YORUM | VEYSEL AYHAN
“Falan kimse havadan nem kapıyor” derler!
Ona ruhum feda! Ya yağmur altında dahi ıslanmayanlara ne demeli!..”
Ölçü veya Yoldaki Işıklar
Dünyada en zor şey bana göre “hakperest” olabilmektir.
Hz. Ömer(ra) bu yüzden çok büyüktü. “Hak”ı duyduğunda gittiği yolun tam tersine yüz seksen derece dönebiliyordu. Binlerce Müslümana hutbe verirken, yaşlı bir kadının ikazıyla sözlerini düzeltebiliyordu. İzzet-i nefsim, onurum, makamım, hilafetim falan demiyordu.
“Ey zavallı yaşlı kadın, ben ki Allah Resulü’nün(sav) halifesiyim. Bana dinimi mi öğretmeye kalkıyorsun. Haddini bil!” demiyordu.
Müslümanların âdil olduğu, hakperest davrandığı zamanlarda İslam sevimlilik kazanmış bir cazibe merkezi haline gelmişti. İdarecilerin adaletten, hakperestlikten uzaklaştığı diktatörleştiği dönemlerde ise İslam, “İslam”sız Müslümanların elinde, kaçılan ve uzaklaşılan bir dine dönüşüyordu.
Peki biz bireysel olarak “Hakperest” miyiz?
Beni bu ilgilendirir. Kendimizi test edelim.
Mesela ben barış ve huzurun temin edildiği bir ülkedeyim. Oğlum bir devlet dairesinde çalışıyor. Kendince fetva bulup hırsızlık yapıyor.
Bunu o ülkenin adli makamlarına söyleyebiliyorsam “Hak perestim” demektir.
Veya bir komşum bir yandan halkın vergileriyle kendisine verilen işsizlik maaşı alıyor diğer yandan bir firmada gizlice çalışıyor. O ülkenin cari kanunlarını açıkça ve haksızca çiğniyor.
İkaz ettim olmadı. Ben bunu ‘bir vatandaş adayı’ olarak o ülkenin adli makamlarına söyleyebiliyorsam “Hak perestim” demektir.
Bu, bir ispiyonlama değildir. Oğlum veya komşumun günaha girmesine engel olmaktır. Misafiri olduğum ülkede alın teriyle çalışıp vergi ödeyen insanların hakkına saygı duyup sahip çıkmak demektir.
Tüm bunların ötesinde ahlaklı ve dürüst olmak demektir.
Müslümanların âdil olduğu, hakperest davrandığı zamanlarda İslam sevimlilik kazanmış bir cazibe merkezi haline gelmişti. Peki biz bireysel olarak “Hakperest” miyiz? Beni bu ilgilendirir. Kendimizi test edelim.
İKİ MUAZZAM ÖRNEK
Müslümanlıkta bu ahlaklı ve dürüst oluşa engel bir ayet hadis var mı?
Tabii ki yok.
Bilakis şunlar var:
Bildiğimiz olay ama sık sık hatırlamak gerekiyor.
Medine’de, soylu ve çevresi güçlü bir kadın hırsızlık yapmıştı. Kadının kabilesinin önde gelenleri Peygamberimize(sav) başvurup cezasının affını istemeye karar verdiler. Ve Efendimiz’in (sav) çok sevdiği, torunu gibi gördüğü Üsame bin Zeyd’i aracı olarak gönderdiler. Üsame bin Zeyd’in bu talep sonrasında aldığı cevap oldukça sertti:
“Sen kötülükleri önlemek üzere Allah’ın koymuş olduğu cezalardan bir cezanın affı hakkında mı benimle konuşuyorsun?
Sizden önceki insanları helak eden, ancak, onların içlerinden şerefli ve soylu birisi suç işlediğinde onu cezasız bırakmaları, içlerinden fakir ve zayıf biri suç işlediğinde cezayı uygulamaları idi.”
Efendimiz(sav) bu sözün ardından şöyle buyurdu:
“Vallahî, hırsızlığı sabit olan Mahzum kabilesinden Fatıma değil, kızım Fatıma bile olsa, ayrım yapmaz ve cezasını verirdim!”
Haşa, muhal-farz böyle bir vak’a olduğunda Efendimiz (sav) gibi değil de şöyle de düşünebilirim:
“Hz. Fatıma, böyle bir olay yaptı ama bunu gizlemeliyiz. Duyulursa Müslümanlık bundan ciddi zarar görür. ‘Hz. Muhammed’in (sav) evinde hırsız çıktı’ falan derler. Aman kimse duymasın. İyisi mi bu olayı gizleyelim. Kendisine nasihat ederiz bir daha yapmaz.”
Böyle düşünmek bana makul ve mantıklı geliyorsa ben “Hakperest” olamam.
Niyetim “iyi” bile olsa siyasi düşünmüş olurum.
Pragmatik davranmış olurum.
Her şey olurum ama “Hakperest bir mümin” olamam.
Oysa islama asıl zarar verecek olan, suçları yargıya iletmek değil, bilakis gizlemektir.
Bu, kamu hukukunun söz konusu olduğu bir durumda “cürmü”, yeni ülkemizin “crime”ını halının altına süpürmek demektir.
Ve de Müslümanlığın köküne kibrit suyu dökmektir.
Kul hakkına giren, cari hukuka aykırı her ne varsa buna müdahale etmek bir “Hak perestliktir.”
Elimde müşahhas deliller varsa, kendimden eminsem yapmam gereken budur.
Dünyaya açılım yaparken güven kazanmanın tek yolu şeffaf olabilmektir. Kirler ve kusurlarla açık yüreklilikle yüzleşebilmektir. Çünkü halının altına süpürülen her kir, zamanlar kokuşur, patlar ve sahibini yere baktırır. Cesaret ve hakperestlikle yüzleşilen kirleri ise kader mutlaka temizler.
SÖYLENTİLER, İFTİRALAR…
Peki elimdeki deliller söylentiden ibaret, ispatı zor şeylerse…
O zaman ne yapmalıyım?
İfk hadisesini, Hz. Ayşe’ye (ra) iftira atılması olayını hatırlayalım.
Oldukça elim bir hadise.
Yeryüzündeki en iffetli insana şen’i bir iftira atılmıştır.
Bu iftira hızlıca yayılır. Sahabelerden bile buna katılan olur.
Hz. Aişe(ra) iftirayı çok sonra öğrenir. Ve öğrendiği zamanı söyle tasvir eder:
“Bunun üzerine, Mistah’ın annesi, iftiracıların söylediklerini bana teker teker anlattı. Hastalığım tekrar geri geldi. O kadar ağladım ki ağlamaktan ciğerlerim kopacak, parçalanacak sandım.”
Efendimiz’in,(sav) Hz. Aişe’yi tanıdığı kadar kim, bir başkasını tanıyabilir?
Kim bir başkasına kefil olabilir?
Ama Efendimiz (sav) hemen kefil olmuyor. “Hayır, boşverin bu dedikoduları, deli saçmalarını…” demiyor.
Hz. Aişe’nin, eşi olmasına ve en sevgili arkadaşı Hz. Ebubekir’in (ra) kızı olmasına rağmen hemen red etmiyor, araya mesafe koyuyordu. Belki de bu hadisenin Hz. Aişe’yi ulaştıracağı erişilmez makamı görüyor ve “sebeb”e saygı gösteriyordu.
Yeni yeni ülkelere gidiyor ve Efendimiz’in (sav) “Emin” oluşunu oralara taşıma iddiası taşıyorsam her şeyimle “Emin” olmak zorundayım. Bazı yanlarım bu iddiamı tekzip ediyorsa bana düşen arızalı taraflarımı kesip atmaktır. Yoksa dünyaya “Emin” oluşu değil hastalıklarımı taşırım.
“GİTMENDE BİR MAHZUR YOK”
Ağır hasta olduğunda hasta ziyaretine gittiğinde bile bu mesafeye dikkat etmişti. İsmini zikretmeden yanındakilere ‘Hastanız nasıldır?’ diye sormuştu.
Başka da hiçbir şey demeyince.
Hz. Âişe der ki:
“Artık kendimi tutamadım: -Yâ Resûlallah! Şimdiye kadar görmediğim eziyeti görüyor ve çekiyorum. Bana müsaade etsen de annemin evine gitsem. Hastalığıma orada bakılsa olmaz mı?”
Cevap Hz. Aişe için altından kalkılması zor bir cümledir: “Gitmende bir mahzur yok”
Efendimiz (sav) hadisenin aydınlanmasını, maddi sebeplerin hadiseyi çözmesini veya vahiy gelmesini bekliyordu.
“Bunlara her şeyiyle güvenebiliriz. İçlerinden asayişe mugayir hareket eden çıkmaz. Çıksa bile onu kollamaz kendilerinden soyutlar, yargıya intikal ettirirler.” Bu şeffafiyeti yakalamadan çevremizde, bulunduğumuz ülkelerde güven tesis edemeyiz. Yenin içinde kalan her kol, bir süre sonra bünyeyi kötürümleştirecektir.
BUGÜNE GELİRSEK
Herhangi bir iddia ortaya atıldığında iki ihtimal vardır.
Ya asılsızdır, yalandır. Veya doğrudur. Bunun ortası yok.
Efendimiz(sav), iddialar üzerine Hz. Aişe’ye dahi kefil olmazken biz 1000 cemaat mensubundan 1000’ine birden nasıl kefil olabiliriz?
Böylesi bir süreçte kefalet, bayağı sorumluluk isteyen bir cüret ve cesaret.
Milyonlara baliğ bir cemaate sızma girişimi olmamışsa bu, kendimizden şüphe etmemizi gerektirir. Devletin tüm imkanlarını kullanıp Hizmet’e açıktan saldıran bir güruhun perde ardında boş duracağını düşünmek hamakat olur.
Mutlaka sızma teşebbüsü olmuştur, oluyordur, olacaktır.
Bu, insan tabiatında var olan boşluğun gereği.
Hz. İsa’ya (as) ihanet eden şahıs, aynı sofrayı paylaştığı bir havarisiydi.
İddiaları ortaya atan Ahmet Dönmez 18 yıldır gazetecilik yapıyor. Yüzlerce haber yapmış. Bir kısmı manşet olmuş. Bunlar içinde biri bile tekzip edilmemiş. Bu haber ve yorumu da tekzip edilmedi. Bahsini ettiği şahıslar cevaplamaktan kaçınmış. Gazetecilikte görüş alınmak için aradığında cevap vermekten kaçınmak iddiayı destekleyici bir şüphe unsurudur.
Yine de bu temiz gazetecilik sicili, ona kefil olmamızı gerektirmez. Fakat en azından iddiaları ciddiye almamızı gerektirir.
Ki bu iddialar yalanlanmadığı gibi Hizmet Hareketi’nin tüzel sözcülüğünü yapan “Alliance for Shared Values”un (AfSV) açıklamasında özenli bir dille doğrulandı.
AfSV’nin açıklaması çok önemli bir milattır. Ve deklarasyondur:
“…Dolayısıyla kaynağı her ne olursa olsun, Hizmet hareketine ait krediyi kullanarak şiddet veya yasadışılığın herhangi bir şeklini içeren sözde talep ve ricayı taşıyan ve yayan kişilerin Hizmet Hareketi ile iltisakları hangi seviyede olursa olsun, mesajları da kendileri de reddolunmalıdır.”
Bu sözler, Hizmet’in gayri meşru teşebbüslere karşı en büyük sigortası sayılabilir.
KENARA ÇEKİLME ERDEMİ
Artık ayyuka çıkan bu tür iddiaların korkunçluğu birkaç şeyi gerekli kılıyor:
1- Bu tür bir durum yaşadığında, isnatlar veya iddialar büyük bir kitleyi zan altında bırakıyorsa bundan kurtulmak için hadise, detaylı olarak müşahhaslaştırmalı, kimler suçlanıyorsa görüşleri de alınarak zikredilmeli.
2- İddia sahipleri bu konuların gerçekliğine kanaat getirmişlerse -ki öyle- bunlar bulunulan ülkenin yargısına intikal ettirilmeli.
3- Bu tür isnadlarla karşı karşıya kalan insanlar, masumiyetlerine inanıyorlarsa bir müddet hiç olmazsa -teşbihte hata olmasın- Hz. Aişe(ra) gibi kenara çekilmeli, susmalı hadiselerin veya yargının kendilerini aklayacağı zamana kadar dinlenmeliler.
Bu, hepimiz için geçerli.
Eğer Hizmet’in kutsiyetini, onurunu düşünüyorsak, hakkımızda bir isnad varsa, ağır bir söylenti çıkmışsa ve mevzu ‘şu’yûu vukûundan beter’ bir hale gelmişse bir kenara çekilmeyi bilmemiz lazım.
Ben temizim, içim temiz ama üstüme zifos sıçramış, elbiselerime zift bulaşmış. Hizmet’in saffetine saygım varsa o ithamlarla ortalıkta dolaşmam. Masumiyetin kazandıracağı tevekkülle yargının veya zamanın veya kaderin beni aklamasını beklerim. Bu, hem Hizmet’e güveni artıracak hem de hakkımızdaki ithamları zamanın hükmüne bırakma rahatlığımızı ifade edecektir.
Hatta kenara çekilmemin doğru olup olmadığı konusunda endişe içinde isem sevdiğim ve güvendiğim “insan”a gidip “Gitmende bir mahzur yok” gibi bir cevabı alıp almayacağımı da kontrol edebilirim.
İddiamda samimi isem bunu yaparım. Ama Hizmet’in onuru değil de kendi onurum peşinde isem allem eder kallem eder keçi boynuzundan meşruiyet elde etmeye çalışırım. Fakat beyhude yorulur, aklanmaz, bilakis gittikçe kararırım.
Kabe’de poz veririm. Hacerü’l Esved’te selfi çekerim. En kutsi mahallerde görünürüm ama ne yazık ki bu tutumum iddiaları daha da güçlendirir.
DÜNYAYA “EL EMİN” MESAJI GÖTÜRÜRKEN…
Dünyaya açılım yaparken güven kazanmanın tek yolu şeffaf olabilmektir. Kirler ve kusurlarla açık yüreklilikle yüzleşebilmektir. Çünkü halının altına süpürülen her kir, zamanlar kokuşur, patlar ve sahibini yere baktırır. Cesaret ve hakperestlikle yüzleşilen kirleri ise kader mutlaka temizler.
Yeni yeni ülkelere gidiyor ve Efendimiz’in (sav) “Emin” oluşunu oralara taşıma iddiası taşıyorsam her şeyimle “Emin” olmak zorundayım.
“Temsil” konumunda bulunuyor ve bazı yanlarım bu iddiamı tekzip ediyorsa bana düşen arızalı ve kangren olmuş taraflarımı kesip atmaktır. Yoksa dünyaya “Emin” oluşu değil hastalıklarımı ve virüslerimi taşırım.
Dünyada şu kanaati oluşturmak o kadar önemli ki:
“Bunlara her şeyiyle güvenebiliriz. İçlerinden asayişe mugayir hareket eden çıkmaz. Çıksa bile onu kollamaz kendilerinden soyutlar, yargıya intikal ettirirler.”
Bu şeffafiyeti yakalamadan çevremizde, bulunduğumuz ülkelerde güven tesis edemeyiz.
Yenin içinde kalan her kol, bir süre sonra bünyeyi kötürümleştirecektir.
bir onceki yazinizi begenmemistim, cunku bana gore hakperest degildi, tarafgiraneydi.
Ama bu yazinizi begendim. Daha hakperest bir yazi olarak gordum.
Hakperestligi savundugunuz ve somut bir sekilde onerilerde bulundugunuz icin tesekkurler
Bir sorum olacak: Diyelim ki siz hakperstliginizin geregi olarak bu sekilde onerilerde bulunuyorsunuz ama yapilmasi gerekener yapilmiyor ise ne yapmaniz gerekir? Hakperstlik neyi gerektirir? Bu meselenin uzerine gitmeyi mi yoksa vardir bir hikmeti… deyip icine atmayi mi? tavir almak gerekmiyor mu?
cok uzuldugum bir nokta var:
Ahmet Donmez belirttiginiz gibi temiz bir sicile sahip bir gazeteci olabilir, yazdiklarinin bir bolumu de dolayli bir sekilde teyit edilmis olabilir
AMA bence,
ozellikle ilk yazisinda cok ciddi problemler vardi.
Neden bunun uzerine kimse gitmedi, neden yapilan aciklamalar ile yazi ve yazar teyit edilmis oldu? bir turlu anlayamiyorum.
Herkesi ilk yaziyi yeniden okumaya davet ediyorum. Ya dogrudur, ya yanlistir onermesi bence dogru degil. Bazen 1 hakikatin yaninda bir suru batil da size sunulabilir. Bazen bir cumlenin yarisi dogru, yarisi yanlis olabilir. Bunu cok iyi biliyorsunuz.
Ne demek istedigimi cok kisa orneklendireyim:
• Yazısında ilk paragraftan itibaren bu işin organizatörünün Pensilvanyadaki ekip olduğunu sürekli vurguluyordu. Sadece 6.paragrafta 1-2 cümle ile (o da başkasının görüşü olarak) işin içinde AKP ve MIT in olabileceği iddiasını yarım ağız belirtiyordu. Bu tutumuyla Ergenekon ve Havuz medyasına çok güzel bir pas vermiş oldu ve onların bu pası değerlendirmemeleri imkansızdı. Nitekim odatv yaptığı haberde Cemaatin hapiste isyan planladığını ve bunu cemaatin kendi adamının itiraf ettiğini belirtiyordu bu haberi refere ederek. Halbuki ilk yazısında bol bol bu işin o çevrelerin organize ettiği bir komplo olduğu vurgulanmış olsa bu kadar cüretkar pas verilmemiş olurdu.
• Senaryonun nasıl olacağı gibi en kritik konu nedense ilk yazıda üstünkörü geçilmişti. Belki de gelen tepkiler yüzünden ikinci yazıda senaryo ancak ortaya çıkmıştı. (hapishane çevresinde hizmetle irtibatlı kişilerin tutuklanacağı..vs) Halbuki meselenin bamteli senaryoda gizliydi. Böyle önemli bir konuyu ilk yazıda bahsetmemek, gelen tepkilerden sonra belirtmek hiç de akla ve iyi niyete uygun gelmiyor. Ilk yazıyı sürekli “aradım-cevap vermediler”, “birileri dedi ki:”,”herkes kabul ediyor” gibi şeyler ile doldurmak, en kritik konulardan bahsetmemek size de garip gelmiyor mu?
• Ayrica bu isyan AKP, MIT ve Ergenekonun tertiplediği ve Hizmet hareketinden devşirilen birilerinin de katıldığı mı? yoksa bizzat Hizmet hareketinden devşirilen birilerinin organize ettiği birşey miydi? İki cümle de aynı gibi görünebilir ama aslında aralarında ciddi fark var. Örneğin 15 Temmuzun Pensilvanyadaki bir klik tarafından organize edildiğini birileri söylese tepki vermez misiniz?
Tabiki organizatörün başkaları (MIT,AKP,Ergenekon) olması meselenin vebalini çok hafifletmez ama yine de önemli fark var. Peki bu farkı Ahmet Dönmez bilmiyor mudur sizce? Bildiğine eminim. Bilmesine ragmen özellikle ilk yazısında neden okuyucuları farklı düşünmelerine sebep olacak bir tarzı benimsemiş? Ben iyi niyetten yaptığını zannetmiyorum. Hem hizmeti hem de Hocaefendiyi zan altında bırakacak bir üslup ile karşımıza çıkıyor. Bu algı gayretinden dolayı da yazıda epey bir boşluk-tutarsızlık bırakıyor. Tutarsızlıklar ile ilgili gelen tepkilerden sonra mantık hatalarını güya toparlamaya çalışıyor. “Ben hapistekiler isyan edecek demedim ki” filan. Nereden bakarsanız çok gülünç bir demogoji. İlk yazında bin yerde hapiste isyan olacağını söyle ikinci yazında böyle bir savunma yap. Tutarsızlığı gidermek amacıyla ilk yazıda belirtmediği senaryoya ikinci yazıda değinmek zorunda hissediyor kendisini. Bu sefer taşlar biraz daha yerine oturuyor, çünkü organizasyonun başkaları tarafından yapıldığı, devşirilen insanların buna katkı sağlayacağı bir eylem akla daha yatkın geliyor.
• İkinci yazısında ise, sanki sadece iki seçenek varmış gibi okuyucuyu bu iki saçma seçenekten birisini seçmeye zorluyor. Sadece bu tavrı bile iyi niyetli olmadığını çok açık eden bir davranış aslında.
• Yazısında Hocaefendiden röportaj talep ettiğini birçok kez üstüne basa basa vurguluyordu.
• Bir gazeteciye yakışmıyacak şekilde bol bol söylentilere delilsiz bir şekilde yer veriyordu.
Sözün özü şu; Benim izlenimime göre: her ne kadar yazdıklarında doğruluk payı olsa bile Ahmet Dönmez malesef gazetecilik ve doğruyu ortaya çıkarma saikiyle değil, art niyetle, Hizmet ve Hocaefendi hakkında şüphe oluşturma, töhmet altında bırakma gayesi ile tutarsız bir yazı yazmıştı
AMA buna ragmen neden bu tutarsizliklar dile getirilmedi, neden yazi teyit edildi bir turlu anlamlandiramadim. Sanirim bu konunun daha fazla uzamasindan cekinildi, bu sekilde bir aciklama ile olayin biran once kapatilabilecegi dusunuldu. AMA boyle dusunulmusse bence yanlis yapildi. Sizin belirttiginiz gibi ozellikle bu konuda kesinlikle kirler halinin altina atilmamali.
bir onceki yorumumda Ahmet Donmezin ozellikle ilk yazisindaki problemli tutumunu sorgulamistim.
Bu konuda basit bir soru sormak istiyorum:
Diyelim ki siz hakperest bir gazetecisiniz ve bu hadiseyi ogrendiniz, ACABA yazacaginiz yazi A.Donmez gibi mi olurdu?
Onun gibi daha ilk paragraftan itibaren suclamaya mi baslar, senaryonun ne oldugunu bahsetmez miydiz? yoksa oncelikle iddia edilen senaryonun ne oldugunu, kimlerin bu isin icinde oldugunu.. vb seyleri belirtirmiydiniz? bir dusunun derim..
amacim kimseyi kotulemek veya temize cikarmak degil. tek bir amacim var: Hakkin-dogrunun ortaya cikmasi. Bu olayin her yonuyle ortaya cikmasini arzu ediyorum. A.Donmezin yazisinin tumuyle yanlis olduguna inanmak saflik olur zaten ama acaba tumuyle dogru mu? bunu merak ediyorum. Cunku bu konu herkesi ilgilendiriyor…
Veysel Ayhan abi,
Kaleminize, yüreğinize ve cesaretinize sağlık. Rabbim yolunuzu açık etsin.
I. Bilen
Hizmetin en net acik ve yalin olan bir sesi. Tesekkurler Veysel Ayhan.
Beklediğim yazıyı nihayet yazmışsınız.Teşekkürler.
Hasir alti ettiginiz bu hakikatleri is isten gecmeden her daim gundemde tutsaydiniz, yahutta en azindan bunlari gundeme getirenlere som agizlik yapmayin, zamanimi simdi buyugumuz duymasin uzulur, kol kirilir yel icnde kalir nevinden yuksek perdeden naseza nabeca soz ve fillerde bulunmasaydiniz; ya bugun bu yaziyi yazmak zorunda kalmazdiniz yada bu yazi bugun cok farkli bin anlam kazanirdi.
Sim ancak acligin ve hastaligin son raddesinde kuru ve tuzsuz ekmek yemege mecbur kalmanin verdigi turden biz lezzet iste. Genede sukur genede cok gec kalmis cesaretinize tesekkur.
Veysel Bey- Yazinizdaki objektif degerlendirmenizden dolayi hem cok mutlu oldum hem de uzun sure sonra gelecek icin bir nebze de olsa umitvar oldum. Insallah bahsettiginiz cozum yollari ile ilgili gerekli adimlar atilir ve haliyi kokutanlardan tez zamanda kurtuluruz…Hurmetler..
Yazınızı , dile getirmekten yoruldugum söylemlerin bilinen bir kalem tarafından dile getirilmiş olması mutluluğuyla okudum…Allah razı olsun demek en kısa ve öz ifade olacaktır ..size değil yazdığınız hakikatlere destek olup hakperest davranacaklarını çoğu insandan beklemesem de sizler gibi düşünen o kadar çok kırgın insan var ki bu yazıdaki hak söylemi kanayan yaralarina merhem oldu