Yerli ve milli Soroscu: Can Paker [Metamorfoz portreler – 4]

YORUM | BÜLENT KORUCU

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “FETÖ ile irtibatı sebebiyle birisini gözaltına alıyorsunuz. ‘STK temsilcisiydi, medya mensubuydu, güzel vatandaştı’ gibi güzellemelerle hedef saptırılıyor. O STK mensubu dedikleri, Türkiye’nin Soros’u denilen kişinin havası çıktı meydana, bağlantıları çıktı ortaya. Siz kime neyi yutturmaya çalışıyorsunuz?” dediğinde gündemi yakından takip etmeyenler Can Paker’den bahsettiğini sanabilir. Zira başından beri George Soros’un yakın arkadaşı ve Türkiye’deki projelerinin takipçisi Nafiz Can Paker’di. Bütün dünyada aynı adla faaliyet gösteren Açık Toplum Vakfı’nın hem kurucu mütevelli heyetinin hem de icra organı olan Danışma Kurulu’nun üyesidir. Ayrıca vakfın en önemli partneri, neredeyse yan kuruluşu olan Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV)’in de Başkanıdır, Paker.

Genelkurmay’da Albay Dursun Çiçek tarafından hazırlanan Mart 2006 tarihli 73 sayfalık andıç da aynı iddiayı öne sürmüştü. Onlar da vakfı, dış güçlerin ülkedeki operasyon uzantısı olarak tanımlamıştı. Erdoğan’ın yeni koalisyonun bir göstergesi de bu paralellik olabilir. Erdoğan içinde bulunduğu siyasi hareketin de andıçlandığı günlerde Soros’la görüşmek ve onunla dayanışmaktan gocunmuyordu. Can Paker ise bu minvalde evinde Erdoğan’la Beyaz Türkleri buluşturup, onun korkulacak biri olmadığını, demokrat olmasa bile pragmatist davrandığını anlatıyordu. Kızı Sümeyye’nin TESEV’de staj yaptığını da yine Paker’in anılarından öğreniyoruz. Erdoğan ve onun savcıları bir anda aydınlandı ve  tıpkı andıçtaki gibi “Soros’un bir Macar yahudisi olduğunu ve Türkiye’yi karıştırmaya çalıştığını’ keşfetti. Odağında Osman Kavala’nın bulunduğu Gezi İddianamesi aynen bu mantığın ürünü.

Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Başkanı, İnsan hakları eylemcisi ve iş adamı Osman Kavala ile beraber 120 kişi hakkında “Gezi Parkı olaylarını Türkiye geneline yaymayı, kaos ve kargaşa ortamı meydana getirmeyi, bu şekilde de cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmayı veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeyi amaçladığı, Açık Toplum Vakfı ve Anadolu Kültür A.Ş. isimli vakıf ve şirketi kullanarak olayları finanse ve organize ettiği” iddiasıyla dava açıldı. Kavala 500 günden fazladır tutuklu bulunuyor.

Buradan itibaren Paker’in hikayesi Kafka’nın Metamorfoz’unda Gregor Samsa’nın yaşadıklarıyla örtüşüyor. Ama çatallaşan ve kafa karıştıran kısımlar da devam ediyor. Açık Toplum’un andaç yüzünden tartışıldığı günlerde Paker basına konuşuyor ve Soros’tan yılda yaklaşık 2 milyon dolar para geldiğini, bunun kayıtlı ve devletin denetiminde bir girdi olduğunu anlatıyordu. Şimdi ise eski arkadaşlarını şaşkınlığa düşürecek şekilde Açık Toplum’la ve Kavala ile arasına yüksek duvarlar örmeye çabalıyor. Yavuz Oğhan’a verdiği mülakatta “Osman Kavala’yı tanırım ama uzun zamandır konuşmadık. Birlikte çalıştık ama anlaşamadığımız konular vardı.” gibi amalı/imalı cümleler kuruyor. Aynı tavrı vakıfla ilgili de sürdürüyor. “Benim zamanımdaki gibi projeler devam etseydi, kapanması eksiklik olurdu ama devam edildi mi edilmedi mi bilmiyorum.” diyor. Paker’in eski arkadaşları en azından masumiyet karinesine  gönderme yapan bir destek bekleye dursun o şöyle diyor: “Benim dönemimde ne Türkiye aleyhine ne de Türkiye’ye zarar verecek hiç bir proje yapılmadı, ama sonrasını bilemem.” Bu arada, ilgilisine şu notu düşeyim; yandaş medyanın eski reflekslerle hazırladığı ‘Kavala’dan Paker’e: Sivil toplumun derin devleti’ türü dosyaları internette boşuna aramayın, ben çok uğraştım bulamadım.

Erdoğan içinde bulunduğu siyasi hareketin de andıçlandığı günlerde Soros’la görüşmek ve onunla dayanışmaktan gocunmuyordu.

Bütün ayrışma görüntüsüne rağmen mütevelli heyet üyeliği devam eden Paker bu çelişkiyi “Biliyorsunuz vakıflarda istifa edemiyorsunuz, bir defa heyete girdiyseniz orada kalmak durumundasınız” diye açıklıyor. Oysa denetleyici üst merci olan Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün sitesindeki belgelerde “Mütevelli heyet üyeliğinin ölüm, istifa ya da başka bir nedenle boşalması halinde” diye başlayan bir bölüm var ve kurumlara boşalan üyeliği doldurmak üzere iki çözüm öneriyor. Vakfın Genel Müdürü ile ayrılık konuşması yaptıktan sonra Soros’la bir araya geldiğini ama ondan böyle bir talep almadığını belirten Paker, gerçekten mi ayrıldı yoksa ‘mış gibi’ mi yaptı ben çözemedim.

Kendini hâlâ liberal demokrat olarak niteleyen Can Paker, Erdoğan ve onun başkanlık projesinin en güçlü destekçilerinden. “Tayyip Bey için “Otoriter adam” diyorlar. “Onun kişiliğinden kaynaklanıyor” diyorlar. Tayyip Bey’in son 20 yılda ne kadar değiştiğinin ben şahidiyim. Toplumun hangi yönde siyasi refleksleri varsa Tayyip Bey onu hissedip siyasetini onun üzerine inşa ediyor. Otoriter olarak algılanması yanlış, sadece halkın eğilimlerine hitap ediyor.” Bu cümleler, “otoriter ama hele bir sorun niye? Çünkü halk istiyor..” anlamına geliyor.

Paker Başkanlık sistemini ise şöyle pazarlamıştı: “Egemenliğin millete geçmesi gerekiyor. Başkanlık sistemi gelirse milletin katılımı artacak ve denetim mekanizmaları eskisinden çok daha iyi olacak. Ben Tayyip Bey olsam ve diktatör olmak istesem bu sistemi hiç değiştirmeye kalkmazdım!”

Denetim mekanizmalarından Meclis’in içine düşürüldüğü durum ve yargının boyunduruk altındaki hali ortada. Medya ise tam bir borazan. Can Paker’in en küçük bir özeleştirisini duyan var mı? Tam tersine maaile Erdoğan’ın illüzyonunun sürmesi için cephedeler. Kız kardeşi Mecbure Canan, yeğeni Cemil ve eniştesi Mehmet Barlas’la tam saha presteler. Mehmet Bey bir yana ama Cemil-Canan ikilisinin anlamlı cümle kuramadan televizyonculuk yapabiliyor olması herhalde Can Paker’in gücünü ama daha çok ailenin metamorfoz kabiliyetini gösteriyor. Paker’in sosyalizmle başlayıp liberalizm durağından geçen dönüşümü henüz tamamlanmadı. Benim beklentim Erdoğan’ın hilafeti üzerine güzellemelere yapacağı yönünde. Resmî adı Boğaziçi Küresel İlişkiler Merkezi (bosphorus global) olan Pelikan yuvasında bu konuda egzersiz yapmaya başladı bile. Pelikan’ın ilk icraatı Ahmet Davutoğlu’nun kovulmasına zemin hazırlamaktı. TESEV’den yandaşların bile pek çoğunun midesini bulandıran pelikan yuvasına iniş metamorfozun seviyesini göstermesi açısından kayda değer.


ÇIKAN KISMIN ÖZETİ

‘Dönüşüm’ bir bilim kurgu romanı değil; ekonomik gücün toplumsal ilişkileri belirleme ve dönüştürme gücünü analiz eder. Kafka, Metamorfoz’u bugünün Türkiyesinde yazsaydı hayal gücüne fazla iş düşmezdi. 85 yaşındaki Sisi Bingöl’e ya da yeni doğum yapmış lohusa kadınlara eziyet etmekten haz alan bir ‘Yeni Türkiye’ var karşımızda. Kabuğunun üstüne sırt üstü yuvarlanmış ve bir türlü ayağa kalkamıyor.

Kafka değilim, ama bir portreler dizisi yapmayı düşünüyorum. Yakın tarihte iz bırakmış isimleri kişisel tanıklıklarımla birlikte ele almak istiyorum. Toplumsal dönüşümün fotoğrafını çekmenin kolay yolu temsil kabiliyeti yüksek örnekleri masaya yatırmak. Pek çoğu Kafka’nın Metamorfoz’da anlattığı türden dönüşümler yaşadığından ilginç tablolar ortaya çıkıyor. Gregor Samsa’lar; onları dönüştüren ortamlar ve yeni normalleri doğuran saikler birlikte ele alındığında bir çok soru cevabını buluyor; resimdeki boşluklar doluyor.

İçine Veli Göçer ‘Kaçan’ Hasan! [Metamorfoz portreler-3]

Liberal görünümlü şahin!: Atilla Yayla [Metamorfoz portreler-2]

Numan Kurtulmuş  [Metamorfoz portreler – 1|

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin