‘R’ecepsel Kompleks

YORUM | AHMET DÖNMEZ

Bütün bu olup bitenler bir tür ‘arsızlık’ hali mi yoksa temelde çok daha derin politik kırılmalara mı işaret ediyor?

Ben Erdoğan’a ‘Karizmatik Zübük’ diyordum, ama son zamanlarda kafam karışıyor. Her yeni günde sarfettiği her bir cümleyle acaba bu lakabın içini daha da layıkıyla mı dolduruyor yoksa bir tür ‘R-kompleks’e (birazdan açacağım) soktuğu toplumu, avucunun içinde yoğurup ne zaman neye ihtiyaç duyarsa o kalıba mı sokuyor?

Maruz kalınan yüksek konfüzyon nedeniyle hepimiz ‘beyin yanması’ diye tabir edilen bir durum yaşıyoruz.

Her kavramı olur olmaz yerlerde kullandığımız için kelimelerin içini boşalttığımızdan mıdır nedir, son günlerde bazı durumlara ad koyarken çok zorlandığımı hissediyorum. Sözgelimi pişkinlik, yüzsüzlük, arsızlık gibi son derece güçlü ve vurucu kavramlar olmasına rağmen Erdoğan’ın konuşmalarını dinlerken adamakıllı çaresiz buluyorum kendimi. Hayır diyorum, daha başka, daha rijit, böyle daha bi ‘kodu mu oturtan’ bir türevi olmalı bunun… Bunlar hafif kalıyor. Durumu tam olarak karşılamıyor.

Bu, yüzsüzlükte had aşmış, sınıf atlamış, tanımsız yeni bir türe dönüşmüş formun belki başka bir adı vardır.

‘EN İYİ YOL, BAYAĞI PİŞKİN OLMAKTIR’

Sokağın içinden yazan, geçtiğimiz yüzyılın en sıra dışı yazarlarından Louis Ferdinand Celine’in sarsıcı romanı Voyage Au Bout De La Nuit’de (Gecenin Sonuna Yolculuk) bir cümle vardır. “Sizi aklı başında sanmalarını sağlamanın en iyi yolu bayağı pişkin olmaktır. İyiden iyiye pişkinseniz mesele yok. O zaman artık hemen hemen ne yapsanız yeridir. Ne isterseniz, çoğunluk sizden yanadır ve kimin deli olup kimin olmadığına karar veren de çoğunluktur” der.

Çok büyük ihtimalle son günlerde maruz kaldığımız mental tecavüzün izahı bu cümlelerde. Kendisiyle beraber taraftarlarını delirtmişti zaten. Fakat yetmiyor. Bu bataklıktan kurtulabilmesi için hepimizi delirtmeye çalışıyor. Yoksa diyorum ki her insanın az da olsa bir nirengisi, ayağını bastığı bir temel noktası, bir bel kemiği, ne bileyim bir kerterizi vardır ya hu.

Mesela her insanın bir arsızlık limitinin olduğu kanaatindeyim ben. Muhakkak bir utanma sınırı, bir “Ne yapıyorum lan ben?” eşiği vardır diye tahmin ediyorum. Öyle olmasını umut ediyorum. Ne ki ülkede olup bitenlere baktığımda başımızda limitsiz, eşiksiz, kerterizsiz, pusulasız, omurgasız bir adam görüyorum.

Hepimizin gözünün içine baka baka “Günümüz şehirleri insana huzur vermiyor. Beton beton beton… Orada ruh yok, huzur yok” diyebiliyor. Hani halk arasında bir söz vardır; “Kardeşin olacak, eline alıp evire çevire dövecen…” derler ya, öyle bir durum. İnsana, zekasıyla fena halde alay edilmesi duygusunu yaşatan, kanırtıcı, müteharrik, sinir bozucu bir durum. Ne tepki vereceğini şaşırıyorsun. Bir mavi ekran yahut ‘error’ pozisyonunda, arkadaşını yiyen aslana bön bön bakan zebralar gibi donup kalıyorsun.

“Ben dikey değil, yatay mimariden yanayım” diyor. Ne hoş! Sanki kış lastiğinden cam filme kadar her şeyi belirleyen ‘mutlak önder’ değilmiş de Mimarlık Fakültesi’nden bir kıza abayı yakmış şapşal aşıkmış gibi…

“İstanbul Boğazı’nın hali ortada, felç ettiler. Kararlı bir duruş sergilenmediği için bunlar oluyor” diyor. Kimler felç etmişler acaba? Ruhu faşist, söylemi Marksist çevreler mi? Sanki dün “İstanbul’a ihanet olur” dediği 3. köprüyü bugün orman tıraşlaya tıraşlaya oraya çakan benmişim gibi… Sanki o kararlı duruşu sergileyememiş olanlar kendileri değil de Adampol’ün Polenezleri imiş gibi…

‘NE KADAR KÖTÜ KOKARSAK O KADAR İYİ’

“İstanbul’da yeşili ancak mezarlıkta bulursunuz.” diyor. Yok canım, pazarda da bulursunuz… Kişi başına düşen yeşil miktarına ciddi etki edecek tere-maydanoz-roka üretimi var çok şükür. Ha bir de ayakkabı kutularında bulursunuz… “Yeşiller geldi mi?” diye soran eşine, dolarları sayarken, “Geldi geldi… Yeşil yeşil bakıyorlar bana” cevabını veren eski Halkbank Genel Müdürü’ne sorabilirsiniz isterseniz. Gerçi daha yakında Bilal var, o daha iyi bilir.

Sadece İstanbul’la ilgili açıklamalar değil sürmenajın nedeni. Yalnızca son birkaç gündür edilen laflara bakın, bunun bilinçli bir politika olduğunu anlarsınız. Louis Ferdinand Celine’in bahsettiği “iyiden iyiye pişkin olma” haline doğru hızla yol alıyoruz. Can Yücel’in şiirindeki gibi ‘Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi…’

“Bugün Türkiye’de hiç kimse inançlarından, hayat tarzlarından ve düşüncelerinden dolayı ötekileştirilmiyor” diyor mesela. Aşırı yıkanmaktan dolayı renk atan çamaşırlar gibi aşırı ötekileştirilip orijinali hatırlanmaz hale gelmiş kesimlere hitaben söylüyor bunu. Zaten artık gerek kalmadı, önce ötekileştirdiği kitlelere artık tek tek kendisi benzemeye başladı. Sırasıyla her kabine girip üst değiştiren sonradan görmeler gibi, kimlik değiştirip duruyor. Neyi ötekileştirecek ki artık?

PİŞKİNLİK PATLAMASI YAŞIYOR

“Nikahlanın, evlenin, çoğalın… Türkiye’deki terör örgütü üyelerinin en az 15 çocuğu var” diyor, hiç ötekileştirip sıkılmadan.

Sonra, “Avrupa bir açık hava cezaevine dönmüştür” diyor. Kendisi için söylenen ne kadar söz varsa hepsini başkalarına yapıştırarak bir tür pişkinlik patlaması yaşıyor. Dünyanın en büyük açık hapishanesinin başmüdürü olarak söylüyor bunu. Bir zamanlar genel başkan yardımcılığını yapan Ahmet Edip Uğur’u bile eşi ve çocukları üzerinden ikrah ettirip istifaya zorlayan bir zorba olarak hem de…

Başka ne diyor? “Belediye başkanlarının atamayla göreve gelmesi daha doğru. 2019’dan sonra bu da gündeme gelecek” diyor. Daha dün “Milli İrade Zaferinin Analizi” isimli kitabı imzalamış; “Milli irade bizim için kutsaldır”, “Demokrasi sandıktır”, “Atanmışların seçilmişlere vesayeti kabul edilemez”, “Bürokratik oligarşi var” diyen bir siyasetçi kendisi.

Keza, “Diktatörlük olsaydı, adamı alıp götürürlerdi” buyuruyor. Son 1 yılda sokak ortasından alıp götürdüklerinin sayısı sadece resmi rakamlarla 12 iken…

“Hırsız içeride olunca kapı kilit tutmaz” da diyor. Arsızlıkla ilgili Anadolu’da çok veciz deyimler var ama maalesef onları bu tür yazılarda kullanamıyoruz. Diyorum ya o yüzden insan bazen tepki vermekte biçare kalıyor.

Gel gelelim daha popüler gündem konusuna. “Beton Kemal”, AKP’nin kuruluşunun ardından Gazi Mustafa Kemal olmuştu biliyorsunuz. Şimdi oldu Atatürk. 20 yılda gelinen nokta burası. Birkaç yıl önce 10 Kasım törenlerine bile katılma gereği duymayıp “Anayasal suç mu, yasal suç mu?” diye atar yapan Bay Karizmatik Zübük, bugün, “Cumhuriyetimizin tüm önemli tarihleri gibi 10 Kasım’ları da artık iyi değerlendirmeli, Atatürk’ü sadece anmakla kalmamalı, anlamaya da çalışmalıyız” diyor. “Atatürk’ü CHP’nin elinden kurtaracağız” diye vaat ediyor. Kimilerine göre İyi Parti’ye karşı bir oy ütme manevrası, kimine göre de derin devlet Erdoğan üzerinden Türkiye’yi fabrika ayarlarına döndürüyor.

AĞAM BİZİMLE EĞLENİR Mİ CİDDİ BİR İŞ Mİ YAPİR?

Yani, “Ağam bizimle eğlenir” mi, yoksa “ağamız aslında ciddi bir iş mi yapir?” Baştan beri anlatmaya çabaladığım ana fikir burada. Bir yandan kendi bünyesinde var olan ‘Zübüklük’ ile politik menfaatleri için elzem olan malzeme üst üste çakışmış vaziyette. Daha önceki bir yazımda bahsettiğim ‘totaliter yalanlar’ bahsi burada da geçerli: “Totaliter rejim inşasında yalan, yokluğu kabil olmayan, olmazsa olmaz temel parçadır. Polonyalı filozof Leszek Kołakowski buna ‘Yalan Medeniyeti’ diyor. Gerçeklerin ters yüz edilmesi, var olan hakikatlerin unutturulup yerlerine yalanın ‘yeni gerçek’ olarak ikame edilmesi yani… Bütün dünya tersini söylese de rejimin efendilerinin hep aynı yalanı pervasızca tekrarlayarak ‘kurumsallaştırması’… “

Kolakowski, bunun için ‘belleğin tahrip edilmesi’ gerektiğini vurgular. Belleğin tahribi, sınırsız bir şekilde ve hunharca yalan söylemekle olur. Hitler’in başarıyla uyguladığı ‘R-Complex’in önemli evrelerinden biridir bu aynı zamanda. Reptilian Complex (Sürüngen Kompleks) veya Reptilian Brain (Sürüngen Beyin) olarak ifade edilen bu uygulamada beynin ‘sürüngenleştirilmesi’ esastır. Amerikalı Nörolog MacLean’ın teorisinde Reptilian Brain, beynin 3 parçasından bir tanesidir ve ilkel ihtiyaçlar burada yaşamaktadır. Diktatörler bu 3 bölümden ‘Sürüngen’ olanını hedef alır ve geri kalan diğer 2 parçayı devre dışı bırakır.

REİS KOMPLEKS VEYA RECEPSEL BEYİN

‘Führer’ veya siz ona ‘Reis’ deyin; sizin adınıza her şeyi düşünür. Korkunç düşmanlar ülkenizi çevrelemiştir ve içeride de onlarla işbirliği halinde sinsi iç düşmanlar bulunmaktadır. Bu düşmana karşı daima sıkı sıkı dayanışma içinde olmanız ve beyninizi Reis’e emanet etmeniz gerekir. Biz buna Reis Kompleks veya Recepsel Beyin adlandırması ile yine ‘R-Kompleks’ adını takabiliriz.

Reis, mantığı ve düşünceyi baskılamak için sürekli yalanlar söyler. O kadar çok yalan söyler ki artık neyin doğru, neyin yanlış olduğunu karıştırmaya başlarsınız. Hatta yola ilk nereden ve nasıl çıktığınız bile bulanıklaşır. Kim olduğunuz da kimliğiniz de meçhuldür. Bellek tahrip olmuştur. Tarihe ve kronolojiye dair bildikleriniz yer değiştirmeye başlar. Acaba baştan beri hep Atatürkçü müydük biz yoksa ona dün küfür mü (e)diyorduk? Reis Kerkük için “Bir gece ansızın…” diyor. Acaba bir zamanlar açılım başlatmış mıydık biz? O dönem milliyetçiliği ayaklar altına almış mıydık? Kürdistan demiş miydik? Reis “Gökten ne yağar da yer kabul etmez” diyecek kadar cemaatçi miydi bir zamanlar? Yoksa hep cemaat düşmanı mıydık? Şimdi “Emperyalizm” diyor ya; bir zamanlar hiç “Amerikan askerleri Irak’ta ölmesin diye dua ediyorum” demiş miydi? Yoksa bütün bunlar düşmanların uydurmaları mı?

Reis her zaman için son kez göründüğü gibidir. Öncesi ve sonrası yoktur.

Onun emriyle motorlu taşıtlar vergisinin azaltılmasını, onun getirdiği TEOG’un yine onun emriyle kaldırılmasını, yine onun müdahalesi ile cam film yasağından geri adım atılmasını ya da yukarıdaki ‘betonlaşma’ özeleştirilerini de hep bu kompleks içinde ele alabiliriz. Kendisine yönelebilecek bütün muhalefet kanallarını yine kendisi dolduran, kendinde bile içkin bir kuşatıcı önder o. Kirlendiği zaman öteki yüzü giyilebilen ceket gibidir… Kendi ile barışık, kendi hatalarının farkında ve bunları ortadan kaldırabilmek için gerekli iradeye sahip Yüce Lider… Olmaz ama olur da hata yaparsa, bunları yine ancak Reis’in kendisini bertaraf edebilir. Ondan ma’ada bir başka kurtarıcı başkomutan olmaz, olabilemez…

“Yahu bildiğin pişkinliği amma da allayıp pullayıp başka kavramlarla kitabileştirdin” diyebilirsiniz. O zaman kavramlarımız üzerinde yeniden düşünmeyi öneriyorum. Bana ‘arsızlığı’ aşabilecek ve durumu tam olarak izah edebilecek yep yeni bir kelime söylerseniz insanlık namına çok müteşekkir olacağım. Zira son günlerde çok çaresiz hissediyorum kendimi…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

6 YORUMLAR

  1. Elinize, dimağılnıza sağlık Ahmet Bey, “R’ecepsel kompleksin” çok büyük oranda Recep Bey ve yakınlarındakilerin “cep” sevgilerinden kaynaklandığını düşünüyorum. Doğrudan “Cepsel kompleks” de diyebilirsiniz. Bakmayın siz “Recebim, Recebim” türküsü söylediklerine, aslında büyük çoğunluğu “cebim, cebim” diyor…

  2. Dikey değil yatay demesinin bir sebebi var, yoksa kendi ile yuzlestigi ve hatalarını görme meselesi değil. Üçüncü köprü yapıldı baya kuzeyde fakat oralarda yerleşim yok, yani kupon arazi yok, bunu oluşturabilmek için İstanbul’un kuzeye doğru yatay mimari ile daha hızlı büyümesini hedefliyor.

  3. İçi boşalmayan,anlamını kaybetmeyen hangi sözcük kaldıki biz o sözcüğü kullanalım? Utanma,ar,namus,şeref,ırz,şeneat…. Hangisi kim için neyi ifade ediyor?

    Doğruluğunu bilmiyorum,araştırsam da Türkiye ‘de güvenlir bilgi kaynağının olmadığını bildiğim için tarihteki meşhur Boncuklu Deli İbrahim Paşa ile ilgili bir tespitim var saraydaki şahısla aynı frekanstalar. Diplomadının bile olup olmadığı meçhul,bir söylediği 0bür söylediğini tutmayan kişi nadıl olur da yıllarca her girdiği kulvarda hep galip gelir? Arkadında derin devletin,mayfanın,gayri meçhul odakların olduğunu görmemek için kör olmak gerek!!! Mustafa Altıoklar hem bir psikiyatr hem de bir senaristtir bildiğiniz gibi. Zamanında saraydaki şahsın ruhi bunalımlarını deşifre ettiği için aforoza maruz kalmıştı. Şimdi aynı durumdayız toplum olarak. Millete ağzına geleni söyleyecek,herkesi her şeye düşman edecek ama sen bir eleştiri getirsen vatan hainliğinden başlayıp mürtedliğe kadar envai çeşit sözcükletle itham edilip damgalanacaksın.

    Bilemiyorum bu hipnoz sürecinden nasıl çıkabiliriz? Bildiğim tek şey; sürekli bir yerlerden evlerimize istemesek de giren bu saraydaki şahısın kâbusu üzerimizden uzun yıllar gitmeyecek,ta ki 80 milyon aklını kaçırıp tepkisiz kalmadığı sürece…….

  4. R-CEP’sel kompleks’in komponentlerinden biri; Düşünmeyin! Düşünen kafalara zararlı fikirler üşüşür, Reis’iniz sizin yerinize sizden iyi düşünür.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin