YORUM | OSMAN ERTÜRK
Geçen hafta ajanslara düşen bir fotoğraf gözüme ilişti. Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sarayda ziyaret etmiş ve birde fotoğraf çektirmişlerdi. Taraflardan biri, bizim mesleğin en önemli ismi olunca, fotoğraf daha da dikkatimi çekti. İkisi de objektiflere bakarken “Yüzü sirke satma” modundaydı. El sıkışıyorlar ama konuştukları konunun ağırlığı ve sevimsizliği göstere göstere “Ben buradayım.” diyordu. Her iki tarafta ziyaretin amacını biliyordu. Keyifsizliğin sebebi bu olsa gerek. Ne olabilirdi ki bu amaç acaba? Bir sonraki gün karar duruşması olan Ergenekon dosyası olmasın? Ben Feyzioğlu’na Ergenekon’un postası diyorum.
Askerlik yapan bilir. Komutanın postası onun getir götür işlerini yapar. Bizim başkan, Ergenekon’un aklanma sürecini, bazen gizli bazen saklı Tayyip Erdoğan ile beraber götürüyor. Ama beş yıldır dosyalar kapanmadığı için koltuğuna şöyle bir yaslanıp güzel bir keyif kahvesi içemedi garibim. Saray kapılarında süründürüyorlar onu. Ümitle yapılan bu ziyaret fayda etmedi demek ki, dosyada karar yine verilmedi ve duruşma 1 Temmuz 2019 tarihine ertelendi.
Ergenekon deyince üzerinde çoktur düşündüğüm bir konuyu yazmak aklıma geldi. Tam da zamanı dedim. Birkaç yıldır cemaatten hıncını alamayanlar “Ama sizde şöyle yapmıştınız. Oh olsun size!” diyorlardı. Bu ve benzeri bakış açıları, Ergenekon’u zemzemle yıkamaya çalışırken, diğer taraftan cemaati silahlı terör örgütü ilan etti. Ülkemizde cemaate yapılan, örnekleri görülmemiş zulüm ve toplumsal linçi, “Ama sizde şöyle yapmıştınız.” diyerek hafife almak, görmezden gelmek, yutturmaya çalıştıklarına şahit oluyoruz. Silivri’de Ergenekon duruşması takip eden, ayrıca bu soruşturmalarda çalışan polislerle bire bir konuşan, diğer taraftan da günümüzde cemaate yapılan linçi yakinen bilen bir avukat olarak şunu söylemek isterim. Günümüzde yaşanılan toplumsal linç, bu ülkenin yüzyıllık tarihinde 2-3 benzer örneği olan bir dramdır. Küçük gösteren ve hafife alanlar bu melaneti işleyenlerin piyonudur ancak.
Bu zulme sorunlu yaklaşımın aslında iki tarafı var. Eğer bir insan Ergenekon yargılamaları ile cemaat yargılamalarını karşılaştırıp, oradaki şüpheli ve sanıklara daha kötü davranıldı, eziyet edildi diyorsa bu insanlar, dosyaları bilmediği için cahildir. Diğer taraftan ise, eğer hakikati bilerek bunu söylüyorsa Ergenekon’un projesi olan vicdansız bir ahmaktır. Basın-yayın organlarında, ölüm ve hastalık hadiseleri üzerinden yapılan bu kara propagandayı birkaç yazıda değerlendirmek gerekiyor. Ortalığı boş bulanlar bir taraftan polislere, bir taraftan mağdurlara sarıyor. Ergenekon yargılamalarını bugünün zulmüyle eşitlemeye çalışmak en hafifinden söylemek gerekirse vicdansızlıktır. Bir yazıya sığacak bir iş değil bu! Onun için bu zulmü dört yazıda örnekleriyle değerlendireceğiz.
2007’den bu yana Ergenekon ile yatıp kalkan bir nesil büyüdü. Yakın tarihimizde bu çapta cereyan eden bir dava silsilesi olmamıştı. Ne zamana kadar? Dönemin Başbakan’ı Erdoğan’ın Başdanışmanı ve Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan’ın, 17 Aralık’ta yapılan rüşvet ve yolsuzluk operasyonundan bir hafta sonra Star Gazetesi’nde “Türk ordusuna kumpas kurulduğunu” ileri sürmesine kadar. Akdoğan şöyle dedi: ”Kendi ülkesinin milli ordusuna, milli istihbaratına, milli bankasına, milletin gönlünde yer edinen sivil iktidarına kumpas kuranların bu ülkenin hayrına bir iş yapmış olmayacağını çok iyi bilir.” Vauuv. Büyük bir laf! Bu sözle beraber Türkiye’de yeni bir dönem başlayacaktı. Bir anda Ergenekon mizansen olurken, günah keçisi ilan edilen cemaate tüm fatura kesilecekti. 17 Aralık tarihi ile beraber “Tefe konulan” cemaat mensupları ve kurumları hakkında 15 Temmuz darbe tiyatrosuna kadar yüzlerce, ondan sonra ise binlerce dosya açıldı. Hâlihazırda 510 binden fazla kişi hakkında soruşturma yürütülüyor. Cemaatle bir şekilde iltisaklandırılan binlerce insan tutuklu ve hükümlü. Sonuçta Ergenekon yargılamalarını anlamak için 17 Aralık sürecini değerlendirmek önemli. Gazeteci Ahmet Altan’ın da dediği gibi siyasi iktidar “Hırsızlık yaparken yakalanmıştı. Paçayı kurtarmak için de hırsızlıktan büyük suçlar işleyip darbecilere sığınmışlardı.”
Hani Kumpastı?
Yukarıda ifade ettiğimiz, Yalçın Akdoğan’ın işaret fişeğini çakmasıyla bir anda Türkiye’de siyaset hareketlendi. Birbirini günahı kadar sevmeyen, imkân olsa bir kaşık suda boğacak iki grup, AKP ve Ergenekon, bir anda sarmaş dolaş oldular. Dönemin başbakanı Erdoğan, Ergenekon hakkında mazide söylediği şeyleri bir anda yuttu ve onların ağzıyla konuşmaya başladı. Bu açıklamalardan birkaçını tarihi sırasıyla görmek, Erdoğan’ın evrimini ortaya koyacak. Öncelikle 17 Aralık 2013 öncesi beyanlara bakalım:
(22 Ocak 2010) (Taraf’ın Balyoz darbe planını yayınlaması sonrası) – “Millet iradesine el uzatanlara karşı hukuku savunacağız. Kimse millete korku salmaya çalışmasın. Bu uğurda her türlü sıkıntıyı göğüsleyeceğimizi buradan açık açık ifade ediyorum. Allah’ın verdiği ömrü ondan başka alacak yoktur.”
( 28 Eylül 2012) (NTV canlı yayınında) “Türkiye’de Balyoz yok muydu? CD’leri dinliyorum şok oluyorum. YAŞ toplantılarında beraber olduğumuz arkadaş. Yolculuklarımızın olduğu arkadaş. İnanın dinlemesem inanmayacağım. Nasıl olur böyle bir şey diyorum.”
Bu ve bunun gibi onlarca şey söyleyen Erdoğan, 17 Aralık sonrası 180 derece dönüp evrim geçirmiş ve akla ziyan açıklamalar yapar olmuştu.
(5 Ocak 2014) ( Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu ile görüşme sonrasında) – “Metin bey ile yaptığımız görüşme olumlu oldu. Biz yeniden yargılanma konusuna olumlu bakıyoruz, arkadaşlarım çalışmalarını yapıyorlar. Bu çalışmalar da bitmek üzere. Yeniden yargılanma noktasında bizim açımızdan hiçbir sıkıntı yok.”
(15 Ocak 2014) “Bugün artık geçmişteki Balyoz gibi bazı yargılamaların üzerinde çok büyük soru işaretlerinin oluştuğunu daha net olarak görüyoruz.”
(8 Mart 2014) (İlker Başbuğ’un tahliyesi sonrasında) – “Balyoz’da katakulli olduğu çok açık. Balyoz davasını alelacele hallettiler. Bütün bu davalarda intikam hissiyle hareket ettiler. Kısacası paralel yapı bu davalarda görevini icra etti.” derken aslında kendini inkâr etmiş, hırsızlıkta suçüstü yakalanması, feleğini şaşırtmıştı. Ama daha ilginç olanı, kumpas diye yeri göğü inletenler, bu dosyaları kapatıp, arşive atamamışlardı. Dosyalar hala açık. Hani kumpastı bu dosyalar, hani milli orduya katakulli yapılmıştı? Bu kuyruklu yalanı ellerindeki dev propaganda organlarıyla millete yedirdiler.
Ayrıca şunu iyi idrak etmek lazım. Ergenekon’un oskarlık başarısı, Tayyip Erdoğan’ın da onlardan tevarüs ettiği şey, yalan söylerken en büyük yalanı söylemesi. Buna Gobbels taktiği olarak tanımlanan şarlatanlık da diyebiliriz. Örneğin “Kumpas” sözcüğü böyle icat edilmiş bir kelime. Bunu, binlerce kere hiç yılmadan tekrar edince kelime insanların beynine kazındı. Dosyalardaki buz gibi deliller, kişilerin ikrarları ve tanıkların söyledikleri bile unutuldu. Ergenekon davaları kumpasmış gibi bir algı insanların zihninde yer etti. Öyle büyük yalandı ki bu karanlık gibi her şeyi birdenbire yuttu.
Cemaat dosyaları ile Ergenekon neden karşılaştırılıyor?
Aşamalı bir şekilde, günümüzde yapılan cemaat yargılamaları ile Ergenekon yargılamalarını karşılaştırmak mümkün değil. Ne sayılar, ne de zulmün boyutu bir değil. Bugün sesleri çok çıksa da hakikatleri onların yüzlerine vurmak gerek. Sayılarla konuşacak olursak, tüm Ergenekon dosyalarında 740 sanık varken, cemaatten çoluk çocuk demeden 510 bin insan soruşturma geçirdi/geçiriyor. 335 tutuklu bir tarafta diğer tarafta toplamda 100 bine yakın cezaevi görmüş insan var. Rakamların yüzlerce kat olması dikkatinizden kaçmıyordur. Hamile-Lohusa kadınlarla uğraşılması, mala çökme haramilikleri, binlerce kurum kapatılması vs. gibi hususların karşılaştırması yapıldığında, Ergenekon’un sözde mağduriyetini göklere çıkaran ve mesnetsiz konuşanların yüzüne tokat gibi inen, tüyler ürpertici hakikatler ortaya saçılmış oluyor.
Şunu açıkça söylemek gerek, Ergenekon yargılamalarında muvazzaf ve emekli paşalara, gazetecilere vs gösterilen muamele, hukuk standardı, delil toplanması, yargılama yapılırken kullanılan usul, bugünün mağdurlarından esirgenmektedir. Kan davasının ve savaşın bile düşman hukuku varken, günümüzün uygulayıcıları her şeyi bir tarafa bıraktılar. Bir anda zaman makinesi 40-50 yıl geriye sarıp, 27 Mayıs veya 12 Eylül dönemine gitmiş, o dönemin usulleri insanlar üzerinde kullanılır olmuştur. Bazı uygulamaların ise tarihte örneği olmamakla, cemaate yapılan linçin boyutu başka bir seviyeye çıkmıştır. Kadın eş gözaltına alıp, kocasının gelmesini istemek, haramilikle mallara çökmek, yurtdışında rüşvetle devletin itibarını beş paralık etme, adam kaçırma ve işkence hadiseleri vb. ise en alçakça örnekler olarak tarihteki yerini almıştır. (Haftaya devam edelim efendim.)