‘Oblomov’ ya da kalbi kemiren ejder, miskinlik

Konuk Yazar | Gökhan Bozkuş

Gerek edebiyatta gerek sinemada ön plana çıkan bazı karakterler vardır ki her birisi bir sıfatı ile ön plana çıkar ve hayali bir karakter ete kemiğe bürünür dikilir karşımıza. Bazen bir ayna misali bizi yansıtırken bazen de çevremizde rahatlıkla görebileceğimiz karşılaşabileceğimiz insanlara dönüşür. O karakteri okurken ya da izlerken kendimizi görürüz çoğu zaman.

Rus klasiklerinden sayılan İvan Gorbaçov’un Oblomov isimli eseri üzerine bir tahlil yapıp bir hastalığa temas etmeye çalışacağım. Gorbaçov’un bu eserinin kahramanı da Don Kişot gibi, Hamlet gibi ve daha nice klasik kahramanlar gibi insanlığın bir hali ile yüz yüze getiriyor bizleri. Sürekli düşünen ancak bir türlü harekete/eyleme geçemeyen Hamlet gibidir Oblomov; her daim yeni projeler üretir ama gelin görün ki bunları bir türlü hayata geçiremez. İleri mi atılmalı yoksa olduğu yerde mi kalmalı; bu konuda kafası sürekli karışık ve kararsızdır. Bu varoluş trajedisi noktasında, Hamlet’in “var olmak ya da olmamak” sorgusundan daha derin bir açmaz içerisindedir

Kimdir nedir Oblomov?

İsmini verdiği romanın bir karakteri midir sadece. Yoksa hala yaşayan bir hastalığın 150 yıl önce bir yazar tarafından tespit edilmiş hali midir? “Oblomovluk” hastalığının yaygınlaşmasından bizar birisi olarak ve aksiyona meftun biri olarak yer yer kendimde de bir “Oblomov” görüyorum ve yine Rus bir yazar olan Gogol’un “Yüzyıllar yüzyılları izliyor ve yarım milyon tembel mıymıntı insan büyük bir uyuşukluk içinde pinekleyip duruyor” sözünü hatırlayıp ayağa kalkıyorum. Çünkü oturmak “Oblomov’lara” yakışır.

Oblomov , kusursuz dinginliğin ütopik simgesi…

Oblomov , ayağının üzerine saatlerce oturmuş ve uyuşan ayakla yürüyemediği için ve acısına da tahammül edemediği için sağa sola bağıran ve hareket edememesinin nedenlerini kendinde değil de dışarıda arayan ruhların silüetidir…

Oblomov! Sana sesleniyorum Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın bir beyitiyle:
Haydi miskin vücudum, gidelim…

Gitmek bir harekettir. Aksiyona geçmektir. Ama giden sadece ayaklar olursa, ruh oturduğu yerde kalakalırsa, miskinlik insanı çepeçevre sarar ve elleri kolları bağlanmış kelebek olabilecekken kozasında çürümüş bir tırtıla çevirir. Genç Werther’in Acıları eserinde J.W.Geothe dünyadaki karışıklıkların en önemli sebebinin “atalet” yani miskinlik olduğunu söyler.
Söylemde aksiyoner olan nice insanlar var ki eylemde birer Oblomov’durlar. Söylem eylem çelişkisi insanın hayat enerjisini de alır götürür.

‘Tomurcuk derdinde olmayan ağaç odundur’ derken Necip Fazıl; aslinda bize “Oblomov olmayın” mı demek istiyor acaba!

Lemaat adlı eserinde Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri de Oblomovluk hastalığına veciz bir şekilde temas etmekte: En bedbaht, sıkıntılı, muzdarip, işsiz olan adamdır. Zira ki atalet (tembellik) ; vücud içinde adem (yokluk), hayat içinde mevttir ( ölüm).

Oblomovlar için yaşayan bir ölüdür , yürüyen bir cesettir mi demek isteniyor onu izan sahiplerine bırakıyorum.

Sabahattin Ali , “İçimizdeki Şeytan” isimli eserinde roman karakterini konuştururken Oblomovluk hastlığına güzel bir yakıştırmada bulunur. Altını çizdiğim ve notlarım arasına aldığım orijinal bir tamlamadır “Atalet kanunu” tamlaması. Bu kanuna baş eğen Oblomovlar farkında olmasalar da suyun üzerindeki yaprak misali harket ediyor görünseler de sürüklenip giderler de farkına varmazlar. Bu kanuna boyun eğen Oblomovların en önemli özelliği de sıra lafa gelince belagatlı sözler söyleyen hatiplere dönüşürler. Yeraltından Notlar kitabında Dostoyevski bu konuşkan Oblomov tipleri “sabun köpüğüne” benzetir ve bu metaforla okurlarına kendisi üzerinden aktarmaya çalışır. Sözle eylem arasındaki tenakuzu birçok yazar eserlerinde kaleme alır.

Ey Oblomovun aynası olmuş yüreğim ; şimdi sana sesleniyorum ve diyorum ki inandığın değerleri yaşamasan yaşadığın değerlere inanmaya başlarsın ve bu zamanla senin içinde hiç tanıyamayacağın yabancı bir kişiliğin zorbaca evini işgal etmesi gibi bir işgale sebep olur. Ayağa kalkmayı , hareket etmeyi, koşmayı denemelisin.

Evet Dostoyevski yıllar önce yazmış “Ölü Evinden Notlar” kitabını. Ve sen İvan Gorbaçov’un Oblomovuna dönüşmüşsen, hissiz hissiyatsız bir et yığınına dönüşerek Dostoyevski’nin Ölü Evinde nefes alıyorsan eğer ne olur kalk ve kendine gel! Yoksa bir ejdere dönen hevesatın, bitmeyen arzuların Zombiye dönüşerek kalbini kemirecek ve geriye gerçek “sen” den hiçbir şey kalmayacak.

Mevlana ‘nın bir duası ile yazımızı bitirelim:

“Boş düşüncelerimiz, endişelerimiz bizim manevi zevkimizin ruhunu, neşemizin boynunu kırmaktadır. Ey Hakk yoluna düşen kişi, gaflet uykusundan uyan. Ya Rabbi, şu bizim uykuya dalanlarımıza bir davulcu gönder, olup gidenler derler ki, boşyere gamlar yemiş durmuşuz.”
Bu yazımda Oblomov’dan yola çıkarak bir hastalığımızı tahlil etmeye çalıştım. Filmlerden ve romanlardan karakterlerin tahliline devam edeceğiz.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. ZENGİN YAZINIZI susayan biri gibi okudum.
    En yakın ve akıllı bir dostun tavsiyesi gibi okudum.
    SiZe teşekkür ederim. Allah raZı olsun

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin