Türkiye’de siyasal kültür

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Türkiye siyasetini kurumsal veya normatif değerler üzerinden anlamaya çalışmak mümkün. Tıpkı ideolojik farklılıkları, çeşitli baskı ve çıkar grupları, siyasal hayattaki buzdağının görünmeyen kısmını oluşturan yatay hiyerarşileri ve güç ilişkileri üzerinden analiz yapmaya çalışmak gibi. Evet, Türk siyasal hayatını anlamak, teorik fizik gibi çok bilinmeyenli bir denklemler karmaşasına dönüşmüş durumda. Bu yazıda tüm bu birbirinden farklı sahalar gibi görünen unsurların ortak bir zemini var mı sorusunu tartışmak istiyorum. Yani Türk siyasetinde kurumsal, normatif, ideolojik faktörleri birleştiren, buzdağının görünmeyen alt kısmını ortak paydada değerlendirebilen bir zemin var mı? Ben böyle bir zemin olduğu kanısındayım. Türkiye siyasetinin her unsuru üzerinde etkin ve belirleyici olan faktör, siyasi kültürdür.

Her türlü zıtlığa ve farklılığa karşın, siyasi hareketler ve partiler arasında bu siyasal kültür ortak zemindir. Dahası, her türlü normatif çerçeve farklılığına rağmen, bu siyasal kültür nedeniyle siyasal sistemin vardığı nokta aynı olmaktadır. Yani siyasal kültür ortaklığı temelinde her yol Roma’ya çıkmaktadır.

Siyasal kültür ne demektir? Her toplumun bir siyasal kültürü vardır. Bu insanların siyaset hakkında ne düşündüklerini, siyasete yaklaşımlarını, insanların politikaya tepkilerini ve ondan beklentilerini etkiler. Bir toplumun siyasi eğilimleri, kamusal alandaki davranışları, vatandaşların siyasal sistemdeki rolleri, devlet ve vatandaş arasındaki ilişkiler gibi birçok olgu, siyasal kültür tarafından etki bombardımanına tutulur. Örneğin Japonya’da saygıdan kaynaklı itaat kültürünün Japon siyaseti üzerindeki etkisi, Japon siyasal kültürünün bir parçasıdır. Bunu anlamadan Japonya siyasetini anlamak güçtür. Ya da Almanya siyasetinde İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşturulan değerler sisteminin yarattığı siyasi kültürü anlamadan, Almanya’nın örneğin yurtdışı askeri operasyonlara (barış misyonları da dâhil) neden temkinli ve çekingen yaklaştığını anlamak olanaksızdır. Bu bahsettiğim örnekler, siyasal kültürün tümü değil, onun parçalarıdır. Siyasal kültür çok daha geniş kapsama alanına sahiptir.

Siyasal kültürün etkisi, kimi zaman birbirinin çok benzeti olan siyasal sistemlerin veya siyasal normların (mesela anayasal sistemlerin) birbirlerinden oldukça farklı çıktıları olması sonucunu doğurur. Yani bir devlette demokratikleşme ve insan haklarının gelişimiyle sonuçlanan bir normatif sistem, diğer bir ülkede aynı sonucu vermeyebilir. İşte bu bağlamda siyasal kültür, iki örnek arasındaki farkın ortaya çıkmasına katkıda bulunuyor olabilir. Elbette tek neden tek sonuç türü determinist bir ilişkiden söz etmiyorum. Daha çok bir korelasyondan bahsediyorum.

Şimdi az-çok siyasal kültürün ne olduğunu ortaya koyduğumuza göre, gelelim Türkiye vakasına. Başta da işaret ettiğim üzere, Türkiye örneği oldukça karmaşık bir ilişkiler bütünü. Ben Türkiye siyasi kültüründe dört ana unsur gözlemliyorum. Bu ana unsurları tüm siyasal hareketlerde ve partilerde gözlemliyorum. Dahası, bu ana unsurların hükümetler üzerinden devlet mimarisinin yorumlanışında kullanıldığını tespit ediyorum.

Devleti ele geçirme yaklaşımı

Türkiye’de siyaset devleti ele geçirme operasyonudur. Bunun başta gelen nedeni ceberut devlettir. Türkiye’de devlet, tüm demokrasi tarihi içinde – Osmanlı dönemi demokrasi denemesini de dahil ederek söylüyorum – kimin oyuna dahil olacağına, kimin oyun harici bırakılacağına karar veren bir enstrüman olarak kullanılmakta. Demokratik oyun kuralları gereği serbest seçimlerle başa geçen iktidarlar, devlette kendilerini sağlama alma stratejisi izler. Bu stratejinin belkemiği bürokrasiyi ele geçirmek ya da ele geçiremiyorsa bile bürokraside etkinlik arttırmaktır. Siyasi iktidarlar dışında, muhalif partiler, partileşmemiş siyasal hareketler ve dini cemaatler de devletin şerrinden korunma refleksiyle, devlete adam sokmak, böylelikle erken uyarı haber kaynakları elde etmek, hatta mümkünse kendilerine zarar verebilecek takibatları ortaya çıkmadan nötralize etmek hedefli bürokraside yuvalanma taktiğini izler. Dahası, devleti istedikleri yönde dönüştürmek, kadrolaşma girişimlerinin bir başka ana hedefidir. Türkiye bürokrasisi, birbirinden farklı siyasal, ideolojik, dini vs. mikro grupların egemenliğindedir. Başa gelen iktidarlar, kendilerine yakın olan veya kendileriyle koalisyon kuran (yani onları destekleyen) siyasal gruplara ve cemaatlere bürokraside arpalık kadro verir. Bu patronaj ilişkisi, Türk siyasi kültüründe tüm partileri ve hareketleri kapsayan ortan bir zemindir. Hiçbir dönemde devletin nesnelliği (objektif nötr devlet) sağlanamamıştır. Bu nedenle de devlet daima bir intikam aracı olarak kullanılmıştır. İdeolojik yönelimler değişse de, metot aynıdır. Tüm partiler ve hareketler bunu bilir ve doğal kabul eder. Bu, Türkiye’de anayasal demokrasinin kurumsallaşamamasında önemli bir belirleyici faktördür ve tümüyle siyasal kültür öğesidir.

Kavga yaklaşımı

Türkiye siyaseti uzlaşma arayışı değil kavga platformudur. Siyasal kavganın ve çatışmanın siyasetin temeli olduğu düşünülebilir. Fakat bu bir yanılsamadır. Siyasetin temel işlevi, karar alma süreçlerinde birbirinden farklı düşünen grupların asgari müştereklerde buluşabilmesi, ortak iyi konusunda ortak pozisyon oluşturulması, barışçıl toplum sağlanması için çalışılmasıdır. Demokraside rekabetten çok uzlaşı ön plandadır. Türkiye’de ise karşı grupların nötralize edilmesi, onlarla uzlaşmaya yeğ tutulmaktadır. Bu davranış çok kurumsallaşmıştır. Ortada adeta bir güvenlik açmazı söz konusudur. Çünkü taraflar (birbirinden farklı partiler ve hareketler) birbirlerine güvenmemekte, birbirlerini güvenlikleri için tehdit olarak algılamaktadırlar. Geçmişte yaşanan olumsuzluklar, bu davranışı haklı çıkartan deliller olarak kabul edilir. Devleti daha önce ele geçiren grubun diğer grupları ezmesi, diğer grupların bu gruba güvenmemesi için bir gerekçedir. Bu kısır döngüde, hangi grup başa geçerse geçsin, diğer grupla uzlaşmak yerine onunla çatışmayı meşru ve doğru taktik olarak izler.

Ötekileştirme yaklaşımı

Türkiye siyasetinde ortak toplumun farklı renkleri yaklaşımı yoktur. Bunun yerine, kendi alt gruplarını birincil grup (millet) olarak algılayan bir tutum başattır. Yani diğer grupları ötekileştirme ve toplumu kutuplaştırma, kısa yoldan biz-onlar ayrımı üzerinden siyasi rant elde etme, bu kutuplaşma sonucunda bölünen toplumdan kendine düşen payı garantileme gibi, seçmeni cebe atmaya yönelik bir taktik, siyasi kültürün diğer bir unsurudur. Ötekileştirilen grup, siyasal olarak potansiyel olarak dışlanması mubah olan bir haindir. Ötekileştirenler, böylece kendilerini milli irade veya halk olarak görürken veya lanse ederken, bu grubun haricinde kalan kitleyi manevi baskı altına sokar. Hiç kimse ana akımın dışında kalmak istemez. İktidarda olan grup, böylece devlet üzerinden diğer gruplara savaş açar. Ötekileştirme yaklaşımı, hem kavga yaklaşımında, hem de hem de devleti ele geçirme yaklaşımında meşruiyet zemini devşirmesi babında çok önemli bir işleve sahiptir.

Devleti yeniden formüle etme yaklaşımı

Türkiye’de iktidar, devleti yeniden tasarlamak, ideolojik beklentilere ve referans kaynaklarına göre toplum mühendisliğinde devleti kullanmak türü bir metot kullanır. Anayasal zemin (normatif devlet mimarisi) ile sorunlu olan gruplar, bu zemini meşru yollardan değiştirmek için baştan programlarını ortaya koyamaz. Çünkü bunu yaptıklarında, hakim ideoloji kendilerini ötekileştirir. Bundan kurtulmak için, ilm-i siyasetin baş tacı olan takıyye stratejisine başvurulur. Böylece nabza göre şerbet veren bir siyasal söylem, gücü berkitene ve konsolide edene dek kullanılacaktır. Ne zaman ki güç elde etmede kritik seviye aşılır ve iktidar partisi kendisini güvende hisseder, o zaman gerçek ajandası ortaya çıkar. Mutlak iktidarı elde eden siyasal parti, böylece sistemi dönüştürmeye ve yeniden dizayn etmeye soyunur. Bu yaklaşım, siyasi kültür bakımından tüm parti ve hareketlerin ortak özelliğidir.

Bu siyasi kültür mirası, işbirliğine tümüyle kapalı değildir. Ama işbirliği genelde “kötüler işbirliği” olarak vücut bulur. Çünkü iktidara paydaş olan gruplar, majör hedefleri için kendi aralarındaki çatışmayı ileriki bir tarihe dek ötelerler. Rasyonel olan budur, bunu seçerler. Onların hedefindeki siyasal parti ve hareketler, a) birleşemez, çünkü ortak bir normatif değerleri yoktur, b) birbirlerini ötekileştirdikleri için yakıtlarını birbirleriyle olan mücadelede tüketir ve iktidara karşı başarılı olma şanslarını önemli oranda azaltır. Dahası c) kimi iktidarın diskurunu kabul ederek, oyunu iktidarın çizdiği sınırlar dâhilinde oynar. Böylece ya bilerek ve isteyerek, ya da stratejik yanlışlar nedeniyle, iktidarın gücünü konsolide etmesine katkıda bulunur. (Devamı bir başka yazıda).

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin