Zümrüd-ü Anka

YORUM | FATMA BETÜL MERİÇ  

“İman, öyle bir kuştur ki, ışığı hisseder ve şafak ağarmamışken bile ötmeye devam eder.”

TAGORE

Zümrüd-ü Anka. Hayal kuşu. Uçsuz bucaksız gök yüzünün kucağında. Kaf   Dağı’nın ardında. Hayaller diyarında. Uzun boylu ve uzun boyunlu. Üzerinde her çeşit kuşa ait tüylerin bulunduğu masalsı güzellikteki kuş.  Bir kuş ama bir kuştan fazlası mitolojide. Tüyleri yalım ateş renginde.Yüzü bir insan suretinde. Kendine ihtiyacı olan kuşlara yardımda bulunan. Sonra dönüp kimselerin bilmediği yuvasına,‘Bilgelik Ağacı’na kurulan. Her yerde olabilen ama hiçbir yerde bulunmayan.

Bir gün, Anka’yı merak eden kuş topluluğundan bir tanesi, bir tüy bulur yerde. “İşte”, der Bu herkesçe bilinen, ama kimsenin pek göremediği hayal kuşuna ait tüylerden, bilirim.”  Haberci kuştur bu. Bilgedir. Anka kuşunun yanına gitmek isteyen diğer kuşlara öncülük edip, çıkarlar yola. Uzundur yol. Meşakkatlidir. Yorucudur. Yolları aşmak için yedi vadiyi geçmek gerektir. Sonrası Kaf Dağı. En nihayetinde Zümrüd-ü Anka’yı (Simurg) görmektir.

Önce İstek Vadisi’nin üzerinde uçarlar. Ardından Aşk Vadisi’nde kanat çırparlar. Bülbül Gül’e duyduğu aşkı hatırlayıp döner yarı yoldan geriye. Marifet Vadi’sine gelindiğinde papağan da ayrılır arkadaşlarından. İstiğna Vadisi’ni,  Tevhid Vadisi’ni de geçerler azalarak sayıları. Hayret Vadisi’ne geldiklerinde o kadar az kuş kalmışlardır ki, kendilerine hayret ederler. Kimi gülüne duyduğu aşka, kimi kendi güzel tüylerine takılıp, düşer. Kimi yuvasını bırakamaz, kimi ününü namını. “Ne çoktuk, azaldık” derler. “Yok oluş vadisinde bir bilinmezde yok olmaya gönüllü, şu kadarcık kuş kaldık.”

Son vadiyi de geçerler. Kaf Dağı’nın ardına, hayaller diyarına, Zümrüd-ü Anka’nın yuvasına ulaşırlar. Vardıklarında, yuvayı boş bulurlar. Vakti gelince o güzelim tüyleri ile güneşin bir bakışıyla tutuşup yanan, sonra küllerinden yeniden doğan o meşhur kuşun, Anka’nın, nam-ı diğer Simurg’un, Otuz Kuş demek olduğunu; ve bu otuz kuşun da, zorlu yolları aşıp gelen, yanmayı ve ardından küllerinden yeniden doğmayı göze alabilen, nihayetinde koca sürüde 30 kuş olarak kalan kendileri olduğunu hayretle fark ederler.

Her birimiz, sürecin Anka Kuşları’yız. Aşılmaz gibi duran dağları aşıyor, geçilmez zannedilen ırmaklardan geçiyoruz eteklerimiz ıslanarak. Aşk vadilerinde kanat çırpıp marifet vadisine ulaşmayı diliyoruz. Önümüzde bir Kaf Dağı var, zirvesini göremediğimiz. Uçsuz bucaksız bulutlar var tepemizde, elimizi uzatsak yetişemediğimiz. Dalları bilgelik yüklü ağaçlarımız, o ağaçların üzerine yuva yapmışlığımız yok belki ama, ümit tomurcukları açan, ıtır ıtır kokan. Baharı bekleyen minik fidanlarımız var içimizde, gün be gün suladığımız.

******

Bu süreç, bu zorlu süreç, bu ızdırar hali, bize her gün başımızın üstünde feveran eden gökyüzünün başka renginin” de olduğunu gösterdi. Kıymetini bildirdi yeşilin, ağacın, bir kuşun, böceğin. Bir çiçeğin açmasındaki hengameyi fark ettirdi bize. Neyin ne kadar değerli olduğunu öğretti. Ve zamanın. Ve beklemenin. Ve sabretmenin,  umut etmenin. Hiçbir yere gidemiyorsan bile geriye adım atmamanın önemini gösterdi bize. Kıymet bildirdi. İşte bu yüzden bile yaşadıklarımıza ah etmemeli, neden dememeliyiz. Bir Anka kuşu gibi küllerimizden yeniden doğabilmeliyiz/doğabiliriz. Bu güç, bizim içimizde mevcut. Sabrımızı ne geçmişte yaşananlara ne de gelecekte olması muhtemel olaylara dağıtmadan, şimdiye yoğunlaştırarak, ‘an’da kalarak, ibnü’l-vakt olarak bakarsak hadiselere, sabrın tükenmek bilmeyen bir hazine olduğunu fark edebiliriz.

Neredeysek. İçerde. Dört duvar arasında. Kalın demir parmaklıklarla örülü. Gökyüzünün ancak yedi metrelik duvarların yükselttiği çift katlı tellerin arasından –bir tül perdenin ardından bakar gibi yani ki- görüldüğü. Demir bir kafesi andıran koğuşumuzdaysak bile. Hayatta olduğumuz, nefes alabildiğimiz, sağlıklı olabildiğimiz her an için teşekkür etmeli, şükretmeliyiz.

Neredeysek. İki ülkeyi hem birleştiren hem ayıran bir nehrin öbür kıyısında. Kendi vatanından kilometrelerce uzakta. Bir mülteci kampında. Su sıkıntısın olduğu. Tuvaletlerin ortak kullanıldığı. Elektriğin, iletişim probleminin kimi zaman insanı çok zorladığı. Dilini, rengini, kültürünü bilmediği. Güneşin  bir başka doğup battığı belki. Belki, her çehrede tanıdık bir yüz arıyorsak dahi. Bir göz odamız varsa kendimize ait. Çoluğumuz çocuğumuz, eşimiz hiç değilse yanımızdaysa. Gece uyurken uykumuz güvenlik endişesi, suçsuz yere mahkum edilme tedirginliği ile bölünmüyorsa. Eksiklerimiz, gediklerimizle. Kapanmayan yaralarımızla. Vatan hasreti, sıla özlemi, geride boynu bükük bir kuş misali bıraktığımız anne babanın burukluğu dolu olsa da yüreğimizde Sadece özgürce nefes alabildiğimiz için dahi şükretmeli, bugünlerimizi aratmadan daha güzel günlere kavuşmayı dilemeliyiz.

Neredeysek. İyiden iyiye bir açıkhava hapishanesine dönmüş belki. Belki günlerdir dışarıya çıkamadığımız bir odanın içindeysek bile. Ruhumuzu enginlerde dolaştırabiliriz. Kara kışa inat, içimizde dört mevsimi aynı anda yaşayabiliriz. Baharı beklerken; hiçbir şey yapmaksızın çimlerin yeşermesini, fidanların boy vermesini, cansuyunu vermeden, güneşin ısısıyla buluşturmadan, bakımını yapmadan çiçeklenmesini bekleyemeyiz. Ağaçların meye vermesini, tomurcukların fidana dönmesini sonra. Elimiz kolumuz bağlı bekleyemeyiz.

Evet, hepimiz üzgünüz, süzgünüz. Solgun bir gül oluveriyoruz dokununca. Özlemlerle doluyuz. Kara günlerin ağarmasını, ömrümüzün kara kışının bahara uyanmasını bekliyoruz. Kolumuz kanadımız kırık belli ki. Uçamıyoruz. Fakat, uçamıyorsak da, durmak neden?

Uçamıyorsak, yürüyebiliriz. Yürüyemiyorsak, yeni yürümeye başlayan bir çocuğun ürkek ve endişeli ama kendine güvenen minik ayakları gibi adımlar atabiliriz. Aşılmaz gibi görünen nice dağları aşabilir, bir şiirin kapı aralığında taptaze baharlara uyanabiliriz.

Kaybolan Yusuf, döner bir gün Ken’an’a gam yeme

Gör şu mahzun ev olur tekrar gülistan, gam yeme

Ey Gönül! İşler düzensizlikten elbet kurtulur

Dertliler kalmaz perişan böyle her an gam yeme

Gerçi birkaç gün felek sapmıpş gider hep ter yöne

Her zaman arzunca dönmez çünkü devran gam yeme

Bülbülüm kırlarda tekrar taht kurarsın gün gelir

Tek ki sağ kal, kopmasın ömrün bahardan gam yeme

Sel götürmüş yıkmış varlığın mahbeylemiş

Nuh eğer kaptansa, olsa tufan gam yeme.

Hafız Sadi-i Şirazi          

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin