Yeni Türkiye’nin 21. yüzyılda ulaştığı nokta: 16. yüzyıl İngiltere’si

Yorum | Aziz Kamil Can

Ütopya’nın yazarı Thomas More’un (1478-1535) hayatına baktığımızda, Rönesans öncesi İngiltere’de yaşananlarla günümüz Türkiye’sinde yaşananların çok da farklı olmadığını görüyoruz.

Thomas More, 23 yaşında girmiş olduğu barodaki konuşmalarla herkesin dikkatini çekmişti. 25 yaşındayken parlamentoya giren More, VII. Henry’nin iplerini elinde tuttuğu diğer parlamenterlere benzemeyecekti. VII. Henry’nin, kızını evlendirmek bahanesiyle koymaya kalktığı ek vergi, More’un yaptığı konuşma sonrasında engellenmiş oldu. VIII. Henry’nin tahta geçmesiyle de bu ünü nedeniyle yargıçlığa atandı.

Desiderius Erasmus (1466-1536), yazdığı bir mektubunda, “hiçbir yargıcın More kadar dürüst olmadığını, onun kadar davayı karara bağlamadığını ve de bu kadar doğru kararlar vermediğini” söylemiştir. Yargıçlığı sırasında kimse ona rüşvet vermeyi göze alamazdı, çünkü en yakınlarını bile kayırmadığını herkes bilirdi.

VII. Henry’nin büyük oğlu Arthur, çocuk denilecek yaşta İspanya Prensesi Arragonlu Catherine ile nikahlandırılmış, bir yıl içinde de ölmüştü. VIII. Henry. Henry adıyla tahta geçen kardeşi, siyasi nedenlerden ötürü ağabeyinin dul eşiyle evlendirildi. Ancak günün birinde Anne Boleyn’e tutuldu. Yengesiyle evlenmesinin dinsel yasalara aykırı düştüğü bahanesiyle, boşanarak Anne Boleyn ile evlenmeyi aklına koydu. Bilindiği gibi, Katoliklerin boşanmaları, ancak Papanın nikahı bozmasıyla gerçekleşebilirdi.

Karısından kurtulmaya karar veren VIII. Henry, boşanmasının dinsel yasalara sözde uygun olduğu konusunda Oxford, Cambridge, Paris, Bruges, Bolonya, Padua üniversitelerinden bir çeşit ferman kopardı. Bu “fetva”ları parlamentoda okuttu. Sonra, hem papalığa fena halde öfkelendiği, hem de Katolik Klisesi’nin mallarına göz koyduğu için, “Act Of Supremacay” denilen yasayı çıkardı.

Thomas More, bu gelişmeler üzerine sağlık durumunu bahane ederek zaten zorla kabul ettiği Lord Chancellor’luktan çekildi.

VIII. Henry, kendini Kilise’nin başı yapan özel yasayı üyelere baskı yaparak parlamentodan geçirmekle yetinmemiş, ülkenin ileri gelenlerinin bu yasaya boyun eğecekleri konusunda açıkça ant içmelerini istemişti. Böyle bir ant ise, Katolik olan, dolayısıyla papayı tüm Hristiyan dünyasının başı sayan Katolik Thomas More’un vicdanına aykırıydı. More bu konuda hiçbir açıklama yapmamış ve düşündüklerini kimseyle paylaşmadığına göre bir suç işlemiş olamazdı. Ancak onun İngiltere’deki etkisini bilen VIII. Henry onun sessiz kalmasını kabul edemiyor, kendisine destek vermeye zorluyordu. Nihayet bu emeli gerçekleşmeyince Thomas More uydurma bir suçlamayla sorguya alındı.

Kral’ı İngiliz Kilisesi’nin başı saymaya yanaşmadığı için, More’u iyice sindirecek bir yol tutmaktan başka çare kalmamıştı artık. More, 1534 yılının Mart ayında, yakın arkadaşı Piskopos Fisher ve başka Katolikler ile birlikte Londra Kulesi’ne kapatıldı. On beş ay yani ölünceye kadar da burada hapis yattı.

More çekildikten sonra, onun yerine Lord Chancellor olan ve beş yıl sonra tıpkı More gibi ölüm cezasına çarptırılan Thomas Cromwell, More’u sorguya çekmiş, Kral’ın merhametli olduğunu, istenileni yapması halinde Kral’ın kendisini hapisten çıkartacağını iletmişti.

More, bu öneriyi nasıl karşıladığını şöyle anlatır: “Ant içip bu yasaya boyun eğenleri suçlamıyorum. Ama kendim aynı şeyi yaparsam, ruhumun sonsuza dek lanetleneceğine inanmaktayım… Bana tüm dünyayı bağışlasalar bile, dünya işlerine artık karışmayacağım… Artık aklım fikrim bu dünyadan kurtulmakta… Hiç kimseye kötülük etmiyorum, hiç kimse için kötü söylemiyorum, kötü düşünmüyorum herkesin iyiliğini istiyorum. Bir insanın yaşayabilmesi için bu yetmiyorsa yemin ederim ki yaşamakta gözüm yok… Onun için Kral, şu benim zavallı bedenime canının istediğini yapsın.”

Lord Chancellor’luktan çekildikten sonra, onun yoksul kalacağını bilen piskoposlar ve rahipler, Katolik Kilisesi’ni savunan yazılarını ödüllendirmek amacıyla 5000 İngiliz lirası toplamış, bunu More’a vermek istemişlerdi. Ama o, 16.yy’da büyük bir servet sayılan bu paranın meteliğine dokunmaya bile yanaşmamıştı. Oysa o sıralarda ailesi öylesine yoksuldu ki, odunları olmadığından Chelsea’deki evin bir tek odasında oturuyor ve bahçelerden topladıklarını yakarak ısınmaya çalışıyorlardı.

More, hapse girdiği ilk aylarda, Kral’ı İngiliz Kilisesi’nin başı yapan yasaya yemin etmeyi iki kez reddetti. İki ağzı da keskin bir kılıca benzetmişti bu yasayı: “İnsan buna evet derse, ruhunu;  hayır derse bedenini yitirecekti.” More ise, ruhunu yok etmektense, bedenini yok etmeye çoktan razıydı. Sorguya çekilirken, “Anlayın bunu” demişti “her yurttaşın, her şeyden önce kendi vicdanına, kendi ruhuna saygı göstermesi gerekir.”

Bu sessiz direniş karşısında, More’u mahkeme önüne çıkarmaktan başka çare kalmamıştı artık.  Thomas Cromwell’in elinde birer kukla olan yargıçlar, “Kralın Savcısı” Sir Richard Rich’i yalancı tanık olarak kullanmışlardı.

Roper’in anlattığına göre, Londra Kulesi’nde More’un kitapları bağlanıp götürülürken, Kral’ın resmi temsilcisi olan bu adam, More ile sözde dostça tartışmış, onu kandırmaya çalışmıştı. “Siz bilgili, akıllı bir adamsınız, ülkenin yasalarını da biliyorsunuz. Eğer parlamento beni kral ilan ederse, siz beni kral kabul eder misiniz?” diye sormuştu. More buna evet deyince, “Peki” demişti Rich, “ya parlamento beni papa ilan ederse, siz bunu kabul etmez misiniz?” More, bu soruya başka bir soruyla karşılık vermişti: “Tutalım ki, parlamento bir yasa çıkardı Tanrı Tanrı değildir diye. Siz Bay Rich, Tanrı’yı yok mu sayacaksınız o zaman?” Rich, böyle bir yasanın hiçbir parlamentodan geçmeyeceğini Söyleyince More, “Tanrı Tanrı değildir diyemeyen parlamento, Kral’ı da Hristiyan Kilisesi’nin başı yapamaz” demişti.

More‘un bu sözlerini gerçek amacından saptırıp bozarak anlatan bu yalancı tanığın yardımıyla yargıçlar, Thomas More’u ölüme götürecek olan yasal hileyi buldular. Onu, “kötü bir amaç uğruna haince ve şeytanca” davranmakla suçladılar. Jüri, sadece on beş dakika süren bir görüşmeden sonra More‘un suçlu olduğuna karar verince Başyargıç Audcley, onun ölüm cezasına çarptırıldığını bildirdi.

Sir Thomas More, ancak o zaman konuştu: “Beni mahkum etmeye karar verdiğinizi görüyorum. Onun için şimdi, vicdanıma uyarak, açıkça ve canımın istediği gibi konuşacağım” dedikten sonra, Kral’ın çıkardığı yasanın, Tanrı’nın da, Kilise’nin de yasalarına ters düştüğünü anlattı.

İngiltere’nin tüm parlamento üyelerinin, en dini bütün ve bilgili Katoliklerinin bu yasaya karşı koymadıkları ileri sürülmüştü. More gibi düşünenler, İngiltere’de azınlıktaydı belki. Ama More, Hristiyan dünyasını bir bütün olarak görüyordu ve vicdanını bir tek ülkenin verdiği karara bağlamak zorunda değildi. Tek başına Londra kenti, tüm İngiltere’de geçerli sayılabilecek bir yasa çıkaramayacağı gibi, İngiltere de yeryüzünde tüm Hristiyan ülkeleri adına bir yasa çıkaramazdı.

More bunları açıkladıktan sonra, kendisini yargılayanlara şunu da söyledi: “Sizler, Lord Hazretleri, yeryüzünde benim yargıçlarım olup beni ölüm cezasına çarptırdınız. Ama ben, gökyüzünde hepinizle sevinç içinde yeniden buluşabilmek için candan dua edeceğim yine de.”

Ölüm karşısındaki yiğitliğine, düşmanları bile hayran kalacaklardı. Bu düşmanlardan biri ve More’un çağdaşı olan tarihçi Edward Hall, More’un, “Kellesi uçmakla insanın başına felaket gelmez” dediğini aktarmış ve “Kellesi uçacağı sıradaki davranışı, bu söylediğine gerçekten inandığını kanıtlar” demişti.

Kimine göre bir bölümünü de Shakespeare’in kaleme aldığı Sir Thomas More oyununda, Katolik dini uğruna kendini kurban eden bir adamın, ölümünden yarım yüzyıl sonra, Protestanlığı artık tamamıyla benimsemiş bir ülkede böylesine yüceltilmesi, More’un büyük ününün kanıtıdır.

Ütopya’nın yeni bir çevirisini yapan Paul Tumer’e göre More, söz ve düşünce özgürlüğünden yoksun bir İngiltere’de, düşüncenin bir suç sayılamayacağına inandığı için ölümü göze aldı.

More üstüne önemli bir kitap yazan R.W. Chambers’e göre ise, o yalnız Katolik Kilisesi’nin birliği uğruna değil, insanların inanmadıkları şeylere yalan yere yemin etmemeleri uğruna, yani vicdan özgürlüğü uğruna öldü.

Zorba Kral ve More ilişkisi, sanırım günümüz Türkiye’sini çok iyi resmediyor. Hukuk ve adaletten ayrılmayacağı düşünülen binlerce hakimin, zorbanın savcıları ve kukla hakimleri tarafından yine meslektaşları olan yalancı tanıkların ifadeleriyle keyfi olarak suçlanıp cezaevlerine alınması; vicdan, inanç ve ifade özgürlüğünden taviz vermeyen yüzbinlerce insanın More hikayesinde olduğu gibi vatan haini ilan edilmesi ve kimisinin öldürülmesi, 500 yıl sonra da zorba anlayışın devam ettiğini gösteriyor.

Fakat o gün hain ilan edilen More, bugün hem Protestan hem Katolik ve hem de Hristiyanlık dışındaki dünyada takdir görürken, zorbalar da lanet uygulamaları ile anılıyorlar. Değer miydi birkaç yıllık saltanat için onca zulme.

(Kaynak: Thomas MORE, Ütopya, Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi, Çevirenler: Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol, Mine Urgan, İş Bankası Yayınları, 16.Basım).

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin