Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın olaylı Washington ziyaretinin yankıları devam ediyor. Bu gidişle hem Türkiye hem de ABD açısından unutulmaz bir ziyaret olarak tarihe geçecek. Washington’daki Türk büyükelçiliği rezidansı önündeki Kürt protestoculara Erdoğan’ın koruma ve yandaşlarının saldırmasıyla çıkan kavga sonunda polisin soruşturmasıyla 2 Türk tutuklanmıştı. Olayın peşini bırakmaya niyetli olmayan ABD, kavgaya karışan 12 koruma hakkında da tutuklama kararı çıkarttı. Erdoğan doğal olarak (!) karara tepki gösterip, “Bu nasıl yasa, bu nasıl hukuk? Siyasi ve hukuki mücadelemizi vereceğiz” dedi.
TEKMELENEN SOMALI MADENCİ SUÇLU BULUNMUŞTU
ABD’nin korumalar hakkında tutuklama kararı vermesi, Erdoğan’ın son yıllarda Türkiye’de uygulamaya koyduğu hukuk anlayışına ters düşüyor elbette. Türkiye’de özellikle iktidar kanadı ve Erdoğan’ın çevresindeki suçlular ödüllendirilirken, masumlar suçsuz yere zindana konuyor. Adaletin mülkün temeli olarak görüldüğü demokratik ve hukuk devletlerinde yasal izin alıp, yasal sınırları içinde gösteri yapanlara saldıranlar cezalandırılırken, Türkiye’de tam tersi oluyor.
Hatırlayalım, Soma’daki maden faciası sonrası bölgeye giden Erdoğan, 301 arkadaşlarını kaybeden madencilerin protestosuyla karşılaşmıştı. Başbakan danışmanı Yusuf Yerkel, eylem sırasında polislerin yere yatırdığı madenci Erdal Kocabıyık’ı tekmeleşmişti. Burası Türkiye olduğu için tekme atan değil, tekme yiyen suçlu bulunmuştu. Yerkel, bir haftalık rapor alırken, madenci Kocabıyık tazminatsız işten çıkarılmıştı. Hukuk garabeti devam etmiş, Kocabıyık başbakanlık konvoyundaki araçlara tekme savurmaktan mahkeme tarafından 548 TL para cezasına çarptırılmıştı. İşte Erdoğan’ın ABD’den beklediği de bu ‘hukuk’tu!
DANİMARKA İLE ROJ TV KRİZİ
Aslında Erdoğan’ın hukuk anlayışındaki garabet son yıllara mahsus değil. Kafasındaki hukuk anlayışı çok önceleri şekillenmişti. Ama şurası kesin; son 4 yıldaki kadar hukuk tanımaz değildi. Veya kendi ifadesiyle ‘üstünlerin hukuku’ anlayışını tam olarak uygulamıyordu.
Türkiye ile Danimarka arasında Mart 2004’ten itibaren Roj TV krizi yaşanmaya başlanmıştı. Türkiye yayın lisansını Danimarka’dan alan TV kanalının kapatılmasını isterken, Danimarka karar verme yetkisinin mahkemelerde olduğunu belirtip, Türkiye’den delil ve belge istemişti. Uzun bir süreç sonunda Danimarka, Ağustos 2011’de Roj TV’ye sanık sandalyesine oturtup yargıladı. Dava, yirmi yedi duruşmanın ardından Roj TV’nin lisansının iptali ve para cezasıyla sonuçlanmıştı. Bu kısa nottan sonra Erdoğan’ın hukuk anlayışına geri dönelim.
Erdoğan’ın Kasım 2005’teki Danimarka ziyareti oldukça gergin geçti. Kopenhag’da yapılan NATO Parlamenterler Asamblesi toplantısına katılan Erdoğan, dönemin Danimarka başbakanı Anders Fogh Rasmussen ile ikili bir görüşme gerçekleştiriyordu. İkilinin düzenleyeceği ortak basın toplantısı öncesi Erdoğan, salondaki Roj TV muhabirinin çıkarılmasını talep etti. Rasmussen, “Bunu yapamam. Kriz olur, skandal olur” cevabını verince Erdoğan basın toplantısına katılmadan Ankara’ya dönerken, Danimarka Başbakanı tek başına basının önüne çıktı. Rasmussen, Roj TV muhabirinin NATO toplantısı için akredite olduğunu belirtip, akreditesi kabul edilmiş bir basın mensubunu salondan çıkarmasının mümkün olmadığını Erdoğan’a anlatmakta zorlanmıştı.
DANİMARKA BAŞBAKANINA SORU
Danimarka’da görev yapan yabancı basın mensuplarının yılda bir kez ülkenin başbakanı ile yemekli bir toplantıda bir araya gelme geleneği vardır. O günlerde yazılmamak kaydıyla gazeteciler sorular yöneltir. Klasik tabirle oldukça ‘relax’ (rahat) bir ortamda geçer bu buluşmalar. 2007’deki etkinlikte Türk gazeteciler olarak Rasmussen’e Erdoğan’la arasının nasıl olduğunu sorup “Hala küs müsünüz?” demiştik. Rasmussen, gülümseyerek “Nereden çıkarıyorsunuz küs olduğumuzu. Aramız gayet iyi” diyerek ilave etti:
“Madem sordunuz ben aramızda Kasım 2005’te geçen diyalogu anlatayım. Heyetler halinde karşılıklı görüşme yapıyoruz. Erdoğan bana hitaben ‘Neden Roj TV’yi kapatmıyorsun?’ diye sordu. Ben de ‘Bir başbakan olarak benim televizyon kanalını kapatma yetkim yok’ dedim. Erdoğan’ın cevabı ise oldukça ilginçti: ‘Sen nasıl bir başbakansın daha bir televizyon kanalını kapatamıyorsun.’ Ben toplantıda Danimarka’da başbakanın bir televizyon kanalı veya basın organını kapatma yetkisinin olmadığını anlatamadım. Siz Türkçe biliyorsunuz. Şayet Erdoğan’la karşılaşırsanız bu durumu bir de siz kendi dilinizde anlatın.”
‘BU NASIL HUKUK?’
Erdoğan’a göre bir televizyonu kapatmak, kumandanın tuşuna basmak kadar kolay bir işti. Nitekim kendinde bu hakkı gördüğünü son yıllarda defalarca gösterdi dünyaya. Onlarca TV kanalını, yüzlerce gazeteyi adeta tek bir tuşa basarak kapattırdı. Oysa hukukun hâkim olduğu ülkelerde başbakanın bir basın yayın organını kapatma yetkisi olmadığı gibi, gerekli kurum ve yargıya talimat vermesi söz konusu bile olmuyor. Hâl böyle olunca da gerçek hukukun işlediği durumlarda Erdoğan dönüp “Bu nasıl hukuk?” diyerek tepki gösteriyor.