İslâm büyükleri nasıl namaz kılardı? (2)

Yorum | Cemil Tokpınar

Namazdaki huşu ve derinlik milyarlarca basamağı olan bir merdiven gibidir. Herkes kendi namazını her gün bir basamak da olsa yükseltmek için çırpınmalıdır. Namazı keşfedip kaliteli hâle getirme yolculuğu ancak ölünce bitecektir. Bu gerçekten hareketle namazını güzelleştirmek için gayret edenler mutlaka kazanır, ama hiçbir gayret göstermeyip sürekli aynı namazı kılan, hatta sıradanlaştırarak geriye götüren kimseler kazanmadıkları gibi her geçen gün kaybetmiş olurlar.

İşte büyüklerin namazları bizim için hem örnek teşkil eder, hem de aşk ve şevk verir. Bugünkü yazımızda “Ah bizim de böyle namazlarımız olsa” diye imreneceğimiz, imrenip gayrete geleceğimiz örnekler vereceğiz.

Bayezid-i Bistamî

Büyük evliyalardan Bayezid-i Bistamî Hazretleri çocukken cami avlusunda oynuyordu. Oradan geçmekte olan büyük velilerden Şakik-i Belhî kendisini görüp:

– Bu çocuk büyüyünce zamanının en büyük velisi olacak, buyurdu.

Yine bir gün hadis âlimlerinden bir zât onu görünce çok hoşuna gitti. Zekâ ve anlayışını ölçmek için sordu:

– Güzel çocuk, namaz kılmasını güzelce biliyor musun?

Bayezid-i Bistamî de ona:

– Evet, Allah dilerse becerebiliyorum, cevabını verince:

– Nasıl, diye sordu.

Bayezid-i Bistamî:

– Buyur ya Rabbi, diyorum. Allah’ın emrini yerine getirmek üzere tekbir alıyor, Kur’ân-ı Kerim’i tane tane okuyor, tâzim ile rükûa varıyor, tevazu ile secde ediyor, vedalaşarak selâm veriyorum, dedi. O zât hayran kalarak:

– Ey sevgili ve zeki çocuk! Sende bu fazilet ve derin anlayış varken, insanların gelip başını okşamalarına niçin izin veriyorsun, diye sordu. Bayezid-i Bistamî:

– Onlar beni değil, Allahü Teâlâ’nın beni süslediği o güzelliği mesh ediyorlar. Bana ait olmayan bir şeye dokunmalarına nasıl engel olabilirim, cevabını verdi.

Bayezid-i Bistamî Allah aşkında o kadar ileri ve ibadette o derece yüksekti ki, namaz kılarken Allah korkusundan göğüs kemikleri gıcırdar, yanında bulunanlar bunu duyarlardı.

Bir gece çok uykusuz ve yorgundu. Bu yüzden uykusu çok ağırlaşmış, sabah namazına uyanamamıştı. Namazını kaza edip ağlayıp inledi, sel gibi gözyaşı döktü. O kadar çok tövbe ve istiğfar etti ki, üzüntü ve acıdan yanan kalbini sevince boğacak şöyle bir ses işitti:

– Ey Bayezid, bu günahını affettim. Pişmanlık ve ağlamana da, yetmiş bin namaz sevabı ihsan ettim.

Aradan birkaç ay geçtikten sonra yine uyku bastırdı. Şeytan gelip, Bayezid-i Bistamî’nin ayağından tutarak uyandırdı:

– Kalk, namazın geçmek üzere, dedi. Bayezid-i Bistamî, karşısında şeytanı görünce şaşırdı:

– Ey mel’un! Sen hiç böyle yapmazdın. Herkesin namazının geçmesini, kazaya kalmasını isterdin. Şimdi nasıl oldu da beni uyandırdın?

Şeytan şu cevabı verdi:

– Birkaç ay önce sabah namazını kaçırdığında, pişmanlığın ve üzüntün sebebiyle çok ağlayıp inlediğin için affedilmiş, ayrıca yetmiş bin namaz sevabı almıştın. Bugün, o kadar sevaba kavuşmayasın diye seni uyandırdım!

 

Cüneyd-i Bağdadî

Büyük velilerden Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri hocasına âit olan evin bir odasında kalırdı. Seccadesi üzerinde, sabaha kadar Allah’ı zikreder, aynı abdestle sabah namazını kılardı. Bu hâl senelerce böyle devam etti.

Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri, otuz sene cemaatle namazda ilk tekbiri kaçırmadı. Namazda kalbine dünya düşüncesi gelse, o namazı tekrar kılardı. Daima Allah’ı zikrederdi.

Her gün 400 rekât namaz kılardı. Otuz yıl yatsı namazından sonra hiç uyumadan ibadetle meşgul oldu.

Bir zaman Cüneyd-i Bağdadî’nin gözlerinde ağrı meydana geldi. Doktor çağırdılar. Gelen doktor Hıristiyan idi. Muayene edip:

– Gözlerinize su değdirmeyeceksiniz, dedi.

Cüneyd-i Bağdadî:

– Su değdirmesem nasıl abdest alırım, diye sorunca, doktor:

– Gözleriniz size lâzımsa su değdirmeyeceksiniz, cevabını verdi.

Cüneyd-i Bağdadî abdest alıp namaz kıldı ve namazdan sonra bir miktar uyudu. Uyandığında gözlerinde hiç ağrı kalmamıştı. O anda şöyle bir ses duydu:

– Ya Cüneyd! Sen bizim için gözlerini feda ettin, biz de senden o ağrıyı aldık…

Bir müddet sonra Hıristiyan doktor tekrar geldi. Baktı ki gözleri tamamen iyi olmuş, hayret ederek sordu:

– Ne yaptın da iyi oldu?

Cüneyd-i Bağdadî olanları anlatınca, onun elini öpüp Müslüman oldu. Yeni hidayete ermenin sevinç ve heyecanı ile şunları söyledi:

– Esas ağrıyan göz sizinki değil, benim gözlerim imiş. Hakikatleri göremeyen benmişim.

Cüneyd-i Bağdadî ölüm döşeğinde iken yanına bir genç girdi. Artık Cüneyd’in dünyaya veda vakti gelmiş, hastalığı ağırlaşmış, yüzü şişmişti. O hâliyle bile yine namaz kılıyordu. Onun ölüm döşeğinde bile namaz kılmasına şaşıran genç sordu:

– Bu hâlde de mi namazını terk etmiyorsun?

Cüneyd selâm verdikten sonra şu ibretli cevabı verdi:

– Bu namaz öyle bir vasıtadır ki biz Allah’a onunla kavuştuk. Onu terk etmek istemeyiz.

Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri vefat ettikten sonra Muhammed bin İbrahim onu rüyasında gördü.

Onun hesabını nasıl verdiğini, kabirde nasıl bir muamele gördüğünü çok merak ediyordu.

Bunun için heyecanla sordu:

– Allah sana ne yaptı?

Cüneyd şu cevabı verdi:

– O işaretler, o ibareler, o ilimler, şekiller, âdetler hep gitti. Yalnız gece seher vakitlerinde kıldığımız o rekâtcikler bize yaradı. Ârifler için ibadetler, meleklerin başına konan taçlardan daha güzeldir.

Elbette ilim öğrenmek, ahlâklı olmak çok önemliydi. Cüneyd, belki de bu sözüyle, ihlâsla kılınan namazların ahirette ne büyük ikramlara vesile olduğunu anlatmak istiyordu.

 

İmam-ı Buharî

Büyük hadis âlimlerinden İmam-ı Buhârî, çok muttakî, ibadetlerine düşkün, bilhassa namaza çok ehemmiyet veren bir kimseydi. Namazdaki huşûu ve ihlâsı çok fazlaydı.

Bir gün huşû içinde namaz kılıyor, etrafında olup bitenleri hiç duymuyordu.

Namaza kendisini öyle vermişti ki, arılar kendisini tam on yedi defa soktuğu halde namazını bozmadı.

Çünkü onların soktuğunu hiç hissetmiyordu.

Ne zaman ki, namazı bitmiş, sağına soluna selâm vermişti ki acıları hissetmeye başladı.

Eli yüzü şişmiş, arıların soktuğu yerler sızlamaya başlamıştı.

İşte o zaman kendisini arıların soktuğunu fark etti. Olaya şahit olanlar hayretler içinde kalmışlardı.

 

Sultan Bayezid-i Velî

İstanbul’daki Bayezid Camii’nin açılışı yapılıyordu.  Camiyi yaptıran Osmanlı Sultanı, tarihe “veli” ünvanıyla geçen Sultan İkinci Bayezid idi. İbadet ve takvasıyla ünlü olan Sultan İkinci Bayezid, kendi adını taşıyan caminin içine girdiğinde, kalabalığa şöyle seslendi:

– Hiç namazını aksatmamış birisi mihraba geçsin, imam olsun.

Bir müddet susup namaz kıldırmak için birilerinin ortaya çıkmasını bekledi. Ne gariptir ki, o kadar âlim ve hocanın da bulunduğu kalabalıktan bir kişi bile çıkmıyordu. Hiç kimsenin çıkmadığını görünce kendisi mihraba yürüdü ve:

– Hamdolsun ki biz hazerde ve seferde (barışta ve savaşta), namazımızı hiç terk etmedik, diyerek imam oldu.

Aziz Mahmud Hüdaî

Sultan Ahmed’in kendisine büyük bir muhabbetle bağlı bulunduğu Aziz Mahmud Hüdâî Hazretleri, saraya davetli olduğu bir günde abdestini tazelemek istemişti. Hüdâî abdest alırken suyunu bizzat sultan dökmüş, havlusunu da padişahın annesi tutmuştu.

Valide Sultan havluyu verirken gönlünden “Hazreti şeyhin bir kerametini görseydim…” diye geçirmişti. Hz. Hüdâî de keşfen durumu fark edince:

– Hayret, bazı kimseler bizden keramet isterler! Cihan padişahı elimize su döküyor, valideleri havlu tutuyor; bundan daha büyük keramet mi olur, buyurmuştu.

Şöhreti her yana yayılmış olan Hüdâî’nin durumunu bir fakir seyyah da duyup dergâhına gelerek huzurunda kalben ve ruhen feyizlenmek ister.

Huzura geldiğinde hiç ummadığı bir tarzda şeyhi çok kıymetli bir kürkün içinde görünce şaşırır ve bunu tarikatla, maneviyatla bağdaştıramaz. Vakit, ikindi namazı vaktidir ve cemaat henüz sünnet kılmak üzere ayağa kalkarken farz için kamet getirilir.

Bu sırada dervişin gönlünden “Sünnet kılınmadan farza duruluyor!” şeklinde bir düşünce geçer. Bu sırada Hüdâî, bu dervişin kolundan tutar. Derviş elindeki postu yere bırakır. Hüdâî de sırtındaki kürkü çıkararak, tam farza duracakları anda kendilerini Beytullah’ta, yani Kâbe’de bulurlar. Seyyah derviş, hayretler içinde namazını tamamladıktan sonra:

– Efendim, postum dergâhta kaldı, der. Hz. Hüdâî de:

– Bizim kürk de orada kalmadı mı, diye mukabele eder ve her ikisi de tekrar bir anda dergâha dönerler. Bilahare Hz. Hüdâî, bu biçareye lütuf ve ikramda bulunur.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin