Sonraki durak Kemalizm mi Demokrasi mi?

YORUM | Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR

Erdoğan’ın tek adam rejimi kurması Türkiye’deki denklemler açısından rasyonel değildi. Ne dış faktörler, ne de iç dengeler kalıcı bir diktatörlüğe müsaade etmezdi; etmeyecek! Erdoğan bulaştığı yolsuzluklar nedeniyle kendini korumak için derin odaklarla, Ergenekoncularla işbirliğine gitti ve otoriterleşmeye yöneldi. Bu işbirliğinde vitrinde Erdoğan görünse de Ergenekon’un ajandası uygulandı. Kürt kentleri yerle bir edildi, 30 yıldır rejime en büyük tehdit görülen Cemaat ve kadroları bitirildi. Bu defa dindar görünümlü, sivil bir lider eliyle “balans ayarı” yapıldı.

Daha önce de yazmıştık; Ergenekon-Erdoğan işbirliği Erdoğan halk desteğine sahip olduğu kadar ve vitrinde gerektiği için sürer. Erdoğan sorgulanmaya başlandığında, halk nezdinde meşruiyetini kaybettiğinde, ekonomi çöküp insanlar aç-perişan kaldığında büyü bozulacaktı; hızla bozuluyor. Büyü daha da bozulacak ve AKP’liler dahil pek çok insan Erdoğan’a sövmeye başlayacak. Zira Erdoğan’ın herşeyi kontrol etmeye çalıştığı Tek Adama dayalı sistem her alanda çöküyor; çökecek! Bu çöküş daha görünür hale geldiğinde Erdoğan aleyhine sesler yükselecek. Bürokraside emir eri olanlar “yasalar!” diyecek. Erdoğan’ın talimatını dikkate alan yargıçlar endişelenmeye ve Erdoğan’a itaat etmemeye başlayacaklar. Fareler gemiyi terketmenin ve Erdoğan’la aynı kareden çıkmanın yollarını arayacak. Bunu bilen Erdoğan hala güçlü ve etkili olduğunu, herşeyi kontrol ettiğini gösteren güç denemelerine girişebilir. Ama her deneme daha büyük çözülmeleri getirecektir.

Bu analizleri, öngörüleri İstanbul seçimleri üzerine yapmıyoruz. O bir sonuç! Barajda biriken basıncın duvarları zorlaması. AKP zorbalığına, kibrine verilen toplumsal tepki. Erdoğan rejiminin taşınmaz hale gelmesi muhalif bütün kesimleri birlikte hareket etmeye zorladı. İstanbul seçimleriyle bunu başarabildiklerini gördüler. Bundan sonra (AKP içindeki ve dışındaki) Erdoğan muhalifleri daha cüretkar olacaktır.

İstanbul’u İmamoğlu alınca elbette Erdoğan iktidardan düşmedi. 2023’e kadar yerinde görünüyor. Ama kurduğu korku duvarı yıkılır ve sorgulamalar artarsa, Erdoğan, döneminin sonunu göremez. Bu kadar kirli bir geçmişle orada ancak diktatör olarak kalabilirdi. Türk toplumu Erdoğan’ın diktatör olmasına müsaade etmeyeceğini gösterdi. Artık erken seçim konuşulur, Erdoğan’ın meşruiyeti sorgulanır, diploma gündeme gelir, sıfırlama tapeleri tekrar sahnedeki yerini alır. AKP dahi böylesi bir Erdoğan’ı taşımak istemez. Altı boşalmış bir Erdoğan zoraki müttefiki Ergenekoncular’ın işine de yaramaz. Uygun bir zamanda altındaki sandalyeyi çekerler.

Peki, Erdoğan sonrası ne olacak?

Türkiye yeniden 1930’lardan kalma Tek Adama dayalı Kemalist zihniyete geri mi dönecek? Yaşayan bir adama dayalı tek adam rejimi Erdoğanizmden, vefat etmiş bir adamın kutsandığı Kemalizme geri dönüş mü yapacağız? Güya “İslamcı”, biat etmeyeni dışlayan, baskıcı Erdoğan yönetiminden kurtulup, kendimizi Kemalizmi din haline getirip dindarı horlayan Atatürkçülerin kollarına mı teslim edeceğiz? Kemalistleri, CHP’lileri, ulusalcıları dinlerseniz hedeflerinde bunun olduğu anlaşılıyor. Erdoğan’dan oluşacak boşluğu Kemalizmle doldurma konusunda kararlılar.

Aslında bir kurtarıcıya, tek adama dayalı rejim özlemi sadece Kemalistlerde yok. Toplumun her kesimi kendi tek adam rejimimin özlemi içinde. Zira eğitim sistemimizde yüz yıldır Atatürk üzerinden tek adam kutsanıyor. Mustafa Kemal’in tek başına ülkeyi nasıl kurtardığı, nasıl harikulade işler yaptığı, mucizeler gösterdiği bebeklikten başlayarak, yılın her döneminde çocuklarımızın zihnine işleniyor. Anayasayla ve yasalarla korunduğu için, doğru olsa dahi kimse Atatürk hakkında olumsuz bir şey söyleyemiyor. Tarihi vesikaları bile kullansanız “Atatürk’e saygısızlık!”tan başınıza iş geliyor. İnsanlar: “Büyük Atatürk de..” diyerek sözlerine meşruiyet kazandırmak istiyor. Atatürkçülük, darbe ve muhtıra sonrası dönemlerde tavan yapıyor; Atatürk’e dair ritüeller adeta ibadet haline getiriliyor. Atatürkü sevmeyelere sürek avları yapılıyor. Atatürkçülüğün siyasi, ticari, sosyal rant aracı yapıldığı, (Parsadan vakası, Atatürkçü düşünce derneğinin takvim-poster satışları, bazı dönemler vb), her şeye besmele çeker gibi Atatürkle başlandığı dönemleri hatırlarsak Kemalizmin toplumun genetiğini nasıl etkilediği daha iyi anlaşılır.

Kemalist eğitim sisteminin sonucu olarak hepimizin içinde bir Tek Adam özlemi var. Kürtler Öcalan’a dayalı, otoriter bir tek adam rejimi, Kürdistan düşlüyor. Milliyetçiler illa kendilerine bir başbuğ bulma peşinde. Bahçeli’de bu karizmayı bulamayan ülkücüler hala Türkeş’le tatmin oluyor. Cemaatler, tarikatler kendi şeyhlerinde, liderlerinde olağanüstü güçlere-kabileyetlere sahip, “kurtarıcı”, Atatürk modelini arıyor. İslamcı kesim düne kadar tek adam özlemini Erbakan üzerinden gideriyordu. Erdoğan çıkınca muhafazakarlar tek adam ihtiyacını Erdoğan ile karşılıyor.

Bu durum biraz da tembellikten, kolaycılıktan, bireysel risk almama eğiliminden kaynaklanıyor. Biz yatalım, rahatımızı bozmayalım, riske girmeyelim ama bizim yerimize “özel donanımlı bir kurtarıcı” çıksın ve herşeyi şip-şak düzeltsin istiyoruz. Doğunun, Müslüman toplumların genel hastalığı! Bu hastalık Ortadoğu’daki seküler kesimlerde Atatürkçülük, Nasırcılık, Esedcilik.. şeklinde tecelli ediyor. Vasıfları farklı olsa da hepimizin içinde Tek adam özlemi var.

Erdoğan’a dayalı tek adam rejimi az sallanmaya başlayınca Atatürkçüler de bir hareket, heyecan, kıpraşma başladı. Atatürklü paylaşımlar, Kemalizm öykünmeleri tekrar öne çıkıyor.

Erdoğan’ın gideceği konusunda endişeye mahal yok! Herşeyi kontrol etmesi ve gücünü sürdürmesi imkansız. Zorba ve zoraki yönetim anlayışını sürdürmek için diretirse kendisine ve ülkeye daha çok zarar verir ama her halükarda gider; gidecek!

Sonrasında ülkeyi ne bekliyor?

Erdoğan muhalifi kesimler çoğulcu, liberal, demokratik bir rejim konusunda uzlaşabilecek mi?

Yoksa CHP içinde çok etkin olan Kemalistler, ulusalcılar Erdoğan’ın makyajla kapattığı, ama aslında aynen duran Kemalist rejime geri dönmeye mi zorlayacak ülkeyi?

Kemalizm yıllarca uygulandı ama artık açık ve net görülüyor ki Türkiye’nin ortak paydası değil. Kürtler, azınlıklar, pek çoğu itibarıyla Aleviler, dindarlar, cemaatler için Atatürk ortak uzlaşma noktası değil. Atatürke sövmek, heykelleri yıkmak, Atatürk karşıtı bir süreç başlatmak gerekmiyor, ama artık Atatürkçülük üzerinden yürümenin imkansız olduğu, birleştirici bir figür olmadığı görülmek zorunda. Herkesin kabulleneceği, kendisini rahat ve huzurlu hissedeceği tek yönetim: hukukun üstünlüğüne, insan haklarına, kuvvetler ayrılığına dayalı, çoğulcu, katılımcı demokratik bir yönetimdir. Sözde değil, özde demokratik bir yönetim! Yoksa Türkiye Cumhuriyeti “demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir” ibaresi hala Anayasa’da duruyor.

Endişem şu ki Erdoğan itibarsızca gitmeme ve (belki) yargılanmama mukabili yumuşak bir geçiş için derin yapılarla ve Kemalistlerle anlaşabilir. Ergenekoncu, ulusalcı odaklar kıskacına aldıkları pragmatizmin ve keskin dönüşlerin üstadı Erdoğan’ı böyle bir pazarlığa zorlayabilirler. CHP, seküler kesimler ve burjuvazi demokratik sistem inşa etmek yerine, yüzyıldır devam eden ve kendilerine ayrıcalıklar sağlayan  Kemalizme dönüşü tercih edebilirler. Böyle bir tercih batılı müttefiklerin de arzu edeceği, uluslararası sistemin hayır demeyeceği bir seçenek olur. Ama ülke diken üstünde kalmaya, toplum kısır tartışmalarla birbirini tüketmeye devam eder. Ötekileştiren, dışlayan siyaset anlayışından çıkamayız, normalleşemeyiz.

Erdoğan’ın gitmesinden daha önemli şey, Erdoğan sonrası neyin üzerinde uzlaşılacağı konusudur! 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Atatürk nefretinizi, Kemalizm kelimesiyle gizleyerek/örterek bu köşe yazısını yazmış olsanız da;

    Erdoğanizm’in yıkılmak üzere olduğunu öngörerek, Kemalist bir Diktatörlük kurulmasından endişeyle bu yazıyı kaleme almış olsanız da;

    Size bir tanecik soru; cevabınız, hâlinizin delilidir:

    “1920’lerde yaşayan bir kişi olsaydınız, vakit namazlarınıza, teheccüdlerinize, nafile oruçlarınıza, tesbiyat ve cevşen okumalarınıza, sarığınıza vb.lerine mi önem gösterip, dininizi yaşamaya gayret ederdiniz?; yoksa, elinize mavzer alıp, işgalci güçlerin yollarına pusu mu atardınız?

    teşekkürler, iz’an temennilerimle.

  2. “en büyük tehdit olan” tırnak içinde olacaktı. Yani rejim, sistemin sahipleri öyle görüyordu anlamına.
    Yanlış anlaşılmasın fiye tashih ihtiyacı duydum

  3. Sn.Akpınar, Atatürk’ün yıkılmış,işgal edilmiş bir Osmanlı imparatorluğundan Padişahlık rejimini de kaldırmak ve cumhuriyet rejimi kurmak üzerine yaptığı çalışmaları takdir etmek zorunda değilsiniz.!
    Ancak ” doğu ve Müslüman toplumların genel hastalığı” tespitiniz ne kadar yerinde ise de kendinizi de o “hastalıktan” kurtaramadığınız görülmekte..
    Eleştirmekte haklı olduğunuz “tek adamlık” konusunda verdiğiniz örneklerin arasında bir kesiminde sıkı sıkıya bağlı olduğu anlaşılan Said’i Nursi’nin belirtilmemiş olmasını nasıl anlamalıyız.?
    Atatürk’ün en önem verdiğim “kul değil birey olmak” prensibini keşke bütün toplum kesimleri anlayıp uygulayabilse…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin