HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY
Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde yaşananları, özet halinde dünkü yazımda paylaştım. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk’ten başlayarak AK Parti döneminde seçilen ilk cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e kadar özetledim.
“Her cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde bir kriz yaşandı, ama bundaki çok farklı” başlıklı yazımın ikinci bölümünde Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’ın seçimlerini özetleyip yeni seçimde yaşanacaklara ilişkin öngörülerimi paylaşacağımı yazmıştım.
Abdullah Gül, 14 Ağustos 2001’de AK Parti’yi kuran Bülent Arınç, Abdüllatif Şener ve Tayyip Erdoğan ile birlikte öncü olan 4 isimden biriydi. 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in görev süresinin dolmasına yakın Türkiye’de ortam önce farklı yöntemler denenerek ısıtılmaya başlandı.
Yabancıya toprak satışı, misyonerlerin ülkedeki faaliyetlerine ilişkin çarpıtılan bilgilerle yapılmak istenen ısıtma başarılı olmayınca, bu kez laiklik vurgusu ve Atatürkçülük üzerinden harekete geçildi.
Ulusalcıların öncülüğünde büyük şehirlerde Cumhuriyet Mitingleri düzenlenerek hassasiyet kabartılmaya çalışıldı. AK Parti yönetimi, Meclis’teki sandalye sayılarının kendi adayını Köşk’e çıkaracak sayıya yettiğini düşündüğünden üçüncü turda seçimin tamamlanacağından emindi.
Başbakan Erdoğan, Köşk’e kendisi çıkmak istiyordu ama ortam henüz buna hazır değildi. Bülent Arınç’ın “Üçümüzden biri olmalı” deyince Gül üzerinde karar kılındı. Erdoğan, ilk tur seçimlerin yapılmasına üç gün kala 24 Nisan 2007’de adaylarını AK Parti Grup Toplantısında açıkladı. “Adayımız kardeşim Abdullah Gül” dedi.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, oylamanın geçerli olabilmesi için Meclis Genel Kurulunda en az 367 üyenin hazır bulunması gerektiği görüşünü ortaya attı.
27 Nisan’da yapılan oylamada Gül, ilk turda seçilmek için aranan 367 oy sayısına ulaşamayıp 357 oyda kaldı. Oylama ikinci tura ertelendi. Aynı günün gecesinde Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), internet sitesinde muhtıra niteliğinde bir bildiri yayınladı.
Siyaset tarihine “e-muhtıra” olarak geçen bu girişim iktidar tarafından sert bir şekilde karşılık gördü.
CHP, ilk turun yapıldığı gün Anayasanın ilgili maddesine göre katılımın nitelikli çoğunluk olan 367’ye ulaşmadığı gerekçesiyle oylamanın iptali ve yürürlüğün durdurulması için Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvurdu.
AYM, başvuruyu hızla sonuçlandırdı ve 1 Mayıs 2007’de nitelikli çoğunluk sayısı olan 367 üyenin katılmamış olmasından dolayı ilk turu iptal etti. 6 Mayıs’ta yapılan yeni oylamada da 367 katılım sayısına ulaşılamayınca Gül adaylıktan çekildi ve cumhurbaşkanı seçilemedi.
İktidar, hızla seçim kararı aldı ve ülke 22 Temmuz 2007’de sandığa gitti. Yapılanların iktidarın önünü kesme girişimi olarak toplumda algılanması, sandıktan AK Parti’nin güçlenerek çıkmasına sebep oldu.
AK Parti yüzde 46,58 ile 341 milletvekili, CHP yüzde 20,88 ile 112 milletvekili, MHP ise yüzde 14,27 ile 71 milletvekili çıkardı. DTP’nin desteklediği adaylar da 22 milletvekilliği kazandı.
Kulislerde, Erdoğan’ın kendisinin aday olmak istediği, Gül’ün adaylıktan çekilmesini istediği konuşulmaya başlandı. Bunun üzerine Gül, Milliyet Gazetesinden Derya Sazak’a “Adaylığım sürüyor” açıklaması yaparak Erdoğan’ın girişimlerini boşa çıkardı.
Bu sırada Anayasa’da değişiklikler yapılarak cumhurbaşkanının 7 yıl yerine 5+5 olacak şekilde iki dönem olarak ve halk tarafından seçilmesine karar verildi.
MHP’nin oylamaya katılacağını açıklamasıyla cumhurbaşkanlığı seçiminde 367 engeli aşılmış oldu. 28 Ağustos 2007’de oylamaya katılan 448 milletvekilinden 339’unun oyunu alarak 11. Cumhurbaşkanı seçildi.
Gül’ün cumhurbaşkanlığı sırasında, bu kez görev süresine ilişkin tartışma başlatıldı. 19 Ocak 2012’de çıkarılan kanunla görev süresinin 28 Ağustos 2014’te tamamlanacağı kayıt altına alındı.
ERDOĞAN, HALKIN OYLARIYLA SEÇİLEN İLK CUMHURBAŞKANI OLDU
Abdullah Gül, Parlamento tarafından seçilen son cumhurbaşkanı idi. Bundan böyle yeni cumhurbaşkanı halkın oylarıyla doğrudan seçilecekti.
AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanı seçilmek istediğini her fırsatta dolaylı yollardan dile getirdi. Partisine mensup isimlerse doğrudan söyledi.
Erdoğan, Abdullah Gül’ün önünü kesmek istiyordu. Görev süresi sonunda partinin başına dönebilme ihtimalini ortadan kaldırmak amacıyla parti kongresini, Gül’ün görev süresinin bitmesinden bir gün öncesi olan 27 Ağustos tarihine aldırdı.
Erdoğan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na partiyi ve başbakanlığı bırakarak cumhurbaşkanlığına aday oldu. 10 Ağustos 2014’te yapılan seçimlerde Erdoğan 12. Cumhurbaşkanı seçildi.
16 Nisan 2017’de yapılan tartışmalı referandumla parlamenter sistem sona erdirildi. Erdoğan, 24 Haziran 2018’deki genel seçimlerde de yüzde 52,59 oy alarak AK Partili cumhurbaşkanı olarak yeniden aynı göreve getirildi.
Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimleri “z kuşağı” tarafından bile hatırlandığı için ayrıntılar paylaşmadım.
BU DÖNEMİN TAŞIDIĞI RİSK DÜNKÜLERDEN ÇOK FARKLI
Dünden bugüne cumhurbaşkanlığı seçimlerini sizlerle paylaşmamın temel sebebi, yeni bir cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin arifesinde bulunmamız.
Geçmişte yukarıdan bir takım pompalamalarla toplum gerilmeye çalışılırdı. Bu kez ortada dağ gibi iki büyük sorun var:
SIĞINMACILAR ve EKONOMİK KRİZ.
İktidar, ekonomik krizin pençesindeki halkı manipüle etmek için sığınmacıları kullanmak istiyor. Avrupa’ya “Kapıları açarım haaa!” tehdidini savuranlar, kendi halkına da aynı tehdidi savuruyor.
Bu dönemin en büyük riski işte burada yatıyor. TR724 yazarı Adem Yavuz Arslan, “Büyük felaket kapıda” videosuyla bunu ortaya koymaya çalıştı.
Sığınmacılar sorunu üzerinden toplumdaki öfkeyi kabartıyorlar. Ön plandaki isimler Zafer Partisi’nin başındaki Ümit Özdağ ve hempaları olsa da amaç, farklı bir şekilde birilerinin ele geçirdiği iktidarı sürdürme dayatmalarından başka bir şey değil.
Kapıdaki tehlikeyi insanlar genel olarak 6-7 Eylül 1955 Olayları ile kıyaslıyorlar. İnanın ki bugünkü risk, 67 yıl önce yaşananlarla karşılaştırılamayacak kadar büyük. O zaman, hedef bir şekilde ele geçirilmek istenilen azınlıkların sahip olduğu mallar idi. Cana kasıt neredeyse yok gibiydi.
Bugün eşiğimizdeki tehlikeyse doğrudan insan hayatıyla ilgili. Yaşanacaklar, içine yuvarlandığımız ekonomik krizin derinliğiyle her geçen gün daha da büyük bir öfkeye dönüşüyor.
Ümit Özdağ gibi isimlerse gaz dolu odada çakmak yakmaya çalışanlardan farklı değil. 6-7 Eylül’den bir başka farkı da o yaşanan çirkinlikler İstanbul ve biraz da İzmir’le ilgiliydi. Bugün ise bütün Anadolu ateşe atılmak isteniyor.
Tümamiral Mustafa Zeki Uğurlu’nun, 15 Temmuz’u anlattığı videoyu izlemedinizse mutlaka vakit ayırmanızı isterim.
Hiç yoktan 15 Temmuz’u var eden Ergenekon+Erdoğan ekibi, ortada sığınmacı ve ekonomik kriz sorunundan neler çıkarabilirler düşünmek bile istemiyorum. Bu kez mülteci karşıtı siyasetle hedeflerine ulaşma peşindeler. İşin daha kötüsü de yaşanacakların faili olarak muhalefeti adres gösterecekler.
Doğu toplumları, sorunları çözmede hukuku uygulamak yerine tehdit, hapis ya da şiddete başvurur. Bundan dolayıdır ki bu toplumların yüzü gülmez.
Bunu bir kader olarak görenleri üzülerek izliyorum. Bu kader değil, şark toplumlarının tercihi.
Cehaletin olduğu yerde adalet olmaz. Türkiye’nin cehaletini hafife almayın.
Cehaletin kökünün kuruduğu, adalet güneşinin doğduğu güzel günlerde yaşamak dileğiyle.
Bugün Hızır ve İlyas’ın dünyada buluştuklarına inanıldığı gün. Sizler de ülkenin ve insanlığın selameti için güzel temennilerde bulunun.