İşkence ve cezaevi günlerini anlatan Mehmet Öğretmen; ‘Polis, ‘Hakkını helal et sorgunu MİT yapacak’ dedi, odadan çıktı’

Türkiye’de zulme uğrayan ve haksız yere tutuklanan Mehmet Alp öğretmenin yaşadıklarını Kronos’a anlattı. Yazı dizisinin son serisinde Alp, “Karanlık bir ortam. Şanlıurfa TEM’in iki kat altında ucu başı belli olmayan bir koridor. Başıma çuval geçirdiler. Ters kelepçe ile bekletildim. Beni getiren Adıyamanlı bir polisti. ‘Hakkını helal et, sorgunu MİT yapacak’ dedi ve odadan çıktı. Artık tek başımaydım.” diyor. Selahattin Sevi’nin kaleme aldığı yazı dizisinin son bölümü şöyle:

ÖĞRETMEN MEHMET ALP VE AİLESİNİN 15 TEMMUZ’U – III

Gülen cemaati soruşturması kapsamında Mayıs 2016’da tutuklanan kimya öğretmeni Mehmet Alp, 1 yıl sonra hakim karşısına çıkarılmak için apar topar koğuşundan alınarak sivil araba ile Şanlıurfa’ya doğru yola çıkarılıyor. Yolculuk sırasında Alp, yanındaki kişilerin eşkallerini unutmamak için dikkatlice yüzlerine bakıyor. Yüzlerini adeta ezberliyor. Onları hatırlatacak hiçbir detayı kaçırmamak için kafasında notlar oluşturuyor.

Sırasıyla Keskin, Nevşehir, Maraş üzerinden Şanlıurfa’ya ulaşıyorlar. Vakit gece yarısı…

Şanlıurfa TEM’e geldiklerinde başına bir çuval geçiriliyor, nezarethaneye yalnız başına bırakılıyor. İlk gün herhangi bir sorgu yaşanmıyor, yani sakin geçiyor ama bir şey de söylemiyorlar. Neden getirildiğine, niçin sorgulanacağına dair bilgi verilmiyor.

Kısa bekleyişin ardından Mehmet öğretmeni başka bir odaya götürüyorlar. Sivil giyimli insanlar sorular sormaya başlıyor: “Darbeyi kim yaptı? Darbe talimatı kim verdi?” Mehmet öğretmen soruları şaşkınlıkla karşılıyor. “Siz benden daha iyi biliyorsunuz ki darbe girişimi sırasında cezaevindeydim, üstelik ben sıradan bir öğretmenim,” dese de kâr etmiyor.

CİZRE’DEKİ SAHNENİN AYNISI

Ardından aylar önce Cizre’de beyaz Polo’da yaşanan sürecin benzeri tekrarlanıyor. “Benden ‘bunlar darbeci, bunlar da da irtibatlı olduğu ve emir veren kişiler diye kâğıdı imzalamamı istediler. Yeniden Cizre’deki olayı yaşıyordum sanki,” diyor Alp.

Sonra bir belge daha gösteriyorlar: MİT’in ByLock tespit tutanağı… “İyi ama ben hiç ByLock kullanmadım ki!” cevabına yine kulak asmıyorlar. Bir yandan da çocuğun neden koleje gidiyor, eşin neden daha önce Samanyolu Koleji’nde çalıştı soruları geliyor. “Cizre bir terör bölgesi, çocuklarımı bu yüzden daha güvenli bir okula gönderdim. Sonra da kendi isteğimle devlet okuluna geçtim. Bank Asya hesabım da rahmetli babamın açtığı bir hesap. Ev kredisi borcu için açıldı” savunmasını da dinlemiyorlar.

‘KİMDE BYLOCK ÇIKACAK, KİMDE ÇIKMAYACAK BİZ BİLİRİZ’

İmzalamayınca, “Senin için iyi olmaz” uyarısı yapıyorlar. Nezarethanede tek başına kalıyor. Saati, günleri artık takip edemiyor. Şanlıurfa TEM’de zemin katta bir odaya alıyorlar, bir şahısla tanıştırıyorlar. Adının Murat olduğunu, Urfa MİT Bölge Başkanı olduğunu iddia ediyor. “Sorguda yardımcı olmazsan seni biz alacağız. Bu da senin için hiç iyi olmaz. Çok canın yanar. Gel, sana verilen evrakları imzala!” diyor. Ardından: “Bak sende ByLock çıktı, ister misin eşinde de çıksın. Eşini de tutuklarız. Kimde ByLock çıkacak, kimde çıkmayacak biz biliriz.”

“Hukuk zemininde yapabileceklerim varsa yapayım ama bu evraktaki insanları gerçekten tanımıyorum,” diyor Mehmet Alp ve anlatıyor: “Korktum. Eşime zarar vermelerinden korktum. Yine de imzalamadan nezarethaneye gittim. Beni üç gün daha bir odada tuttular. Sürekli ters kelepçeliydim ve oturmama bile izin vermiyorlardı. Kameraların falan olmadığı izbe bir yer. Duvara dönük bir şekildeyim. Saatler geçtikçe ayaklarım titriyor, yere düşüyorum. Tekrar kaldırıyorlar, tekrar düşüyorum. Ramazan ayı oruç tutamıyorum. Enerjim kalmadı. Namaza müsaade yok. Sadece tuvalet izni var.’’

Bunun başlangıç olduğunu, daha çok canımın yanacağını, eşinin de sıkıntı çekeceğini söylüyorlar her seferinde. Bir yandan da hem kendisine hem de eşine küfür ediyorlar.

‘HAKKINI HELAL ET, SORGUNU ARTIK MİT YAPACAK’

İçinden, “Acaba iyi polis-kötü polis oyunu mu oynuyorlar?” diye geçiriyor. Ameliyata -onların jargonunda işkence- alacaklarını söyleyerek tekrar geliyorlar ve Mehmet Alp’in “Sonrasını hiç hatırlamıyorum” dediği kaba işkence süreci başlıyor:

“Karanlık bir ortam. Sanıyorum Şanlıurfa TEM’in iki kat altında mahzen tarzında ucu başı belli olmayan uzun bir koridor. Başıma çuval geçirdiler. Ters kelepçe ile yönüm duvara dönük olarak bekletildim. Beni getiren Adıyamanlı genç bir polisti. Hakkını helal et, bundan sonra sorgunu MİT yapacak, dedi ve odadan çıktı. Artık tek başımaydım.

Uzun bir zaman sonra içeri birilerinin girdiğini gördüm. ‘Arkana sakın bakma, çuvalı da başından çıkarma’ diye uyardılar. Kimlik bilgilerimi ve aile bilgilerimi söylediler. Daha önce gördüğüm kâğıt tekrar önümdeydi. İmzalarsam özgürlüğüme kavuşacaktım. Tersi olursa gün yüzü görmeyecektim.Ben yine orada adı geçenleri tanımadığımı tekrarladım.

Bunun üzerine birisi başıma tekme attı, veya başka bir şeyle vurdu. Sadece büyük bir acı hissettim. Yüzüm gözüm dağılmıştı, burnumdan kanlar geliyordu. Tansiyon hastası olduğumdan bayılmışım. Gözümü açtığımda tekrar nezarette olduğumu anladım.

Beni yine ellerim arkadan ters kelepçeli olarak zırhlı bir aracın içine bindirdiler. Doktora götüreceklerini söylüyorlardı. Fakat doktor bilmediğim bir yerde araca geldi. Şaka gibi, tansiyon ilacı yazdı. İyi olduğuma dair rapor tuttu, gitti. Tekrar işkence merkezinin yolunu tuttuk.”

İŞKENCENİN HER TÜRLÜSÜ: BURADAN ÇIKAMAYACAĞIM!

“Yavaş yavaş psikolojim bozulmaya başlamıştı. Herhalde buradan çıkamayacağım, burası son durak,diye düşündüm. Sonra zorla bir kâğıdı imzalattılar. İlaçlarımı kendi isteğimle almıyorum diye başka bir kağıt daha imzalattılar. Yediğim dayaklardan ötürü kendimi kaybediyordum. Ayılınca önüme kağıtlar getiriyorlar. Artık ne gelirse imzalıyordum ama sadece karaladım. Kullandığım imzamı atmadım yine de… Düzenli kullanmak zorunda olduğum ilaçlarımı kendi isteğimle almıyorum, imzala… Avukat istemiyorum, imzala…

Sadece buradan sağ çıkmalıyım diye düşündüm. Çünkü çıkarsam mücadele edebilirdim. Bu uğurda ilaçlarımı, avukatımı, her şeyi reddettiğime dair imzalar attım.

TEM kantininde yanından geçerken yüzü gözü dağılmış, perişan halde, bilinci gitmiş bir şahsı gösterdiler. O zamanlar ‘paralel’ tabiri vardı. Bak bu da paralel, sonunun böyle olmasını istemiyorsan, istediklerimizi yap, dediler. Sonra o kişi benim aleyhime, ben onun aleyhine beyanatta bile bulunduk çıkabilmek için. Bir fırsat bulup helalleştik onunla.”

‘İŞKENCEDEN SONRA CEZAEVİ CENNET GİBİ’

20 Haziran 2018’de Şanlıurfa Sulh Ceza Hâkimliği’ne çıkarıldıktan sonra tekrar tutuklanan ve koğuşa getirilen Mehmet Alp, “O kadar işkenceden sonra o berbat koğuş benim için cennete dönmek gibiydi” diyor. Ramazan ayı ve iftara yakın bir vakitte koğuşa getirmişler. Ben gelmeden önce birini TEM’e götürmüşler. Mehmet öğretmeni onun yatağına yatırmışlar. Daha sonra öğrenecekti ki, o kişi TEM’de karşılaştığı kişi.

“Gece yarısı üstü çıplak, sağında solunda morluklar olan, sol gözü kan çanağına dönmüş olarak işkence gördüğüne şahitlik ettiği kişinin yatağında yatmak garipti,” diyor aynı kaderi paylaşan Mehmet öğretmen.  O beş dakikada sarılmışlar, birbirlerini teselli etmişler.

Sonrasında yaşadıklarını anlatmaya devam ediyor: “6 Haziran 2017’de mahkemem vardı. Bu yüzden beni tekrar Ankara’ya getirdiler. Mahkemeden önce bana ‘Salonda üç polis olacak. Eğer Şanlıurfa TEM’de olanları anlatırsan daha zor zamanlar geçirirsin’dediler. Bir de ‘6 Haziran’da tahliye edileceksin. Kimin tahliye olup olmadığına hâkimler değil, biz karar veririz’ dediler, ‘Bizim mahkemelerin üzerinde gücümüz var. Mahkemeler bizim söylediklerimizi yapar!’”

MAHKEMEDE 3 POLİSLE TEHDİT

Alp, “6 Haziran’da mahkemede savunma yaparken sürekli polisler gözetliyor, adeta beni bakışlarıyla baskı altında tutmaya çalışıyorlardı” diye anlatıyor duruşma atmosferini: “Mahkemeye benimle birlikte bir başka evrak daha geldi ve bu evrak hâkime talimat gibi verildi. Gördüm.”

Günler süren işkencenin ardından yine işkencenin devam edeceği Şanlıurfa TEM’e dönüyorlar ters kelepçeli olarak. Eşi de arkalarından…

Kötü günler tahliye olacağı 20 Haziran 2018’e kadar devam ediyor.

DAYAKTAN DİLİ TUTULANLAR

“Yaşadıklarımı gün gün hafızamda tutmaya çalışıyorum. Çok daha vahim durumda,  konuşma yetisini kaybetmiş, bilincini kaybetmiş insanlar görünce durumun ciddiyetini anladım. 40 gün, 60 gün kalanlar var orada. Ben işkencelere dayanamadığımdan dolayı imzamı değiştirerek imzalamak zorunda kaldım,” diyor.

“TEM’deki polislerde korku yok, endişe yok, müthiş bir özgüven var. Güç bizde modundalar,” diyen Mehmet Alp, tam 13 sayfalık dilekçe ile yaşadıklarını tek tek yazmış.

Bütün yaşadıklarını gün gün hatırladığı saatleriyle birlikte her yere göndermiş. Savunmasını da eklediği yazısını mahkemeye, eşi de MHP dahil gibi siyasi partilere, CHP’li Mahmut Tanal’a, barolara, insan hakları örgütlerine ulaştırmış. İşkence altındayken sosyal medyada kendisiyle ilgili paylaşımlar yapıldığını da çok sonraları öğrenmiş.

KADINLARA İNSANLIK DIŞI İŞKENCE

“İlk gözaltına alındığım 24 günlük nezarethane ve işkence döneminde her yerde sorguda yüzü gözü morarmış insanlar, ağzı burnu kan içinde mahkûm ve tutuklular gördüm. Bazıları sırılsıklam ıslatılmış, bazılarına elektrik verilmişti.

DIŞARISI DAHA KÖTÜ

23 ay sonra 4 Nisan 2018’de Hilvan’dan tahliye oldu Mehmet öğretmen. “Eve döndük ama travmayı atlatmak kolay olmadı” diyen Alp, “Ailelerimiz bile yaşadıklarımızın farkında değil. Ailem bile anlattıklarıma inanamıyor. Bu kadar ağır şeyler yaşattıklarını tahmin etmiyor,” diyerek şöyle konuşuyor:

“Toplumun umurunda bile değil, hâl hatır soran sayısı bile azdı çıktığımda. Öz vatanımızda paryaydık. Yaşları çatır çatır yaktılar, hem de herkesin gözü önünde. Neyi anladım, demek ki bu toplum daha önceki yıllarda azınlıklara, bir dönem Kürtlere, bir dönem başörtülülere yapılanların hepsini toplu olarak bize, sıradan insanlara yaptı. Yok etme projesi bu kez bizlere uygulandı.”

Sıradan bir hayat yaşarken kendini farklı ve yorucu bir sürecin içinde bulan Mehmet Alp ve eşi için Türkiye’de ümitler tamamen tükenmiş. “Hukuka ve adalete olan inancım” kalmadı diyen Mehmet öğretmen, İstanbul’a gelmiş, Fatih ve Aksaray’da Suriye kökenli kaçakçılara ulaşmış. Kütahya Tavşanlı’ya döner dönmez arabasını satmış. Artık Türkiye’yi terk etme zamanının geldiğine ikna olmuş.

Önce İstanbul’a, sonra bir gece yarısı Meriç’in kıyısına ulaşmışlar.

Mehmet Alp bütün aile gibi o geceyi unutamıyor: “Eşim ve çocuklarıma sarıldım. Oğlumu yanıma aldım. Kızımı da annesine emanet ettim. Bir şey olursa arkanıza bile bakmadan karşıya yüzün diye tembih ettim. Büyümüş de küçülmüşler gibi, ‘Tamam baba’ dediler. Öyle böyle bir akıntı yok. Bize sadece yıldızlar yol gösteriyor. Aklıma Yunus Aleyhisselam’ın duası geldi. Rabbim dedim, bizi de Yunus nebi gibi sahili selamete çıkar!”

YANINA AİLESİNİ, SECCADESİNİ, BAYRAK VE KUR’ANI ALDI

“Yanımda ailemle birlikte yanıma aldığım seccadem, Kur’an ve bayrağım vardı.

Herkes ve her şey geride kalmıştı. Sahile çıktık ama bizi çalı çırpı ve sivrisinekler karşıladı. Saklana saklana 8 saat yol yürüdük. Çok yürüdüler, çok yoruldular, çok ağladılar… Ama artık özgürdük.”

“Yakalandık. 6 gün karakol ve nezarette kaldık. Ama en rahat uykumu üç yıl sonra o sağlıksız ortamda uyudum. Yunanistan bize dostluk elini uzattı. Polislerden sıradan insanlara kadar herkes yardım etmeye çalıştı.”

“Atina’ya gittik, hastaneye işimiz düştüğünde Karolin diye bir Alman, ‘Hatay’da kaldım bir süre. Biraz Türkçem var, size nasıl yardım edebilirim,’dedi. Ülkemizde vebalı gibi insanlar bizden kaçarken burada güler yüz gördük. Metro çıkışında yaşlı bir adam geldi yanımıza. ‘Türk müsünüz’ dedi. ‘Evet’deyince durumumuzdan anladı. ‘Sizi ve yaşadıklarınızı biliyorum. İstanbulluyum. Harbiye’de doğdum. Adım Stefanos. Berber dükkanım var. Bir yardıma ihtiyacınız olabilir. Ev tutmak için, başka işler için. İşte kartım,’ dedi.”

Mehmet Alp ve ailesi şimdi bir Avrupa kentine ulaşmak için Yunanistan’ın mütevazi bir semtindeki kiralık daireyi kendisiyle aynı kaderi paylaşan başka bir aile ile paylaşıyor. Cezaevinde eşinin getirdiği çizim kitaplarıyla geliştirdiği yeni hobisini, uzun süre ayrı kaldığı cep telefonundaki aplikasyonlardan çizerek, “Mahir Aydın” ismiyle açtığı sosyal medya hesabından ‘renkli’ olarak paylaşıyor. Ki, onu ilk farketmemiz de bu sayede oluyor ve öyküsünün peşine düşüyoruz.

Atina’nın nezih mahallesindeki küçük dairede ‘eski güzel günlerdeki gibi’ eşiyle birlikte Türk usulü kahvaltıyı hazırlarken Mehmet Alp yaşadıklarına hâlâ inanamadığını belirtiyor.

“1977’de Kütahya Tavşanlı’da doğdum. İlk ve orta öğrenimimi Tavşanlı’da tamamladım. Liseyi İstanbul’da okudum. Üniversiteyi Bursa Uludağ Üniversitesi’nde bitirdim. Yüksek lisansımı Kıbrıs’ta Yakın Doğu Üniversitesi’nde eğitim yönetimi üzerine yaptım. Son ana kadar da doktoramı Gaziantep’te yapmaktaydım,” derken hayatındaki kırılmalara dikkati çekiyor. Bu söyleşiyi ise tarihe not düşmek için yapmaya karar verdiğini anlatıyor: “Çünkü Türkiye’de şu anda çok ciddi bir toplumsal sıkıntı yaşanmakta, devlet sıkıntısı yaşanmakta belki. Mağduriyetler yaşanmakta. Onların da sesi olmak istedik.”

Devam ediyor Alp: “Ben bir evin bir oğluyum. Bir ablam var. Maddi durumu iyi olmayan bir aile, annem ev hanımı, babam Tunçbilek Kömür İşletmesi’nden emekli. Bütün varlığını benim okumama adamış bir insan. Rahmetli oldu zaten daha sonra. Benim de bütün hayalim öğretmenlikti, eğitimdi. Başka bir şey düşünmedim. Yüksek lisans ve doktoram da eğitim üzerine. 2000 yılından bu yana öğretmenlik yapmaktayım. Bursa’da, Ankara’da, Cizre’de, Şanlıurfa’da çalıştım.”

Özgür fikirli biri olduğunu söylüyor. Her türlü düşünceye ve siyasetçilere de zaman zaman sempati duyduğunu belirtiyor. “Hayatımda kavga bile etmedim” diyerek aile geçmişinden de söz ediyor:“Mevlevi bir sülaleden geliyoruz. Benim büyük büyük dedem Gorgor Mehmet Dede denilen bir zât. Mülayim Dede’nin, Esif Dede’nin, İsmail Hakkı Çelebi’nin talebeleri olan bir sülale. Mahkemede kendi beyitinden bir bölüm de okudum. Babaannemin babasının, rahmetli Gorgor Dede’nin bir beyitinde der ki, “Muhabbete mahbubuz, başka yol aram bize / adavete adüvvüz başka yol haram bize”. Bizim sülalemizde insanlara karşı, devlete karşı işlenmiş bir suç yok. O kültürle büyüdüm. Kabül görmedi. İkna edemedim.”

EN BÜYÜK KORKUSU EŞİNİN VE ÇOCUKLARININ BOĞULMASIYDI

En büyük korkusunun çocuğunun ve eşinin boğulması olduğunu söyleyen Mehmet öğretmen, “Vebalini nasıl taşırdım? Onlara zarar gelmemesi için hapse girmeye bile razıydım tekrar. Ama eşimle başka çare bulamadık,” diyor.

“Üzgünüz ama artık özgürüz. Çünkü Atinada’yız. Türkiye’de insanlar bizden kaçarken burada insanlar size yardımcı olmaya çalışıyor bir karşılık beklemeden,” diyen Mehmet Alp, daha önce Yunanistan ve Yunan halkıyla ilgili yanlış düşünceleri aklına gelince kendinden utandığını anlatıyor.

Şimdi bazen cezaevinden eşine yazdığı ve onun da kendisine yazdığı 5 bin sayfalık mektuplarla ülkesini hatırlıyor: “Resmi seviyorum, sanatın her türlüsünü seviyorum. Cezaevinden kendimi terapi için eşimden resim çizim tekniği kitapları istedim. Çizdiklerim birkaç kez kayboldu ama yine bana geldi. Yaşadıklarımı ve bunları tarihe not olarak düşmek istiyorum.”

Son sözü: “Devletin dini adalettir. Artık tecelli etsin. Herkes çok zarar görüyor.

SON-

Kaynak: Kronos

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin