İyi ki doğdun mu?

YORUM | FATMA BETÜL MERİÇ

“On derviş, bir kilimde uyurken, iki padişah bir dünyaya sığmaz.”

                                                                                Sadi-i Şirazi

Doğum ve ölüm. Birinin kutlaması, diğerinin merasimi var.

Birinin sevinci, diğerinin hüznü.

Birinin mutluluğu, diğerinin gözyaşı var.

Birinin varlığı diğerinin yokluğu hasılı.

Herkesten ve her şeyden  habersiz doğanların/ ölenlerin olduğu bir dünya. Herkese ve her yere doğum gününün haberini ulaştıran zalimlerin olduğu bir dünya aynı zamanda.

Bıçağın iki yüzü. Madalyonun bu tarafında her şey güzel hala.

Dünyaya  gözlerini yeni açmış, sıcacık teni, henüz 25-30 cm öteyi göremeyen gözleri ile, kucağında bir melek olduğu halde zindana düşmeyenler; kutlayabilir doğum günlerini törenlerle.

Bir yerden başka bir yere giderken durdurmadıkları konvoylarını, aksattıkları trafiği durdurabilirler kendi doğum günü pastasını kesmek için.

Doğum günleri kutlanmalıdır onların, kaç yaşlarına gelirse gelsin.

Değil mi ki, doğmuş ve şereflendirmişlerdir(!) dünyayı.

Öyleyse, bir havalimanına toplayıp da tüm güç avcısı, el etek öpmeyi seven sözde sanatçıları; bir merasim ile kutlanmalıdır o gün.

Kutsanır doğumu, ülkelerine rahmet olarak gördükleri reislerinin.

Tanzim kuyruklarında, pazar bitimlerinde kalan sebze meyve artıklarında doyurmaya uğraşsalar da karınlarını, gözleri kördür onların.

Kulakları işitmez hiçbir acı feryadı.

Daha düne kadar, sevgiyle övgüyle söz ettikleri beyefendilerin, hanımefendilerin zindana atılmaları dokunmaz onlara. Kapılarının önüne her seçim öncesinde gelen kilolarca makarna ile kömür dağları örtmüştür görüş mesafelerini çünkü. Gözleri körleşince kalplerinin katılaşmasını da hissedemez olmuşlardır.

Sokak röportajlarında, yöneltilen her mikrofonda, sevgilerini ifade etmekten çekinmezler onları idare edene. Ömrümüzden alsın ona versin, diye dualar ederler karanlık bir devri resmedercesine.

Şiir okuduğu için hapse düşen liderlerinin, hayatlarını en içten bir şiir kafiyesi gibi yaşayan masumları niçin zindanlara attığını düşünmezler de.

Hayatı boyunca okumuş olduğu şiirlerle bir tören hazırlar, kutlarlar şairleri/yazarları eli kalem tutanlarını tutsak edenin doğum gününü.

Korkunun çocuğu, gücün oyuncağı olmuş, hoyrat hayatlarında yapmadıkları şeylerin, tutmadıkları sözlerin aksine imaj çizmeye o kadar alışmışlardır ki; bir de video hazırlarlar doğum gününü her mecrada kutlamış olmak için. Hayatlarına  Hak aşığı hakikat yolcusu bir kimsenin yoklukla sınanmış hikayesi düşmemiş kimseler; hakkı savunmak ve adaletli davranmak semtlerini çoktan terk etmemiş gibi büyük büyük laflar ederler.

İnsanları etkilemede, algı yönetmede, kitleleri manipüle etmede üstüne olmayanlar; çağrı filminden görüntüler ekler, yücelttikçe yücelttikleri tek düze afili sözlerle  bir daha kutlarlar o kutlu(!) günü.

Liderlerinin doğum gününü.

***

Ey bugün güç kimdeyse ona yaklaşıp, Hak’tan uzaklaşanlar!

Ey kınadıkları kimselerin masumiyetine bakmayıp, kendilerini kınadıklarından daha aşağı mevkide bulacak olanlar!

Ey günün adamları ve kadınları! Yanlışa doğru, haksıza haklı diyen masumiyet fukaraları!

Ey ölmüş vicdanlarının, sönmüş kalplerinin ceset taşıyıcıları!

Bugün var ve fakat yarın yok olacaklarını unutanlar Ey!

Coğrafyamızda, kendi topraklarımızda belki.  Belki sınırları bambaşka çizilen ülkelerden birinde. Minicik siyah üzüm taneleri gibi gözleri ile anneciğine bakan yavrusu kucağında. Yiyecek hiçbir şeyi bulunmayan. Sütü kesilmiş. Daha kendisi de bir çocukken anne olmuş. Gözleri fotoğrafın objektifinde değil ama. Öyle derin ki gözleri. İçinde acılar, kırıklar, yokluklar var.

Fotoğrafın en can alıcı yeri bu değil ki. Bir eli yavrusunu kucaklamış haldeyken, diğer elinin işaret parmağı ağızında yavrunun. Acıkan yavrusuna, yiyecek bir şey bulamadığından, parmağını emdiren bir anne.

O, annenin de doğum günü kutlu olsun mu? Peki o yavru, iyi ki doğdu mu?

***

Cezavinden yeni çıkan bir gazeteci anlatıyor. İçerde, diyor çocuklar var. Hiç ağaç görmeden, çiçek nedir bilmeden büyüyen çocuklar. Bir park kaydırağından hiç kaymamış, salıncakta göklere doğru hayellere dalmamış, koşturmamış yemyeşil otlar,çiçekler  ve böcekler arasında.

Hayatı dört duvar, soğuk betondan ibaret sanan çocuklar. Bu çocuklara biz, dışarıyı anlatırdık, tekrar anlatırdık, yoruluncaya kadar anlattırır ve şaşırırlardı diyor.

Kırkını içerde bir dervişin kırk günlük çilesini doldurduğu gibi dolduran bebekler.  Oyuncak yüzü görmeyen, soğuk zeminde emekleyen, yürüyen. Konuşmayı zindanda öğrenen çocuklar onlar.

Sabah akşam sayımlarda anneleri ile beraber sayılan.

Uyuyorlarsa o vakitlerde, mutlaka uyandırılıp kontrol altında tutulması lazım gelen.

İlk kelimeleri “anne”, “baba”dan sonra “avlu” olan.

Hayatlarının en büyük şaşkınlığını, masmavi gökyüzünü, bazen kendileri gibi kanadı kırık kuşları tek görebildikleri yer o avludan ibaret değil mi?

O avlu dizilerde anlatıldığı gibi de değil üstelik.

Günlerin gecelere, gecelerin yeni günlere merhabalar ulaştırdığı zamanlarda. Kimselere etmezken onlar şikayet; bir şikayet, asılsız bir ihbarla zindana atılan. Damla damla sabır yudumlayan, ‘vardır bunda da bir hayır’ diyen annelerin, gül yüzlü bebeklerin/çocukların  doğum günleri kutlu olsun mu?

***

İnsan kazanmakken tek istekleri, ve insan yetiştirmekken tek bildikleri.

Şehrin karanlık sokaklarında yitip gitmesinler.

Kötü alışkanlık edinip hayatlarını heba etmesinler.

Ellerinden tutanları olsun. Bir de arkalarından bakanları.

Sahip çıkılsın hasılı.

Alışmasın çalmaya, alışsın çalışmaya diye çok dua ettikleri.

Gözyaşlarını bir mühür gibi dualarına ekledikleri.

İsimleri kimi zaman Emin olmuş, kimi zaman Ahmet olmuş ne fark eder ki!

Suretleri değil onları bu yolda kavuşturan siretleri.

Ayşeler de bir bu yolda, Ömerler de…

Yeter ki, yitip gitmesin gençlerimiz sahte mutlulukların karanlık kuytularında.

“Biz yok oluyoruz, gençler yok oluyor, olmasın Emin abi, yok olmayalım. Bizi topluma kazandırın, yaşamak istiyoruz” diyen çocukların peşlerine düşen hamileriydi.

Askerdi, polisti, öğretmendi, öğrenciydi, esnaftı, işçiydi, memurdu, ev hanımıydı. Anneydi, babaydı, kardeşti.

Bir muktedir gelip topyekün zindana attı bu ışık saçan, iyilik süvarilerini.

O videoda “yok olmayalım” diye feryad eden  çocuk da, yakın zamanda intihar etti. Yok şimdi.

İşinden, eşinden, yurdundan yuvasından, evinden, evladından ayırıp, hürriyetlerini gasp ettiğiniz; üzerlerine atmak istediğiniz iftiraları da kendi dilinizle itiraf ettiğiniz kahramanların da, doğum günleri kutlu olsun mu?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin