YORUM | RAMAZAN FARUK GÜZEL
Kamuoyunu rahatsız eden bir haber var: Ankara’da, 16 Şubat günü, TAYAD’ın tutuklu avukatların serbest bırakılması talebiyle her cumartesi yaptığı eyleme, üç kişiyle birlikte katılan üniversite öğrencisi Merve Demirel’in basın açıklaması başlar başlamaz gözaltına alınması ve bu esnada polisin açık açık taciz etmesi!
Görüntüler çok rahatsız edici idi. Olayın bu kadar pervasızca gerçekleştirilmesi ve o öğrencinin çaresiz hali insanın o kadar içine oturuyordu ki, günlerce konu hakkında ne yazacağımı bilemedim. Devletin, Emniyetin açıklamasını bekledim. Hani hep deniyor ya, “kadim devlet anlayışı” vs… “Bu kadar yıllık devlet, millet tecrübesi olan” Türkiye Cumhuriyeti Devleti idaresinde küçük de olsa bir sorumluluk anlayışı bekliyor insan. Ama beyhude. Onun yerine, Ankara Emniyet Müdürlüğü, (üniversite öğrencisi Merve Demirel’in gözaltına alınması sırada polis tarafından tacizi ile ilgili) resmi internet sitesinden şöyle bir açıklama geldi: ‘Babası FETÖ’cü‘.
İlgili memurla ilgili herhangi bir yaptırım, bir tavır alma yok. Devletin diğer kurumlarından da ses yok. Olsa, bu suç bir memurun alçaklığı olarak kalacak, “tacizci memur” olarak olay sabitlenecekti. Fakat olaya kurumsal olarak sahip çıkılınca, suç sahiplenilmiş oldu. Dolayısıyla artık ortada “Tacizci/ Tecavüzcü bir Emniyet” dolayısıyla da “Tacizci/ Tecavüzcü bir Devlet” var! Bu da zaten münferit bir hadise değil, içeriden öyle kan donduran haberler geliyor ki, şu anki devlet yönetimi bu tanımlamayı fazlasıyla hak ediyor.
Avukatının, kimliğini ve yüzünü saklaması tavsiyelerine rağmen alnı ak bir şekilde kameraların karşısına geçen ve yaşananları anlatan bu 21 yaşındaki genç bayan, asıl utanması gerekenleri şöyle anlatıyordu:
“Polisin haysiyetsizce yaptığı muamelenin yarattığı utanç kesinlikle polise aittir. Bu utanç bana yüklenemez. Haysiyetsizleştirilen, itibarsızlaştırılan ben değilim, tacizci polistir. Toplumda böyle bir algı var; tecavüzcülerin, tacizcilerin, onursuzca muamele yapanların yarattığı utanç kadınlar üzerine yüklenmeye çalışılıyor. Bu utanç onlara aittir.”
Bu utanç hepimizin; bu ve buna benzer sayısız hadise yaşanırken gerektiği gibi müdahale edemediğimiz, ses çıkaramadığımız, engel olamadığımız için! Başkaları adına utanarak, insanlığımdan, erkekliğimden ar ederek, bir hukukçu, eski bir yargı mensubu olarak sadece şu satırları yazabiliyorum.
HEM SUÇLU, HEM GÜÇLÜ DEVLET!
Ankara Emniyeti’nin o menfur olaya dair açıklamasına tekrar dönecek olursak… Açıklamada, “Saat 18.00’de Yüksel Caddesi Konur Sokak kesişiminde gerçekleşen sözde ‘Yüksel Direnişi’ eylemine katıldığından hakkında yakalama işlemi yapılarak 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu’nun 32. Maddesinden hakkında ikinci kez idari işlem yapılmıştır” ifadelerine yer verildikten sonra, baba E.D’nin “öğretmenlik yaparken ‘fetö’ içerisindeki faaliyetlerinden dolayı 2016 yılında ihraç edildiği” bilgisini de özenle yerleştiriyor. Tribündekilere mesaj veriliyor yani “Ne üzerimize geliyorsunuz, bak onların ailelerinden Cemaat üyesi olmakla suçlananlar var. Ki bu insanlar elan soykırıma tabi; fetvacıların dediği gibi karıları, kızları, malları zaten helal. İstediğimiz gibi taciz ederiz, karışmayın!”
Bu uyarıyla yetiniyor mu Emniyet? Hayır! Tehdit de var:
“Kanunsuz eylemlere yapılan müdahaleler müdürlüğümüz tarafından kayıt altına alınmıştır. Örgüt mensuplarınca gündeme getirilen bu ve benzeri görüntülerin amacı, emniyet teşkilatını yıpratmak, görev alan personeli teşhir ederek moral ve motivasyonunu bozmak, görev yapmasını engellemeye çalışmak amaçlı olup, şahıslar tarafından kullanılan sosyal medya hesaplarında emniyet teşkilatı ve personeli hakkında yapılan tehdit, hakaret, personeli hedef gösteren vb. paylaşımlar hakkında cumhuriyet başsavcılığına birden fazla suç duyurusunda bulunulmuştur.”
Emniyet, bu açıklamayı yaparken şunu çok iyi biliyor: Yargı tamamen kuşatılmış ve de diz çöktürülmüş vaziyette. Yakın zamanda 5 bine yakın hakim-savcısı onursuzca ve kuralsızca ihraç edilmiş, diğerleri ise sinerek ve sessizce bunu izlemiş. Kalanlar içinse “artık Hükümet aparatından gelecek her türlü suç duyurusuna karşı sessiz kalacak, hatta üstüne üstelik mağdurların sesini iyice kesmeye dönük suç duyurularını da işleme koyacak” anlayışı..
TACİZCİYE KANUNLAR NE DİYOR?
Emniyet, “Babası Fetö şüphelisiymiş, kızına tacizin lafı mı olur, cezası mı olur?” demeye getirse de kanun hükümleri açık.
Türk Ceza Kanunu (TCK) ÜÇÜNCÜ BÖLÜM, “İşkence ve Eziyet” başlığının “İşkence” bahsinin 94. Maddesinde: “Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” denilmektedir.
TCK 94/3’de ise fiilin cinsel yönden taciz şeklinde gerçekleşmesi hâlinde, “on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunacağı” kaydedilir.
Yine TCK’nın ALTINCI BÖLÜM “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar” başlığının “Cinsel saldırı” maddesi 102’de: “Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlâl eden kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” denilmektedir.
TCK 103/3-b’de ise bu “Cinsel saldırı” suçunun “Kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle” işlenmesi hâlinde, “yukarıdaki fıkraya göre verilen cezaların yarı oranında artırılacağı” ifade edilir. Yani bu “tacizci memur”a 7 yıl ceza verilecekse ½ oranında arttırılıp 10 yıl 6 ay hapis cezası verilmesi gerekir.
Bu iki madde göz önünde bulundurulduğunda, bu “tacizci memur”a ve onun bu alçak fiiline sahip çıkmakla ortak olan sıralı sorumlularına ihmalleri ve kasıtları oranında 12 yıla kadar hapis cezaları verilmesi gerekir. İçişleri Bakanlığı’nın başında polislere “vurun kırın, arkanızdayım” diyen Süleyman Soylu’nun bulunduğu, Adalet Bakanlığı’nda “Yargının gücünü gösteriyoruz” diyen Abdülhamit Gül’ün bulunduğu, “acımak yok, acırsanız acınacak duruma düşersiniz” diyen Erdoğan’ın Başkan olduğu yerde belki kısa zamanda bu pek mümkün olmaz. Ama ileride adalet bir şekilde yerini bulacaktır. Hem de tek tek, her suç ve suçlu için!
TCK’nın ilgili maddeleri de orada halen duruyor:
TCK 94/4: “Bu suçun işlenişine iştirak eden diğer kişiler de kamu görevlisi gibi cezalandırılır.”
TCK 94/5: “Bu suçun ihmali davranışla işlenmesi halinde, verilecek cezada bu nedenle indirim yapılmaz.”
TCK 94/6: (Ek: 11/4/2013-6459/9 md.) “Bu suçtan dolayı zamanaşımı işlemez.”
ULUSLARARASI YASALARI KABUL ETMİŞTİK YA?
İç yasalarda “işkence suçu” yasaklanmıştır. TCK m.94 ve devamında işkence suçu tanımlarına ve verilecek cezalara yer verilmiştir. Türkiye ayrıca taraf olduğu milletlerarası sözleşmelerde “işkencenin yasak olduğunu” kabul edip “işkencenin önlenmesiyle ilgili gerekli tedbirleri alma” konusunda taahhüt altına girmiştir. Uluslararası maddeler AY 90 m. gereği “iç hukuk gibi bağlayıcıdır.”
Nitekim Türkiye’nin üyesi olduğu Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca 10 Aralık 1948 tarihinde ilan edilen “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”nin 5. maddesinde: “Hiç kimse işkenceye, zalimane, gayriinsani, haysiyet kırıcı cezalara veya muamelelere tâbi tutulamaz.” denilmiştir.
Yine 4 Kasım 1950 tarihli “İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme”nin 3.maddesinde: “Hiç kimse işkenceye, zalimane, gayriinsani yahut haysiyet kırıcı ceza veya muameleye tâbi tutulamaz.” şeklinde açık bir hüküm bulunmaktadır.
10 Şubat 1984 tarihli “İşkenceye ve Diğer Zalimane, Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi”nin 1.maddesinde “işkence kavramı” tanımlanmış:
“Bir şahsa veya bir üçüncü şahsa, bu şahsın veya üçüncü şahsın işlediği veya işlediğinden şüphe edilen bir fiil sebebiyle, cezalandırmak amacıyla, bilgi veya itiraf elde etmek için veya ayrım gözeten herhangi bir sebep dolayısıyla bir kamu görevlisinin veya bu sıfatla hareket eden bir başka şahsın teşviki veya rızası veya muvafakatıyla uygulanan fiziki veya manevî ağır acı veya ızdırap veren bir fiil anlamına gelir. Bu yalnızca yasal müeyyidelerin uygulanmasından doğan, tabiatında olan veya arızi olarak husule gelen acı ve ızdırabı içermez.”
Yine bu Sözleşme’nin 2 nci maddesinde, hiçbir hâlin, hiç bir “Olağanüstü Halin” işkenceyi meşru ve mazur gösteremeyeceği hüküm altına alınmıştır:
“Hiç bir istisnai durum, ne harp hâli ne de bir harp tehdidi, dahili siyasî istikrarsızlık veya herhangi başka bir olağanüstü hâl, işkencenin uygulanması için gerekçe gösterilemez.” Ayrıca “Bir üst görevlinin veya bir kamu merciinin emri, işkencenin haklılığına gerekçe kabul edilemez.”
Uluslararası yasalardaki “işkence” bahsini daha fazla uzatmak istemiyorum ama AİHM ‘de işkence, taciz ve tecavüzler konusunda bir çok emsal kararlar bulunduğunu, bu konularda da Türkiye’nin sabıkasının kabarık olduğunu belirtmekle iktifa ediyorum!
ANKARA BAROSU SAĞOLSUN
Kameraların gözü önünde genç bir bayana bir kamu görevlisince açıkça cinsel taciz uygulanırken, bu konu bu kadar kamuoyunda tartışılırken; kadın derneklerinden, kuruluşlarından, “Kadın ve Aile Bakanlığı” ve ilgili dairelerinden, müdürlüklerinden vs hiç ses yok.
Türkiye Barolar Birliği hakeza.. Başkanı Metin Feyzioğlu’nu sadece hükümete destek açıklamalarında görüyoruz; hükümet bakanları ile ortak açıklama yapıp “terörü yok etme, devletin gücünü gösterme” sözleri veriyor. Belli muhalif kesimlerin ezildiğini ve yok edildiğini bildiği, AKP ile o malum derin odağın işbirliğini bildiği için ona göre konum alıyor.
Fakat bunlara rağmen Ankara Barosu’ndan şaşırtıcı ve takdir edilecek bir çıkış oldu ve Sakarya’da bir eylem sırasında gözaltına aldığı genç kadına cinsel tacizde bulunan polis hakkında suç duyurusunda bulundu. Baro, suç duyurusu dilekçesinde, “Başlıca görevi kamunun güvenliğini sağlamak olan kolluk görevlisinin gözaltına alınmakta olan ve kendisini kesinlikle savunma imkanı olmayan bir vatandaşa karşı bu şekilde cinsel bir saldırıda bulunması kabul edilemez bir davranıştır. Fotoğraflardan çok net anlaşıldığı üzere, kolluk tarafından müdahale edilirken yapılmaması gereken bu fiil genç kıza uygulanmıştır. Bu durumda bir vatandaşı gözaltına alırken kolluk tarafından yapılan müdahale ölçülü olmalıdır. Kişilerin vücut dokunulmazlığı ihlal edilmemeli ve konusu suç teşkil edecek davranışlardan özellikle kaçınılmalıdır. Somut olayda, şüpheli tarafından kamu görevinin verdiği nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle genç kıza cinsel saldırıda bulunulmuştur” diyerek net bir şekilde olayın adını koymuştur, tebrikler.
BU, KAMUYA YANSIYAN, YA İÇERİDEKİLER?!
Devlet, baştakilerin gemi azıya almasıyla artık zembereği boşanmış gibi, şu son 4-5 yıldır pervasızca suçlar işliyor. 2015’de kameralar önünde polis kurşunları ile infaz edilen Tahir Elçi suikastından gününümüze kameralar önünde nice suçlar işleniyor. Daha yakınlarda HDP’li kadın bir milletvekili (Saliha Aydeniz) polisce düşürüldü, iş pişkinliğe vuruldu. Diyarbakır’da açlık grevindeki Leyla Güven için yapılan etkinlik polisin sınırları zorlayan engellerine maruz. Bu dönemin ihlallerini sıralayan TR724 yazarı Prof. Dr. Mehmet Efe Çaman, bu durumu: “Devletin polisi ve polis devleti” başlıklı yazısı ile çok net özetlemiş…
Van’da çocuk şube müdürlüğünde gözaltında olan iki çocuğa yapılan işkencelere dair detaylar çok rahatsız edici! Bunlar, ekrana/ göze takılanlar, kamuoyuna yansıyanlar. Ya kimsenin görmediği yerlerde, hücrelerde yaşananlar? Ya sokak ortasında kaçırılıp götürülen ve kendisinden bir daha haber alınamayanlar?
Sosyal medyaya yansıdığı kadarını bilebiliyoruz: genç kızlara içeride tacizler, tecavüzler, hamile bırakmalar, erkek tutuklulara copla vs tecavüz hadiseleri, akla hayale gelmedik işkenceler, insanlık suçları!
“Devlet tecrübesi” var bu sahada Türkiye’nin. 60’larda darbeden sonra çok canlar yakıldı. Bu konuda da övünüldü. Nitekim darbenin sembol ismi Cemal Gürsel, 16 Kasım 1960 tarihli İsveç gazetesi Dagens Nyheter’e açık açık şöyle demişti: “Eğer yola yordama gelmezlerse, dağlı Türkler (Kürtler) rahat durmazlarsa, ordu, şehir ve köylerini bombalayıp yıkmakta, tereddüt etmeyecektir. Öyle bir kan gölü olacaktır ki, onlar da ülkeleri de yok olacaktır.” Nitekim dönem dönem de bunu yaptılar. Doğu insanına her dönem zulmedildi.
12 Eylül Darbesi sonrası yaşanan işkence ve tecavüzlerin haddi hesabı yok! Sadece Diyarbakır Cezaevinde yaşananlar bile bu topraklar için vebal olarak yeter. Darbecilerin kurdurdukları MDP’nin Genel Başkanı Turgut Sunalp’un, gözaltına alınanlara işkence yapıldığı ve copla tecavüz edildiği haberlerine sinirlenerek söyledikleri, bunun mottosudur: “Niye cop kullansınlar, taş gibi delikanlılarımız var!”
Aynı (derin) devlet 93’lerde de bu döneme yakın faili meçhuller, cinayetler ve tecavüzler işlemiştir. Özel harekatçı, polis kimlikli bazı şehir eşkiyaları bastıkları evlerinde, “arama yapıyorum” diyerek yöre insanlarının karılarını, kızlarını, kız kardeşlerini taciz etmiş, tecavüz etmekten bile çekinmemişlerdir. Bu yaşananlara kızıp isyan ederek dağa çıkan nice gençler oldu. Şimdi onlar bu devlete kurşun sıkıyorlar.
Devlet, ya seni teröristlikle suçlar, ya da seni böyle zorla terörist yapar. Böyle terör estiren devlet ve devlet yöneticileri de teröristin ta kendisidir!.. Devletin böyle azdığı, kudurduğu zamanlarda not almalı, bu cürmü işleyenlerin isimleri, fotoğrafları eylemleri kayıt altına alınmalı. Çünkü ileride çok işe yarayacak!
İyi günler Ramazan beyin yazısı çok güzel Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ne kadar zalimleştiğini, memurların ve halkının ahlaki seviyesini çöktüğünü zaten her olayda görüyoruz. Ancak bu yazıda kullanılan resim rahatsız edici. Çünkü tacize uğrayan bayanın yüzünün çok net bir şekilde görülmesi ve taciz anının buzlanmadan net bir şekilde verilmesi beni rahatsız etti. O bayanın duygularını ve ailesinin bu resimlerden rahatsız olacağını düşünmeliyiz diye düşünüyorum.
Millet de artik secip basa getirdigi sahtekarlara devlet adami dememeli, devleti onlara emanet etmemelidir bu tip sahtekarlar , secilmeden once milletin onunde iyilik sovlari yapiyorlar kendilerini goz onune cok veriyor gucu eline gecirince milletin anasini aglatiyorlar. Yuzustu cok surundun ayaga kalk sakarya…… Bak peygamberin sana hata yapmaman icin yol gosteriyor, `icinizden birisi yonetime talip oldugunda yaptigi hatanin bedelini odemek icin talip olsun ( yani millet hesap sorsun, sorabilmek icin birlik olsun ) , iclerinden, yonetime en az talip olani secin. Yani hirsi olmayan hesap vermeye hazir birisini…..Yeterince aldandik artik aldanmayalim. Sunu unutmayalim yonetici yaratma becerisine sahip olamayacagindan en makbulu en durust en adil olanidir.