Mümtaz’er Türköne saati [Gazeteci Zafer Özsoy, Silivri günlerini Tr724’e yazdı-2]

HABER-İZLENİM | ZAFER ÖZSOY

Gazeteci Zafer Özsoy, Silivri’de 22 ay süren tutsaklık günlerini Tr724’e yazdı. İlk bölüm Hücre arkadaşım Mümtaz’er Türköne başlığıyla yayımlandı.

2.BÖLÜM | KÜTÜPHANECİNİN KORKUSU

Cezaevindeki ilk günlerimizde en büyük problemlerimizden biri de kitaptı. Dışarıdan kitap getirtemiyorduk. Kütüphanedeki kitap sayısı 300 kadardı. Kütüphaneye dilekçe yazarak bu listeden kitap istiyordunuz ve şanlıysanız haftada bir kez 1 kitap alabiliyordunuz. 7 günde 3 kişiye bir kitap. Peki Mümtaz’er Türköne gibi kitap kurduysanız, ne olacak? İşte ‘İltifat maritete tabi’ lafı burada devreye giriyor. Mümtaz’er hoca kitap dilekçesinde kitap isimlerinin yanında Kütüphaneciye güzellemeler döktürüyordu. Ve inanın işe yaradı ve bir haftada 13 kitap aldığımızı biliyorum. Ama bir müddet sonra tehdit mi edildi, bilmiyorum, ‘dilekçenizde kitap isimleri dışında bir şey olmasın’ diye ricaya geldi.

Bir keresinde de şöyle dedi; ‘16 yıllık kütüphaneciyim bu kadar çalıştığımı bilmiyorum.’ Eh ülkenin bütün beyinleri içerde olunca…


(1.BÖLÜM)


(2.BÖLÜM)

MÜMTAZER HOCAYI NASIL SAKATLADIK

Merak etmeyin, Hoca’yı sporda sakatlamadık.. Zaten 3 kişilik hücrede yürüyüş ve kültür fizik hareketleri dışında spor yapılmıyor. Diğer hücre arkadaşımız gazeteci Faruk Akkan hafızdı ve Teravihleri hatimle kılıyorduk. Bir tane fazla battaniyemiz vardı. Onu yere sermiş üstüne de seccadelerimizi koymuştuk. Ancak işgüzar bir infaz memuru, ‘Üzerinde TC yazıyor, devletin malını yere seremezsiniz’ diyerek battaniyemizi elimizden aldı.

Faruk beyin okuması harika, vakit de bol olunca hatimle kılınan teravih uzun ve çok keyifli oluyordu. Ancak yer beton, seccade ince ve uzun kıyam nedeniyle yorgunluktan secdeye giderken dizler yerle biraz sert buluşuyordu. Sonuç, günde yaklaşık 10 kilometre yürüyen Mümtaz’er hocanın dizlerinin iflası! Mümtaz’er hoca ve Faruk Akkan ile geçen o Ramazan, benim 45 yıllık hayatımın en güzel Ramazan’ıydı.

İDOLÜNÜN KAYBI VE TARİFSİZ HÜZÜN

‘9 erkek çocuk büyüten annem benim idolüm’ derdi her zaman. Bir gün eve geldim topçu astsubay olan babam masanın üstüne çıkmış emirler yağdırıyor. Kime? Elinde terlik ile fareyi avlamaya çalışan anneme. Onu en çok etkileyen anılarından biriydi bu. Ve o çok sevdiği annesinin ölüm haberini cezaevinde aldı. Annesine son vazifesini yapabilmek için tabut tabir edilen cezaevi aracının içinde elleri kelepçeli bir şekilde Ankara Çubuk’a gidip geldi.

Küçücük bir hücrede, plastik bir sandalyede ve elleri kelepçeli halde tam 22 saatlik bir yolculuk. Bordo berelilerden oluşan özel bir timin eşliğinde anneye son vazife… AKP’nin kapatılma davasında savunma metnini yazan siyaset bilimci akademisyen-yazar bir entelektüele yapılan muamele.

MÜMTAZER HOCA SAATİ

Bana en çok sorulan soru şu: ’’Peki Mümtaz’er hoca ile bir günümüz nasıl geçiyordu?’’ Minimal ve prensipli yaşamayı seven birisi Mümtaz’er Türköne. Günde 2 öğün yemek yiyor ve akşam belirli bir saatten sonra kesinlikle yemek yemiyor. Sabah 08.15 gibi avlunun kapısı açılıyor ve sayım yapılıyordu. Sonrasında 1 saat yürüyorduk. 09.30 gibi spor bitiyordu. Temizlik sonrası 10.30 gibi kahvaltı yapıyorduk. Sonrasında hava güzelse avluda güneşlenerek kitap ve gazete okuyorduk. Öğlen namazı sonrası saat 2 gibi Mümtaz’er hoca havalandırma veya avlu kapılarından diğer hücredekilerle muhabbet ediyor; gazeteleri, haberleri değerlendiriyor, kitap kritikleri yapıyordu. Ben buna ‘Mümtaz’er hoca saati’ diyordum. Çünkü bir anda bütün cezaevi sessizleşiyor ve herkes kapılara kulak dayayarak Mümtaz’er hocanın analizlerini dinliyordu.

İkindi sonrası Hoca ile Faruk beyin satranç saati başlıyordu. Aslında Mümtaz’er hoca ile MümtazerFaruk beyin satranç saati demek lazım! Çünkü bu oyunlar, Stefan Zweig’in “Satranç” isimli novellasındaki DrB karakterinin kendi beyniyle oynaması gibi oluyordu. Akşam 7 gibi yemek yiyorduk. Sonrasında Hoca’ya iş yaptırmaz işleri, bulaşıkları biz yıkardık. Ve avlunun kapıları kapanıyordu. Akşam namazı sonrası eğer Mümtaz’er hoca bir şeyler yazmıyorsa tv karşısında çekirdek keyif yapıyorduk. Ve benim en keyifli anlarım oluyordu. Dizi ve film analizleri. Tv-Sinema mezunu biri olarak aynı zamanda senarist olan bir yazar ile çekim tekniklerinden, senaryodan, karakterlerden, oyunculuklardan konuşmak, çölde bir vaha bulmak gibiydi.

Bana ‘cezaevinde ne yaptın?’ diyenlere, Mümtaz’er Türköne’nin yanında doktara yaptım diyorum. Edebiyatın büyülü dünyasında Onun rehberliğinde gezindim. Zweig, Marcel Proust, James Joyce ve daha nicelerini onunla tanıdım.

Mümtaz’er Türköne’nin cezaevinden ilk fotoğrafını kızı Sıla Türköne paylaşmıştı.

HAYALLER…

Hoca’nın Yalova’da küçük bir köy evi vardı. Elleriyle yaptığı, çeşitli meyve ağaçları ile bahçesini süslediği. Kendisi Ankara Çubuklu olsa da Yalova’daki yere köyüm derdi. Köylülerle muhabbetini, yapmak istediklerini anlatırdı.  Hep beraber çıkıp orada mangal yapacaktık. Emekli ve dışlanmış bir akademisyen olarak hayvancılık yapmaya karar vermişti. Manda alacak ve sütünden mozeralla peyniri üretecekti. Ben de onun pazarlama ve satışını yapacaktım.

Hayaller ile gerçekler birbirinden ne kadar uzak. Zindan arkadaşım Profesör Mümtaz’er Türköne ile beraberliğimiz tam 19 ay sürdü. Bu süre zarfında 2 film, 1 dizi senaryosu ile 1 roman yazdı. Ben tahliye oldum ama onlar çile çekmeye devam ediyor. Mümtaz’er hoca ve diğer gazeteci arkadaşlarım bir bayramı daha cezaevinde geçirdi. Yazacak o kadar çok anım var ki Onunla ilgili…

O hâlâ Silivri’de ben ise şimdi memleketimden çok uzaktayım.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin