Kardeşliğimizin olmazsa olmazı: Muâvenet!

Yorum | Cemil Tokpınar

15 Temmuz’dan on gün sonraydı. Saçını hizmette ağartmış bir ağabeyimiz, “Mağdur olan ailelerin geçimini sağlayabilmeleri için her ay yardımda bulunacağız” dedi. O kadar duygulandım ki, birden gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Bizlere ihsan ettiği kardeşlik şuuru için Rabbime şükürler ettim.

Her şey o kadar tazeydi ki… On binlerce insan işinden, mesleğinden atılmıştı. Yıllar önce fişlenen hizmetle ilişkisi olan insanlar, yapanlar tarafından “proje” diye adlandırılan kontrollü bir darbe girişimi bahane edilerek işsiz ve aşsız kalmışlardı. Darbeyi enişteden öğrendiğini söyleyenler, kimlerin yaptığını anında bulmuşlardı! On binlerce asker, polis, öğretmen, işçi, memur özlük haklarından mahrum edilerek açlığa mahkûm edilmişti.

İşte böyle acılı bir ortamda yapılan yardımlaşmanın hedefi sadece işsiz kalanlar değildi. Haksız yere hapse girenler, zulümden kaçıp hicret edenler, malları gasp edilenler, parçalanmış aileler, gizlenmek zorunda kalanlar ve tümünün aileleri yardıma, desteğe, morale, paylaşmaya, kısaca muavenete muhtaçtı. Dolayısıyla bu zulüm süreci bir taraftan mağdur ve mazlum üretirken diğer taraftan da onlara çeşitli yollarla yardım eden ensarların meydana gelmesine zemin hazırlıyordu.

Bir anlamda Asr-ı Saadet’in küçük bir numunesini yaşıyorduk. Hani Müslüman olduğu için zulüm ve işkencelere uğrayanlara yardım eden sahabe efendilerimiz, hicret eden muhacirlerin imdadına koşan ensarlarımız vardı. Onlar öylesine muavenet kahramanı olmuşlardı ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) mümin kardeşlerinin yardımına koşan sahabeleri çok övmüş, hatta yapılan yardımların büyüklüğü karşısında “Bundan sonra yapacağı hataların hiçbirisi ona zarar vermez.” dedikleri bile olmuştu.

Muavenet niçin önemli?

Hizmet hareketinin elli yıllık geçmişine baktığımızda başta Türkiye olmak üzere bütün dünyayı hedef alan bir “ıslah projesi” olduğunu görürüz. Buna “bütün kurum ve kuruluşlarıyla insanlığın barış, kardeşlik ve saadetine adanmış bir seferberlik” de diyebiliriz.

Bütün okulların, yurtların, öğrenci evlerinin, üniversitelerin, derneklerin, vakıfların, meslek teşekküllerinin, yardım faaliyetlerinin hedefi, “insan yetiştirmek”ti.

Beş yıldır uygulanan planlı ve sistemli bir tahribat projesi, kurum ve kuruluşlarımızı gasb etti, faaliyetlerimizi engelledi; ama hamdolsun yetiştirdiğimiz insanlar hâlâ yaşıyor. Bir anlamda bağ ve bahçe tahrip edildi, ama meyveler toplumla iç içe bulunuyor. Aslında tahribatın hedefi, meyveleri de tamamen imha etmek. Ancak biz Rabbimizin buna fırsat vermeyeceğini ümit ediyor, rahmetine ve adaletine güveniyor, dualarımızla fetih ve nusret ihsan etmesi için yalvarıyoruz.

Mademki bütün çalışmaların hedefi insan yetiştirmekti ve onlar hâlâ yaşıyor, ama olağanüstü mahrumiyetler ve sıkıntılar içinde bulunuyorlar, elbette imkânı olanlara düşen en büyük görev, onlar kalıcı bir rahatlamaya kavuşuncaya kadar yardım etmektir.

İnşallah bu hizmet, tahrip edilen bütün kurumların daha güzelini kat kat yapabilir. Ancak elli yıldır yetiştirdiğimiz kaliteli insanları bir daha yetiştiremeyiz. Bir öğretmenin, akademisyenin veya doktorun yetişmesi için belki 20-30 yıl gerekir. Muâvenetle elli yılın birikimi olan yetişmiş insanlara ve ailelerine sahip çıkmak ve yardımlarına koşmak adeta elli yılın hizmetine denk bir hizmettir. Ayrıca yardımlaşma kardeşliğin, vefanın, tesanüdün gereği olduğu gibi vifak ve ittifakın devamı için de şarttır. Bu birlik ve beraberlik ise Rabbimizin rahmetini celb etmeye vesiledir.

Şimdi bire bin yazılabilir

Hizmet hareketinin büyük sıkıntılar yaşadığı, adeta hizmete sahip çıkmanın ateşten gömlek giymek gibi zor olduğu şu günlerde mağdur, mazlum ve mahrumlara yardım etmek, öyle muhteşem sevaplara ve makamlara vesiledir ki, sanki geçmiş dönemlerin bin katına bedel olabilir. Çünkü yardım edenlerin azaldığı, zulüm ve ihtiyacın zirve yaptığı bir zamanda yardıma koşmak her kişinin değil, er kişinin kârıdır.

Aslında sahabe efendilerimizi büyük eden bir sır da budur: Her türlü zorluğa göğüs gerip mallarıyla canlarıyla hakka sahip çıkmak.

Rabbimiz, birçok ayette canları ve mallarını Allah yolunda feda eden sahabeleri övmektedir.

İşte iki örnek:

“Ey iman edenler! Sizi gayet acı bir azaptan kurtaracak, üstelik size çok kârlı bir ticaret sağlayacak bir iş bildireyim mi? Allah’a ve Resulüne inanır, Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla mücahede edersiniz. Eğer bilirseniz bunu yapmak sizin için çok hayırlıdır.” (Saf Suresi:10-11)

“Allah, karşılık olarak cenneti verip müminlerden canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda mücadele ederler, öldürürler ve öldürülürler. Bu Allah’ın Tevrat’ta da, İncîl’de de, Kur’ân’da da üstlendiği gerçek bir vaaddir. Verdiği sözde Allah’tan daha sadık kim olabilir? O halde yaptığınız bu alış verişten dolayı sevinin ey müminler! Müjdeler olsun size, işte en büyük mutluluk, işte en büyük başarı! (Tevbe Suresi: 111)

Zor zamanda infakın derecesi

Öyle ümit ediyorum ki, cennetin kapıları ardına kadar açıldı. Çünkü çok zor bir zamandayız. Herkesin hizmetten kaçtığı, sebat ve sadakatle devam edenlerin ise büyük imtihanlara maruz kaldıkları bir dönem yaşıyoruz. İşte bu zor dönem hayırda ve muavenette yarışmak için altın fırsattır. Yarın herkes hizmete koştuğunda, iman ve Kur’an davası bütün dünyada gönüllere yerleştiğinde bütün servetini de versen, bugünkü yardıma denk gelmez.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) sahabeleri övdüğü bir hadiste, “Sahabelerime hakaret etmeyin! Eğer biriniz Uhud Dağı kadar altın verse, onlardan birinin bir avuç sadakasına ve onun yarısına ulaşamaz” buyurmuştur.

Niçin? Çünkü onlar zor zamanda dine sarılmışlardır. Çünkü onlar saff-ı evvel olduklarından kıyamete kadar yapılacak her hayır ve ibadetten hisse almışlardır.

Onlara arkadaş olmak istiyor muyuz? Neden istemeyelim, elli yıldır onların kahramanlık destanlarını dinleyip, “Ah onlar gibi olsak” diye ağlamıyor muyuz? Buyrun öyleyse, şimdi onlara benzemek ve kıyamete kadar olacak hizmetlerden sevap alma imkânı var.

Rabbimiz ağır şartlarda infak ve yardıma koşanların derecesinin üstün olduğunu şu ayetle belirtiyor:

“Göklerin ve yerin yegâne vârisi Allah olup, bütün mallarınız zaten O’na ait olduğu halde niçin Allah yolunda harcamıyorsunuz? Sizden, (Mekke’nin) fethinden önce infak eden ve savaşan kimse ile bunları yapmayan elbette bir olmaz. İşte onlar, bundan sonra infak edip savaşanlardan derece bakımından daha yüksektirler. Bununla beraber Allah, her birine de cennet vâd eder. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.” (Hadid Suresi, 10)

Çünkü Mekke’nin fethi, Müslümanların galibiyetinin ve zor günlerin geride kaldığının çok önemli bir göstergesidir.

Yaşadığımız zulüm süreci bittiği zaman ağır şartlar yerini bol imkânlara bırakacaktır. Elbette şimdi yapılan infak ve destek, hiçbir zamanla kıyas edilmeyecek kadar değerlidir.

Nasıl muavenet yapalım?

Önce empati yapalım. Kendimizi işsiz, mahpus, muhacir veya gaybubette birisi olarak hayal edelim. Tatil yapmak, lüks yaşamak, her türlü alış verişimizi yapmak şöyle dursun temel ihtiyaçlarımızı almakta ve zaruri faturalarımızı bile ödemekte zorlandığımızı düşünelim.

Bunu hissedebilmek için bizzat kendimiz haber almaya veya çıkan haberleri okumaya çalışalım. Önce kardeşlerimizin acısını, ıstırabını, çaresizliğini yüreğimizde hissedelim. Çocukluğumuzdan itibaren geçmişte çektiğimiz fakirlik, yokluk ve sıkıntı dönemlerini hatırlayalım.

Özellikle sosyal medyada çıkan yardım örneklerini okuyalım, paylaşalım, ağlayalım.

Elimizden geldiği kadar değil, elimizden gelmediği kadar yardım yapalım. Yani şartları zorlayalım, canımızı acıtalım, biz de mahrumiyetlere düşelim. Yoksa kardeşliğimizin ne anlamı olabilir?

Geçen yıl olağanüstü bir miktarı muavenete ayıran bir kardeşimizi duyunca göz yaşlarıma hakim olamamıştım. “Rabbim sana şükürler olsun, her şeyimizi aldılar ama işte bunu alamadılar. Kardeşliğimizi, vefamızı, birliğimizi bozamadılar” diye hamd etmiştim. Daha sonra o ağabeyimize dualar edip iş yerinde ziyaretine giderek tebrik ettim.

Muavenete ne kadar gücümüz yetiyorsa, az da olsa mutlaka verelim. Çünkü bereket olur, emsal olur, teşvik edici olur. Kendi sıkıntıda olan bazı kardeşlerimizin küçük gayretleri çoğu kimseyi gözyaşına boğdu ve teşvik etti.

Ayrıca muavenete vesile olalım. Yani duyuralım, bildirelim, teşvik edelim, aracı olalım.

Unutmayalım ki, Kur’an’da birçok ayette namazla infak yan yana zikredilmiştir.

İnfak ve muavenetten Allah ve Resulü (s.a.v.) razıdır, memnundur, hoşnuttur.

Ehl-i kalp bir arkadaşımız anlattı. Aşırı sıkıntıda olan bir kardeşimize yardıma vesile olmuş. O gece Peygamber Efendimiz (s.a.v) rüyasına girmiş. “Bir yerde yemek yiyorduk. Efendimiz (s.a.v.) teşrif edince onu da davet ettik. Sofraya geldi, çorbadan birkaç kaşık aldı ve gitti. Ben de kullandığı kaşıktaki çorbaları yaladım” diye devam etti kardeşimiz.

Tabiri içinde bir rüya. Demek ki Efendimiz yardımdan memnun olmuş, tebrik ve teşviğe gelmiş. İlginçtir ki rüyadaki eylem çorba içmek olduğu için rızık ve geçimin önemine dikkat çekmiş.

Evet, dostlar bir kere daha aşk ile şevk ile muavenete koşalım. Vesile olan kardeşlerimize de, “Yine mi?” diye bakmayalım. Tam tersine bizi muavenete harcadığımız paranın hesabından kurtarıp cennete uçmaya vesile oldukları için teşekkür ve dua edelim.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Bizde mağdur ailelerdeniz bı ülkeye sığındık devlet yardımıyla yaşıyoruz.gecen hafta baska bir ülkede eski arkadaşımız tatil için bizim ülkeye gelip tatillerini burada geçirdiler.bence bı tatil ancak bu kadar anlamlandırma bilirdi.hem morel destek olup birlikte gezip hemde sevildigimizi yanlız olmadığımızı gösterdiler.bende cocuklarimda çok sevindik çok duygulandik

  2. Allah razı olsun güzel insan Cemil ağabeyim.
    Allah razı olsun agabeylerden bizim de yardimimiza koştular bilhassa manevi sıkıntılardan kurtulmamiza vesile oldular sahabe misal ağabeyler. Önden giden atlilarin peşinde emaneti sahibine teslim ederim inşallah.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin