YORUM | NEVİN ERDEM
Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) görev süresi dolan üyelerinin seçim süreci başladı.
Özellikle 15 Temmuz sonrası yapılan hukuksuzlukların çok önemli bir bölümünün yargı eliyle yapıldığı gözetilirse, HSK’nın bu hukuksuzluklarda oynadığı kilit rol daha net anlaşılır.
Bilinenleri bir kez daha tekrar edelim.
Gözaltılar, tutuklamalar, mahkumiyetler, adam kaçırmalar, işkenceler, kayyım atamalar, elkoymalar, işten atmalar ve daha birçok hukuksuzluklar ya yargı eliyle ya da yargı himayesiyle yapılmaktadır.
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Bir başka deyişle hukuksuzlukların faili ya da hamisi yargı mensuplarıdır; hakimler ve savcılardır.
Hakimleri ve savcıları atayan, terfi ettiren, yerlerini değiştiren, hatta ihraç eden ise HSK’dır.
Peki HSK’yı atayan kimdir?
İşte burası çok önemli!
HSK’nın tüm üyeleri iktidar tarafından atanmaktadır.
Teknik detaylarla yazıyı boğmayayım. Ama sistemi anlamak için şu bilgileri ifade etmekte fayda var: 2017 yılında değiştirilen Anayasa’nın 159. maddesine göre, HSK 13 üyeden oluşur. Adalet Bakanı, kurulun başkanı, Adalet Bakanlığı Müsteşarı ise kurulun tabii üyesidir. 4 üyesi Cumhurbaşkanı tarafından, 7 üyesi ise TBMM tarafından seçilir.
Trajedisi ağır basan trajikomik bir anlatımla özetlemek gerekirse, HSK’nın 2 üyesi Recep, 4 üyesi Tayyip, 7 üyesi ise Erdoğan tarafından yani tamamı Recep Tayyip Erdoğan tarafından seçilerek, bazı kültürlerde uğursuzluğun ve ihanetin sembolü olan 13 rakamına ulaşılır.
HSK, 13 üyesiyle hukuk devletine ihanetin sembolü gibidir.
Meclis tarafından seçilecek 7 üyeden biri olmak için 118 kişi başvurdu. Gazete Duvar yazarı Nergis Demirkaya başvuran kişilerin özgeçmişlerinde yazdıkları bazı bilgileri paylaştı ki, bir hukuk devleti açısından dehşet verici.
Bir başvurucu, Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan’ın yönettiği KADEM’e üye olduğunu, Milli Talebe Birliği ve Ensar Vakfı ve İlim Yayma Cemiyeti’nin toplantılarına öğrencilik yıllarında ve sonrasında uzun yıllar iştirak ettiğini belirterek, kendisinin ne kadar ideal bir Kurul üyesi olabileceğini ispata çalışıyor.
Yargıtay üyeliği kontenjanından başvuran birçok Yargıtay üyesi, 2014 yılında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (o zamanlar henüz kurulun adındaki “yüksek” ibaresi çıkarılarak kurul alçaltılmamıştı) seçimlerinde iktidarın kurulu ele geçirmek için kurduğu Yargıda Birlik Platformu’nun (şimdi dernek) kurucusu ya da üyesi olduğunu vurguluyor.
Çekirdekten iktidara sadakat, hukuk devletine ihanet referansları.
Çok sayıda adayın, hukuksuzluğun dibe vurduğu 15 Temmuz sonrası yargılamalarda aktif görev aldıklarını vurgulaması ise, tam bir “benden ala hukuku katledecek kimse bulamazsınız” iddiası.
Adaylar arasında kendisini “hafız” olarak tanıtan da var, kayyım hukuksuzluğunu, ahlaksızlığını gururla sahiplenerek kayyım olarak görev yaptığını söyleyen de var. Cumhurbaşkanı’nın elinden plaket aldığını yazan da var, imamlık yaptığını ve AKP kapatma davasına müdahil olarak katıldığını yazan da var.
Sanki HSK üyeliği yarışı değil, “kim hukuk devletine daha çok zarar verebilir” yarışı!
HSK’nın özellikle 15 Temmuz sonrası hukuksuzlukların odak noktası haline gelmesi üzerine, Avrupa Yargı Kurulları Ağı’ndaki (ENCJ) gözlemci statüsü askıya alınmıştı.
Yani Avrupalı yargıçlar HSK’yı yargı bağımsızlığının teminatı bağımsız bir kurul olarak tanımıyor. Uzun bir süre de bu böyle devam edecek gibi.
Modern bir hukuk devletinde ne HSK’nın iktidara bağlı oluşumunu düzenleyen anayasal-yasal düzenlemelere, ne de mevcut, muhtemel üye profilindeki üyelere yer var.
İktidarın üye seçimleri için Meclis’te birinci ve ikinci oylamalarda sahip olması gereken üçte iki ve beşte üç çoğunluğa sahip olmadığı için muhalefetle anlaşacağı iddiaları ise, buz dağına çarpan ve batmaya başlayan Titanik’in birkaç güzel odasının rezerve edilmesi tartışması gibi.
Bugünkü HSK yargı bağımsızlığının güvencesi değil, bizatihi yok edicisidir.
Bunu herkes görüyor. Örneğin, ABD’li üç senatörün geçen hafta Kongre’ye sunduğu Türkiye’nin insan hakları ihlallerine devam etmesi halinde bazı yaptırımların uygulanmasına dair yasa tasarısında, HSK’nın yukarıda sözü edilen yapısına da özel olarak yer verilmiş; Anayasa’nın 159. maddesinde 2017 yılında yapılan değişikliklerin, HSK adaylarının belirlenmesinde iktidarın kontrolü ele alması nedeniyle, geri alınması istenilmiştir.
Tasarıda ayrıca, 15 Temmuz sonrası yargı mensuplarının üçte birinin keyfi bir şekilde meslekten atıldığı, gözaltına alındığı veya tutuklandığı belirtilerek, bu ihlallerin sonlandırılması, hakimlerin ve yargı sisteminin bağımsızlığının sağlanması gerektiği vurgulanmıştır.
Sadece bu yazının konusuyla ilgili bölümlerine atıf yaptığım bu önemli tasarı, insan hakları ihlallerinin sonlandırılmaması halinde iktidar adına bu ihlalleri gerçekleştirenlere ve hatta bu ihlalleri gerçekleştirenlerin yakınlarına ciddi yaptırımların uygulanmasını öngörüyor.
Şunu da belirtelim ki, modern hukukun bugün geldiği noktada, bir ülkenin başka bir ülkedeki temel insan haklarına yönelik müdahalesi içişlerine müdahale olarak sayılamaz. Hele bu ihlaller yaygın ve sistematik hale gelmişse.
Kimse, “Yanan benim evim, sana ne” diyemez. Temel insan hakları yangını, müdahale edilmezse bütün insanlığı yakabilecek potansiyele sahip, acil müdahale ile söndürülmesi gereken bir yangındır.
Türkiye’deki hukuksuzluk yangınının söndürülmesi için yapılması gereken en önemli ve öncelikli işlerden birisi, HSK’nın yargı bağımsızlığının güvencesi olma konumuna ulaştırılmasıdır.