Mehmet Akif neden Mısır’a gitti?

Yorum | Dr. Yüksel Nizamoğlu

27 Aralık tarihi merhum Mehmet Akif’in vefatının 82. yıldönümüydü. Akif, Milli Mücadele’nin kazanılmasında “manevi yönden” önemli bir rol oynamış ve bu gayretlerini “İstiklal Marşı” ile taçlandırmıştı.

“İslam Şairi” olarak anılan Mehmet Akif Burdur milletvekili olarak mecliste bulunmuş,  Anadolu’yu gezerek vaaz ve irşatlarıyla halkı Milli Mücadeleye davet etmişti.

“Vatan” için yaptığı bütün fedakârlıklara rağmen 1 Nisan 1923’de seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi sonrasında oluşturulan milletvekili listesinde kendisine yer verilmediğini görünce İstanbul’a dönmüştü.

Türkiye için artık yeni bir dönem başlıyor ve “tek parti iktidarının kurulması için” farklı görüşteki insanlar tasfiye edilerek “potansiyel birer suçlu gibi” değerlendiriliyordu. Akif bu sürece tahammül edemeyecek ve Mısır’da on yıldan fazla “sürgün” yaşayacaktır.

MEHMET AKİF VE SİYASET

M.Akif Osmanlı Devleti’nin son dönemindeki felaketleri yaşamış ve bunu şiirlerine yansıtmış bir şairdi. Akif’in şiirlerinde “sanat sanat içindir” anlayışı yerine toplumun yaşadığı yozlaşma ve ahlâki çöküntü geniş bir şekilde yer alıyor ve birçok şiirinde bu hissiyat bir feryada dönüşüyordu.

“Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile… 
Âdem aldatmaksa maksad, aldanan yok, nafile! 
Kaç hakiki Müslüman gördümse, hep makberdedir; 
Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir” .

Bir taraftan da ülkenin yaşadığı dram şiirlerine yansıyor ve Akif sözlerini eğip bükme ihtiyacı hissetmeden söylemeyi tercih ediyordu. Yetiştiği dönem itibarıyla Elmalılı Hamdi Yazır, Bediüzzaman gibi o da “istibdat ve Abdülhamit karşıtıydı” ve bu yaklaşımı şiirlerinde “çok ağır ifadelerle” yer alıyordu.

Akif’in Meşrutiyet döneminde dostu Fatin Gökmen aracılığıyla İttihat ve Terakki’ye de girdiği anlaşılmaktadır. Buna rağmen İttihatçıları eleştirmekten çekinmeyecek ve Balkan Harbi sırasında Enver, Talat ve Cemal Paşaları kastederek şu meşhur şiirini kaleme alacaktır.

“Üç beyinsiz kafanın derdine üç milyon halk, 
Bak nasıl doğranıyor?  Kalk, baba, kabrinden kalk. 
Diriler koşmadı imdadına sen bari yetiş… 
Arnavutluk yanıyor… Hem bu sefer pek müthiş! … 

SEBİLÜRREŞAD MECMUASI

M.Akif’in Osmanlı toplumuna ulaşma araçlarından birisi de önce “Sırat-ı Müstakim” sonra da “Sebilürreşad” adıyla yayınlanan mecmuaydı. Meşrutiyet döneminde “İslamcılık cereyanının temsilciliğini üstlenen” ve İslam dünyasının her yerinden halkı haberdar etmeye çalışan bu mecmua, Eşref Edip tarafından yayınlanıyor ve başyazarlığını Mehmet Akif yapıyordu.

Akif ve Eşref Edip başta olmak üzere Elmalılı Hamdi, Said Halim Paşa, Ali Ekrem (Bolayır), Ömer Rıza (Doğrul), Manastırlı İsmail Hakkı, İzmirli İsmail Hakkı, Babanzade Ahmet Naim gibi zengin bir yazar kadrosuna sahip olan dergi; Mısır, Balkanlar, Rusya, Çin, Afrika, İngiltere gibi çok farklı yerlerde yaşayan Müslümanlara dair yazılar yayınlamaktaydı.

Mecmua, Birinci Dünya Savaşı sırasında aynı çizgide yayın yaparken Mehmet Akif de Enver Paşa’nın isteğiyle iki uzun yolculuğa çıktı. Önce Almanya’ya giderek Almanların esir aldığı Müslüman askerlere “cihat” propagandası yapma görevini üstlendi. Daha sonra da Hicaz ve Necid’e gitti ve Reşidilerin lideri İbnürreşid ve Vehhabi liderlerle görüşmeler yaparak Arap isyanını önlemeye çalıştı.

Akif’in bu desteğine rağmen Sebilürreşad, savaş sırasındaki İttihat ve Terakki sansüründen nasibini aldı ve 1916 sonunda kapatıldıktan sonra ancak 1918’de yayınlanabildi.

AKİF MİLLİ MÜCADELEDE

Milli Mücadelenin başlamasıyla birlikte M. Kemal Paşa’nın Ankara’ya davet ettiği kişilerden birisi de Mehmet Akif’ti. Akif, Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey’le beraber zorlu bir yolculuktan sonra Ankara’ya ulaştı ve Meclis’te “milletvekili” oldu.

Akif’in bu dönemde daha çok vaaz, irşat ve mecmuaya yoğunlaştığı anlaşılmaktadır. Kastamonu, Balıkesir, Kayseri gibi Anadolu vilayetlerine giderek buralarda cami kürsüsünden halkı Milli Mücadele’ye katılmaya davet etmiştir. Milli Mücadelenin en önemli problemlerinden birisinin “asker kaçakları” olduğu düşünülürse Akif’in çabalarının önemi daha iyi anlaşılabilir.

Akif’in ikinci meşguliyeti ise Sebilürreşad mecmuası olmuş ve mecmua yayınına Ankara’da devam etmiştir. Bu sırada Akif’in yanında “mecmuanın klişelerini al, Ankara’ya gel” dediği Eşref Edip bulunmaktaydı. Hükümetin yayın organı Hâkimiyet-i Milliye gazetesi gibi Sebillüreşad’ın masraflarını da Hükümet üstlenmişti.

Mecmua zor şartlara rağmen yayınını devam ettirmiş, Türk ordusunun Sakarya’nın doğusuna çekildiği sırada Ali Şükrü Bey’in konuşmasının yer aldığı şekliyle Kayseri’de yayınlanmıştır. Mecmua askerin milli heyecanını güçlendirmek amacıyla cephelerde de dağıtılmaktaydı.

Mehmet Akif ayrıca M. Kemal Paşa’nın onayıyla Ankara’da büyük bir “İslam Kongresi” toplanması çalışmalarına katılmışsa da Ankara Hükümeti’nin politika değişikliği sonucunda bu girişimler sonuçsuz kalmıştır.

AKİF MISIR’DA

Milli Mücadele’nin kazanılması sonrasında yeni rejim “laiklik” merkezli olarak yapılandırılmaya başlamış ve buna karşı olan milletvekilleri tasfiye edilmiştir. “İstiklal Marşı” şairi Akif de 1923’de yapılan seçimlerde listeye konulmamıştır.

Bu sırada yaşanan bir hadise de Mehmet Akif’i endişeye sevk etmiş olmalıdır. Bu hadise Ali Şükrü Bey’in Topal Osman tarafından öldürülmesidir. Bunun üzerine M. Akif, İstanbul’a dönmüş, fakat bir memuriyet verilmediğinden ve emekli maaşı bağlanmadığından “altı çocuk babası olarak” ekonomik problemlerle karşı karşıya kalmıştır.

Abbas Halim Paşa’nın davetiyle 1923’den itibaren kışları Mısır’da geçiren Akif, 1925 sonlarında gittiği Mısır’dan dönmemiştir.

Akif’in bu “zorunlu sürgünü” için farklı yorumlar yapılmıştır. Hasan Ali Yücel, Agâh Sırrı Levent gibi birçok kişi inkılaplara karşı olmasından dolayı ve özellikle şapka giymek istememesi nedeniyle Mısır’a gittiği düşüncesindedir.

Hâlbuki Akif’in “zorunlu sürgününde” farklı nedenler vardır. Öncelikle Ali Şükrü Bey’in öldürülmesi Akif’i endişeye sevk etmiş, ardından Osmanlı hanedanının hepsinin yurtdışına sürgüne gönderilmesi hadisesi yaşanmış, dönemin muhalefet partisi “Terakkiperver Fırka” Şeyh Sait İsyanında etkili olduğu ileri sürülerek kapatılmıştır.

Ayrıca isyan sonrasında bazı gazetelerle birlikte Sebillüreşad’ın da kapatılarak Eşref Edip’in İstiklal Mahkemesi’nde “isyana teşvik” suçlamasıyla yargılanması da önemli bir nedendir.

Akif polis tarafından “bir suçlu gibi” takip edilmekte ve bu durum kendisini ciddi şekilde rahatsız etmektedir. Nitekim “Arkamda polis hafiyeleri gezdiriyorlar. Ben vatanını satmış ve memlekete ihanet etmiş adamlar gibi muamele görmeye tahammül edemiyorum ve işte bundan dolayı gidiyorum” demiştir.

Akif’in 1925’de bir Çanakkale Şehitleri programında  “Arnavut” kökenli olmasından dolayı tahkir edilmesi ve iktidar yanlısı Hâkimiyet-i Milliye’de kendisine hitaben “hadi sen kumda oyna” şeklinde bir yazı yayınlanması da bardağı taşıran son damlalar olmuştur.

İskilipli Atıf Hoca’nın yargılanarak idam edilmesi ve İzmir Suikastı sonrasında İzmir İstiklal Mahkemelerinde Kazım Karabekir, Rauf Bey, A. Fuat Paşa, Refet Paşa gibi Milli Mücadele liderlerinin yargılanması da Akif’in geri dönmemesinde etkili diğer nedenlerdir.

İRTİCA-906

Mehmet Akif bundan sonra 1936’ya kadar Mısır’da kalmış, fakat “muhbirler” onu yurt dışında da rahat bırakmamış, “Yüzelliliklere” benzer şekilde takip edilmiştir. Milli Mücadele yıllarında kullanılan “İslam Şairi” ifadesinin yerini de artık istihbarat raporlarında kod olarak “İrtica-906” almıştır.

Cumhuriyet Arşivi’nde yer alan dosyaya göre Akif’in gittiği yerler, görüştüğü kişiler ve konuşmaları ayrıntılı olarak Ankara’ya bildirilmiştir. Örneğin Akif’in Antakya seyahatine dair bir muhbir raporunda “İslam Şairinin Hilafet lehinde sözler söylediği, Ankara Hükümeti erkânını tenkit ettiği” belirtilmekte ve görüştüğü kişilerin isimleri verilmektedir.

Elbette bu tür bilgiler tamamen doğru değildir. Çünkü “muhbirler” genellikle raporlarında abartılı ifadeler kullanarak “ödül” beklemektedirler.

Mısır’da vatan hasretinin yanında maddi sıkıntılar da yaşayan Akif, hastalığı iyice nüksetmiş bir şekilde 1936’da yeniden Türkiye’ye dönmüş ve kısa bir süre sonra vefat etmiştir.

BEDEL

Görüldüğü gibi Akif’in Milli Mücadele’deki hizmetleri ve İstiklal Marşı’nı yazması bile “muhalif” görüldüğünde gözardı edilmiş, peşine polis takılmış ve o da çareyi ülkeyi terk etmekte bulmuştur.

Gerek Türkiye’de gerekse Mısır’da maddi imkânsızlıklar yaşayan Akif’e emekli maaşı ancak 1936 Haziranında bağlanmıştır.

Yüz yıl sonra bugün de Türkiye’de aynı durum yaşanmakta ve “muhalif olmak, iktidardan farklı düşünmek” çok ağır bedeller ödemeyi gerekmektedir. Başta sanatçılar, gazeteciler ve akademisyenler olmak üzere eğitimli kesim hedef olmakta ve bir işaretle soruşturma, gözaltı ve hapishane süreçleri başlamaktadır.

Özellikle yargının tamamen bağımsızlığını kaybetmesiyle de Mehmet Akif gibi gelecek endişesi yaşayan eğitimli kitle “sürgün” olmaktadır. Acı olansa bu tür yanlışlıklarla yaşanan “beyin göçünün” Türkiye’ye neler kaybettirdiğinin hala farkına varılmamış olmasıdır.

 

Kaynaklar: M. Coşkun, Kod Adı İrtica-906; İstanbul 2014;  A. Efe, “Sebilürreşad”, C. 36, O. Okay, E. Düzdağ, “M. Akif Ersoy”, C. 28, DİA,  M. Doğan, “Mehmet Akif”, Eyüpsultan Sempozyumu, 2003; H. Kaya, M. Akif Ersoy’un Siyasi ve Dini Fikirleri, FÜ SBE yüksek lisans tezi, 2009.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin