Kamudan tasfiyenin amacı demokrasiyi mi korumak?

AZİZ KAMİL CAN | YAZI DİZİSİ – 2

AİHM’nin ihraç nedeniyle Hamit Pişkin’in yapmış olduğu (Pişkin/Türkiye, 33399/18) başvuruda “Lustration/Arındırma” sorusunu sormasının haklı bir temeli var mıdır?

Türkiye’de 15 Temmuz sonrası 150 binden fazla kamu görevlisinin hiçbir hukuki süreç işletilmesine gerek görülmeden ihraç edilmesinin lustration veya suçlulardan temizlenme/arınma ve böylece daha demokratik ve özgür bir düzene kavuşma ile ilgisinin olmadığını anlamak için, öncelikle bu uygulamaların amacına ve ulaşılmak istenen sonuçlarına bakmak gerekir.

Demokratik bir devletin ve devleti yöneten siyasilerin karşılaşabileceği en büyük sorun şüphesiz darbe girişimleridir. Bu ve benzeri süreçler hem siyasi, hem hukuki hem de sosyolojik açıdan “olağanüstü” olarak kabul edilir. Özellikle başarısız kalkışmaların bastırılmasıyla birlikte sorumluların tespiti ve cezalandırılması ivedi olarak ulaşılmak istenen bir sonuçtur.

Ancak olayların sebep olduğu psikolojik travmayı en sağlıklı ve kalıcı olarak atlatabilmenin yolu şüphesiz yine hukuku en hassas dengeleriyle uygulamakla mümkündür. Aksi halde hukukun her hangi bir dönemde, meşru ve iyi niyetli bir amaçla da olsa, bir süreliğine askıya alınabileceğini kabul etmek, darbenin verebileceği zarardan çok daha fazlasını vermesini kabul etmek demektir.

Böylesi bir travmanın atlatılabilmesi için faillerin kim olduğunun belirlenmesi ve gerçek suçluların cezalandırılabilmesi amacıyla işletilmesi gereken hukuki bir süreç zorunludur. Elbette burada öncelikli görev yargıya ve kolluk kuvvetlerine düşer. Ancak darbenin başlamasından itibaren 3. saatte ve henüz kalkışma devam ediyorken ilk iş olarak 3 bine yakın Hakim ve Savcının gözaltına alınıp görevden el çektirilmesi, iki yıllık bir süre içinde de 150 binden fazla kamu görevlisinin benzer hukuksuz ve keyfi şekilde ihracının sağlanması niyetlerin başka olduğunu göstermiştir.

Darbenin bastırılması, zararlarının giderilmesi, demokrasiye geçiş ve hukukun üstünlüğünü sağlamaya yönelik bir süreç işletilmesi ve ülkenin yeniden huzura kavuşabilmesine dönük bir çaba yerine, ülkede tam anlamıyla bir “cadı avı” başlatılmıştır. Hükümete muhalif her görüşten insana yönelik bu cadı avı sürecinin, siyasi iradenin başında bulunan Erdoğan tarafından kabul edilmiş olması da hukuksuzluğun açık bir itirafı olmuştur.

15 Temmuz sonrası siyasi iradenin tasarrufuyla yapılan 150 bini aşan kamu görevlisinin ihracıyla ulaşılmak istenen sonuç konusunda da kesinlikle bir tenakuz söz konusudur. Anayasa’nın 2, 13 ve 15.,  AİHS’nin 15. maddesi gereğince ulaşılmak istenen sonuçla uygulanan kural/işlem arasında mutlak surette aranan unsur “orantılılık”tır.

İnsan hakları hukukçusu Kerem Altıparmak’ın da belirttiği gibi, AİHM’in kabullerine göre birçok insanın dış dünya ile ilişkilerinin geliştirilmesinde çok önemli bir yere sahip olan meslek ve iş hayatının “özel hayat” kavramının dışında tutulmasını açıklayacak makul bir gerekçe yoktur. İş hayatına getirilen kısıtlamada bu orantılılık unsurunun korunmamış olması ortaya bir hak ihlali çıkarmaktadır.

Konuya ilişkin öncü karar olan “Sidabras ve Dziautas” davasında da başvurucular, eski KGB ajanı oldukları gerekçesi ile 10 yıl süre ile çok sayıda alanda çalışma yasağı ile karşılaşmıştır. Başvurucuların tüm çalışma imkanları ortadan kalkmamakla birlikte; yasak, başvurucuların dış dünya ile ilişki geliştirme imkanlarını ciddi anlamda kısıtlamış ve hayatlarını kazanma konusunda ağır sonuçları olmuştur. Mahkemeye göre, bu durum aynı zamanda başvurucular açısından sürekli bir damgalanma durumu yaratarak, dış dünya ile sağlıklı bir ilişki kurmalarını engellemiştir. AİHM, bu durumun orantısız bir müdahale niteliği taşıdığı, başvurucular aleyhine ayrımcılığa yol açtığına karar vermiştir.

Bir başka deyişle, her ne kadar çalışma hakkı veya kamu hizmetine girme hakkı AİHS’de düzenlenmemiş olsa bile kişinin çalışma hayatına ilişkin orantısız müdahaleler, dış dünya ile sağlıklı ilişkiler geliştirmeyi engellediği için 8. maddede düzenlenen özel hayat güvencesini ve diğer kişiler karşısında ayrımcılığa uğrayan kişilerin ayrımcılığa uğramama hakkını (AİHS, md. 14) ihlal etmektedir.

Haklarında darbe teşebbüsüne iştirak suçlamasıyla soruşturma dahi açılmayan kamu görevlileri idari kararla suçlu ilan edilip ihraç edilmiştir. Burada amaçlanan istikrar ile yapılan işlem arasında çok büyük bir orantısızlığa sebebiyet verilmiş ve Anayasal güvenceler karşısında ayrımcı bir muamele ortaya çıkmıştır.

Kamudan ihraç edilerek ciddi bir ayrımcılığa maruz kalan bu insanların başka kurumlarda çalışması da yine devlet eliyle engellenmiştir. Özel sektörün de devlet ve ilgili kurumlarıyla mecburen bir ilişkisi olduğu için onlar da KHK mağduru bu insanları istihdam etmekten çekinmişlerdir. Oturdukları lojmanlardan atılan, işleri ellerinden alınan, çalışacak başka bir alan da bırakılmayan bu insanlar aileleriyle birlikte “sivil ölüme” terkedilmişlerdir. Bu durum tek başına temel insan haklarına ve Anayasal teminatlara aykırılık teşkil eder ki bunun meşru bir amaca matuf olduğu hiçbir şekilde söylenemez.

Buna göre, darbe ile ilişkisi olmayan, elektrik kesintisi nedeniyle darbeyi bile duymayan ücra bir köydeki x kamu görevlisinden bebeklere kadar 500 binden fazla insanın suçlanması, kamu görevlilerinin sistemli olarak ihraç edilmeleri ve cezaya tabi tutulmaları, bu uygulamanın amacının temel hakları korumak olmadığını, tam tersine çoğulculuk anlayışını yok ederek otoriter tek sesli bir yönetimi hedef aldığını göstermiştir.

Dolayısıyla tasfiye uygulamasının AİHM’in sorguladığı gibi lustration ile uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur.

3.BÖLÜM: HÜKÜMETİN İHRAÇLAR KONUSUNDAKİ HUKUKA AYKIRI USULLERİ

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin