‘Rıza üretme sihirbazı’nın şapkasında muhalif tavşan olacaklara tüyolar

YORUM | RAMAZAN FARUK GÜZEL

Türkiye, yeni bir seçim sath-ı mâiline girerken, yine bazı ince oyunlara sahne oluyor ülke…

Bir önceki seçimde “millet bahçelerinde yatıp yuvarlanma”, “millet kıraathanelerinde kek yiyip, çay içip keyfine bakma” vaatleri uçuşmuş -bir şeyler dönmüş, olmuş bitmiş- ve Erdoğan, bir şekilde yine kazanmayı bilmişti.

Yerel seçimler öncesi son proje olarak, “kenevir üretimini serbest bırakma” ortaya atıldı. Tarım ve hayvancılığın neredeyse bitme noktasına geldiği, samandan ete herşeyin ithal edildidiği ülkede üretici isyanlarda… Ve milyonlarca muhalife “haşhaşiler” deyip durmuş Erdoğan’ın son kenevir çıkışı ise bazı kimselerde istihzai bir gülümsemeye sebep olmuştu.

Fakat Erdoğan’ın asıl güç beslendiği kaynakları, tartışma ve gerilim olduğu gözden kaçırılıyor. Her seçim öncesi birilerini hedef alıyor, eskileri hatırlatıyor ve oradan bir şekilde mağduriyet devşiriyor. 25 yıllık belediyeciği, 16 yıllık AKP serüveni hep böyle atraksiyonlarla geçti.

Ülkede muhalif hemen hiçbir sesin kalmadığı ve hemen herkesin bir şekilde mağdur edildiği yerde mağduriyet ve polemik üretmek zorlaşıyor. Bu ortamda, tiyatro ve sinema sanatçısı Rutkay Aziz’in cümle arasında söylediği: “Cumhurbaşkanı bir Mozart, bir Beethoven dinlesin. Belki iyi gelir” sözleri ilaç gibi geliyor. Zira kenevir vaadi bile homurdanan kitlesini kesmedi. Onlara CeHaPe zihniyeti kötülüğüne dair bir malzeme sunmak gerekiyordu.

Nitekim Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da bunun üzerine “Bu ülkenin meşrebi ve duruşu belli olan Cumhurbaşkanı’nı bira içmeye, Mozart dinlemeye zorlamak faşistliğin dik âlâsıdırkarşılığını verdi. Ve tarihte belki de ilk defa bir seçim öncesinde Mozart ve klasik müzik bir siyasi tartışmanın ve “faşist dayatmanın(?)” mevzusu oldu. Kaldı ki Mozart figürü, Cumhuriyet’in ilk yıllarında, 1930’larda Batılılaşma ve çağdaşlaşmanın sembolleri arasında gösterilmişti. Erdoğan’ın göndermesi de bir nevi oraya idi.

FAZIL İLE YENİ VİTES

“Bak görüyor musunuz; bu laikler, bu CeHaPeliler zorla bize klasik müzik dinletecekti a gonşular!” çıkışından beklenen reyting elde edilememiş olsa gerek, bu sefer de bir klasik müzik konseri tiyatrosuna şahit olduk.

Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan, Fazıl Say’ın Ankara’da verdiği ‘Truva Sonatı’ isimli konserine katıldı, ardından kısa bir teşekkür konuşması yaparak şunları söyledi:

“Sevgili Fazıl, bizlere bu eserleri gerçekten farklı bir şekilde takdim etti. Çanakkale eyvallah, İzmir eyvallah ama bizim artık Ankara, İstanbul’u istememiz lazım. Birini Külliye’deki operada yapalım, diğerini de İstanbul’da Harbiye Merkez’de yapalım.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan konser sonunda kulise geçerek tekrar Say ile biraraya gelmiş, ünlü piyanist de CD’lerinden oluşan bir albümü imzalayarak Erdoğan’a sunmuş, o da Say’ı Saray’a davet etmiş vs…

Piyanist Say’ın daha önceden muhalif çıkışlarını biliyoruz. Attığı tweetlerden dolayı kendisi hakkında soruşturmalar açılmış, gündem konusu olmuştu.

Bu gerilimli hava daha sonra yumuşamış, araya birileri girmiş ve sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Say’ı, annesinin vefatı için arayıp başsağlığı dilemesinin ardından bir yakınlaşma olmuş ve  ünlü piyanist de Erdoğan’ı konserine davet etmişti.

Müzik dinlemek, kitap okumak ruhu inceltir, olgunlaştırır. Keşke başta Erdoğan olmak üzere bütün siyasiler, bütün insanlarımız hep nitelikli müzikler dinlese, güzel güzel kitaplar okusa… Ama malzemeyi ve ortamı biliyoruz işte, seçim öncesi stratejik çıkışlar yapılacak, olaya dair görüntü verilecek, enstanteneler Havuz medyasına servislenecek.. ve artık oradan ne kadar oy devşirilirse artık; Allah bereket versin!

Bu çıkışlar, halk üzerinde ne kadar oy devşirilmesine vesile olundu, bilinmez ama iktidarın bazı elit kesimleri için keyif kaynağı olduğu belli, “Nasıl da muhalif takılan bir Kemalisti de hizaya getirdik!” diye ellerini oğuşturmaktalar…

“RIZA ÜRETME”

Seçim öncesi böyle bir hamle yaşanırken, bu manzaraya en ilginç yaklaşımlardan birisi HDP Onursal Başkanı ve eski İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü’den gelmiş ve Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın piyanist Fazıl Say’ın konserine gitmesini “meşruiyet ve önderlik bunalımına egemenin rıza üretme tekniği” olarak tanımladı.

Sosyal medya hesabından, konsere giden Erdoğan’ın Say’ı Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na çağırdığı haberini paylaşan eski HDP Milletvekili Kürkçü, “Egemenlik sahipleri, toplumda eşgüdümü yitirdiklerinde, meşruiyet ve önderlik bunalımına düştüklerinde, iktidarı elden bırakmaksızın muhalefetin kimi unsurlarıyla değer ve sorumluluk paylaşımı tablosu oluşturma yoluna giderler. Bu “rıza üretme” tekniği kooptasyon olarak bilinir” diye yazdı.

Bunu duyanların aklına ilk gelen, “kooptasyon da nedir?” sorusu idi. “Çeşitli meslek kuruluşlarının kendi temsilcilerini belirleme usulü” denilen Kooptasyon’un değişik versiyonları var:

Yönetim kurulu üyeliği sona eren üyenin yerine, yönetim kurulu tarafından geçici üye tayin edilmesi ve bu üyenin ilk genel kurul toplantısına kadar görev yapmasıdır. 2010’daki Anayasa Referandumu ile de kısmen “hakimlerin hakimleri seçmesi”nin yolu açılmış,  HSYK üyelerinin bir kısmı Yargıtay ve Danıştay tarafından, diğer bir kısmı ise taşradaki yargı mensuplarının oyu ile seçilmeye başlanmıştı. (Ardından gelen 2 HSYK seçimi esnasında yaşananlar ve sonrası başlı başına kooptasyon noktasında yazı konusu; Cemaat, Cemaatler, Erdoğan, AKP, Atatürkçüler vs üzerinden…)

ARJANTİN ÖRNEĞİ

Türkiye’deki rejimin evrilişi bir çok yönüyle Hitler Almanyası faşist yönetimi ile kıyaslanıyor ve örtüştürülüyor. Ülkede yaşanan savrulma aslında bir bakıma Güney Amerika deneyimlerini de andırıyor. Türk parasının hızla değer kaybettiği günümüzde Türk lirasının Venezuela ve Arjantin paraları ile benzer düşüşler yaşaması, Venezuela devlet başkanı Maduro ile Erdoğan arasındaki yakınlaşma ve “Onun altınlarının Çorum’da eritileceği” haberleri de ilginç bir denk düşme.

Ertuğrul Kürkçü’nün bahsettiği rıza üretme ve kooptasyon ile ilgili Arjantin’de de benzer uygulamaları olmuştu…

Arjantin’de, 70’li yılların ikinci yarısından itibaren Latin Amerika’yı etkisi altına alan askeri cuntaların ardından demokratik mücadeleleri yaşanmıştı. Nihayetinde 1990’da iktidara gelen Carlos Menem Hükümeti döneminde IMF’den alınan 132 milyar dolarlık kredi ile “yapısal reformlar” uygulanmış,

-Sanayi işletmeleri yabancı tekellere satılmış,

-Bankacılık, elektrik, su, telefon, sağlık ve eğitim başta olmak üzere birçok sektör özelleştirilmiş,

-1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren Menem Hükümeti, silah ticaretinden uyuşturucu kaçakçılığına uzanan kabarık yolsuzluk dosyaları ile anılır olmuştu.

Devlet Başkanı Fernando de la Rua’nın 1999 seçimlerinde koltuğa oturmasının ardından sıkıyönetim ilan edilmiş, bu da halkın iyice sabrını taşırmış ve  19-21 Aralık günlerinde, dört devlet başkanını koltuğundan eden Argentinazo (Arjantin Ayaklanması) patlak vermişti.

Bu süreç esnasında Arjantin elitleri, gücü tamamen elden bırakmamak için muhalifleri satın almak için, onları kimi sınırlı tavizler karşılığında satın almaya ve pasifleştirmeye başlamışlardı. Nitekim  İşsizler hareketinin liderlerinden Luis D’Elia ve “Plaza de Mayo Anneleri”nin sembolleşmiş önderlerinden Hebe Bonafini, örgütlerinin fonlanması karşılığında pasifize edilmişlerdi. Buna “kooptasyon” dense de, bu uygulama muhalifleri ehilleştirilmesi noktasında önemli bir figür olarak tarihteki yerini almıştı.

‘RIZA ÜRETME’DE ERDOĞAN EKOLÜ

Türkiye’deki Muhafazakar kesim 1950’lerden beri “Hükümet olsa da iktidar olamama” kaygısı taşıyagelmiştir. Jakoben, halkı tepeden dönüştürücü yaklaşımları olan katı Kemalist uygulamaların karşısında başa gelmek için mücadele eden sağ siyasetçiler, halkın üzerindeki dayatmacı baskıları azaltma vaadi ile oy toplamasını bilmişlerdi. Arada milliyetçi ve dinsel söylemleri ile de oylarını konsolide etmişlerdi.

Fakat bütün bunlar yetmiyordu, iktidarlarını meşrulaştırabilmek için “rıza üretme” arayışlarına girişmiş, sanat, kültür, edebiyat camiasından kimselerin gücünü devşirme ihtiyacı hissetmişlerdi. Menderes ile başlayan, Demirel ile devam eden bu rıza üretme arayışı Özal ile çok etkili bir hal almıştı

Erbakan’ın Milli Görüşü’nde “Genel Başkan” olma ısrarıyla kopan Erdoğan ve ekibi, RP’den ve İBB’den koparabildiği bir avuç kadro ile hükümet olmak istemişti. “Rıza üretip” başa geçebilmek için de herkese “mavi boncuk” dağıtmaya başlamışlardı. Kürtlere, Cemaatlere (başta Gülen Hareketine), aydınlara, sanatçılara vb ne duymak istiyorlarsa onu söylüyor, onu vaad ediyorlardı.

Ağır baskıların ve ekonomik krizlerin ortasında yakaladığı rüzgarla başa gelen AKP ve Erdoğan, yol alabilmek için de bu grupların sinerjisinden, kadrosundan faydalanma arayışına gitmişti. Türkiye gibi devletçi ülkelerde devlet, bütün kaynakların başında: kadrolar, ihaleler, kamu arazileri vs…

Ve Erdoğan da Arjantin örneğindeki gibi, bütün bu kaynakları tepe tepe kullandı; çoğunu kendine ve çevresine, bir kısmını da “rıza üretmesi”ni istediği kesimlere açtı.

Yutarak, devşirerek yol alan Erdoğan, “15 Temmuz Darbesi”nden sonra artık pek kimsenin rızasını aramıyor, çünkü bütün dizginleri ele geçirdiğini düşünüyor. Bu kadar birikim yapmış, bunca malı ve gücü elinde tutmak isteyen kimse haliyle yer yer korkular, panik ataklar yaşıyor. Gezi olayları gibi hareketler onun yüreğini ağzına getirmişti de…

AKP’li bir siyasetçi de: “Bu seçimler önemli, kaybedersek bizi kazığa oturturlar” diyordu haklı olarak… Çünkü onlar da biliyor ki o kadar çok suçlara bulaştılar, o kadar kimsenin ahını aldılar ki;

Diğer siyasiler gibi seçimleri kaybedince ceketini alıp gidebilme lüksünü taşımıyorlar artık. Dolayısıyla da her seçimi ölüm kalım meselesi olarak görüyorlar. Ve bu Amok Koşusu her seferinde daha çetin bir hale geliyor; daha çok kan, daha çok çatışma!

“Rıza Üretme”nin şahı Erdoğan’ın bir tarafı cennet, bir tarafı cehennem! Uzlaşanı, yaklaşanı kurduğu yalancı cennetinde, Havuz adacıklarında ihya ediyor; konser verme, televizyona çıkma imkanı, ihale alma, kadro kapma…

Bir tarafı da cehennem ve ateş.. Onun için susman yeterli değil, onun istediği gibi konuşmaz ya da hareket etmezsen bu ateşe atılıyorsun. İihraçlar, malına el koymalar, konser ve tiyatro gösterilerinin iptal edilmesi vs..

Ortada büyük bir oyun var, tarafını seçiyorsun ve başlıyorsun: “Make your choice and let’s play the game!” SAW (Testere) filminden çok daha kanlı ve canlı bir vizyon bu!

Muhalifimsi olma gelgitleri yaşayan, gündemi taşıyanlara bir çift lafım var;

Bir yerde zaten teslim olacaksanız da, “adam kazandı” deyip geçeceksiniz, baştan söyleyin de milleti meşgul etmeyin. Bir de, dik durmaya çalışanlara “ama siz de, ama onlar da zamanında” diye başlayan mazeretler üretmeye ıkınmayın. Yolunuza bakın. “Ticari, bekleme yapma!”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin