Kamudan tasfiye, arındırma mı soykırım mı?

AZİZ KAMİL CAN | YAZI DİZİSİ – 1

Türkiye uzun yıllardır içinde bulunduğu hukuki problemlerle boğuşuyor. Özellikle yönetimini 16 yıldır kesintisiz sürdüren Erdoğan hükümetinin bazı bakanları ve Erdoğan’ın aile yakınları hakkında hazırlanan 2013’teki yolsuzluk soruşturmalarının ardından bu sıkıntılar olağanüstü şekilde artmıştır.

2014 yılı başından beri ve bilhassa 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrası yargının tamamen hükümetin kontrolüne girmesiyle yaşanan hak ihlalleri milyonlarca vatandaşı mağdur etmiş durumdadır. 15 Temmuz sonrasında hükümet, ülkenin genelinde olağanüstü hal ilan ederek, Anayasa’dan aldığını iddia ettiği bir yetki ile 150 binden fazla kamu görevlisini ihraç etmiştir.

Bu ihraçlar neticesinde mağdurlar değişik hak arama yollarına başvurmuşlardır. Bu yollardan birisi de AİHM olmuştur. Şu ana kadar AİHM’den adil ve içtihatlarına uygun bir karar çıkmadığı gibi, ön incelemesini yaptığı kimi dosyalardaki sorgulama kriterleri de açıkçası şaşkınlık uyandırmaktadır.

İşte bu yazı dizisinde kamudan tüm ihraçları ilgilendirecek AİHM’in yönelttiği bir sorunun varlığını ve bu sorunun sorulmasındaki haksızlığını ele alacağız.

İhraçlar nedeniyle yakın dönemde AİHM’e yapılan bir başvuruda, pek de aşina olmadığımız bir terimle karşılaştık: “Lustration (Arındırma –Tasfiye –Temizleme)”.

Pişkin/Türkiye başvurusunda AİHM, başvuranın savunması dahi alınmaya gerek görülmeden ihraç edilmiş olmasıyla ilgili yaptığı incelme ve sorgulamada diğer birçok soru arasında şu soruyu not düştü: “Biz ne hakkında konuşuyoruz, Lustration (arındırma) önlemleriyle ilgili davalar göz önüne alındığında (bkz. diğerleri arasında, Matyjek / Polonya ,Aralık, 38184/03, AİHS 2006-VII), bu hükmün cezai işlem açısından uygulanabilir olduğu düşünülebilir mi? … 6. madde uygulanabilir ise, başvuranın Sözleşme’nin 6. maddesi ile güvence altına alınan adil yargılanma hakkı ihlal edilmiş midir? Özellikle, şikayetçi bunu sürdürmede haklı mıdır?…”

Burada dikkatimizi çeken husus Lustration ölçütü olmuştur. AİHM, bu soruyu sorarak hükümetin eyleminin bir cezalandırma sonucunu doğurup doğurmadığını, temel haklar ve demokrasinin tesisine yönelik bir arındırma amacının olup olmadığını, adil yargılama hakkı ile ilgili 6. maddeye bir müdahale yapılıp yapılmadığını araştırmaya çalışmaktadır.

Fakat, AİHM’in bu sorgulaması ne kadar yerindedir? Açık bir hukuksuzluk ve soykırıma rağmen hala meşruiyeti sorulamaya matuf böyle bir araştırmaya gerek var mıdır? AİHM, nasıl oluyor da kamudan yapılan haksız devasa bir tasfiyenin meşruiyet veya masumiyet ihtimalini hala sorgulayabiliyor?

Bu ve devam edecek yazılarımızda bu soruya cevap verebilmek için öncelikle anılan “lustration” kelimesinin tarihsel çıkışına bakıp, daha sonra da AİHM’in neden yanılgı içerisinde olduğunu izah etmeye çalışacağız.

“Lustration / arındırma” politikası diye bir tarama yaptığımızda “Adalet ya da İntikam” başlıklı yabancı bir makalede, bu terimin ve ilgili davanın incelendiği görülmektedir. Makalede de belirtildiği üzere,  Orta ve Doğu Avrupa’da, 90’lı yılların başında komünist rejimlerin çöküşünden sonra, yeni bağımsız devletler güçlü demokratik sistemler yapma yolunda uzun ve zorlu bir yolculuğa başladılar.

Hızlıca ortaya çıkan sorulardan biri, komünist geçmişin travması ile başa çıkma sürecine nasıl yaklaşılacağıydı. Özellikle toplumun seçkinlerinin çoğunun eski rejimle işbirliğine girmiş olduğu gerçeği göz önüne alındığında, Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri, aynı anda toplumun siyasal ve sosyal yapılarını tamamen yeniden yapılandırırken, adalet getirme mücadelesiyle karşı karşıya kaldılar. İşte, devletlerin bu adaleti sağlamaya çalıştığı yollardan biri de “arındırma” süreçleriydi. Bu kavram esas olarak post-kamusal yaşam bağlamında kullanılmaktadır. Komünist Orta ve Doğu Avrupa’da egemenliği çok geniş bir şekilde tanımlamak için, eski bir rejimin yetkililerini ve işbirlikçilerini, devrimci bir hükümet değişikliğinden sonra bir ülkedeki kamu nüfuzu konumundan uzaklaştıran bir önlem olarak düşünülmüştür.

İşte bu amaçla içlerinde Polonya’nın da bulunduğu bazı devletler “arındırma” süreci için bazı yasalar kabul ettiler. Polonya’nın bu amaçla hazırlanan ilk yasası 1997’ye kadar kabul edilmedi. Bu yasa, eski komünist totaliter sistemlerin mirasını ortadan kaldırmak için alınacak önlemlerle ilgili olarak, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) tarafından kabul edilen 1096 sayılı Karar ile uyumlu oldu. Avrupa Konseyi Parlamenterleri, kararlarında “barış içinde birlikte yaşamanın ve başarılı bir geçiş sürecinin anahtarının intikam almaksızın adalet sağlamanın hassas dengesini sağlamada” olduğunu belirttiler.

Her ne kadar bu uyarılar ve sınırlar doğrultusunda bir yasa çalışması yapılmış ise de, AİHM tarafından, sahadaki uygulamaların temel insan haklarını ihlal ettiği tespit edildi (Matyjek/Polonya-2006).  2007’de düzenlenen yeni tasarı, Polonya’daki arındırma sürecini önemli ölçüde değiştirdi. Ancak bu kez de çok sayıda meslek grubunun kanun kapsamına alınmasıyla kapsam genişletildi. Yasa kapsamına gazeteciler, akademisyenler gibi birçok meslek kategorisinin dahil edilmesi, yasaların demokrasinin temelini oluşturan konuşma özgürlüğünü tehdit ettiği iddiasına yol açtı ve sonunda, yasanın birçok hükmü Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi.

Dolayısı ile uzun yıllar süren ve rejim eliyle meydana gelen sistemli insan hakları ihlallerinden sonra, AKPM’nin de üzerinde durduğu üzere, demokrasiye geçiş ve hukukun üstünlüğünü sağlamaya yönelik bir uygulama amacıyla tüm hukuki kriterlere uymak şartıyla böyle bir girişimde bulunulması meşru görülmüş olabilir. Ama hukuktan sapıldığı noktadan da ihlaller söz konusu olmuş ve AİHM veya yerel mahkemeler bu ihlalleri gidermişlerdir.

Doğu bloku ülkeleri için AİHM “lustration”u tartışırken bile ihlaller tespit ederek bu ülkeleri mahkum etmesine rağmen aynı ilkeyi Türkiye için de tartışmaya açması ne kadar yerindedir? Türkiye’deki ihraçlar konusunda yapılan başvuruda AİHM’in bir “arındırma” sorgulamasına girmesi, haklı bir değerlendirme midir?

Bu soruyu AİHM şimdilik sorsa da eninde sonunda Türkiye uygulamasının farklı olduğunu, ihraçların temel hak ve özgürlükleri veya demokrasiyi sağlama ile ilgisi olmadığını anlayacaktır. Hükümetin niyet ve uygulamalarına bakıldığında AİHM’in neden bu soruyu sormakta hatalı olduğunu görebiliriz.

2.BÖLÜM: AİHM’in yanılma nedenleri?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin