YAZI DİZİSİ | AHMET DÖNMEZ
ABD’deki Hakan Atilla davasından ne karar çıkarsa çıksın “Bu dava Türkiye’nin milli davası mı? Hedef Türkiye mi?” sorusuna cevap aramaya devam edeceğim.
Bir önceki bölümde, “Reza Zarrab’ın kendisi ABD’deki davada rüşvetleri açık açık itiraf ettiğine göre, 17 Aralık fezlekesinde belgelenen bu olayları da hatırlamak şart. Bakalım ne kadar ‘milli’ ne kadar ‘şahsi’ davaymış bu görelim…” demiştim.
Kaldığımız yerden devam edelim.
Şöyle ki…
2013 Mayıs’ından itibaren Reza Zarrab’ın gündemindeki konulardan biri, ağabeyi ve babasına Türk vatandaşlığı verilmesidir. Buna paralel olarak bir de kalp rahatsızlığı çeken babasının Almanya’da göreceği tedavi vardır. Bunun için İtalya üzerinden Schengen vizesi almaya çalışacaktı. Hızlı ve uzun süreli bir vizeye ihtiyaç duyuyordu. Her işinde olduğu gibi bunları da bakanlar üzerinden rüşvetle halledecekti.
Bu konuyla ilgili sizinle birkaç sahneyi paylaşmak isterim.
Bir:
26 Mayıs 2013 saat 17.22’de Reza Zarrab’ı arayan Egemen Bağış, “Biraz evvel de Muammer Bey’le (dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler) beraberdik, kulaklarını çınlattık.” diye söze girer. Konu, Reza’nın ağabeyi Muhammed Zarrab’ın vatandaşlık işidir. Bağış, Muammer Güler’le yaptıkları konuşmayı şöyle aktarır: “O pırlanta gibi bir çocuk, ben onu çok seviyorum dedi. Başbakan da, dedim. Benim yanımda söyledi. Zaten dedim yapacağız diye dedim. Tam böyle karşılıklı seni övdük, şey yaptık, dedim onun şeyleri için geldim zaten.”
Reza çok müteşekkir olmuştur. “En kısa zamanda bir yemeğe bekliyoruz, Zafer Bey’e de söyledim, Sayın Bakanıma…” der teşekkür ederek. Bağış, “Tamam canım, ben yarın Bakanlar Kurulu’nda Zafer Abi’yle de konuşacağım. Ayarlarız inşallah” karşılığını verir.
3 bakan, Reza Zarrab’ın Bakanlar Kurulu kararı gerektiren talepleri için seferber olmuştur. Reza ‘pırlanta gibi çocuktur’ ne de olsa. Bakmayın şimdi ona ‘hain’, ‘casus’, ‘FBI ajanı’ dediklerine… O zamanlar, “Söyle bakalım Reza, beni mi daha çok seviyorsun öteki bakanını mı?” modundaydılar.
Her ne ise…
Aradan 3 ay geçer. Reza’nın babasının tedavi için Almanya’ya götürülmesi aciliyet kesbetmiştir.
25 Ağustos, saat 19.23’te Zafer Çağlayan’ı arar. “Vize için Egemen Bey’e rica etsem olur mu sizce?” diye fikrini sorar. Cevap çok olumludur. Çağlayan, “Ben şimdi Egemen’le konuşacağım. Sen de söyle kendisine, ben de konuşacağım” der. Üçü bir araya gelip daha detaylı görüşecektir. Bu buluşma, 27 Ağustos saat 15.45’te Zafer Çağlayan’ın makamında gerçekleşir.
Ertesi gün saat 11.08’de sağ kolu Abdullah Happani’yi arayan Zarrab, “Apo bir şey söyleyecem, Sadık’ı (Kurye Mohammadsadegh Rastgarshishehg) yolla Vakko’ya tamam mı… Ordan bir takım elbise alsın, ya 52 ya 54… Bir de gece 500 bini hazır et, ben bir yeri söyleyecem, yollarsın oraya, sabah yollanacak” der.
Anlaşılan Reza yine bir hayır işi yapmak üzeredir. Eğer Reza telefonda takım elbiseden, ayakkabıdan, ayakkabı kutusundan bahsediyorsa muhakkak “hayırseverlik” damarı kabarmıştır.
2 dakika sonra da Happani’ye şöyle bir mesaj atar: “1.5 usd 1.5 tl 1.5 euro”.
1 saat sonra kurye Sadık’ı arayıp alınacak takım elbisenin bedenini söyler. Sadık, “Rıza Bey kim bu, önemli biri mi?” diye sorduğunda Reza’nın cevabı, “Ankara devletinden” şeklinde olur.
Akşam Happani tekrar Reza’ya yarın sabah yapılacak ‘teslimatı’ sorar. Aralarında şöyle bir diyalog geçer:
Happani: Para ne göndereceğiz?
Reza: 500
Happani: Dolar mı?
Reza: Evet. Başka bir yere gidecek ha, öbürüne değil. Süleyman’a değil (Dönemin Halkbank Müdürü Süleyman Aslan). 10’da orada olacak, ona göre. İstinye tarafı…
Reza o gece, Sadık’a gideceği adresi mesaj atar: “İstinye Hilpark Sitesi 47, F Blok Daire 1”
29 Ağustos sabahı saat 08.00 sularında Mali polis, Zarrab’ın Nuruosmaniye Orient Bazaar’daki ofisinin etrafında konumlanmıştır. Takibe başlamışlardır. Saat 08.40 sularında Sadık, elinde çantalarla bir ticari taksiye biner ve Hilpark’taki adrese gider. Her anı polislerce kaydediliyordur.
Saat 09.18’de Sadık, Reza Zarrab’a, ‘O iş tamam’, ‘İşi hallettim’ anlamında “Günaydın amantıro dadam” diye mesaj atar. Bu sözcüklerin hangi dilde olduğunu ve tam olarak ne manaya geldiğini ben bulamadım. 17 Aralık fezlekesinde polisler, “Emaneti verdim” şeklinde tercüme etmiş.
Sonuç itibariyle takım elbise ve para, sahibine ulaşmıştır. Saat 10.06’da Bakan Egemen Bağış, Reza’yı arayıp, “Çok teşekkür ediyorum, çok zevklisin. Kravatın tasarımını çok beğendim” diye karşılık verir Reza da bu nezaketin altında kalacak adam değildir. “Olur mu abi ne demek” der. Bağış bir kez daha “Çok çok sağolasın, çok teşekkür ediyorum” deyip kapatır.
Reza sabah sabah bir hayır işi daha yapmış, bir insanı daha mutlu etmiştir.
Ertesi gün, yani 30 Ağustos’ta Happani’yi arayan Reza, babasının İtalya vizesi işini ne yaptıklarını sorar. “Abi İtalya vizesi olmuyor” cevabını alır. Ama Allah’tan Reza zevkli bir insandır da bu işi şansa bırakmamıştır. Happani’ye, “Ben zaten bizim Egemen Bağış’la konuştum. O onların konsolosu ile konuşacak. Bunun evraklarını, olduğu kadar hazırlasın götürsün, teslim etsin, bana numarasını söylesin, ben gerisini halledeceğim.” der.
Bundan sonrasını AB Bakanlığı’ndan Elif diye bir görevli takip edecek, kısa süre sonra da vize çıkacaktır.
Fakat Reza’nın o gün için yapacağı hayırlar bununla sınırlı değildir. Çünkü işin bir de Zafer Çağlayan ayağı vardır. Happani’ye attığı “1.5 usd 1.5 tl 1.5 euro” mesajı bununla ilgilidir. Pırlanta gibi çocuktur Reza, Zafer Bayramı’nı çifte zafer kutlamadan geçirecek değildir. Diğer hayır işini de bir sonraki bölümde anlatacağım. O bundan daha renkli, kaçırmayın derim.
Çok zevkli adam şu Reza Zarrab.