MHP ne yapacak?

ANALİZ | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Türkiye siyasetinde yolculuğuna Pantürkist-Turancı ideolojinin gösterdiği hedef ve mefkûreler temelinde çıkmıştı. Özünde statüko karşıtı, aksiyoner bir partiydi. Zaten adından da aksiyoner olduğu apaçık ortadadır. Milliyetçi hareketin kast ettiği nasyonalizm Türkiye sınırları dışındaki “dış Türkler” ve onların bulundukları coğrafyalar ile, Türkiye Türklerinin yaşadığı sınırları birleştirmekti. Başlangıcında “Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan; vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan!” diyen Ziya Gökalp’in yolundan giden, fakat Gökalp gibi Türkiyelilikle yetinmeyip, Oğuzculuk ve Turancılık aşamalarını da kapsayan bir ultra-nasyonalist, etnik-kafatasçı bir ulus konseptini benimsemiş olan MHP, bu aksiyoner kimliği 1970’lerden itibaren bırakarak daha reaksiyoner (tepkisel) bir nasyonalizme yelken açtı. 1960’larda yükselmeye başlayan Marksist sol akımlar, 1970’lerde ve 1980’lerde açıkça düşman olarak algılanarak MHP’nin “vatan savunmasında” bulunması işlevi kurumsallaştı. Sovyetler’in Türkî halkları esir etmesinden ziyade, Türkiye’nin Leninizm’in yörüngesine girme ihtimali en büyük tehdit olarak algılanarak, MHP’nin savunmaya çekilen ideolojisine zemin hazırladı.

1980’lwerin sonlarına doğru Marksist-Leninist kulvardan etnik nasyonalizm kulvarına taşan Kürt siyaseti, PKK ile beraber enternasyonalist önceliklerini terk ederek bağımsız (ya da en azından otonom) Kürdistan hayali kurmaya başladı. Nasyonalizmin, daha sofistike Marksizm’e göre halk tabanında daha kolay yutulabilir bir ideolojik lokma olmasından dolayı, Kürt halkı bu yeni “sol” gerillacılığa daha fazla ilgi gösterdi. MHP, Kürt milliyetçiliğini (yine tepkisel tutumuyla) kendi antitezi kabul ederek, Marksizm-Leninizm’i birincil düşmanı olarak algılamayı terk ederek, açıktan etnik Kürtçü bu gidişatı birincil tehdit olarak algılamaya başladı. Böylece MHP tabanı kendisini bu yeni “iç savunma” rolü üzerinden tanımlamaya başladı. Kısacası 1970’lerden beri MHP dışarıda Türk Pantürkizm ideolojisini savunmaktan çok daha fazla, içeride Kürtlerin federal bir unsur olarak anayasal anlamda Türkiye’nin ortağı olması tehlikesine karşı göğsünü siper eden bir siyasi hareket oldu. Sürekli defans yapan bir futbol takımı düşünün. MHP tam böyle bir “takımdı”. Vatan-millet-Sakarya türü “etnik Türkçülükle”, PKK ve Kürt siyasal hareketinin antitezi oldu. Bu kimlik onu Türk iç siyasetinin istikrarlı bir yüzde on-on beş seviyesine demirledi. Etnik Türklerin yoğun olarak yaşadığı varsayılan coğrafyalarda MHP oylarını daha dikkate alınabilir seviyelere taşıdı.

Bunlardan çok daha önemli olması bakımından, resmi ideolojinin Türk milliyetçiliğine MHP tarafından yapılan rötuşu da vurgulamak gerekiyor. 1930’ların “yerli” (Türkiyeli ve Türkiyeci) milliyetçiliği, 2000’lerde artık daha etnik bir milliyetçilik halini almıştı. 1980’lerin ortalarından itibaren ortaya çıkan Bulgaristan Türklerinin Todor Jivkov rejimi tarafından Bulgarlaştırılmaya tabi tutulması, bu Türklerin kitleler halinde Türkiye’ye göçüyle neticelenmişti. Özal döneminde gerçekleşen ve Naim Süleymanoğlu (Şalamonov) gibi bir yıldız üzerinden Türkiye kimliğine mal olmuş bu göç, Türk milliyetçiliğinin daha etnik bir renge bürünmesine yol açtı. Kürtlerin talepleriyle birleşince, etnik manada Kürtlerden kopuk bir ulus olan Türklerin zihin haritaları klasik Atatürk milliyetçiliğinden koparak, MHP’nin anti-Kürt ve etnik nasyonalizmine kaydı. Resmi tarih yazımı ne derse desin, 2000’lerin milliyetçiliği artık klasik bir Atatürk milliyetçiliği değildi. Türklük bir üst kimlik değil, bir etnisiteydi. Türk vatandaşı olmak Türk olmak değildi. Linguistik temeller (dil) üzerinden Kürtler kendilerini kendi etnik kimlikleriyle tanımladıkça, MHP’nin bu reaksiyoner nasyonalizm diskuru da o oranda Türkiye’deki Türkofonlar (Türkçe konuşan ve etnik Türk olduğuna inanan kitle) tarafından artarak benimsendi. Orta Asyalı Türk miti ete-kemiğe büründü ve “İndogermen” Kürt mitinin karşısına dominant bir güç olarak dikildi.

Tüm bu anlatının temeli, PKK ve Kürt siyaseti karşıtlığıydı. MHP buydu. MHP’li kendisini ve kendisine duyulan gerekliliği bu işlev üzerinden tanımlıyordu. MHP anti-Kürt parti olması hasebiyle oy devşirmeye çalışıyordu. Kürtler etnikleştikçe MHP de etnikleşti. PKK radikalleştirdiği Kürt tabanı karşısında, radikalleştirdiği “etnik Türk” tabanını yarattı. Böylece Kürt hareketi ve Milliyetçi Hareket birbirlerinin “ötekisi” oldular.

MHP’nin ve ülkücü hareketin kırmızıçizgisi daima Kürtlerin etnik kimliklerinin Türk devleti tarafından kabullenilmesi oldu. Bu bağlamda MHP daima “Çözüm Süreci” nevi siyasi çözüm stratejilerini ihanet olarak algıladı ve bunlara karşı çıktı. MHP’yle beraber askeriyedeki Ergenekoncu-Avrasyacı cuntalar da MHP ideolojisi ile değişime uğratılan Türk milliyetçiliği üzerinden bir nasyonalist okuma yaparak, gerekçesi ne olursa olsun Kürtlerin etnik haklarını genişleten tüm politikalara canla başla karşı durdu. Bu durum, otomatikman beraberinde bir MHP-derin devlet ittifakını getirdi. Ülkücüler-aşırı sağ mafya-bazı askeri hizipler ve bürokrasinin Türk-İslam sentezcisi kısmı, ulusalcılar gibi siyaset tabanları ve gruplar, anti-Kürt tutum bakımından doğal müttefikler oldular.

Kürtler öyle bir faktördüler ki, hem iç siyasette hem dış siyasette etkileri büyüktü. Şöyle ki, içeride “vatanın-milletin bölünmez bütünlüğü” şiarıyla bir bölücülük karşıtı ittifakken, dışarıda Kürtlerin her türlü devletleşme sürecine karşı duran ve onu baltalamayı hedefleyen bir dış ve güvenlik politikaları pozisyonu, bu tüm gruplarca iç siyaset ve dış siyasette birincil misyon addedildiler. Yani mesele Kürtler olunca, ideolojik farklılıklar adeta önemini kaybediyor, en uzlaşmaz sanılan gruplar pekâlâ birbirleriyle amaç birliğine gidebiliyordu!

İşte Erdoğan’ın bugün yanında olan ittifakın en önemli ortak paydası bu nedenle anti-Kürt pozisyonu! MHP tabanı anti-Kürt tutumun ideolojik mimarı ve bu nedenle – oy oranlarına bakılmaksızın – önemsenmesi gereken bir siyasal faktör. Kürtlerin siyasal haklarının karşısında olmak üzerinden kendisini reaksiyoner bir tutumla tanımlamış olan MHP, bu bloğun en radikal üyesi. Onun ideolojik malzemesi, bu koalisyonun temel fikirsel harcı gibi.

MHP bugün itibarıyla Öcalan-Demirtaş ayrımını kullanarak “pragmatist” şark kurnazlığına başvuran rejimle, aynı şarkın unsuru olan ve bu at pazarlığının genetik kodlarına aynen Türkler kadar hâkim olan Kürt siyaseti arasında kalmış görünüyor. Öcalan’ın derin devletin işine gelen bir tutumla İstanbul’daki belediye seçimlerinde Kürtlere sandığa gitmemeyi (ve dolayısıyla İmamoğlu’na destek olmamayı) buyurması, MHP’nin Erdoğan rejimindeki konumunu sarsıcı etki yapıyor. En azından bu MHP tabanında ciddi bir tektonik hareketliliğe neden olabilir. HDP tabanının CHP adayı lehine oy kullanmaması için telkinde bulunan Öcalan bir anda rejim tarafından kutsanıyor ve “yerli-milli” oluyor. Demirtaş’ın üzerine haki militan kıyafeti giydirilerek, “ovadaki siyaset” reddediliyor. Öcalan müttefik olurken, Demirtaş vıcık-vıcık bir oryantal pazarlık dâhilinde sistemden dışlanıyor. “Bebek katili” söylemi bir anda (tıpkı Çözüm Sürecinde olduğu gibi!) Öcalan’ı siyasi pazarlıkların bir oyuncusu yapıyor. Erdoğan, derin yapı ve ulusalcılar bu durumdan şikâyetçi mi? Şaka mı yapıyorsunuz? Öcalan’ın mesajları “devlet başkanı mesajı” gibi ciddiye alınan ve üzerine stratejiler kurulan reçeteler olurken, HDP-CHP yakınlaşması (ve olası bir sol ittifak) rejimin tereddütsüz Öcalan’ı “yerli-milli” ilan etmesiyle sonuçlanabilir.

Fakat burada mayınlı arazi MHP tabanı ve 1980’lerden beri yeniden yazılan resmi tarih ve ona dayalı olarak üretilen kimliktir! MHP’nin PKK lideri Öcalan’ın idam edilmemesi yönünde 1999’da verdiği stratejik kararın MHP tabanındaki sarsıcı etkisi göz önüne alındığında, bugünkü durumun vahameti daha iyi anlaşılıyor. MHP Abdullah Öcalan’ın meşru bir siyasi aktör olarak kabul edilmesini kabul edecek mi? Erdoğan ve Ergenekon kadar “dansöz” bir reflekse sahip olmayan MHP tabanı, bu konuda Bahçeli kadar anlayışlı olmayabilir! Ve bu koalisyon nasıl anti-Kürt çıkar birliği üzerine kurulduysa, yine bu anti-Kürt tutumda nereye kadar esnenebileceği hususundaki farklı kırılma noktaları temelinde çatırdayıp yıkılabilir. Türkiye’deki fetret devri nerede biterden çok daha önemli olmak üzere, Kürt hareketi bu kaostan sıyrılarak, anayasal resmi statü elde edebilir, hatta federal bir devletin eşit üyesi olarak, ve hatta ayrı bir devlet olabilir. Son bin yıllık Anadolu tarihinin tartışmasız en zayıf yönetiminin ülkeyi yönettiği bu günlerde kendi iç mücadelesine yoğunlaşmış Türkiye, Kürt siyaseti üzerinden ikinci Sevr’e yaklaşıyor. MHP’nin tutumu Türkiye’nin bundan sonraki varlığı açısından belirleyici olacak. Keşke mülayim HDP ile CHP’nin ittifakının, Öcalan’ın PKK’sından çok daha ehven olduğunu anlayabilecek bir MHP yönetimi olsaydı! Ve keşke MHP içeride etnik tepkisel radikal milliyetçilik üreten bir hareket olmaktan çıkıp, dışarıda kültür milliyetçiliği yapan, Gaspıralı İsmail’in “dilde, fikirde, işte birlik” şiarını benimseyen ve demokrasi yanlısı bir partiye dönüşebilseydi! Keşke MHP bugünkü Rus yörüngesi dış politikanın bu zafiyet konjonktüründe nasıl büyük bir varoluşsal tehlike oluşturduğunu görebilecek bir enstrümana sahip olsaydı! Keşke reaksiyoner değil de aksiyoner olsaydı! Başkaları onu maymuna çevireceğine, o başkalarını anayasal devlete davet edebilseydi. Sanırım bu çok daha değerli ve yurtsever bir milliyetçi hizmet olurdu.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin