Osmanlı Devleti Hicaz İsyanını neden bastıramadı?

YORUM | Dr. YÜKSEL MİZAMOĞLU

Şerif Hüseyin’in İngilizlerin desteğiyle 1916’da isyan etmesi, İttihat ve Terakki Hükümetini çok zor durumda bıraktı.

Vehip Bey’den sonra Hicaz’da vali ve komutanlığı üstlenen Galip Paşa’nın Hüseyin’i yeterince önemsememesi, isyancıların kısa sürede başarılı olmalarına zemin hazırladı. Hüseyin’in kuvvetleri önce Mekke ve Cidde’yi ardından Galip Paşa’nın bulunduğu Taif’i ele geçirdiler.

Hüseyin’in bundan sonraki hedefi Hicaz’ın tamamında hâkim olmak ve isyan ateşini Suriye, Irak ve Filistin’e yaymaktı. Buna karşılık Osmanlı Devleti’nin alabileceği sınırlı tedbirler vardı ve kademeli olarak bunlar uygulamaya konuldu.

Ali Haydar’ın Tayini

İttihatçıların aldıkları ilk tedbir Ali Haydar Bey’in “Emir-i Mekke” olarak tayini oldu ve Ali Haydar Medine’ye geldi. Ali Haydar dağıttığı beyannamelerde Hüseyin’in İngilizlerin kutsal yerleri ele geçirme politikasına alet olduğunu savunuyor ve halkı asilere karşı çıkmaya davet ediyordu.

Ali Haydar’ın tayini başlangıçta olumlu etki yapsa da kısa bir süre sonra Beyrut’a gönderildi. Ali Haydar “Mekke Emiri” unvanı devam etmek kaydıyla burada yaşadı.

Osmanlı Devleti’nin aldığı diğer tedbir, Hicaz Seferiye Komutanlığı’nı üstlenen Fahrettin Paşa’nın Medine Muhafız Kumandan Vekilliğine de tayin edilmesiydi. Bundan sonra Medine savunmasının kalbi, o dönemdeki ifadeyle “Fahri Paşa” oldu.

Fahrettin Paşa

Arap Aşiretlerinin Desteğini Alma Teşebbüsleri

Osmanlı savaş stratejine göre Hicaz, “tâli” bir cepheydi ve buraya fazla kuvvet ayrılması düşünülmüyordu. Bu durum kaybedilen Mekke, Cidde ve Taif’i geri almak için de harekete geçilmemesine neden oldu.

Arap yarımadasında birçok güçlü Arap aşiretinin bulunduğundan aşiretlerin desteği büyük bir önem taşıyordu. Bu nedenle 4. Ordu Kumandanı Cemal Paşa vergi muafiyeti sağlamak, toprak vermek ve serbest hareket etme imkânı tanımak gibi yollarla aşiretlerin desteğini almaya çalıştı.

İttihatçılar ilk olarak Necid bölgesine hâkim durumda bulunan İbn-i Suud’un ve Reşidilerin desteğini alma yoluna gittiler.

Suud ailesi Osmanlı Devleti’ne bir destek veremeyeceğini ancak Hüseyin’in yanında da yer almayacağını belirterek “tarafsızlık” sözü verdi. Aslında Suudiler Hüseyin’den daha önce İngilizlerle anlaşmışlardı. Nitekim isyanın en kazançlı tarafı Suudiler olacak, Necid ve Hicaz’da Suudi devleti kurulacaktır.

Hicaz isyanı süresince Şammar (Şemmer) aşireti ve liderleri İbn-i Reşid, Suudilerin aksine Osmanlı Devleti’nin yanında yer aldı. Buna karşılık Reşidilerin Cemal ve Fahri Paşalardan istekleri hiç bitmedi. Sürekli erzak ve para talep eden İbn-i Reşid’in taleplerinin çok az kısmı karşılanabildi.

Osmanlı Devleti ayrıca Aneze, Beli, Harb, Cüheyne aşiretleri ve Rabiğ şeyhi Hüseyin Mübir’le işbirliği yapmaya çalıştı. Aneze reisleri bir süre sonra asilerin tarafına geçse de Beli aşireti lideri Süleyman Refade Paşa ve onun ölümünden sonra da oğlu, İstanbul’a bağlılığını devam ettirdi.

Rabiğ şeyhi de Medine garnizonuna para ve erzak yardımı yaptı. Harb kabilesinin bazı reisleriyle Ucc kabilesi de savaş sonuna kadar Osmanlıların yanında yer aldılar.

İngiliz Altınları ve Bedeviler

Şerif Hüseyin diğer Arap aşiretlerini yanına çekmek için her yolu denemekte, özellikle altın ve erzak vermekteydi. “Para ve erzak konusunda pek arsız olan” bedevileri, kaynakları sınırlı olan Osmanlı ordusunun beslemesi çok zordu. Böylece “İngiliz altınları” sayesinde bedeviler Hüseyin’in tarafına çekilmekteydi. Bazı aşiretler bunu ticarete dönüştürerek her iki taraftan da destek almaktaydı.

Osmanlı Devleti’nin İngilizlerle para konusunda rekabet etme şansı yoktu. Lawrence bile Araplarca “çil çil altınlar dağıtan adam” olarak algılanmaktaydı. İngiliz yazar Robert Lacey de isyan için “ (bu) bir Arap ayaklanmasından çok İngiliz altınlarıyla finanse edilen bir İngiliz-Haşimi komplosuydu” ifadesini kullanmıştır.

Lawrence, Karal Faysal ile…

Cemal Paşa’nın destek talep ettiği Huveydat aşireti reisi Ebu Taye’nin “dört aydır İngilizlerden maaş aldığı” ve yine İngilizlerden gelecek 3.000 altının kendisine ödenmesi şeklindeki cevabı, Hicaz’daki “altın mücadelesinin” vardığı boyutu gösteren ilginç bir örnektir.

Medine Programı (Tahliye)

Hicaz isyanı sırasında gündeme gelen bir çözüm yolu da Medine’yi tahliye etmekti. Bu teklif, İttihat ve Terakki erkânı arasında tartışılmış ve İngilizlerin Filistin’e taarruz ihtimaline karşı Medine ve demiryolu hattındaki birliklerin kademeli olarak tahliyesi kararlaştırılmıştır.

Bu teklife Cemal ve Fahrettin Paşalar karşı çıktılarsa da 2 Mart 1917’de Medine’nin tahliyesi kararlaştırıldı. Bu kararın alınmasında Said Halim Paşa’nın yerine Talat Paşa’nın sadrazam olmasının da etkili olduğu anlaşılmaktadır.

Cemal Paşa kararı tebliğ ederken “ağlamamanızı rica ederim” diyor ve “Medine’nin İslam dünyasının kangren olmuş bir uzvu olduğunu ve anavatanın korunması için geçici olarak feda edileceğini” belirtiyordu. Fahrettin Paşa tahliye kararını “ağlamaktan okuyamadığını” ve hiç olmazsa az bir kuvvetle savunmanın devam etmesini talep ediyordu.

Bu sırada yazışmalarda “tahliye” yerine “Medine programı”  ifadesinin kullanılması,  İttihatçıların tepkilerden çekindiklerini göstermektedir. Dönemin padişahı V. Mehmet Reşad da tahliyeye karşı çıkmış ve padişahlıktan istifa edeceğini ifade etmiştir.

Fahrettin Paşa tahliye kararını uygulamak için çok ayrıntılı planlar yaptı. Paşa “savaşta kaybetmediği birlikleri” nakliye sırasında kaybetmek istemediğinden demiryolu boyunca hem güvenlik hem de erzak yönüyle tedbirler aldı. Buna rağmen az bir kuvvet kuzeye çekildi ve tam bir tahliye yapılmadı.

Cemal Paşa’nın Suriye’den ayrılmasından sonra yerine gelen diğer Cemal Paşa (Mersinli) da Enver Paşa’nın emriyle 1917 Kasımında benzer bir kararı uygulamaya koydu.

Fahrettin Paşa yine daha fazla kuvvet bırakmaya çalışsa da Enver Paşa “iaşe güçlüğü” nedeniyle buna karşı çıkıyordu. İkinci tahliye programı da tam olarak uygulanamadı ve “tahliye”,  birliklerin mevcudunun azaltılmasından ibaret kaldı.

Medine’den İnsan Tahliyesi

İttihatçıların bir diğer uygulaması, Medine ahalisinin önemli bir kısmını tahliye etmeleri oldu. Cemal Paşa, Fahri Paşa’ya verdiği bir emirde Medine’de “elzem olmayan hiçbir insanın” kalmamasını istiyordu. Bu doğrultuda Medine halkı Suriye ve Anadolu’ya tehcir edildi.

Cemal Paşa’nın yazışmalarından Medine’den tehcir edilen Arapların sayısının 25.000-28.200 olduğu anlaşılmaktadır. Tehcirin nedeni olarak “iaşe meselesi” gösterilse de diğer önemli neden halkın Hüseyin’in yanına geçmesi ihtimaliydi.

Osmanlı Arşivlerindeki yazışmalar tehcir edilen Araplardan geri dönmek isteyenlere izin verildiğini, dolayısıyla Arap tehcirinin çok sert bir şekilde uygulanmadığını göstermektedir.

Osmanlı Ordusunda Arap Askerler Var mıydı?

İsyanla ilgili bir diğer konu da Osmanlı ordusunda ne kadar Arap askerin savaştığı sorusudur. Karsh, Osmanlı ordusunda 300.000 Arap askerin savaştığını ifade etmektedir. Bu rakamlar, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunun 2.875.000 askeri silahaltına aldığı dikkate alındığında düşük bir orandır.

Bir ATASE yayınına göre 1917 Martında 58. Fırka’nın 7.685 askerinden % 66’sı Türk, % 25’i Arap ve % 9’u Kürt’tü. Yine ATASE’deki kayıtlarda Medine mıntıkasındaki 2.914 mevcutlu altı piyade taburunun % 94’ünün Türk, % 4’ünün Arap ve % 2’sinin Kürt olduğu; Âlâ mıntıkasında da 1.111 askerin % 96’sının Türk, % 3’ünün Arap ve % 1’inin Kürt olduğu görülmektedir.

Bölgede Arap askerinin bu kadar az olmasının nedenleri şöyle açıklanabilir. Osmanlı Devleti genel seferberlik ilan ettiğinde Hicaz, Yemen ve Asir’i kapsam dışı tutarak buralardan asker almamıştı. Daha sonra Enver Paşa’nın isteğiyle Hüseyin gönüllü asker toplamışsa da bu askerler başka cephelere gönderilmişti.

Hüseyin’in isyanı üzerine de zaten az olan Arap askerlerin çoğu yine başka cephelere sevk edilmiştir. Nitekim yazışmalarda Cemal Paşa’nın “Arapların isyan edeceği endişesiyle” Enver Paşa’dan “Türk evlatlarından mürekkep” birlikler istediği dikkat çekmektedir.

1919 Ocak’ında Medine’nin teslimi sonrasında Osmanlı askerlerinden 1.000 civarında Suriye ve Irak kökenli asker Haşimi Şerif Hüseyin kuvvetleriyle çalışmak için Medine’de kalmıştır. Bu bilgi Medine’de son ana kadar Arap askerlerin olduğunu göstermektedir.

İttihatçıların Hatası

İttihatçı hükümetin Şerif Hüseyin’e karşı kararlı bir politika izleyememesi, isyanın çıkmasında önemli bir neden olduğu gibi hükümet daha sonra da istikrarsız politikayı devam ettirdi.

Bunun en açık örneği iki defa karar alınmasına rağmen bir türlü uygulanmayan Medine’nin tahliyesi sürecinde görülmektedir. Bu kararsızlık Medine’deki kuvvetlerin, demiryolu hattının kesilmesiyle 1918 yılı başından itibaren ciddi bir şekilde “iaşe problemi” yaşamalarına neden oldu.

Aşiretlerin desteğini alma konusunda da Osmanlı Hükümetinin sürekli “altın dağıtan” İngiliz destekli Şerif Hüseyin’le rekabet etme şansı yoktu. Nitekim zamanla birçok aşiret Hüseyin’in tarafına geçti.

Hüseyin’in isyanı 1917 yılı sonunda Suriye, Irak ve Lübnan’a kadar ulaştı. İsyan hiçbir zaman genel bir hal almasa da Osmanlı Devleti’ni iki yıl boyunca uğraştırdı ve sonunda kutsal yerler Osmanlı Devleti’nin elinden çıktı.

Kaynaklar: Y. Nizamoğlu, “1917 Yılında Hicaz Cephesi: Hicaz İsyanının Yayılması ve Medine’nin Tahliyesi Programı”, Bilig, 2013, S. 66;  “Osmanlı Devleti’nin Hicaz İsyanında Arap Aşiretlerinin Desteğini Alma Teşebbüsleri”, XVII. TTK Kongresi, Ankara, 2014; “T. Çiçek, Şerif Hüseyin İsyanının Arap ve Türk Ulus İnşa Süreçlerindeki Etkisinin Analizi, SÜ SBE yüksek lisans tezi, Sakarya, 2007; S. R. Sonyel, “İngiliz Albayı T. E. Lawrence Haşimi Araplarını Osmanlı Devleti’ne Karşı Ayaklanmaları İçin Nasıl Aldattı?”, Belleten, S. 199, 1987; İ. Köse, İngiliz Belgelerinde Hicaz İsyanı, Selis, İstanbul, 2014.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin