A’mâk-ı Hayâl peşinde metafizikî bir kurgu…
Esved, İbrahim, Mültezem, Safa ve Zemzem isimli beş ehl-i hâl derviş Mescid-i Haram’ın uzak bir köşesinde bir cuma gecesi daha bir araya gelmişti. Yıl 2017, ay Şubat’ların en soğuğuydu.
YANLIŞ YAPANLARI NİYE YARGILAMIYORUZ?
Esved: – Geçmişe sünger mi çekmek lazım?
İbrahim: – Hayır. İstikbale yürümenin istişaresini yaparken geçmiş hataları, yanlışlarını masaya yatırırsınız. Onlardan ders alıp yeni istişarî kararlar verirsiniz.
Safa: – Yanlış yapanları niye yargılamıyoruz? Hesap sormuyoruz?
Mültezem: – O zaman Engizisyon kurulsun, afaroza mı başlansın? Bediüzzaman demiyor mu “elimizde nur var, topuz yok” diye? Yanlış yapan Allah’tan bulsun. Bize ne?
İbrahim: – Evet, ne Münker Nekir olmak lazım ne de cehennem zebanisi… Önce şunu bilmek lazım. Hizmet milyonlarca insana hak ve hakikatı anlattı. Gönüllüler var. Milyonlarca. Veya şöyle diyeyim. Hizmet binası var. Yüzlerce kat üst üste. Her katta binlerce insan. Her insan farklı bir birey. Hiç bir yanlış bir başkasını paranteze almaz. Bir kattaki yanlışla bir başka kat mahkûm edilemez. Bir gemide bir masum dokuz cani varsa bile batırılamadığı gibi. Birilerinin hizmete iftirasından etkilenmek zafiyetten olur. Allah’a karşı neyi yanlış yaptık önce ona bakalım.
STRATEJİK TEVBE
Safa: – Kullar?
İbrahim: – Ona geleceğim. “Yanlışlar”, hizmete ait bir kaideden/ ölçüden / prensipten kaynaklanıyorsa ‘hizmet’e yanlışlık izafe edilebilir. Var mı böyle bir çürük kural? Ölçü veya Yoldaki Işıklar’da, Müeyyidat’ta, Pırlanta’da… Binlerce saat vaazda… Tek bir yanlış cümle?
Esved: – Olsa mülaane yapılmazdı herhalde. Oldukça ağırdı: “(Hizmet adına yapılanlar) Kur’an’a ve Sünnet’e aykırıysa, modern hukuka aykırıysa, İslam hukukuna aykırıysa, günümüz demokratik telakkilerine aykırıysa Allah bizi yerin dibine batırsın. Yok eğer…”
İbrahim: – Prensip ve kaidelerinden emin olmayan bir insan bu sözü söyleyebilir mi?
Mültezem: – Evet, şimdi bir kısım kimse indî, şahsi mütalaalarıyla bazı yanlışlar yaptıysa bunu milyonlara mal etmek insafsızlıktır. Hatta cinayettir. Bu tür yanlış sahipleri “Falana yanlış yaptık, filana yanlış yaptık” deyip özür dileyebilirler. Mahzuru yok.
İbrahim: – İyi güzel ama önce özrü Allah’a iletmek lazım. İstiğfar lazım. Sonra samimi olmak lazım. Stratejik tevbe olmaz.
Safa: – Stratejik tevbe ne?
İbrahim: – Kendini aklamak için başkalarının günahlarını seslendirip özür dilemek. Allah’a karşı yanlışları gündem yapmayıp 3-5 kula yapılan yanlışlarla meşgul olmak ayrı bir yanlış. Allah’ın nazarında durumundan endişe etme değil de insanlar nazarındaki durumdan endişe etme var.
Esved: – Karşınızda yüz binlerce insana yapılan mezalime tek kelime etmeyen sağır ve kör bir kitleye 3-5 kişiye yaptığınız yanlıştan dolayı özür dilemekle şirin görünemezsiniz. Naif düşünceler ham hayaller… Kur’an’ı bilmiyorlar, adetullahtan haberleri yok.
HER ŞEYE RAĞMEN İSTİŞARE
Safa: – İstişare istişare diyoruz. İstişarede yanlış yapılmaz mı?
İbrahim: – Sorunu cevaplamadan önce müsaadenizle elimdeki Zihin Harmanı’ndan bir bölüm okuyayım: “Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) istişareye çok önem verirdi; Uhud savaşı öncesinde de ashabını toplayıp istişarede bulunmuşlardı. Ashab-ı kiramın gençleri, ‘Yâ Resûlallah! Bedir’de olduğu gibi dışarıya çıkalım. Onlarla göğüs göğüse çarpışalım. Bizi bu şereften mahrum etme!’ demişlerdi. Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) niyeti müdafaa harbi idi. Aslında bu, Allah Resûlü’ne, gördüğü bir rüya ile gösterilen bir stratejiydi.”
Safa: – Bu rüyayı duymamıştım.
İbrahim: – “O, rüyasında zırhının içine girdiğini, bir kısım sığırların boğazlandığını ve kılıcının ağzında bir kırılma olduğunu görmüş ve bu rüyayı kelimesi kelimesine şöyle tabir buyurmuşlardı:
– Bu zırh bizim için Medine’nin içidir, gelin müdafaa harbi yapalım. Onlar bize saldırsınlar, biz onları burada karşılarız. O boğazlanan sığırlar, benim ashabımdır; gelin oraya gitmeyelim. Kılıcımın ağzından bir parçanın kopması ve diş atması, yakınlarımdan birinin ölmesi demektir.”
‘GENEL’İN GÖRÜŞÜYLE HAREKET ETMEK
Esved: – Efendimiz (sav) vahiyle müeyyed olmasına rağmen çoğunluğun kararına mı uyuyor?
İbrahim: – (okumaya devam eder) “Evet, Allah göstermiş, tenbihte bulunmuş ve Habib’ine bir sinyal vererek, ‘Onlara karşı müdafaa harbi yapın!’ demişti. Ancak, bütün bunlara rağmen Allah Resûlü (sav) istişarede genelin görüşünü esas alarak zırhını ve silahlarını kuşanmıştı. Sonra ashabın büyükleri meselenin farkına varıp gençleri ikna etmiş ve Efendimiz’e gelerek, ‘Yâ Resûlallah! Gençlerimiz ısrarlarından vazgeçtiler. Siz, nasıl emir buyurursanız öyle yapalım.’ demişlerdi. Ama Allah Resûlü, ‘Bir Peygamber, bir meselede karar verdikten sonra artık geriye dönmez’ diyerek istişarede alınan kararı uygulamaya koymuştu. Şüphesiz bunda da pek çok hikmet vardı…”
Safa: – “Genelin görüşünü esas alarak” deniyor. Yani baştakine dilediği gibi hareket etme hakkı yok. Sevdim ben bunu. Çoğulcu istişare bu demek ki!
İbrahim: – Sünnet olanı diyelim.
YA BENİM DEDİĞİMİ DİNLEMEZLERSE
Esved: – Sorum unutulmasın, geçmiş yanlışlar da istişareyle yapılmadı mı?
İbrahim: – İstişare, ehliyle yapılır. Fikri liyakat sahiplerinin ekseriyetle yani çoğunlukla aldığı karara denir. Geçmiş yanlış böyle bir istişarî karar neticesi ise ders alınır ama bu karardan dolayı kimse suçlanamaz. Biz mahkeme değiliz insanları suçlamak kimseye bir şey kazandırmaz.
Safa: – Şimdi ben bakıyorum. Yeni projelerle istikbale yürürken mesela bu arkadaşlar keşke şu işlere girmeseler, hizmetin ‘şu’su olmasa, ‘bu’su olmasa gibi düşünceler aklıma geliyor.
İbrahim: – Tabi ki bunları düşünebilirsin. Tabi ki fikrini istişarede sunarsın. Dikkate alınır.
Safa: – Ya alınmazsa? Ya benim dediğimi dinlemezlerse?
İbrahim: – Hem baştaki dayatmasın diyorsun, sonra da sen fikrini dayatıyorsun. Fikrinin doğru olduğu ne malum? Efendimiz(sav) vahye dayanan doğrusunu cemaatine zorlamıyor. Sen… biz… kim oluyoruz ki!
– Herkes senin fikrini dinlesin, hizaya gelsin diye mi fikrini iletiyorsun yoksa Allah rızası için mi?
Safa: – Allah rızası.
İbrahim: – O zaman Allah rızası için susarsın, bak beni dinlemediler diye feryat etmezsin. Söylenmesi gereken yerin dışında, sürekli böyle yanlışları ağzına dolayanlar o yanlışların beterinin başlarına gelmesi için kadere davetiye yollar. Kınama hadisini bilirsiniz.
İNANDIĞININ KAVGASINI VERME
Safa: – Ama ya alınacak karar Efendimiz’in (sav) kriterlerine göre alınmıyorsa, baştakinin dayatmasıyla alınıyorsa?
İbrahim: – Çoğunluğu oluşturanlar bir dayatmaya karşı muhalefet şerhlerini ortaya koymalı. İnandıklarının kavgasını vermeli. Bunun hür bir şekilde yapılacağı bir atmosfer yoksa zaten o istişare ile “hak, tutulup kaldırılmaz.” O toplanmaya da istişare denmez. Allah da o istişareye bereket ihsan etmez.
Esved: – İstişare bütün problemleri çözecek mi?
İbrahim: – İstişare ile doğru yön, doğru karar tespit edilir. Yola düşülünce ise en önemli konu uhuvvet. Kalplerin beraber atması. Omuzların birbirine destek olması dirsek atmaması. Allah’ın rahmeti böyle bir cemaate gelir. Namaz tüm kulluğun anahtarıdır. Prototipidir. Namazlaşan bir insanın namaz dışındaki amelleri de böylece namazlaşır. Her amelinle namaz kılarsın. Uhuvvetin örneği namazda var.
– Mesela kimse “ben imam olayım” diye kavga etmez.
Safa: – Doğru ya, hep başkası geçsin diye uğraşırlar.
HAYATIN PROTOTİPİ OLARAK NAMAZ
İbrahim: – Çünkü namazda dünyalık yoktur. Ahiret hep göz önündedir. Kimse sağa sola bakmaz. Başkalarının eksikliklerini takip etmez. Falan “niye üç Subhanallah dedi de beş demedi” diye kınamaz. Kimse “imam yanlış yaptı” diye kıyamet koparmaz. Kıyama kalkarken imamı cübbesinden asılmaz. “Bak imam yanlış yaptı diye” yanındakiyle fiskos etmez. Usulca “Subhanallah” der.
Esved: – Bundan fikrini ifade edene saygı da çıkar. Dinleme kültürü çıkar. Her türlü ikazın kibarca yapılması çıkar. Evet.
İbrahim: – Böyle cemaatle uyum içinde kılınan namaz kabule karin olur. Ama bir cemaat hizmet ederken, bir okulda eğitim verirken iki öğretmen kavga ediyorsa, biri birini çekemiyorsa, birileri birilerinin gıybetini yapıyorsa o “namaz” sakıt olur. Veya Allah’ın rahmetine nail olamaz diyelim. Hadis var: “Allah’ın rahmet ve inayet eli cemaatin üzerindedir.” “Vifak ve ittifak, tevfik-i ilahinin ihlâstan sonraki en büyük vesilesidir.”
TEK FORMÜL: SAN’AT, MARİFET, İTTİFAK
Mültezem: – Bu, Bediüzzaman’ın sözü herhalde.
İbrahim: – Evet. Hidayet Allah’tan. Cenab-ı Hak bir araya gelmiş hizmet edenlerin sa’yini vesile kabul edip bir kısım insanlara hidayet lütfedecekse bunun şartı; hizmet edenlerin cemaatle namaz kılıyorcasına uyumlu olarak uhuvvetle hizmet ediyor olmalarıdır. Allah birbirini yiyenlerin yaptığı hizmete hidayet semeresi vermez.
Safa: – Yani kırk kişi hizmet ediyor bunlardan ikisi üçü birbirini yiyorsa, birbirine çelme takıyorsa hiç bir semere olmaz mı?
İbrahim: – Olur ama bereketi olmaz. Hani cemaatle namazın 27 kat daha makbul olması gibi. Semere yirmi yediden bire düşebilir. Bediüzzaman’ın sözüyle bitireyim: “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san’at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz”
– ilki en geniş anlamıyla sanat veya sanat parantezine alınacak her şey;
– İkincisi marifet. Başta Allah’ı bilmek sonra şeriat-ı fıtriyeyi tanımak, bilgi ve teknolojiye yoğunlaşmak.
– Son olarak da tüm bunlarla uğraşırken kardeşçe olabilmek. Birbirine kardeşçe sahip çıkmak, omuz vermek.
(Son bölüm yarın)
Köyden ya da kasabadan şehre gelen genç adam, zaman gelip ceo gibi yetkilerle donatılınca, bir anda kendini şah ismail zannetti 🙂