karargahına geldiğinde Ömer Halisdemir tarafından yaralandı. Darbecilerin açtığı ateş ile Halisdemir de ağır yaralandı. Ancak tim içinde gelen üsteğmen Mihrali Atmaca tarafından göğsüne ateş edilerek öldürüldü. Semih Terzi’yi vur diyen Aksakallı Ömer Halisdemir’i de Mihrali Atmaca’ya öldürttü.
Zekai Aksakallı o gece karargahına gitmeyip sabah 10.00’a kadar bilinmeyen bir yerden MİT’le telefon trafiği yürüttü. Ertesi sabah ÖKK’ya gidip işkencelere başlayıncaya kadar sivillerin sokağa çıkarılması dahil ilgililerle birçok konuyu görüştü.
Aradıklarından biri de dönemin Van Asayiş Kolordu Komutanı İsmail Metin Temel’di. Temel, aralarındaki diyalogu şöyle aktarıyor: “Zekai Aksakallı beni aradı, ‘Karargâh işgal edildi, ben evdeyim’ dedi. Ben, ‘Karargâha dön’ deyince de ‘Karımı teskin ediyorum’ cevabını verdi.”
Aksakallı ‘darbenin kahramanı’ olarak lanse ediliyordu ama sokaklar alev topuna dönerken ‘karısını teskin ediyor’muş.
Aksakallı’nın adı işkence iddialarıyla da gündemden düşmedi. Çok sayıda askere bizzat işkence ettiği ifadelere yansıdı. Hatta yine bu köşede yayınlanan bir video kaydında Aksakallı’nın elleri ve gözleri bağlı askere tekme attığı, kafasına baktığı açıkça görülebiliyordu.
Bu arada yargılamalar sırasında ortaya çıkan bir detaya göre 15 Temmuz’dan yaklaşık 2 ay önce Aksakallı’nın talimatı ile TÜRKSAT’a giden bir ekip ‘yayın nasıl kesilir, elektrikler kesilince ne olur’ sorularına cevap aramış.
Diğer sorular gibi bu da Aksakallı’ya sorulamadı çünkü kendisi mahkemelere gitmedi. Sorgulanmadı, suçlanmadı. Halen 2.Kolordu Komutanı.
ABİDİN ÜNAL
Dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal, 15 Temmuz akşamının en ilginç komutanıydı denebilir.
Öncelikle darbe girişiminin merkezi Akıncı Üssü’ydü ve ağırlıklı olarak havacılar sahadaydı. Darbe ihbarını aldıktan sonra düğüne devam etti, darbecilere karşı tedbir alabilecek komutanları engelledi.
15 Temmez günü Yalova’daki Harp Okulu yaz kampına olağan dışı bir ziyarette bulundu. Yemek arasında kursiyer öğrencilere ‘emir komutanın önemi’ne dair bir konuşma yaptı, ‘çocukları çok yormayın akşam yorulacaklar’ talimatı verip İstanbul’a döndü. Bir gün önce de dönemin Savunma Bakanı Fikri Işık ile görüştü. 15 Temmuz’dan önce de Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’dan habersiz olarak MİT’in gönderdiği araçla Saray’a gidip Erdoğan’la özel bir görüşme yapmıştı.
Erdoğan gibi darbeyi kaçta öğrendiğine dair çelişkili açıklamalar yaptı. İlk olarak 21.30’da eşinin aramasıyla öğrendiğini söyledi. Daha sonra ifade değiştirerek akşam 19.06’da öğrendiğini söyledi.
Türk hava sahası kapatılıyordu ama Ünal düğüne devam etti. Üstelik komutanların büyük bir çoğunluğu salonda olmasına rağmen hiç birine bilgi vermedi. Kalkışmayı önleyecek komutanları da engelledi. Kendi güvenliğini de almayıp adeta ‘darbecilerin’ gelip kendini teslim almalarını bekledi.
Abidin Ünal, daha sonra ‘Cemaatçi olmaktan’ tutuklanacak yakın korumalarıyla birlikte Moda Deniz Kulübü’nden ayrılıyor. Diğer generaller yere yatırılıp kelepçelenir, gözleri bağlanırken Ünal’a kelepçe takılmıyor, derdest edilmiş bir hali yok.
Abidin Ünal, gece 01.00 sularında Sabiha Gökçen’den bir CASA uçağıyla Akıncı Üssü’ne götürülüyor. Elinde kelepçe olmadığı gibi telefonuna da el konmuyor. Uçakta giderken Eskişehir’deki BHHM’yi arayıp bazı konuşmalar yapıyor. Hiç kimse kendisine müdahale etmiyor.
Uçak, saat 02.00 sıralarında üsse iniyor. Yine elleri serbest ve gayet neşeli bir şekilde yürüyor. O zaman Diyarbakır 8. Ana Jet Üs Komutanlığı 182. Filo Komutanı olan Binbaşı İbrahim Yozgat, ifadesinde o anları şöyle anlatıyor: “Bu sırada Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal eli bağsız bir şekilde geldi. Gayet neşeliydi. Herhangi bir şekilde rehine olmuş havası yoktu. Ben kendisini görünce ayağa kalktım. Geçerken bize doğru ‘İyi akşamlar arkadaşlar’ dedi.”
Mahkeme safahatında ortaya çıkan Akıncı Üssü koridor görüntülerine göre Abidin Ünal, saat 02.30-03.00 civarında elleri cebinde, etrafına gülücükler dağıtarak üste dolaşıyor. Bir ara bir odaya kilitlendiğinde de kimse telefonunu almıyor. Yukarıda adını zikrettiğimiz Yılmaz Bahar, “Cep telefonu yanındaydı. Net olarak hatırlıyorum çünkü cep telefonuyla konuşurken bir kez gördüm.” bilgisini veriyor.
Sabah her şey bittikten sonra üste Akın Öztürk’le de karşılaşıyorlar. Sohbet ediyorlar. Haluk Şahar, “Kurtarıldıktan sonra bize çay geldi. Abidin Ünal, ‘Akın Paşa olmasaydı bazı şeyleri başaramazdık, darbe etkili olurdu’ gibi bir şeyler söyledi. Birbirlerine düşmanca bir görüntüleri yoktu.” diyor.
Akın Öztürk çırılçıplak işkencelere maruz kalıp darbenin lideri olduğu suçlaması ile yargılanırken Abidin Ünal bugün ‘kahraman’ olarak dolaşıyor.
ÜMİT DÜNDAR
Orgeneral ümit Dündar daha darbe girişiminin başladığı anlardan itibaren Erdoğan’a olan bağlılığını ilan etmiş bir isim. Hatta senaryo gereği Akar’a ulaşılamayınca Genelkurmay Başkanlığına vekaleten atandı. Dündar henüz erken bir saatte çıkıp ‘bu küçük bir grubun teşebbüsü, dolayısıyla başarısızlıkla sonuçlanmaktan başka çaresi yok’ açıklaması yaptı. Bu açıklama ‘büyük plana’a uygundu çünkü Akar ve komutanların darbenin yanında olduğu imajının yayılması gerekiyordu.
Dündar’ın bir diğer kritik hamlesi Boğaz Köprülerinde yaşanan kaosa yol vermesi oldu. Maltepe’den çıkan tanklar hiç bir engelleme olmadan Boğaz Köprüsü’ne kadar geldi, köprünün bir şeridini ulaşıma kapattı. 1.Ordu karargahı Boğaz Köprüsü’ne bir kaç kilometre mesafedeydi ama olaylara müdahale etmedi. Aksine aralarında Harbiyeli öğrencilerinde bulunduğu bir avuç askerle halkın karşı karşıya gelmesine zemin hazırladı. Kameraların iyi görüntü alması için gün ağarıncaya kadar beklendi ve müdahale geldi. Harbiyeli öğrencilerin boğazı kesildi, bir kısmı linç edildi.
Dündar terfi ettirildi.
DARBE ÜÇ-BEŞ ER VE ÖĞRENCİYE KALDI
Örnekleri ve detayları çoğaltmak mümkün. Ancak kesin olan bir şey var; ‘Fetö’nün siyasi ayağını’ tartışmadan önce ’15 Temmuz’un komutan ayağını’ tartışmak, masaya yatırmak gerekiyor.
Başta Akar olmak üzere komuta kademesi çok ustaca kurgulanmış bir planın parçası olarak TSK’yı sokağa çekti.
Sokağa çıkanlardan bir kısmı terör saldırısına karşı tedbiren çıktıklarını, bir kısmı tatbikat için sahada olduklarını bir kısmı da gerçekten darbe olduğunu sanıyordu.
Çok geçmeden ‘boş havuza’ atladıklarını fark ettiler ama kendi komutanları tarafından tuzağa çekildiklerini anladıklarında işişten geçmişti.
Bu noktada en kritik rol şüphesiz Akar’a ait. Dönemin Genelkurmay Başkanı olarak yapacağı şey çok basitti. İhbarı aldıktan sonra tek cümlelik bir emir verecekti. Ancak Akar bu emri vermediği için felaket yaşandı.
Akar kendinin de içinde olduğu kurgu gereği başarıya ulaşma şansı olmayan harekatın başlaması gerekiyordu. Kısacası kendi ordusuna ihanet etti.
15 Temmuz’un kurgusu ve icrası aşamasında aktif rol olan tüm komutanlar ödüllendirilirken emre uyup sokağa çıkan askerler ağır işkenceden geçirildi, müebbet hapis cezalarına çarptırıldı. Komutanlar ifade dahi vermezken üç günlük askerler ve Harbiyeli öğrenciler müebbet hapis aldı.
Sizce de ‘Fetö’nün siyasi ayağı’ndan önce 15 Temmuz’un ‘komutan ayağı’nı konuşmak gerekmiyor mu ?