Seçim sonuçlarının muhtemel yurtiçi ve yurtdışı yansımaları

SEÇİM SONRASI YAŞANANLAR ve YAŞANABİLECEKLER (2)

YORUM | RAMAZAN F. GÜZEL

31 Mart tarihli yerel seçimin üzerinden bir hafta geçmiş olmasına rağmen, başta İstanbul olmak üzere bazı belediyelerdeki tartışmalar, sayımlar bitmek bilmiyor.

Bir önceki yazımızda son manzaranın genel bir değerlendirmesini yapmıştık. Bu yazımızda ise seçim sonrası –hukuk bağlamında- ülke içinde ve uluslararası arenada bu seçimin muhtemel yansımalarını irdelemeye çalışalım.

SONUNA KADAR DİRENÇ

Bu yerel seçim, iktidar tarafından adeta “Beka sorunu” olarak sunulmuştu millete. Tabii ki buradaki kasıt ülkenin değil, kendilerinin “menfaat ve iktidarlarının bekasını korumak” idi. Zira kendilerine karşı oluşmuş nefretin ve karşı cephenin farkındaydılar ve anket sonuçları da bunu gösteriyordu. Dolayısıyla da bu seçim adeta referandum ve güvenoyu havasında geçmişti.

Başta İstanbul olmak üzere önemli büyükşehirlerin kaybedilmiş olması çok gerdi hükümeti. En başta da, oluşturulmuş olan “Yenilmezlik büyüsü”nün bozulması, “öğretilmiş çaresizlik” psikolojisinin kırılması tedirgin etmişti onları… Dolayısıyla da AKP ve RTE, bu manzarayı bozmak istiyor.

İşin bir de maddi boyutu var. 25 yıldır tek başına yönettikleri İstanbul onlar için ve kurdukları paralel iktidar için hayati öneme haiz. Zira:

– İstanbul BB üzerinden kendi vakıf ve dernekerine yıllık aktardığı para 847 milyon 592 lira.

– Yine kendilerine aktardıkları arsaların, gayrimenkullerin haddi hesabı yok… yüzmilyarlarla ifade ediliyor.

– Bu belediyede  80 bin kişi çalışıyor görülse de bunların 60 bininin hiçbir iş yapmadığı ifade ediliyor. AKP teşkilatlarında görevli olan bu kimseler İstanbul BB üzerinden sübvanse edilmiş oluyor. Belediye, Erdoğan’ın ordusuna sponsor oluyor yani!

– Belediyenin 40 milyarı geçen belediye bütçesi, ihale imkanları ile dev bir rant merkezi.

Diğer belediyeler de (İstanbul kadar olmasa da) bu şekilde işliyor. Bunlardan vazgeçmemek için de sürekli bir direnç var; mazbata vermeme, oyları tekrar tekrar saydırma gibi… HDP, bir kaç oyla kaybettiği yerlere itiraz etse de hiç birisi dikkate alınmazken, AKP’nin itirazlarının hepsi kabul oldu.

İstatistiki sonuçlar da ortada:

Yani özetle Partilerin seçim sonuçlarına itirazlarının kabul oranları:

AKP: % 84.06, MHP % 60, CHP % 30.77, İyi Parti % 8.33, HDP % 0.

MUHTEMEL SENARYOLAR

Burada muhtemel bazı senaryolar konuşuluyor:

1- Sürekli oyalayarak zaman kazanma, bu arada yolsuzluk, suç dosyalarını ve evraklarını kaçırmak:

Nitekim kameralara da bazı görüntüler yansımaya başladı, özellikle de İstanbul BB’de.

2- Sürekli sayım yaptırıp geçersiz oyları kendi lehlerine geçerli hale getirip seçimleri kazanma:

AKP’nin kurucularından Yaşar Yakış, seçim sonuçlarını DW Türkçe’ye değerlendirirken “Son anda ketenpereye getirip AKP’ye kazandırmak istiyorlar” derken, bu yönde bir iddiası var ki, hiç de yabana atılacak gibi değil.

3- Sürekli itirazlarla sonucu öteleme, bu zaman zarfında da bir iç karışıklık vb çıkarıp seçim sonuçlarını iptal ettirme, seçimleri belirsiz bir tarihe erteleme:

7 Haziran seçimi sonrasını hatırlayın. Erdoğan, CHP’ye hükümet kurma görevi vermemişti, şimdi de CHP’li başkanlara mazbata vermiyor. Yine bir terör dalgası yayılarak seçimlerin iptali her an mümkün!

Nitekim gazeteci Ahmet Takan’ın bir iddiası var; Erdoğan BB Başkanlarının önemli yetkilerini Cumhurbaşkanına devredilmesine yönelik kanun teklifi hazırlığı için talimat verdi, Haziran’da da İstanbul seçimlerinin tekrar yapılmasını planlıyorlar!

4- “Milli irade”ye, “sandıktan çıkana saygı” vb derlerken, şimdi de seçimleri sandıkta olmadı, mahkemelerde kazanma:

Zira Erdoğan’ın konuşmalarında da o var zaten, “Şimdi iş mahkemeye kaldı” deyip duruyor. (Erdoğan’ın “en yüksek merci YSK’dır…” “Seçim süreci bitti, olayın mahkeme süreci var; bu mahkeme sürecinde işin 4 basamağı var” ya da Binali Yıldırım’ın “işin sahibi YSK’dır” cümleleri bu kapsamda değerlendirebiliriz.) Nitekim o konuda Erdoğan, yargısına güveniyor. Özellikle de YSK’ya. Çünkü onların görev sürelerini uzatmış olması da boşuna değil…

5- Seçimi, atadıkları “uzman hukukçular” üzerinden kazanma:

ATV gibi Havuz yayınlarında da bu meseleyi kamuoyuna hazırlıyorlar. Amerika’dan uzman kebapçı bağlantıları ile vs… Amerika’daki uzman kebapçı siyaset bilimci üzerinden planlarını da belli etmiş oldular zaten:

Sürekli sayımdan sonra da, “kimin kazandığı belli olmuyor” deyip Amerikan Federal Yüksek Mahkeme örneğini gösterip “İlgili hukuk kurumu karar versin” diyerek kendi atadıkları sözde Hukukçulara karar verdirip seçimi onlar üzerinden kazanma. Bu konuda gazeteci Kamil Maman’ın tespitleri de yerinde.

YARGININ KISTIRILMIŞ HALİ

Özellikle 15 Temmuz 2016’dan sonra Yargı’nın üçte birine yakını ihraç edilmiş, çoğu hakim savcı da hapse atılmış vaziyette. Onların yerine de parti teşkilatlarından hızla yeni adamlar alındı. Tarafsız kalmak isteyenler ise büyük bir baskı altında.

Şimdilerde özellikle İstanbul’daki seçim hakimleri üzerinde büyük bir baskının olduğu konuşuluyor. Fatih Güllapoğlu isimli bir gazetecinin dile getirdiği ve ilgili yerlere açık mektup olarak ilettiği bazı iddialar var:

İstanbul İs Seçim Kurulu Başkanı Müberra Gürdal sürekli olarak siyasiler tarafından aranıp, “Ne yapın edin ve seçimi Binali Yıldırım’ın lehine bitirin, aksi taktirde seni Fetöcülükten içeriye attırırız” şeklinde tehdit edilmekte olduğu, Hakim Gürdal’ın da yakın dostlarına, “Ne yapacağımı bilemez hale geldim. Beni Fetöcülükten içeri atmakla tehdit ediyorlar.” şeklinde yakındığı aktarılıyor.

Hakim Gürdal da bu tehditler üzerine bütün ilçelerdeki oyların tekrar sayılması yönünde olumlu oy kullanmak zorunda kaldığını düşünen gazeteci Güllapoğlu, bu konunun araştırılması için de ilgili Cumhuriyet başsavcılığına ihbarda bulunmuş… Yargı’nın içinde bulunduğu hal gözönünde bulundurulduğunda, iddialar hiç de yadırganmıyor. Kimse de, “Olur mu canım!” diyemiyor yani!

SEÇİM VE YURTİÇİ DENGELER

Seçimden hemen sonra YSK Başkanı “AA müşterimiz değil,CHP İstanbul’da önde ” demiş, hemen ardından da Perinçek’in “Erdoğan artık istifa etmeli” çağrısı gelmişti. Bilahare YSK hep AKP lehine karar vermeye başlayınca Perinçek’in Erdoğan’a “ortak hükümet” teklifi gelmişti.

Belli ki derinlerde bazı pazarlıklar var, gel gitler yaşanıyor.

AKP ve RTE’nin yaşadığı en büyük huzursuzluklardan birisi de buydu sanırım. Yoksa zaten anketlerden sonuçların iyi gelmeyeceğini biliyorlardı. Önceki seçimlerdeki gibi, sistem üzerinden oylarla oynayıp seçimleri rahat kazanacaklarını, buna kimsenin de ses çıkarmayacağını, “adam kazandı” deyip geçeceklerini bekliyordu.

En başta, CHP’li adaylar -Muharrem İnce gibi- havlu atıp geçmediler bu sefer! Siyasi liderler, sonuna kadar oyların arkasında durdular, bunu gören seçmen de gidip oyların üzerine adeta uzandılar ve oylarına sahip çıktılar.

YSK da “bir oldu bitti” ye müsaade etmemiş, olayı ötelemişti… YSK Başkanı’nın, “Veri hizmeti sunmuyoruz” dediği Anadolu Ajansı’nın sonuçları nasıl topladığı tartışmaya açılırken, verilerin AKP teşkilatından geldiği kanısının geçerlilik kazanması “takke düştü, kel göründü” olmuştu… Anlaşılan o ki devletin iç dinamikleri “artık bu noktada yeter” diyordu.

Hükümete yakın Yeni Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, seçim sonuçlarına ilişkin değerlendirmesinde, “Bu sonuç, sonun başlangıcı olabilir” diyor ve ‘Belediyeler ile geldiniz, belediyeler ile gidebilirsiniz’ sözünü hatırlatıyordu. Dilipak’ın ne kadar derin olduğunu bilenler de bu sözlere kulak kesilmişti.

Derin pazarlıkların olduğu  bu noktada Erdoğan tekrar “Cemaat” kartını ileri sürebilir. Seçimden önce “Af teklifinde Fetöcülere af yok” açıklamaları gelirken, dengelerin sarsılması karşısında “Cemaat üyelerine de af getirme” kozunu ileri sürebilir Erdoğan.

Zira Erdoğan’ın Dolmabahçe Mütabakatı’nda “Cemaati tamamen bitirme ve onlara hiç merhamet göstermeme” temel şartının olduğu konuşulduğu yerde, “Siz desteğinizi çekmeye kalkarsanız, ben de Cemaatçileri bırakırım, onlarla sizin üzerinize gelirim. Zaten kendi ordularım, güçlerim de var” diyebileceği ifade ediliyor. (Batı ve Amerika karşısına Rusya vb kozlarını ileri sürmesi gibi…)

Bu muhtemel çıkışların hiç birisinde de Erdoğan’ın samimi olmayacağını düşünüyorum, eldeki verileri düşündükçe… Muhtemel bütün açıklamaların sadece pazarlıklarda elini yükseltmek için ileri sürülen kozlar seviyesinde kalacaktır. Dolayısıyla da Erdoğan, üzerine konulan misyonu yerine getirmek için ömrünün sonuna kadar mücadeleye devam edecektir.

Bu noktada Erdoğan’ın en büyük korkusu şu olacaktır:

17/25 döneminde bürokrasiye ve devlet çalışanlarına deklare ettikleri “Kır kapıyı al. Sonra gerekirse yasasını da çıkarırız, nasıl olsa bütün güç bizde ve biz hep kalıcıyız” mottosu vardı. O dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala’ya atfedilen bu söz, özellikle Yargı ve Emniyet üzerinde çok iş gördü. 15 Temmuz sonrası Devlet içinde yaşanan büyük kıyımdan sonra bürokraside de bu yönde koşulsuz bir itaat yaşanmıştı.

Dengelerin bozulmaya başlaması durumunda bazı memurların aklında, “Her iktidar gibi bunlar da gidici. Bunlardan sonra benim halim nice olur? İmza attığım her icraat ve karardan dolayı hesap vereceğim!” düşüncesi uyanmaya başladı. İşte bu uyanışın olmaması ve zulüm çarkının aynen devam etmesi için Erdoğan ve AKP’si elinden geleni ardına koymayacaktır. Burası kesin.

SEÇİM SONUÇLARININ MUHTEMEL YURTDIŞI ETKİLERİ

İngiliz Times: “Sultan zor durumda; muhalifleri serbest bırakmalı, ekonomiyi açmalı” başlığını kullanmıştı… Başka bir çok yabancı yayın da seçim sonrası Erdoğanlı AKP’ye karşı cesaret bulup üst perdeden konuşmaya başlamışlardı.

Seçim sonrası Çavuşoğlu ABD yoluna çıkınca Amerika’dan ilginç çıkışlar olmuştu:

– Pentagon: F-35 parçalarını durdurdum

– ABD İlişleri Sözcüsü: Ankara ve İstanbul seçimlerini tanı,

– Başkan Yardımcısı Pence: Ya NATO, ya Rusya’yı seç,

– Pompeo: Suriye harekatın yıkıcı sonuçları olur,

– Pompeo: ABD vatandaşlarını serbest bırak.

AİHM’in de kaçırılan kimselere dair Türkiye’ye hesap soran çıkışları olmuştu. Bundan önce de Makkemenin HSK’ya, fişlemelere dair bir takım sorular sormuştu.

Batı dünyası ve AB şu an itibari ile demokrasi ve insan hakları bayrağını taşıyor olsa da pratikte tamamen pragmatik hareket etmektedir. Güçlü zamanlarında Kaddafili Libya ya da Saddamlı Irak’la çalışmasını, işini yürütmesini bildiği gibi, güçlü zamanlarında da Erdoğan’ın idaresindeki Türkiye ile de uyumlu geçinmesini, gemisini yürütmesini bilmiştir Avrupa… Dengelerin değişmeye başlaması halinde de tepkilerini yükseltmeye başlayacak ve filmin sonunda “demokrasi ve hukuk kahramanlığı” rolünü yine kimseye kaptırmayacaktır. Yugoslavya iç karışıklığında yüzbinlerce Boşnak’ın katlinden sonra Sırpların güçten düşmeye başlaması sonrasında ağırlıklarını koyup işi kendi lehlerine kotarmaları gibi…

Türkiye konusunda da böyle bir dengelere göre hareket etme stratejisinin aynen devam ettiği görülüyor. Şu hatırlatmayı da yapmtakta fayda var:

“Cesaret Madalyası” sahibi Erdoğan, cesaretle halen görevlerini yürütmekte… Aynı zamanda kendisi BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) Eşbaşkanlığı’nı halen yürütmekte. Bir başkası devralmış değil halen yani! Asli vazifelerini aksatmadıkça görevine devam edecektir. Saddam gibi kontrolden çok çıkarsa ancak müdahale edilecektir kendisine.

SONUÇ OLARAK

AK Parti Genel Sekreteri Fatih Şahin: “Ankara’daki artış beklentilerimizi karşılamadı, yeniden itiraz edeceğiz” demişti. Bu ifade bile AKP’nin seçimden ne anladığının özeti. Seçimden beklenti, kendilerinin kazanması. Aksi halini kabul etmeme.

Türkiye 1923’den 1950’ye kadar 27 yıla yakın CHP’li Tek Parti idaresi ile yönetilmişti. Buna rağmen –sancılı da olsa- İsmet İnönü liderliğinde yönetim, güzellikle DP’ye devir teslim edilmişti.

1994 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı kazandığında da R.T. Erdoğan’a başkanlık SHP’li Nurettin Sözen tarafından törenle, kibar bir üslupla teslim edilmişti.

Şu yaşananlar gösterdi ki, AKP ve lideri Erdoğan, ele geçirdiği hiç bir yetkiyi ve gücü demokratik yollarla, güzellikle iade etmeyecek, aksi hiçbir kararı kabul etmeyeceklerdir.

Nasıl tehdit etmişti Saray’ın adeta sözcüsü Bahçeli: “Sandık başındaki görevlilerin maksatları, kimlere hizmet ettikleri deşifre edilmelidir. ‘Fetö’cüleri, PKK’lıları arkasına alıp siyasi dolandırıcılığa sapanlar milletimizin sabrını test etmesinler, aksi halde sonuçlarına katlanacaklardır.”

Böylelikle şu son seçimin sandık görevlileri de “terörist” ilan edildi. 30 milyonluk seçmenin de terörist ilan edilip cezaevlerine doldurulmaları da uzak değil. Bu uzlaşmaz iktidar, olması gereken çizgiye çekilmedikçe diğer bütün insanlar ya onların biat çizgisine gelecek, ya da hapsi boylacaklardır.

Önceki bir yazımızda da ifade ettiğimiz gibi, “Herkesi kendi dileğinden vuran bir Wishmaster olan Erdoğan“, bütün kurumları ve şahsiyetleri dileklerinin aksi ile yok etmeye devam ederken, ülke her seferinde bir dip daha görmeye devam edecek anlaşılan. Bunun en dip noktasını tahayyül etmek ise şimdilik mümkün değil. Dibe tam vurduğunda çıkan büyük gürültüden anlayacağız dibe vurduğumuzu. O vakte kadar kemerleri sıkı tutmak, ya da uçuruma giden bu araçtan güvenli çıkışa bakmak kalıyor anlaşılan.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin