İslâm’a göre devlet başkanının ve yöneticilerin özellikleri nelerdir?

YORUM | Dr. YÜKSEL ÇAYIROĞLU

İslâm, bütün zaman, mekân ve kültürlere hitap edebilecek evrensel ve esnek bir yapıya sahip olması sebebiyle Müslümanların nasıl bir siyasi organizasyon kuracaklarıyla ilgili detaylı hükümler koymamış; bu konuda temel bir kısım ilke ve prensipler vaz etmekle yetinerek meselenin detayını akla, tecrübeye, şartlara ve zamana bırakmıştır. Dolayısıyla konuyla ilgili çalışma yapan İslâm fakihleri de belirli bir devlet şekli ve yönetim biçimi üzerinde durmamış; daha ziyade devlet başkanının (imam/halife) seçilmesi, azledilmesi, hakları, vazifeleri ve özellikle de sahip olması gereken vasıflar üzerinde yoğunlaşmışlardır. Ahkam-ı Sultaniye ve Siyasetname literatürünün yanı sıra İslâm ahlâkına dair yazılmış kitaplarda da titizlikle ve ayrıntılı olarak başta devlet başkanı olmak üzere yöneticilerin taşıması gereken vasıflar üzerinde durulmuştur.

Elbette halkı idare etmek, ülkeyi yönetmek ve adaleti tesis etmekle vazifeli olan ve aynı zamanda büyük güç ve imkânları ellerinde tutan yöneticilerin bu vazifelerini hakkıyla eda edebilmeleri için sıradan insanlardan farklı olarak üstün bir kısım kabiliyet ve vasıflara sahip olmaları gerekecektir. Bu yazımızda konuyla ilgili âyet ve hadisleri temel almak ve bu alanda yazılmış eserlerden faydalanmak suretiyle İslâm kültüründe yöneticilerin özellikleriyle ilgili ortaya konulan şartların neler olduğu üzerinde duracağız. Bunların bir kısmının “asgarî gereklilik şartları”, bir kısmının ise “efdaliyet şartları” olduğu unutulmamalıdır.

1- Ehliyet ve Liyakat

Hiç şüphesiz işlerin ehil kimselere tevdi edilmesi, İslâm’ın yönetimle ilgili üzerinde durduğu en temel ilkelerden birisidir. Nisa sûresinde yer alan, “Allah size emanetleri ehline vermenizi emreder.” (4/58) âyeti her türlü kamusal vazifenin dağıtımıyla ilgili umumî bir disiplin koymuştur. Bu disipline riayet edilmemesinin yol açacağı felâketi anlatma adına Allah Resûlü (s.a.s) bir gün ashabına, “Emanet zayi edildiği zaman kıyameti bekleyin!” demiş, daha sonra sorulan soru üzerine emanetin nasıl zayi edileceğini ise, “İşlerin ehil olmayan kimselere verilmesi” şeklinde açıklamıştır. (Buharî, İlim 2)

Müslim’de geçen şu hadis ise yönetim işini üzerine alan liyakatsiz yöneticileri, ahirette nasıl bir ceza beklediğini haber vermektedir: “Bu yöneticilik bir emanettir. Gerçekten de kıyamet gününde o bir utanç ve pişmanlık vesilesidir. Yalnız onu hakkı ile alan ve onun sorumluluklarını yerine getirenler müstesna.” (Müslim, İmaret 16)

Kısaca ehliyet ve liyakat, yöneticinin, sorumluluklarını, vazifelerini ve üstlendiği görevin gerektirdiği işleri başarıyla yerine getirebilecek yeterliliğe sahip olması demektir. Biraz daha açacak olursak başta devlet başkanı olmak üzere bütün yöneticilerin, sorumluluğu altına girdikleri vazifelerini hakkıyla eda edebilecek bilgi ve donanıma, yönetimi altında bulunan kimselerin haklarını muhafaza edip ihtiyaçlarını görebilecek güç ve kabiliyete, hak ve adaleti ayakta tutabilecek niyet ve azme, arkasına aldıkları insanları sevk ve idare edebilecek liderlik hususiyetlerine sahip bulunmaları gerekir.

İmam Cüveyni, devlet başkanı için en önemli vasfın kifayet (yeterlilik, ehliyet) olduğunu ifade etmiş, diğer vasıfların ise kifayetin tamamlanması ve eksiklerinin giderilmesi mesabesinde bulunduğunu belirtmiştir. (Cüveynî, Gıyâsu’l-ümem, s. 315)

2- Sorumluluk Bilinci

Bilindiği üzere yöneticilik, çok geniş yetki ve hakları da beraberinde getiren bir konumdur. Ne var ki bu yetki ve haklar, vazife ve sorumluluklarla dengelenmediği takdirde pek çok suiistimali ve yozlaşmayı da beraberinde getirecektir. Bu da bir süre sonra yöneticileri despot ve zorba yapacaktır. İşte bu sebepledir ki İslâm, yetki ve haklardan ziyade sorumlulukları öne çıkarmış ve yöneticilere sürekli ağır mesuliyetlerini hatırlatmıştır.

Bu konuda meşhur olan bir hadislerinde Efendimiz (s.a.s) yöneticilerin sorumluluğunu şu temsille anlatmıştır: “Hepiniz tıpkı bir çoban gibisiniz ve hepiniz sorumluluğunuz altındakilerden mesulsünüz. Yönetici de tıpkı bir çoban gibi idaresi altındakilerden sorumludur.” (Buharî, Ahkâm, 1; Müslim, İmaret 20) “Çoban” olarak tercüme edilen kelimenin aslı “râî” dir. Bunun manası ise görüp gözeten, koruyup kollayan demektir. Çobana râî denmesinin sebebi de her yönüyle güttüğü hayvanlardan sorumlu olmasıdır. Bu tür metafor ve temsillerde lafzî manadan ziyade anlatılmak istenen hakikî mana önemlidir. Söz konusu hadis de beliğ, cami ve mükemmel bir temsille yöneticilerin yönetimleri altındaki şahıslara karşı sorumluluklarına dikkat çekmekte ve onların keyiflerince hareket edemeyeceklerini vurgulamaktadır. Konuyla ilgili rivayet edilen, “Allah Teâlâ idareleri altındakilerin hukukunu yöneticilerden soracaktır.” (Buharî, Enbiya 50; Müslim, İmaret 44) şeklindeki hadiste de sorumluluğun uhrevî boyutuna dikkat çekilmiştir.

Mehmet Akif’in şiirleştirdiği Hz. Ömer’in şu sözleri bu konudaki sorumluluk duygusunun en mükemmel misalini ortaya koymaktadır: “Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu, Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer’den onu!”

İdaredeki mükemmelliği sebebiyle beşinci halife olarak kabul edilen Ömer b. Abdülaziz de hilafeti boyunca gündüzleri insanların ihtiyaçlarıyla meşgul olmuş, gecelerini de sabahlara kadar gözyaşıyla, duayla ve ibadetle geçirmiştir. Onun bu durumuna şahit olan zevcesinin kendisini niye bu kadar zorladığını ve yorduğunu sorması üzerine  ise o; gariplerin, muhtaçların, fakirlerin, esirlerin, mazlum ve mağdurların ve daha başka kimselerin durumlarından ötürü Allah’ın kendisini hesaba çekeceğinden, Allah Resûlü’nün de onlarla ilgili kendisi hakkında davacı olacağından korktuğunu belirtmiş, bu yüzden de Allah katında bir özrünün kalmaması ve Allah Resûlü’nün de kendisi aleyhine bir delil ikame etmemesi için bunları yaptığını ifade etmiştir. (Ebu Yusuf, Kitabu’l-harac, s. 26)

3- Adalet

Tek kelimeyle yöneticilerin vazifesinin ne olduğu sorulsaydı, muhtemelen bu soruya “adaleti sağlamak” şeklinde cevap verilirdi. Nitekim Kur’ân ve Sünnet’te de yönetimle ilgili en fazla üzerinde durulan ilke, adalettir. “Ey Davud, Biz seni ülkede hükümdar yaptık, öyleyse sen de insanlar arasında adaletle hükmet. Keyfine uyma ki seni Allah yolundan saptırmasın.” (Sâd sûresi, 38/26) âyeti de yönetimin en mühim gereğinin adalet olduğunu göstermektedir. Fakat kendisi âdil olmayan bir kimseden adalet beklenemeyeceği aşikardır.

Yöneticinin adil olup olmaması doğrudan yönetilenleri de etkileyeceğinden Peygamber Efendimiz (s.a.s), “Adalet güzeldir. Fakat idarecilerde olursa daha güzeldir.” (Deylemî, Müsned, 3/92) buyurmuştur. Ahiret gününde arşın altında (zıllullah) gölgelenecek yedi grup insan sayılırken de ilk sırada “adil imam” zikredilmiştir. (Buharî, Ezan 36; Müslim, Zekât 91) Peygamberimiz başka bir hadislerinde ise kıyamet gününde Allah’a en sevimli ve yakın olan kimsenin adil imam, O’na en sevimsiz ve uzak olanın ise zalim imam olduğunu bildirmiştir. (Tirmizî, Ahkâm 4)

Diğer bir rivayette ise Efendimiz (s.a.s) ahirette yönetici için en büyük kurtuluş vesilesinin adalet olduğunu şu sözleriyle izah etmiştir: “On kişinin yöneticisi de olsa, kişi kıyamet günü elleri boynuna bağlı olarak getirilir. Ya bağını adalet çözer veya zulüm onu helâk eder.” (Ahmed b. Hanbel, 5/284)

Maverdi adaleti şu şekilde tarif etmiştir: Adalet, kişinin doğru sözlü, emanette emin, haramlardan kaçınan, günahlardan sakınan, şüphelerden uzak duran, hem sakin hem de öfkeli olduğu durumlarda itidalini koruyan, gerek din gerekse dünya işlerinde şahsiyet ve mürüvvetini muhafaza eden kişidir. Maverdi’ye göre bu şartları haiz olan kimsenin şahitliği kabul edilir ve yöneticiliği de sahih olur. Bu şartlardan birini kaybeden kişi şahitlikten ve yöneticilikten men edilir. Zira onun sözü dinlenmez ve hükmü geçerli olmaz. (Maverdî, Ahkâmu’s-sultaniye, s. 112)

Adaletin zıddı, fısk ve zulümdür. Buna göre adaletini kaybeden bir kimse fasık ve zalim olarak isimlendirilir. Kur’ân’da Allah, Hz. İbrahim’i insanlara önder (imam) yapacağını zikretmiş, Hz. İbrahim neslinden de önderler çıkarmasını talep etmiş; fakat Allah “Benim sözüm zalimleri kapsamaz.” buyurmuştur. (Bakara sûresi, 2/124) Elmalılı, bu âyeti şu şekilde yorumlamıştır: “Allah, burada zalimlerin böyle bir imkândan kesinlikle mahrum olacaklarını ve imametin adillerin hakkı olduğunu bildirdi. Bu âyet zalimin imamete ehil olmadığına ve başta adil olup sonradan zulüm yaparsa imametten azledilmesinin vacip olduğuna delildir. Harf-i ta’rif almış cemi isimlerin manası âmm olduğu için, “ez-zâlimîn” ifadesi kıyamete kadar gelecek tüm zalimleri kapsar.” (Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, 1/492)

İmam Cüveynî, adalet yerine takva ve vera kavramlarını kullanmış, bunlardan yoksun olan fasık kimsenin tek bir kuruş hakkındaki şehadetine bile güvenilemeyeceğini ve ona kendi oğlunun mallarının dahi teslim edilemeyeceğini vurguladıktan sonra, Allah’tan korkmayan böyle bir kişinin nasıl olup da bütün Müslümanların işlerini üzerine alabileceğini sorgulamıştır. Ona göre aklı, arzularına ve nefs-i emmrasine karşı koyamayan, re’yi kendisini bile idare etmeye yetmeyen böyle bir kişinin, Müslümanları idare edebilmesi mümkün değildir. (Cüveynî, Gıyâsu’l-ümem, s. 88, 311)

4- İlim

Ulemanın ilim sahibi olmaktan kastettikleri yöneticinin daha ziyade dinî ilimler alanında yeterli bilgiye sahip olmasıdır. Hatta âlimlerin önemli bir kısmı devlet başkanının müçtehit olmasını, yani doğrudan naslardan hüküm çıkarabilecek ilmî yeterliliğe sahip bulunmasını şart koşmuşlardır. Bazıları bunu efdaliyet şartı olarak zikretmiş, bazıları da müçtehit bulunmadığı takdirde daha alt seviyedeki insanların da bu göreve gelmesini tecviz etmiştir.

Günümüz şartları açısından meseleye bakılacak olursa ilmin sadece dinî ilimlere hasredilmesi meseleyi daraltmak demektir. Yöneticinin dinî ilimlerde bilgi sahibi olması çok önemli olsa da, bunun yanında mutlaka siyaset, ekonomi, sosyoloji, hukuk, uluslararası ilişkiler gibi alanlarda da üstlendiği görevini kusursuz bir şekilde yerine getirecek ölçüde bilgi sahibi olması gerekecektir. Devlet başkanının özellikle idare ve yönetim işini iyi bilmesi çok önemlidir.

Hz. Davud, Allah’ın, İsrailoğullarına hükümdar olarak Talut’u tayin ettiğini haber verince onlar bu duruma şaşırmış ve kendilerinin bu işe daha layık olduğunu iddia etmişlerdi. Bu itirazlarına gerekçe olarak da Talut’un mal ve servetinin azlığını ileri sürmüşlerdi. Ne var ki Peygamberleri Talut’un onlar üzerine hükümdar seçilmesinin gerekçesi olarak Allah’ın ona geniş bir ilim ve sağlam bir vücut vermesini göstermiştir. (Bakara sûresi, 2/247) Bu âyet-i kerime, devlet başkanlığı için soyun veya maddî zenginliğin değil, ilmî ve bedenî yeterliliğin öncelikli olduğunu göstermektedir.

Aynı şekilde Hz. Yusuf, kendi döneminin melikine karşı, “Beni ülkenin hazine işlerinden sorumlu bakan olarak görevlendir.” şeklinde bir talepte bulunduktan sonra, bu işe liyakatini de “Çünkü ben malları iyi korur (hafîz), işletme ve yönetimi iyi bilirim (alîm).” (Yusuf sûresi, 12/55) sözleriyle ortaya koymuştur. Aynı şekilde Hz. Süleyman, Hak Teâlâ’dan kendisinden sonra hiçbir kimseye nasip olmayacak bir hükümranlık talep etmiş (Sâd sûresi, 38/35), başka bir âyet-i kerimede kendisine peygamberlikle birlikte muhakeme gücü/hikmet ve ilim verildiği bildirilmiştir. (Enbiya sûresi, 21/79)

Halifelik (devlet başkanlığı) makamına gelecek kişide dört şartın aranacağını ifade eden İbn Haldun, ilk olarak ilmi saymış, ardından da adalet, ehliyet, duyu ve organların sağlam olması şartlarını eklemiştir. (İbn Haldun, Mukaddime, 1/273)

Farabi ve İbn Rüşd gibi ahlak ve siyaset felsefecileri de devlet başkanının sahip olması gereken vasıfları sayarken ısrarla bilgi ve hikmet üzerinde durmuşlardır. Onlar üzerinde Eflatun’un devlet başkanının filozof olması gerektiği şeklindeki görüşünün de etkisi olmuştur. Zira filozof, hakikat peşinde koşan, bilgi ve hikmeti en yüce gaye edinen ve eşyayı gerçek mahiyetiyle bilmeye çalışan kimse demektir. Nitekim devlet başkanının özelliklerini sayan İbn Rüşd ilk olarak onun fıtraten nazarî ilimlere meyilli olması gerektiğini zikretmiş, ardında da güçlü bir hafıza, sağlam bir idrak ve anlayış, ilme ve ilmin farklı branşlarını tahsil etmeye karşı istekli olma gibi vasıflara yer vermiştir. (İbn Rüşd, Telhîsu’s-siyâse, s. 140)

5- Halkın Güven ve Sevgisine Mazhar Olma

Bu konuda Hz. Ömer’in rivayet etmiş olduğu şu hadis-i şerif çok önemlidir: “Yöneticilerinizin en hayırlıları sizlerin sevgisine mazhar olanlar ve sizleri sevenlerdir. Siz onlara hayır duada bulunursunuz, onlar da size. Yöneticilerinizin en kötüleri ise sizin kin ve nefret ettikleriniz ve sizden nefret edenlerdir. Siz onlara lânet edersiniz, onlar da size.” (Müslim, İmare 17; Tirmizi, Fiten 77)

Kur’ân-ı Kerim’in anlattığına göre Hz. Musa, Hz. Şuayb’ın (a.s) kızlarına hayvanlarını sulamaları konusunda yardım ettikten sonra onlardan birisi babalarına Hz. Musa’yı işçi olarak tutmasını tavsiye eder ve gerekçe olarak da onun güçlü ve güvenilir (kaviyyün emîn) olmasını zikreder. (Kasas sûresi, 28/26) Aynı şekilde hükümdar Hz. Yusuf’la ilgili, “Onu bana getirin, onu kendime özel danışman edineyim.” dedikten sonra onun itibarlı ve güvenilir (mekînun emîn) birisi olduğuna dikkat çeker. (Yusuf sûresi, 12/54) Bu âyet-i kerimelerin amir veya memur olacak kimselerin taşımaları gereken en önemli vasıf olarak güvenilir olmayı öne çıkardıklarında şüphe yoktur.

Ayrıca Kur’ân-ı Kerim’de pek çok âyet-i kerimede peygamberlerin güvenilir ve emin birer elçi oldukları üzerinde durulmuştur. Güven kazanmanın yolu ise özüyle sözüyle dosdoğru olmaktan, vefalı davranmaktan, sözüne sadık kalmaktan, şeffaf olmaktan ve asla aldatmamaktan geçer. Devlet başkanı için özellikle doğru sözlü olma çok önemlidir. İbn Rüşd de devlet başkanının önemli bir özelliği olarak doğruyu ve doğruları sevmesini, yalandan ise nefret etmesini saymıştır. Zira ona göre sıdkı seven hakkı sever, hakkı seven ise yalan söylemez. (İbn Rüşd, Telhîsu’s-siyâse, s. 140)

Allah Resûlü’nün şu hadisi de devlet başkanı için doğruluğun ne kadar hayatî olduğunu göstermektedir: “Üç kişi vardır ki Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz, onları temize çıkarmaz. Onlar için acı verici bir azap vardır. Bunlar zina yapan yaşlı, yalan söyleyen devlet başkanı ve kibirlenen fakirdir.” (Müslim, İman 171)

Güven ve itimat beraberinde sevgiyi de getirecektir. Kendisine karşı güven duyulmayan insanların ise sevilmeleri mümkün değildir. Halk ile arasında güven ve sevgi köprüleri kuramamış, dolayısıyla da halkın desteğini arkasına alamamış yöneticilerin vazifelerini hakkıyla yerine getirmeleri mümkün değildir.

Devletin selameti ve halkın huzuru adına devlet başkanının halk nazarında güvenilir bir kişi olması çok önemli olduğu gibi, onun halkına güvenmesi de çok önemlidir. Peygamber Efendimiz, “Yönetici insanlar hakkında şüpheye düşerse (yani onlar hakkında suizanna girer ve onları töhmet altında bırakırsa) onları ifsat eder.” (Ebû Dâvud, Edeb 44) buyurmuştur. Hz. Muaviye’ye hitaben söylediği diğer bir hadis ise şöyledir: “Eğer insanların ayıplarını ve gizli hâllerini araştırırsan, onları ifsat edersin.” (Ebû Dâvud, Edeb 44) Bu hadislerde devlet başkanının halkını potansiyel suçlu gibi görmesi, onlar hakkında tecessüste bulunması, yani onların gizli ve mahrem hayatlarını araştırması yasaklanmıştır.

6- Yüksek Ahlâkî Vasıflara Sahip Olma

İbnu’l-Mukaffa, Gazzâli, Mevlânâ, Maverdî, İbn Rüşd, Ebu Bekir er-Razî ve Farabî gibi İslam ahlâkına ve İslâm felsefesine dair eser kaleme alan âlimler, yöneticilerin normal insanların ötesinde bir kısım erdem ve faziletlere sahip olmaları gerektiği üzerinde durmuş ve onların ne tür ahlâkî vasıflara sahip olmaları gerektiğini açıklamışlardır. Zira ahlâksız, şahsiyetsiz, riyakâr ve düşük kimseler devlet başkanı veya idareci olduklarında bulundukları konumu hakkıyla temsil edemeyecek ve çevrelerine zarar vereceklerdir. Söz konusu eserlerde yöneticilerin ahlâklı olmasına dair uzun tavsiyelere yer verilmiş olsa da biz burada önemli gördüğümüz birkaç vasıf üzerinde duracağız.

Hiç şüphesiz devlet başkanının sahip olması gereken en önemli ahlâkî meziyetlerden birisi tevazu ve alçakgönüllülüktür. Korkudan karşısında titreyen bir kişiye, “Korkma rahat ol. Ben kral değilim. Ben ancak kuru et yiyen bir kadının oğluyum.” (İbn Mâce, Et’ime 30) diyen Allah Resûlü, bu konuda örnek alınması gereken en güzel kudve-i hasenedir.

Amr b. As’ın Mısır’da yaptırdığı mescide minber koyduğunu öğrenen Hz. Ömer’in ona karşı söylediği şu sözler de yöneticileri halka karşı üstünlük taslamaktan menetmeye yöneliktir: “Bir minber yaptırarak Müslümanların boyunlarının üzerinde yükseldiğin haberini işittim. Sana onların önünde ayakta durman yetmiyor mu ki onları ayaklarının altına  alıyorsun. Kesin olarak o minberi kırmanı emrediyorum.” (İbn Haldun, Mukaddime, 1/358)

Yöneticilerin sahip olduğu makamlar, ellerinde tuttukları güç ve iktidar, insanların gösterdikleri ilgi ve alaka gibi faktörler potansiyel birer kibir ve gurur sebebidir. Nitekim bunlara aldanan Firavun, “Sizin en yüce Rabbiniz benim!” (Nâziât sûresi, 79/24) deme cüretini göstermiştir. Bunun farkında olan Allah dostları ve âlimler, yöneticilerin firavunlaşmaması adına sürekli onlara mütevazi olmalarını tavsiye etmişler; ellerinde tuttukları makam ve mevkilerin geçici olduğunu ve sahip oldukları bütün imkânların bir gün tek tek hesabının sorulacağını hatırlatmışlardır. Zira egoizm bataklığına saplanan ve nefsine müptela olan bir yönetici, kendi hesaplarıyla meşgul olmaktan ve kendi istikbalini düşünmekten bir türlü halkının maslahatlarını düşünmeye fırsat bulamayacaktır.

Bu konuda sıklıkla üzerinde durulan diğer bir ahlâkî meziyet ise yöneticilerin israf ve lüksten uzak durmaları, nefsanî haz ve lezzetlere düşkün olmamalarıdır. Mal, makam ve şöhret sevgisi bütün kalbini kaplayan bir yönetici ancak saraylarla, mükellef sofralarla, şatafatlı eşyalarla, lüks arabalarla/uçaklarla müteselli olacak; bütün bunların elde edilmesi uğruna da milletin malını har vurup harman savuracaktır. Ebu Zer el-Gıfarî, Şam’da yaptırdığı saraydan ötürü Muaviye’nin karşısına çıkmış ve “Eğer bunu halkın malından yaptırdıysan bu hıyanettir; kendi malından yaptırdıysan da israftır.” demiştir.

Nefsinin esiri olmuş yöneticilerden toplumsal huzur için kendi zevklerini ötelemelerini beklemek ancak hayaldir. Bu tür yöneticiler için kendi çıkarlarını koruma ve istikballerini garanti altına alma her şeyin önüne geçeceği için, bunlar ülkeleri adına tam bir talihsizlik ve felâkettir. Ancak nefislerinin bayağı arzularından sıyrılabilmiş, halkın menfaatlerini önceleyen yüce himmet sahibi yöneticilerdir ki  başında bulundukları ülkeye huzur, güvenlik ve refah getirebilirler.

Yöneticilerin, rüşvet alma, adam kayırma, yolsuzluk yapma gibi onları ve hatta topyekûn siyasî düzeni yozlaştıracak suç ve günahlardan uzak durmaları da bu konuda en çok üzerinde durulan vasıflardandır. Peygamber Efendimiz (s.a.s) rüşvet alan ve veren kimseyi lanetlediği (Tirmizi, Ahkâm 9) gibi ayrıca, “Bir işe memur tayin ettiğimiz kimse, bizden bir iğne veya ondan daha küçük bir şeyi gizlemiş olsa, bu bir hıyanettir (gulûl), kıyamet günü onu getirecektir.” (Müslim, İmaret 30) şeklindeki hadisleriyle de küçük bir iğnenin bile hesabının sorulacağını ve mahşer meydanında o kişinin rezil edileceğini ifade buyurmuştur. Buna göre acaba millet malını hortumlamak suretiyle ellerinde tuttukları emanetlere hıyanet eden yöneticilerin ahiretteki durumları nasıl olacaktır!

Kamusal vazifeler için yapılan görevlendirmelerde ehliyet ve liyakatin yerini yandaşlık ve tarafgirliğin alması da emanete hıyanetin ayrı bir çeşididir. Nitekim Peygamber Efendimiz, daha ehil birisi olduğu halde başkasına görev veren kimsenin Allah’a, Resûlü’ne ve bütün Müslümanlara ihanet etmiş olacağını ifade buyurmuştur. (Hâkim, el-Müstedrek, 4/104)

7- Halkın Maslahatlarını Gözetme

Hz. Peygamber bir hadislerinde yöneticilerin en önemli özelliklerini şu ifadeleriyle izah etmiştir: “Allah kime Müslümanların işlerinden bir şeyler tevdi eder, o da onların ihtiyaç ve isteklerini karşılar ve onların darlıklarını giderirse, kıyamet gününde Allah da onun ihtiyaç ve isteklerini karşılar ve darlıklarını giderir.” (Tirmizi, Ahkâm 6; Ebû Dâvud, Harac 13)

Öte yandan Allah Resûlü’nün şu hadisleri ise halkı saptıran ve aldatan yöneticileri zemmetmiştir: “Ümmetim hakkında en çok korktuğum husus, onları yanlış yönlere ve dalâlete sevk edecek yöneticilerdir.” (Ahmed b. Hanbel, 5/278); “Allah bir kimseyi başkaları üzerine yönetici yapar ve o da idaresi altındakileri aldatmış olarak ölürse, Allah ona Cenneti kesinlikle haram eder.” (Buhari, Ahkâm 8, Müslim, İman 227)

Devlet başkanı ve yöneticilerin vilayeti altındaki kimselerle ne ölçüde ilgilenip alakadar olacaklarının ölçüsü ise şu hadis-i şerifte gösterilmiştir: “Ümmetimden Müslümanları idare etmeyi üzerine alan bir kimse kendini ve ailesini koruyup gözettiği gibi yönettiği kimseleri koruyup gözetmedikçe Cennetin kokusunu bile alamaz.” (Taberânî, el-Mu’cemu’l-sagîr, 2/137)

Başka bir hadislerinde ise Efendimiz, “Allahım! Her kim ümmetimin işlerinden bir vazifeyi üzerine alır da onlara kaba davranır, zorluk çıkarırsa Sen de ona aynı muamelede bulun! Her kim de ümmetimin işlerinden bir vazifeyi üzerine alır da onlara iyi davranırsa Sen de ona iyi davran!” (Müslim, İmare 19) şeklindeki ifadeleriyle devlet başkanının halkına karşı yumuşak davranması ve güzel muamelede bulunması gerektiğini hatırlatmıştır.

Selçuklu sultanlarından II. İzzettin Keykavus Mevlana’dan nasihat istediğinde o, şu mukabelede bulunmuştur: “Sana ne öğüt vereyim. Sana çobanlık emretmişler sen ise kurtluk yapıyorsun. Sana bekçilik emretmişler; sen hırsızlık yapıyorsun.” (Ahmet Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri, 1/413)

Halkın can ve mal güvenliğinin kendisine emanet edildiği devlet başkanı ve yöneticiler, kendileri bunları tehdit etmeye başladıklarında yukarıdaki hadislerde ifade edildiği üzere ahaliyi aldatmış olacaklardır. İmam Gazzali de ısrarla devlet başkanının kolay ulaşılabilir olması, halkıyla arasına duvar örmemesi, mabeyn-i hümayunun oluşmasına müsaade etmemesi gibi hususların üzerinde durmuş ve halkın huzur ve mutluluğu için geçireceği zamanın nafile ibadetinden daha faziletli olduğunu ifade etmiştir. (Gazzâlî, Nasihatu’l-mülûk, s. 85)

8- Diğer Şartlar

Bütün bunların yanında devlet başkanının görevini hakkıyla yapabilecek ölçüde sağlıklı ve bedenî yeterliliğe sahip olması gerektiği ifade edilmiş, mükellefiyet için gerekli olan akıllı, ergen ve Müslüman olma şartlarını taşıması üzerinde durulmuş ve hür olması gerektiği ifade edilerek köle veya esir durumdaki kişilerin durumu tartışılmıştır.

Devlet başkanıyla ilgili tartışma konusu olan diğer bir şart da erkek olmadır. Ulemanın çoğunluğu bir kısım hadislerden hareketle bu şartı gerekli görürken, bazıları Kur’ân’ın Sebe melikesi Belkıs’tan sitayişle bahsetmesini delil getirerek kadının da devlet başkanı olabileceğini ifade etmişlerdir.

Özellikle ilk dönem İslâm âlimleri devlet başkanının Kureyş kabilesine mensup olması şartını da zikretmişler fakat İmam Bakıllanî ve İbn Haldun gibi âlimler meseleyi farklı yorumlayarak bu şartın kat’i olmadığını veya sonraki dönemler için geçerli olmadığını ifade etmişlerdir.

Etrafında ciddi tartışmalar yer alması hasebiyle bu şartların bir kısmı müstakil çalışmaları gerektireceğinden, bir kısmının ise günümüz şartları itibarıyla pratik değeri bulunmadığından bu kısa açıklamayla iktifa etmek istiyoruz. Fakat burada şu kadarını diyelim ki bu şartlar tamamen yapılan işin en mükemmel şekilde yapılmasıyla ilgili olup işin esasına müteallik değildir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin