Yorum | Cemil Tokpınar
Yaklaşık beş yıldan beri en çok muhatap olduğumuz soru bu:
Süreç ne zaman bitecek? Masumlar ve mazlumlar ne zaman rahat bir nefes alacak, her gün her gece ağlayanlar ne zaman gülecek?
En sonda yazacağımı en başta söyleyeyim: Bu zulüm ve istibdat süreci bütün dünyayı kaplayıp kıyamete kadar da devam etse, hak bildiğimiz yoldan asla dönmeyeceğiz. Sabır ve tahammül göstererek dua ve tazarru ile Rabbimize iltica edip hizmet ve ibadetle Onun rahmet ve inayetini istirham edecek, iman ve Kur’an davasına sebat ve sadakatle hizmete devam edeceğiz, inşallah.
Ama öyle inanıyoruz ki, zulmün ömrü kısaldı, gücü azaldı ve kısa bir müddet sonra süreç son bulacak. Bir gün karlar eriyecek, bahar gelecek, kardelenler açacak, yangın sönecek, hizmet adına kaybettiğimiz her şey inşallah on katıyla telâfi edilecek.
Peki, hem kıyamete kadar da razıyız diyoruz hem de kısa bir müddet sonra bitecek diyoruz, bu bir çelişki mi?
Hayır, asla çelişki değil. Çünkü biz Rabbimizin hikmetine, takdirine, istihdamına inanıyor, güveniyor, boyun eğiyoruz. Ondan şikâyetçi olamayız, kaderi tenkit edemeyiz, İlâhî takdiri sorgulayamayız. Bizim imanımızın, teslimiyetimizin, tevekkülümüzün gereği, takdire boyun eğeriz. Tabiî bunlara inandığımız kadar Onun rahmetine, inayetine, adaletine de inanıyoruz.
Ezelî hikmet, hizmet hareketi hakkında, tüm zamanlar içinde eşine ender rastlanan bir imtihan takdir etti. Yaşadıklarımız, bir yönüyle Asr-ı Saadetin Mekke dönemindeki işkence ve mahrumiyetlerini, bir yönüyle Medine’deki sıkıntıları, başka bir yönüyle Emevîler döneminde Ehl-i Beyt’e yapılan zulümleri hatırlattığı gibi, insanlık tarihindeki farklı zulüm ve istibdat dönemlerindeki uygulamalara da benziyor.
Bir şekilde taraftar olan veya gönül verenlerin sayısı milyonları bulan bir hareketten söz ediyoruz. Zulümler ise envaiçeşit. Mahpus, mazlum, mahrum, mevkuf, muhacir, maktul, mecruh olduğu gibi parçalanmış aileler, malları gasp edilenler, işleri, meslekleri ellerinden alınanlar ve bu zulümden etkilenenler milyonları aşmış durumda.
Sürece bütüncül bakılmalı
Peki, neden kader buna fetva verdi? Niçin Rabbimiz bu zulümlere izin veriyor? Kısaca, süreç niçin başladı ve devam ediyor?
Bunun belki yüzlerce sebebi var. Bir sebebe indirgersek, bütüncül bakmazsak yanılırız. Bu sebepleri detaylarıyla ele almak çok uzun olur. Ancak sınıflandırmak gerekirse, sürecin maddî sebepleri var, manevî hikmetleri var, imtihan yönü var, küresel ve ülke içindeki güçlerin payı var, bizim eksik ve hatalarımız var, hatalara keffaret yönü ve dereceleri yükseltme yönü var. Bunlar bugüne kadar çok işlendi, tek tek detaylarıyla saymayacağım. Ama bazen yapılan bir hata var: Küllî bakmamak, bütüncül ele almamak!
Süreç bir şekilde açıklanamaz, sadece bir sebebe odaklanılmaz, birisi bir sebebi anlattığında diğerlerini inkâr ediyor anlamı çıkarılmaz.
Bu arada bize bakan yönüyle yapılan bir hata da var.
Hizmet hareketinden bazı kardeşlerimizin, “Ne yaptık da herkesi kendimizden bu kadar nefret ettirdik?” sorusunu asla doğru bulmuyorum.
Neden?
Çünkü biz bu ülkeye ne kötülük yaptık ki? Ülkeyi ıslah için baştan başa okul, yurt, sendika, hastane, vakıf, dernek gibi hizmet kurumlarıyla donatmaktan başka ne yaptık? Evde anne ve babasının eğitemediği çocukları, maddî ve manevî yönden eğitip şefkat ve sevgiyle kucaklamaktan başka ne yaptık?
Devlet gücüyle en iğrenç ve pespaye bir şekilde yalan ve iftiralarla, komplo ve kumpaslarla yürütülen bir algı operasyonuna mağlup olan milletin bir kısmı Hizmet hareketini yanlış değerlendiriyorsa suç cemaatte midir? Birileri habbeyi kubbe, pireyi deve yapıyorsa, sorumlu biz miyiz?
Bunu söylemek, hiçbir kusurumuz, eksiğimiz, hatamız yok demek değildir. Elbette ülkesel ve küresel bir hizmetin içinde elbette bazı problemler ve hatalar olabilir. Bunlar da insaf, hikmet ve objektiflik içinde değerlendirilmeli, ders çıkarılmalı, tedbir alınmalı, ayrı konu.
Ama şunu bütün zerrelerimle kâinata haykırabilirim ki, Hizmet hareketi mensupları şimdiki zulmü hak edecek bir şey yapmadı. Yaptıkları, bütün ülkeyi ve dünyayı saran bir eğitim, barış, iyilik seferberliğiydi sadece.
Fert seviyesinde hatalar varsa da, “suçun şahsîliği” kuralınca genelleştirilemez, sadece evrensel hukuk kuralları içinde ve adil bir şekilde gereken cezası verilebilirdi.
Her neyse…
Tekrar başa dönelim: Süreç ne zaman bitecek?
Süreç, imtihanın hikmetini anlayıp uygun hareket ettiğimiz zaman, Rabbimiz takdir ettiği neticelerin gerçekleştiğini kabul edip “yeter” dediği zaman, zalimlerin haddi aşma sınırları gayretullaha dokunma seviyesine geldiği zaman, zulümde birleşen menfaat ve güç odakları birbirine düştüğü zaman, bugün Allah’ı, ahireti, ölümü, hesabı, azabı düşünmeden zulmeden azgın azınlık tökezlediği zaman bitecek…
Sürecin bitmesi için neler yapılmalı?
Burada bize bakan yönü, imtihanın hikmetini anlayıp uygun hareket etmektir.
Bunlar nelerdir?
- Tam bir ihlâs, samimiyet, sebat ve kardeşlikle hizmete sarılmak,
- Rahatımızı bozacak ve canımızı acıtacak seviyede mağdur ve mazlumların muavenetine koşmak,
- Dua, ibadet ve evraddaki kusurlarımızı gidermek, eksiklerimizi tamamlamak, keyfiyetimizi arttırmak,
- Birbirimize düşmemek, tam ittifakı sağlamak, bir olup rahmet ve inayeti celp etmek,
- Zulmü bütün dünyaya duyurup evrensel bir duyarlılık oluşturmak,
- İlk yılların saffet ve samimiyetine benzer bir şekilde uhrevî boyutlu düşünmek gibi hususlardır.
Ehl-i kalp bir kardeşimiz “süreç ne zaman bitecek” diye niyetlenerek bir istihare yapıyor. Kendisine genel anlamda tevbe etmek, helâlleşmek, kardeşliği tesis etmek tavsiye ediliyor. Tabiî ki bu da yapılacakların tamamı değil, sadece bir tanesidir.
Peki sürecin bitmesine zaman verebilir miyiz?
Bugüne kadar kim vermiş ki… Kim verebilir ki…
Bugüne kadar görülen binlerce rüya ve yakazada verilen müjdeler, tamamıyla sahihtir, sadıktır, gerçektir.
Ancak verilen müjdeler, bazı şartlara bağlıdır. O şartlar gerçekleşmezse müjdeler de ertelenir veya gerçekleşmez.
Konumuzla ilgili Hocaefendi’nin 2014 Şubat’ında yaptığı sohbetten bir örnek:
“Başımıza gelen musibetlerden murâd-ı ilâhî bizim kendisine yürekten dönmemiz ise, döneceğimiz âna kadar o musibetler gırtlağımızı sıkar ve devam eder. Kendisine dönmemiz için o musibetleri salması bile bir yönüyle rahmetin ayrı bir tecellî dalga boyudur. Kullarını Kendisine döndürmenin bir vesilesi onları ızdırar içinde bırakmak ve bütün sebepleri ellerinden almaktır; ta ki nur-u tevhîd içinde sırr-ı ehadiyeti duysun, görsün ve hissetsinler. Yunus ibn Mettâ (alâ seyyidinâ ve aleyhisselam) gibi ‘Lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî küntü mine’z-zâlimîn’ desinler. Geceleri yataklarından fırladıklarında abdest alsın, başlarını yere koysunlar. Gözleri yaşarmıyor ve ağlamıyorsa, kendilerini levmetsinler; ‘Yuh bana, bu kadar da katı kalblilik olur mu?’ desinler. Gözlerinin yaşlarını salabiliyorlarsa, o esnada ellerini Allah’a açsınlar, ‘Allahım bütün ümmet-i Muhammed’den belaları, musibetleri def eyle, hususiyle memleketimizde bozulan vifak ve ittifakı temin buyur; çünkü o, Senin tevfîkinin en büyük vesilesidir’ desinler.” (Osman Şimşek, Ağlayın Su Yükselsin, 23 Şubat 2014)
Evet, süreçte duanın hakkını vermek, bitmesine vesile olacak şartlaardan sadece birisi, belki de en önemlisidir. Belki duanın hakkını verenler, başta hapistekiler olmak üzere zulmü en çok çekenler ve bunların aileleri. Hepimiz acıyı yüreğimizde hissedip duanın hakkını versek, namaz, dua, tesbihat ve evradlarımıza sarılsak, sürecin ömrü kısalmaz mı?
Görülen rüyalardaki müjdelerde hep yakında zulmün biteceği söyleniyor. Bu yakını, “yarın” anlamamak gerekir. Peygamberlerin (a.s.) gördüğü bazı rüyalar bile bazen aylar yıllar sonra gerçekleşmiştir.
Cenab-ı Hak, en sevgili kullarına vermediğini bize vermez.
Özetlersek, zulüm kıyamete kadar da sürse biz haktan yüz çevirmeyeceğiz, ama çok kısa bir zamanda biteceğini ümit ediyor ve dua dua yalvarıyoruz.
Acılarımızı dindirmek veya azaltmanın bir yolu da, paylaşmak, dualaşmak, muavenete koşmak, kardeşliğimizi bu yönüyle de ispatlamaktır.
Muhterem hocam,
Öncelikle yazınızı, süreçle ilgili olarak aklımdan geçirdiklerimden farklı şeyler yazdınız mı merakı ile dikkate okudum. Sizin cevap vermekten ictinab ettiğiniz hususlara değinmek isterim.
1) Hizmet hareketinden bazı kardeşlerimizin, “Ne yaptık da herkesi kendimizden bu kadar nefret ettirdik?” sorusunu asla doğru bulmuyorum, demişsiniz.
Öncelikle, bu konuda size şahsi duyumlarımı aktarayım: Çevremdeki diğer cemaat mensuplarından kulağıma gelen serzenişleri iki farklı kişiden duydum. Tanıştığım insanların hangi cemaate mensup olduğu ya da kimi şeyh bellediği, kime hüsnü zan ettiği ile ilgili mevzuları (kalbi istikametim sadece Allah’a, O’nun son elçisi ve kulu olan Efendimize (sav) ve Efendimizin günümüzdeki son varisine olduğundan dolayı) konuşmayı çok sevmediğim için, bu benim duyduğum sadece iki olay. Çevresinde daha geniş dairelere muttali olanlar mevzuyla alakalı daha çok şeyler duymuşlardır. Özetle diyorlardı ki, “hizmet bir kartel gibi bir tröst gibi tüm hayırların, tüm himmetlerin kendisi adına, kendi namına yapılmasını istiyor”. Kurban isteyen aynı serviste gidip gelen kişiye arkadaşı “yahu biz de müslümanız, bizim kestiğimiz de kurban olmuyor mu?” cevabına, arkadaş şöyle diyor ” yav ne olur bi tane de bize versen, ne olur sanki?”. İşte maksat rızayı ilahi olsa, ne olur bize de versen bi tane de demez, Allah kabul etsin kardeşim der ve geçer. Maksat hedefi tutturmak ve mümessilden aferin almak ve belki de umreye gidebilme hakkı kazanmak olunca, naz makamında bile söylenen bu sözler, muhatabını rahatsız eder, Bunu ilk duyduğumda ben de, bu itiraza kulak asmadım, “yahu, hayır hayırdır ne fark eder, ister Ali yapsın isterse de Veli. Kim daha çok gayret ediyorsa, o daha çok sevap alır.” demiştim. Ancak, kazın ayağı öyle değilmiş işte. İhlas risalesinde 1. düstur “Allah rızasıdır”. Falanın filanın rızası değildir. Herşey benim adıma yapılsın benim namıma yürüsün demek, şirktir. Makam, mansıp ve ganimet sevdalıları da kendileri ile beraber herkesi ateşe attılar, hala masumuz diyorlar, o da başka handikap tabii ki. Allah’da bunların hesabını sordu/soruyor, iyi ki bu dünyada soruyor da bizi temizliyor. Ahirete kalsaydı bu hesaplar yandıydık. Ayrıca, bu sureçte sizin de dediğiniz gibi elmas kömürden, samimi olan da riyakardan ayrışıyor. O da, dünyanın son deminde ağır vazifeleri yüklenmesi beklenen yeryüzünün mirasçılarını eğitmek ve yetiştirmek için.
Kurban, himmet, sadaka, vb. mevzularda da hedef rızayı ilahi midir, yoksa benim kurumum mudur? Dersaneye/koleje çocuğunu gönderen bir veliyi öğretmen sadece kurban bayramında ararsa, “veli de bunlar çocuğumun akademik gelişimiyle ilgili değil, sadece kurban/bağış/himmet peşindeler” diye sorgular ve içindeki bu ukde ile başa gelen musibetlerden sonra, sana da merhamet etmez, kimse kusura kalmasın. Bu sadece küçücük bir misal. Daha neler var da, burada yazmaya ne zaman ne de yer müsait.
Erdoğan dersane meselesinde ne dedi, “millet ineğini satıp çocuğunun dersane parası ödüyor”. Sizce, bunda hiç mi haklılık payı yok? Siz deseniz ki, “biz parası olandan alıyorduk, olmayanın ki de okuyabilsin diye.” Peki, devletlülerin çocuklarından niye almadınız, o zaman? Ya da devletlülerin çocukları özel muamele görürken, vasat olarak değerlendirilen diğerlerini gözden çıkarmadınız mı? Ancak, Allahın rızası kiminledir, hesaba katmadınız, değil mi? Allah, Rasulunü uyarmadı mı Abese suresi ile. Kur’an birinci derecede kendisine inen Zat (sav) uyarıldı da, siz kendinizi bundan beri mi sandınız? Şimdi de sosyal medyada haram etmeye kalkıyorlar haklarını o zamanki mümessiller. Bir, kimin parasını kime haram ediyorsun? İki, sen sadece mümessildin, sahibi değil. Allah’tı gerçek sahibi, ama senin gözün körelmişti, göremiyordun ki.
İhlas risalesinde 2. düstür ne der: Kuran hizmetindeki kardeşleriniz üzerinde fazilet furuşluk nevinden gıpta damarını tahrik etmeyin. Bu mevzuda, HE son sohbetlerinde dedi ki: “keşke istişare heyetlerinize yakın gördüğünüz diğer cemaat ya da fikriyat mensuplarını da cağırıp, görüşlerini alsanız.” Bu yapılmadığı gibi, mümessilin fikrini dahilden eleştirenler dahi bir sonraki toplantıya çağırılmadılar.
Hocam bütün bunlar ferdi hatalar değil, külli hatalar. Siz de iyi bilirsiniz ki, ferdi hatalar için Allah tüm cemaati cezalandırmaz zaten. O yüzden yazınızda ifade ettiğiniz gibi, ferdi hatalar ferdi cezalar gerektirir diyerek kendinizi kandırmayın, iğneyi kendinize batırmaktan da ictinab etmeyin. Usulünce herkesten helallık isteyin (bütün kurumların bütün mümessilleri dahil olmak üzere). Bu haklardan kurtulabilmek çok zor. Çünkü herkes sizin de yazdığınız gibi masum olduğunu düşünüyor, ama öyle değil işte. Haşa, Allah (cc) hak edilmeyen muameleye niye maruz bıraksın. Derseniz ki, Hz. Peygamber (sav) de aynı musibetlere maruz kaldı. Evet, ama Uhud’da görüşü benimsenmediği için cemaati ile beraber o da yenilen tarafta idi, ama Allah onu her zaman izzetli kıldı. İzzetin kaynağı Aziz olan Allahtır. Şimdi de Hz. Peygamber (sav) varisi (ra) de cemaati ile aynı musibeti kalbinin en derinliklerine kadar yaşıyor, ancak Allah yine onu aynen Efendimiz gibi aziz kıldı. Bütün bunların farkına varılırsa, işte o zaman süreç biter Allah’ın izniyle.
Diğer konulardaki izahlarınıza ise vaktim olursa bilahare değinmek isterim. Bu yazdıklarımın bile editörün sansüründen geçebileceğinden emin değilim. Ancak sansürden geçmese de, size ulaştırılacağından eminim. Çünkü yazdıklarım, zülfü yare dokunsa da sürecin gerek yaşanması gerekse de nihayete ermesi babında gözardı edilemeyecek kadar mühimdir.
Vesselam.
YUREYINE, KALEMINE SAGLIK MUHTEREM HOCAM, IMAN VE KURAN HIZMETI BITERSE VARLIGIN MAYASIDIR… SEVGI BITMEZ, BITERSE MENFAAT, TAASSUB VE RIYA VARDIR…MUHABBETLERIMLE
YUREYINE, KALEMINE SAGLIK MUHTEREM HOCAM, IMAN VE KURAN HIZMETI VARLIGIN MAYASIDIR… SEVGI BITMEZ, BITERSE MENFAAT, TAASSUB VE RIYA VARDIR…MUHABBETLERIMLE
🙂
Muhterem hocam,
“Hizmet hareketinden bazı kardeşlerimizin, “Ne yaptık da herkesi kendimizden bu kadar nefret ettirdik?” sorusuna cevaben dediniz ki: “… biz bu ülkeye ne kötülük yaptık ki? Ülkeyi ıslah için baştan başa okul, yurt, sendika, hastane, vakıf, dernek gibi hizmet kurumlarıyla donatmaktan başka ne yaptık? Evde anne ve babasının eğitemediği çocukları, maddî ve manevî yönden eğitip şefkat ve sevgiyle kucaklamaktan başka ne yaptık?”
2) Bir önceki cevabımda da arz ettiğim gibi, Evet son derece haklısınız ancak bu dedikleriniz yapılırken yine çok mühim olan ihlas düstürları edildi.
a) Onlardan 3. düstur olan “Bütün kuvvetinizi ihlasta ve hakta bilmelisiniz.” hakikatidir. Ne der, Üstadımız bu düsturda, özetle: ” Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize; şerefte, makamda, teveccühte, hattâ menfaat-i maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz.
Hattâ en latîf ve güzel bir hakikat-i imaniyeyi muhtaç bir mü’mine bildirmek ki en masumane, zararsız bir menfaattir. Mümkün ise nefsinize bir hodgâmlık gelmemek için istemeyen bir arkadaş ile yaptırması hoşunuza gitsin. Eğer “Ben sevap kazanayım, bu güzel meseleyi ben söyleyeyim.” arzunuz varsa çendan onda bir günah ve zarar yoktur. Fakat mabeyninizdeki sırr-ı ihlasa zarar gelebilir.”
b) Yine ihlal edilen bir başka düstur “4. Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip onların şerefleriyle şâkirane iftihar etmektir.”
Peki bu hastalıklara ve marazlara karşı tedavi nedir? “İhlası kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebi, rabıta-i mevttir.” Peki, bu yapıldı mı? ASLA. Herkes hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya devam etti.
Bu hizmetler yapılırken, neticeler sahışlara mı atfedildi, yoksa Cenab-ı Hakka mı? “… Hâlık-ı Rahîm’in hazır nâzır olduğunu düşünüp, ondan başkasının teveccühünü aramayarak; huzurunda başkalarına bakmak, meded aramak o huzurun edebine muhalif olduğunu düşünmek ile o riyadan kurtularak ihlası kazanılır”.
İşte muhterem hocam, daha pek çok şey söylenebilir ancak özetle temel hatalar bunlardır: Kibir, gurur, kardeş tanımazlık ve yapılan hizmetleri fanilere vermek. Çok hamdık piştik elhamdulillah. İnşallah herkes buradan seviyesine göre dersini almıştır ve alacaktır.
Son olarak hak ihlalleri de o kadar fazla ki, bizzat çok yakınındakilerden duydum, bizzat yüzüme söyledi. İskandinav ülkeleri ve benzer diğer Avrupa ülkelerinde her zaman bilet kontrolü yapılmadığı için, tramvaylara biletsiz binmek adet haline getirilmiş. Ne kadar acı değil mi, hakkı savunacaksın, hakkı temsil ettiğini iddia edeceksin, ama en basit bir bileti almaktan imtina edeceksin. O nedenle sayın hocam, hatalar ferdi kalsa idi bu yaşananlar başımıza gelmezdi. Hataların pek çoğu küllidir ve hedefe(!) ulaşma adına alt kademedeki mensuplar tarafından bu hataların pek çoğu mübah görülerek takdir ve teşvik de edilmişlerdir. En acısı da budur. Ham rehberler maalesef ham mümessiller yetiştirmiştir. Lafımız meclisten içeridir.
Baki selam.
Suriyede ki savastan ülkemize gelen multecil yokda gelirken sıniri gecerken zorlukla karşılaşıyor ve ölüyor. Veya turkiyeye gelip. Yunanista botla gecerken nehirde ölüyor.bunlar icin yani ölenler icin insanlar zulm eder kader adalet eder diyorlar.bunu aciklaya bikirmisiniz.
1suriyede zulm edenlerin masum ölenler.için ahirette cezasi olacakmi
Zulm edenlerin bunda bir payi yok mu kader bu sekildemi tecelli edecekti onlara.
2 kader tecelli etti derken o sebebler icinde kader tecelli etti.yoksa baska bir durumda olsalardi kader bu defada farkli mi tecelli edecekti.
Bazen bu durum bizdede olabiliyor cocugu bir yere gonderiyoruz basina bir iş geliyor şımarikti biz zulmettik gitmemesi gereken bir yere gonderdik ve cocuk öldü.bunada insanlar zulm eder kader adalar eder diyorlar aciklarsaniz sevinirim nasil birsey anlayamadim .cocugu gonderenin hicmi sucu yok yada cocugu gondermeselerdi evde olsaydi yinemi ölecekti.
ALLAH`A İTİMADIMIZ TAMDIR…
Bu süreç başlamadan ehli beytin katline bir türlü inanabilmiyordum.
Tarihteki zülümlere olamaz diyordum.
Müslüman müslümanı Allahın adını anarak öldürmez diyordum.
Kürtlerin müslüman eliyle maruz kaldığı zülümleri algılamkta zorluk çekiyordum.
Şimdi tümüne aynelyakin inanıyorum. Olabilirmiş diyorum.
Allahın adaletinede güvendiğimizden sürecin biteceğinede inanıyoruz.
Yazıdan dolayı Allah sizlerden razı olsun.
“Biz bu ulkeye ne yaptik” diye sorup hep iyilikler yapıldığını yazmışsınız. Çok doğru. Okullar yaptık. Dersaneler açtık. Parası olanlar okudu, olmayanların yüzüne bakılmadı. Dışarıdaki insana hizmet edeceğiz diye her türlü kılığa girildi fakat içimizdeki bir arkadaşın derdi olduğu zaman veya hata yaptığı zaman söylenmedik laf kalmadı. Yetişen insanları belli yerlere koymak için “torpil” yapılıp başkalarının haklarına girildi. Gidilen ülkelerde sistemin açıkları bulunup o açıklar kullanılarak caiz ve etik olmayan işler yapıldı. Ben yaptım oldu ile hareket edildi. “Abi”lere bu doğru değil hatta illegal denildiği zaman bunu yapmazsak hizmet edemeyiz maaşları veremeyiz, bir yolunu bulun kılıfına uydurun cevapları veridi.
Türkiyede “hizmet edeceğiz” diye bir çok kişinin hakkı yenildi.
Bu süreç ne zaman biter?
Hizmet, Türkiye ve bulunduğu ülkelerden helallik aldıktan sonra biter!
Hocaefendinin bedduası önce hizmetin şahsı manevisini vurdu. Adına hizmet diyerek yapılan yanlış işler bunlara sebep oldu.
Bunlar sebepler açısından. Tabi ki olayların ilahi yönü de var, ayrı mesele.
Allah razı olsun. Seviyeli güzel bir yazı. Allah kaleminize güç versin.
Sn. Hocam,
Tekrar merhaba. Affınıza sığınarak “Bu süreç ne zaman bitecek” şeklindeki sorunuza şahsi tecrübelerimden de yola çıkarak, farklı bir izah ve bakış açısı getirmek istiyorum.
Öncelikle, basit düşünelim. Bir çocuğun eline verdiğiniz bir oyuncak, eğer onun su-i istimalinden dolayı ciddi bir şekilde yaralanmasına ya da en kötüsü ölümüne sebep olacaksa, tutar o oyuncağı elinden alırsınız, değil mi? Ne zamana kadar? Ta ki, akıllanıncaya ve su-i istimalden vazgeçinceye kadar, değil mi? Peki, siz bunu yapınca çocuk ne yapar? Ağlar, kendini yerden yere atar ve size kızar, küser değil mi? Peki, gerçekte siz suçlu musunuz? Değil tabi ki, onu çok sevdiğiniz, kaybetmek ve yaralanmasını istemediğiniz için elinden aldığınız o oyuncağı (imkanı), ta ki, onu kaybetmenin üzüntüsü ile belki düşünsün, akletsin ve bir daha yapmamaya söz versin, diye bir süre vermezsiniz.
İşte bizler de akıllanınca, bu nimetlerin niye elimizden gittiğini anlayıp bütün imkanları verenden (ve hem de ondan başkasının asla veremeyeceği, onun gibi cömertinin asla olmadığı, tek ve mutlak güç sahibinden) af dilediğimiz ve bir daha asla eski hata ve günahlarımıza dönmemeye kararlı olduğumuz gösterdiğimiz ve bunu her an kendimize hatırlattığımızda bu SÜREÇ bitecektir. Başka türlü de BİTMEYECEKtir.
Ama, ben Rabbim’in (cc) bizleri terbiye edeceğine eminim. Terbiye olmaz isek de, o zaman akıbetimizin ne olacağının herhalde herkes az çok farkındadır.
Eğer siz elinizi dinden gevşetirseniz, Allah da ona sahip çıkacak bir başka kavmi getirecektir. (MÂİDE-54: Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında öyle bir toplum getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler; Allah yolunda mücahede eder, hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. Bu, Allah’ın bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allah, geniş ihsan sahibidir, her şeyi çok iyi bilendir.)
Çok selam ederim.