[ZARRAB DAVASI MİLLİ BİR DAVA MI? -10]
YAZI DİZİSİ | AHMET DÖNMEZ
Bir önceki bölümde, Reza Zarrab’ın henüz Türkiye vatandaşı olmayan babası için İtalya vizesi alması karşılığında Egemen Bağış’a 500 bin dolar göndermesini anlatmıştım.
Bu olayın bir de Zafer Çağlayan ayağı vardı.
Vize işini halletmesi için Egemen Bağış’a ricacı olan ve ikisini kendi makam odasında buluşturan Çağlayan’dı.
Ekonomi Bakanlığı’ndaki bu görüşme 27 Ağustos 2013 tarihinde olmuştu.
Reza, 28 Ağustos’ta Abdullah Happani’ye şöyle bir mesaj atmıştı: “1.5 usd 1.5 tl 1.5 euro. Bunları da cumaya kadar hazır et lütfen”
O gün günlerden Çarşamba idi. Yani Happani’nin 2 gün vardı.
Reza 1 dakika sonra bir mesaj daha atarak “ABİNİN HESABI” notunu düştü. Malum olduğu üzere ‘Abi’, Zafer Çağlayan’dı.
Arkasından bir mesaj daha atarak rakamı revize etti: “2 USD 1.5 TL 2 EURO”
Yani 2 milyon dolar, 2 milyon euro ve 1.5 milyon TL hazırlamasını istiyordu.
Ertesi gün Egemen Bağış’a takım elbise ile beraber 500 bin dolar gitti.
30 Ağustos Cuma… 2 gün dolmuştu. Happani, belirtilen rakamları hazır etmişti.
Peki ne parasıydı bunlar?
Egemen Bağış’a para gönderilmesinin hemen ertesi günü olması nedeniyle İtalya vize bağlantısından kaynaklı bir ödeme olduğu akla gelebilir. Fakat Bağış’ın kendisine 500 bin dolar giderken Çağlayan’a 10 katı bir para hazırlanması teslimatın sadece bununla sınırlı olmadığını gösteriyor. Bu para,
Zarrab’ın Halkbank’taki hesabına yatan paradan Çağlayan’a düşen, binde 5 oranındaki komisyondu. Ancak içinde İtalya vize parası da var mıydı, bilmiyoruz.
‘AYNI ŞEKIİLDE KAAN’A TESLIİM EDECEĞİM DEĞIİL Mİ?’
O gün Zafer Bayramı’ydı. Zafer Bey’e çifte bayram olacaktı.
Sabah Saat 09.03’te Happani’yi arayan Reza, “Abi o şeyleri vardı ya, hazırlattırdın ya Abi için… Onları Sadık (Kurye Mohammadsadegh Rastgarshishehg) alsın götürsün. Ben Sadık’la konuşacağım; elbise melbise, ayakkabı mayakkabı…” diyerek son talimatları verdi. Kurye Sadık, paketi uçakla İstanbul’dan Ankara’ya götürecek ve belirtilen adrese teslim edecekti.
Saat 12.50… Sadık’ı arayan Zarrab, “Onları götür Ankara’ya, aynı adres var ya, biliyorsun kendin.” dedi. Sadık, “Royal mi?” diye sordu. Reza, “He, 10. kat” diye onayladı.
Aralarında öyle bir diyalog geçiyordu ki polise ek bir iş kalmıyordu. Daha sonradan da inkârı mümkün olmayacak şekilde her şeyi açık açık zikrediyorlardı. Sadık, “Şey, o aynı, Kaan değil mi?” diye pekiştirdi. Reza, “He, he, he!” diye tekrarladı. Akşam 21.00’de Ankara’daki adreste olması gerekiyordu. Reza, “Elbise, kutuya koy ya, bak acil ha, şey oldu!” diye üstüne basa basa söyledi.
‘Royal’ diye kastedilen yer, Bakan Çağlayan’ın oğlu Salih Kaan Çağlayan’ın, Yenimahalle Royal City Sitesi’ndeki eviydi. Bu daire, 17 Aralık sabahı polislerin ilk baskın yaptığı adres olacaktı.
Saat 13.55… Sadık, miktarın çok yüksek olduğunu ve ayakkabı kutusu içerisinde taşınamayacağını düşünüyordu. Kendisini zor durumda bırakabilirdi. Happani’yi aradı. O, “Valizle gitmen lazım, valizle” dedi kendisine. Çünkü şöyle bir hesap yapıyordu: “Ayakkabı kutusu 500 bin dolar alır, abi ne demek biliyo musun: 8 tane ayakkabı kutusu lazım sana!”
Bu konuşmada, Sadık’ın yanına güvenilir birini daha alması kararlaştırıldı. O da Ahmet Murat Öziş isimli diğer kuryeydi.
Akşam saat 18.00’e bilet alındı.
Ahmet Murat Öziş, saat 15.45’te Nuruosmaniye’deki ofise geldi. Elinde boş bir valiz vardı. Polis takipteydi. Her adımını fotoğraflıyorlardı. Öziş buradan paraları valize dolduracak ve Atatürk Havalimanı’na geçecekti. Orada Sadık’la buluşacaklardı.
İÇİ PARA DOLU VALİZ VE SIRT ÇANTASI
Saat:16.15… Öziş, bir elinde tekerlekli valiz, omuzunda da bir sırt çantası ile iş merkezinin arka kapısından çıktı. Paralar tek valize sığmamış, kalanı sırt çantasına doldurulmuştu. Iİçinde Zarrab’ın iki adamının olduğu bir arabayla havaalanına doğru yola çıktılar.
Sadık, saat 16.30’da, Öziş’i arayarak paraların kaç çantaya sığdığını sordu. Öziş, “Bir tane valiz, bir tane sırt oldu abi, sırt çantası. 2 dolar, 2 euro, 1.5 TL abi…” cevabını verdi. Konuşma kaydediliyordu.
16.47… Araç, Atatürk Havalimanı’na vardı. A. Murat Öziş, 10 dakika sonra Sadık’la buluştu. Sadık, aracın kapısını açarak valizlerin içerisindeki paraları kontrol etti.
17.12… İki kurye, Iİç Hatlar kapısından girerek X-ray cihazlarına doğru yürüdüler. Çantalar cihazdan geçirildikten sonra sivil polis memurları tarafından kontrol amaçlı açtırıldı. Valizde desteler halinde 500’lük euro ve desteler halinde 100’lük dolarlar vardı. Sırt çantasında ise desteler halinde 200’lük Türk liraları bulunuyordu. Polis memuru, “Burada ne kadar para var?” diye sordu. Öziş cevapladı: “2 milyon euro, 2 milyon dolar ve 1.5 milyon TL”
Polis daha fazla bir şey sormadan, ‘geç’ işareti yaptı. Bütün bunlar, fiziki takip ustası olan dönemin Mali Şube Müdürü Yakub Saygılı’nın ‘marifetleriydi’. Şüpheye ve inkara yer bırakmayacak şekilde rüşvet adım adım delillendiriliyordu.
19.07… Öziş, Happani’ye mesaj atarak Ankara’ya indiklerini haber verdi. 20.09… İki kurye belirtilen adrese varmıştı ama kapıyı açan yoktu. Sadık, Reza’yı arayıp durumu iletti. Zarrab saate baktı. “9 dediler. 8’i 10 dakika geçiyor daha” dedi. Telaş yapmamalarını istedi. Sonra da önemli bir delil daha bıraktı: “Sor, Kaan’ın evi hangisi…”
20.16… Buluşma gerçekleşti. Kuryeler Kaan’ın evine girdiler. Polis, bu anları da cep telefonu sinyalleri ve baz istasyonu-harita analizlerinden takip ediyordu. Salih Kaan Çağlayan, Sadık ve Öziş’in numaraları aynı noktadan sinyal veriyordu.
20.21… Sadık an be an Reza’yı bilgilendiriyordu. “Ben evdeyim” dedi. Kaan’a diyeceği bir şey olup olmadığını sordu. Reza sadece selam söyledi.
20.23… Sadık, Happani’yi arayıp başka bir durum yoksa dönüşe geçeceğini söyledi. Abdullah Happani, “Tamamdır değil mi?” diye sordu. Sadık. “Tamam, evet abi” diyerek para teslimatının yapıldığını bildirdi. ‘Amantıro dadam’dı yani…
20.24… Salih Kaan Çağlayan, babasını arıyordu. “Mesaj attım sana” dedi. Sesinin özellikle anlaşılır olmamasına gayret ediyordu. Bakan Baba, “Okey oğlum. İyi misin?” diye sordu. ‘İyi misin?’ kısmı imalıydı. Gelen tutarın tatmin edici olup olmadığını sorduğu anlaşılıyordu. Kaan, “Yani iyiyim… Yani yani” karşılığını verdi. ‘İdare eder’ anlamındaydı. Zafer Çağlayan, “Yani iyi, anlamadım neyse” dedi. Oğlu bir kez daha “Yani…” demekle yetindi.
MİLLİ BAYRAMDA ALINAN RÜŞVETTEN MİLLİ DAVA ÇIKMAZ
Bu soruşturmayı yürüten polislerden Hüseyin Korkmaz, ABD’deki Hakan Atilla davasında tanık oldu.
12 Aralık tarihli 10. duruşmada bu para teslimatı da gündeme geldi. Amerikalı savcı, Korkmaz’a bazı belge ve fotoğraflar gösteriyordu. Bunlardan biri de havaalanındaki x-ray cihazında polisin valizden çıkarıp havaya kaldırdığı para desteleriydi. Savcı “Bu nedir?” diye sordu. Eski komiser yardımcısı Korkmaz, “30 Ağustos 2013 tarihinde Zafer Çağlayan’a giden paraydı” dedi. “Bu tarihin özel bir önemi var mı?” diye sordu savcı. “Evet” diye cevapladı Korkmaz, “Zafer Bayramı”…
Milli bayramda alınan rüşvetler, bizim ‘milli davamız’ mı?
Bir açıdan evet.
Ama rüşvetçilerin kastettiği manada ‘hayır’ tabi ki!
Bu onların şahsi hırsızlık davası…
Bu soruşturmayı yürüten polislerden Hüseyin Korkmaz
Sayin Donmez, Komiser yardimcisi Korkmaz bu bahsettiginiz olayin neresinde duruyordu?
X ray cihazinin basinda mi?
Fotograf cekenler arasinda mi?
Savcinin gosterdigi butun belgeleri savciya Golbasindaki ve Istanbuldaki dinleme ve izleme merkezlerinin banisi NSA marifetiyle FBI saglamisti. Sonra sirtina yukleyecek bir gariban olarak komiser yardimcisi Korkmaz’i icadetti.